22 Kasım 2024
  • İstanbul8°C
  • Diyarbakır6°C
  • Ankara10°C
  • İzmir17°C
  • Berlin0°C

MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE: TEK PATRON ERDOĞAN!

Milat gazetesi, Zaman gazetesi yazarı akademisyen Mümtaz’er Türköne ile güncel konuları konuştu.

Mümtaz’er Türköne: Tek patron Erdoğan!

04 Nisan 2012 Çarşamba 11:33

Türkiye’ de hâlihazırda kurumlar arasında yaşanan gerginliğin 2014 öncesi bir pozisyon alma kavgası olduğu söyleniyor. Katılır mısınız?

-Bu gerginliği yorumlamak için elimizde yeteri kadar bilgi yok. İki farklı görüş var, bir tanesi savcılığın Oslo sürecini yargılamak için bu soruşturmayı başlattığı. İkincisi doğrudan doğruya KCK davası ile ilgili suça bulaşmış kişilerle alakalı olduğu. Oslo süreci yargılanıyor ise 2014 öncesi vaziyet alma durumu doğru. Ben, galip ihtimalin olayın Mit’in bilgisi direktifleri veya onayı dâhilinde, suça bulaşmış kişiler üzerinden yürüdüğünü düşünüyorum.

Bu ihtimal üzerinden değerlendirme yaptığınızda ortaya nasıl bir tablo çıkıyor?

-Bu ihtimalin doğru olduğunu düşünerek değerlendirdiğimde; Türkiye’ de askeri vesait dönemi sona erdi ve AK Parti denetimsiz, kontrolsüz, inanılmaz bir gücü ele geçirdi. Kontrol dışı bu kadar güç, askeri vesayet düzeni gibi çok tehlikelidir. Mit krizi, doğrudan doğruya yargının, devlet erkleri arasında ağırlığı koyup, dengeyi oluşturma teşebbüsüdür, diyebilirim.

MİT düzenlemesi yanlış

MİT mensuplarının yargılanmasını Başbakan’ın iznine bağlayan yasal düzenlemeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Çok yanlış buluyorum, o düzenleme yanlıştı. O düzenleme yargının, yürütmeyi denetlemesini engellemez. Her hukuk devletinde, hükümet tasarrufları denen siyasi kararların yer aldığı bir kategori vardır, bunlar yargı denetimi dışındadır. Ancak yürütmenin devlet içinde yaptığı bütün eylem ve işlemler yargı denetimine tabidir. Savcıların soruşturma konusu yaptığı şeyde ikinci varsayım doğruysa bu, mutlaka yargı tarafından denetlenmesi gereken bir şeydir. Burada kozlar, güç yargının elinde. Başbakan bunu engelleyemez. Ben Meclis’ten kanun değişikliği çıkarma çözümünün, sadece Başbakanı yıpratan, Başbakanın aldığı riski arttıran bir çözüm olduğunu düşünüyorum. Soruşturmayı biraz geciktirdi ama soruşturmanın eninde sonunda maksadına ulaşacağını düşünüyorum.

36434

Başbakan’ın aldığı risk nedir, başka hangi riskler var aldığı?
-Gerçekten suç işlemiş, sıradan, sade vatandaşın hayatına kastetmiş suçlular eğer Başbakan’ın izin vermemesiyle korunuyorsa, bundan Başbakan zarar görür. Bunun böyle olup, olmadığı da mutlaka ortaya çıkar.

Uzun vade için mi diyorsunuz?

-Hayır kısa vade.

Sizin ifade ettiğinizin tam tersi yaygın olarak ifade ediliyor. Başbakan’ın gücünü arttırarak ilerlediğini, bilenerek yola devam ettiğini düşünenler var…

-Ben öyle düşünmüyorum.

Başbakan risk aldı

Siz bunun tam aksini söylüyorsunuz…

-Başbakan kendi üzerine aldığı riski arttırarak çıktı. Şuanda hiçbirimiz ne olduğunu bilmiyoruz, sadece savcılar biliyor. Eninde sonunda bu soruşturmanın içeriği açıklanacak ve açıklandığı zaman Fikret Seçen’ in söylediği gibi, şayet suça bulaşmış KCKlıların MİT tarafından korunması gibi bir problem soruşturuluyorsa, Başbakan çıkarttığı yasa ve üzerine aldığı riskle mutlaka bu işten yara alarak çıkar. Başbakan, siyasi bir sorumluluk üstlendi.

Niye böyle bir sorumluluk üstlendi peki, ortada bir yanlış varsa neden buna müsamaha gösteriyor?

-Ben hala ortada bir yanlış olup, olmadığından emin değilim. Başbakan’ın bir siyasetçi, bir lider olarak görev verdiği, yetki verdiği adamlara sahip çıkması lazım. Başbakan doğrusunu yapıyor. Benim söylediğim, yaptığı doğrunun sonucunun ne olabileceği.

Cemaat hizmet üzerine kurulu bir yapı

Süreç içinde cemaatin içerden veya dışarıdan bir operasyon yediği şeklinde görüşler de beyan ediliyor. Buna ne diyorsunuz?

-Bu konuda çok fazla spekülasyonlar yapıldı. Cemaat nasıl operasyon yapıyor, nasıl operasyon yiyor benim anlayabildiğim bir şey değil bu. Cemaat, sonuç itibariyle hizmet ve muhabbet üzerine kurulu bir organizasyon. Siyasete müdahale, siyasetle rekabet bu tür organizasyonları yıpratır.

Cemaatin sürece müdahalesi var gibi lanse ediliyor ama…

-Yargıyı cemaatin emrinde bir aparatmış gibi, basit bir araçmış gibi göstermek…

Ve emniyeti…

-Emniyeti de aynı şekilde… Bence bu çok uçuk, hayal ürünü bir iddia. Yargı, MİT soruşturmasını cemaatten emir alarak yaptı iddiaları gündeme geliyor. Böyle bir şeyin gerçekleşmesi ve böyle bir şeyin işlemesi Türkiye’ de imkânsız.

Ak Parti’nin alternatifsizliği onu reformlar konusunda isteksiz davranmaya ve sertleşmeye götürüyor diyenler var. Bu bağlamda AK Parti’ye siyasi bir alternatif çıkma-çıkarma olasılığına nasıl bakıyorsunuz?

-Mevcut siyasi yelpaze içerisinde AK Parti’nin alternatifleri, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi var.

Bu partiler rakipleri ama alternatifleri diyebilir miyiz?

-Alternatif oluşturma konusunda sıkıntıları var. Mesela kesintili eğitim meselesi doğrudan doğruya hükümetin siyasi bir tasarrufuydu. Halkın bu konuda talebi var, halk din eğitimi istiyor. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir yasak yok. Ve hükümet, din eğitimini kolaylaştıracak bir adım atıyor. Bu da halkın teveccühünü kazanmak demek. Bu uygulamaya karşı çıkış AK Parti’nin alternatifsizliğinin mekanizması açıklayan bir örnek.

AK Parti’nin en önemli hazinesi istikrar

AK Parti’ye oy verenlerin çeşitli gerekçeleri var kuşkusuz ancak en önemli etkenlerden birisi de halkın zihnindeki Tayyip Erdoğan imajı. AK Parti’nin ve Erdoğan’ın oluşturduğu bu karizmayla yarışacak bir liderin veya partinin çıkma olasılığı var mı?

-Bunu belirleyecek olan toplumun talebidir. AK Parti’nin sahip olduğu çok önemli, çok değerli hazinesi istikrar. Toplum bunun nimetlerini gördü, yaşadı. O yüzden Türkiye’ de siyasi yelpazede alternatif üretmek, istikrara alternatif üretmek demek. Yeni bir liderlik, yeni bir alternatif ancak iktidarı sürdürme yeteneği ve başarısı ile ancak toplumda karşılık görür. Potansiyel liderlerin geleceğini belirleyecek olan tek etmen toplumun, derli toplu istikrar talebine karşılık vermektir.

Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası süreci nasıl görüyorsunuz?

-AK Parti’nin bir sarsıntı yaşayacağı anlaşılıyor, bu gerilim senaryosu 2013’te başlar, Cumhurbaşkanlığı seçiminin bittiği tarihe kadar sürer. Tayyip Bey Cumhurbaşkanı olursa, geride bırakacağı mirasın derli- toplu bir şekilde devamına dair endişeler, beklentiler, bütün bunlar sorduğunuz sorunun cevabını verir. O dönemde alternatif liderlik başarısı gösterebilme; 10 yıllık AK Parti iktidarının sağladığı istikrarı sürdürme yeteneğine bağlıdır.

Anayasa süreci nasıl gidiyor, sizce AK Parti anayasayı yapmayı gerçekten istiyor mu?

-Çok kötü gidiyor. ‘Bu şartlarda anayasa yapılabilir mi’ diye toplumda da bir karamsarlık var. Bana göre bunun da bir cevabı; Tayyip Bey aylardır anayasa lafını ağzına almadı. Tayyip Bey bir konuyu gündemine almadığı taktirde, bu toplumda karşılık bulmuyor.

Neden gündemine almıyor peki?

- Ben Tayyip Bey’in anayasayı yapmak istediğini. Fakat bunu oluşturmak, ağırlığını koymakla ilgili kafasında bir takvimin olduğunu, bir saatin çalışmakta olduğunu düşünüyorum.

Anayasa memnun edecek

Çoğunluğun memnun olacağı bir anayasa yapılabilir mi?

- Türkiye’nin bir anayasa yapması halinde, toplumun tamamının bundan memnun olacağını düşünüyorum. Anayasadaki bazı maddelere birileri karşı çıkabilir, bazı şeyleri eksik bulabilir ama yeni bir anayasa yapma fikrinin toplum tarafından benimseneceğini düşünüyorum.

Tek patron Başbakan

Bir yandan Kürt açılımı, diğer yandan KCK operasyonları. Bir tarafta müzakereler, diğer tarafta BDP yöneticilerine yönelik operasyonlar. Yoksa Kürt meselesinin çözümü konusunda devlet içinde iki irade mi var?

- Ben Tayyip bey’ in bir orkestra şefi gibi farklı seslerden, Kürt meselesinin çözümü için bir beste yaptığını düşünüyorum. İkisini yan yana getirip, hem iyi polisi, hem kötü polisi Türk siyasetine karşı oynuyor. Devlet, devletliğini yapıyor ve bu konuda da tek patron, Başbakan. Tayyip Bey’ in kafasında bir yandan askeri açıdan güvenlikçi politikalarla, PKK terörünü kontrol altına almak; öbür taraftan da siyasette müzakerelerin önünü açmak var. Çözümü çok zor bir mesele. Bu meseleyi çözmeye kalkan kişi çok büyük risk alır, çözerse de çok büyük kazanç sağlar. Ben Tayyip Bey’ in o riski aldığını düşünüyorum. Ben geldiğimiz nokta itibari ile çözüm için umutluyum.

28 Şubat tartışmaları bu sene biraz daha yoğun yaşandı. Siz Tansu Çiller’in danışmanlığını yaptınız. Çiller o dönemle ilgili neden konuşmuyor?

-Bu sorunun cevabını bilmiyorum. Onun tercihi onun kararı sanıyorum konuşması için zamanının gelmediğini düşünüyor.

Bir gün suskunluğu bozabilir mi?

-Evet.

28 Şubat döneminde rahmetli Necmettin Erbakan’ın tavrını nasıl değerlendirirsiniz?

-Bu sorunuzun cevabını vermeye ehliyetliyim, çünkü 28 Şubat sürecinde ben Erbakan ile Tansu Hanım arasında mekik dokuyordum. Erbakan hoca, 28 Şubat’ı uzlaşarak, ikna ederek çözmek gibi bir politikayı benimsedi. Askerleri ikna edebileceğini düşündü ve bu politika çöktü. Çünkü karşıdakilerin uzlaşmaya, anlaşmaya niyetleri yoktu. Ezip yok etmek, mümkün olduğu kadar bastırmak, itibarlarını acımasızca ortadan kaldırmak gibi bir tavırları vardı. Ben Erbakan’ın tavrının yanlış olduğunu biliyordum.

O dönemde biliyor muydunuz…

-Başından beri biliyordum. Başından itibaren askerlere taviz verilmemesi gerektiğini, çok sağlam ve dik durulması gerektiğini savundum. Telkinlerim, tavsiyelerim hep bu istikamette oldu. Ne kadar geri çekilinirse askerlerin o kadar şımaracağını, o kadar cesaret bulacağını düşünüyordum, haklı çıktım. Askerlerin anladığı tek dil, emir almaktır. Emir almazsa, emir verir. Ve Erbakan hoca askere emir vermedi ve bunu hiç denemedi.

Darbecileri yağlı kazığa oturtalım dediniz, açar mısınız bunu?

-Bu mümkün olmayan bir şey, ben sadece kendi tepkimi verdim. Duygularımı ifade etmek için söyledim, yoksa idam cezasına karşıyım, yağlı kazığa elbette karşıyım.

Meral Akşener’e söylenen sözün rövanşı mıydı?

-Akşener’e söylenen sözden ilham alarak söyledim.

Siyasette kavga iyi değil

“Devlet için kurşun atan da, yiyen de şereflidir” sözünün size ait olmadığını kesin bir dille ifade ediyorsunuz. Tansu Çiller’e danışmanlık yaptınız, bu dönemim sertlik yanlısı politikalarını onaylamak anlamına gelmez mi, o döneme baktığınızda kendinizi nasıl eleştiriyorsunuz?

-28 Şubat konusunda ben askerle hesaplaşarak 28 Şubat’ın mutlaka durdurulması gerektiğini savundum. 95’in sonunda yapılan anayasa değişikliğinde katkım oldu. Ben MHP kökenliyim, ülkücü bir militanım, böyle bir geçmişim var. Biz kavgayı severiz. Siyasi rekabeti de kavga olarak görürüz. O dönemin polemiklerinden bazıların da, rekabetlerinde mutlaka dahlim vardır. Bu günden geriye baktığım zaman galiba size söylemem gereken şey, siyasette bu kavganın iyi bir şey olmadığını anladım.

Dava diye bir şey kalmadı

12 Eylül sonrası ülkücüleri yaşadığı baskılar sonucunda nasıl travma yaşandı, davadan dönenler oldu mu?

-Davadan dönenler olmadı, dava diye bir şey kalmadı. Devletin darbecilerin, güç sahiplerinin basit bir oyuncağı olduğunu bütün ülkücüler anladı. Şimdi oturup da devletin sahipliğini üstlenmekle ülkücüler ilgilenmiyor. Bize bunu 12 Eylül öğretti.

80 öncesi dönem için MHP’nin tabanının köylü olduğunu söylüyorsunuz. Değişti mi bu durum, MHP’yi hala köylü muhafazakarlar mı destekliyor?

-Köylü muhafazakârların yanında, taşra muhafazakârları, milliyetçilik vardır. Bunun sosyolojisine girerseniz, bu bir tür taşracılıktır, İslamcılık da öyledir

Atatürk Kültür Dil ve Yüksek Kurumu yönetim kurulu üyeliğine atanmanızı milletvekili olmadığınız gönlünüzün alınmasına yönelik tavır olduğu yorumları yapıldı…

-Milletvekilliği maceram çok ayrı, çok özel bir konu. Çünkü orada da adaylığa karar veren ben değildim. Başka bir hikâyesi var onun…

Siz aday olmadınız mı yani…

Benim aklımdan çıkan ve benim çok istediğim bir şey değildi, neticesinde de çok memnunum.

Atatürkçülük; gericilik, yobazlık

“Elbette Atatürkçü değilim, bende akıl, fikir var” diyorsunuz. Atatürkçülüğü hakaret olarak mı görüyorsunuz?

-Bunu çok açık ve net söylüyorum. 1938 yılında hayata gözlerini kapamış bir liderin, düşünceleri ile benim düşüncelerimi sınırlamam, onun koyduğu çerçeve içinde düşünmem bana hakarettir. Bunu zül addederim, gerçekten bir hakaret addederim. Benim kendi aklım fikrim var, aradan bunca yıl geçmiş, dünya değişmiş. 2012 yılında Atatürkçüyüm, dünyaya Atatürk gibi bakıyorum dersem, bana geri zekâlı muamelesi yapmaları lazım. Ben o yüzden Atatürkçülüğün gerilik, yobazlık olduğunu bilime ve medeniyete aykırı olduğunu söylüyorum.

Tayyip Erdoğan fenomen

Son olarak, bir siyaset bilimci olarak, Tayyip Erdoğan’ı Türk siyasi tarihinde nereye koyuyorsunuz?

-Bir fenomen. Tayyip Bey’in de liderliği üzerinden konuşmak içinde henüz zaman geçmedi fakat elimizde bazı veriler var. Üç seçimde üst üste oylarını arttıran kimse daha önce yok. Bunu ilk defa başaran, Tayyip Bey, demek ki bu bir fenomen. Türkiye 10 yıldır istikrar içerisinde yoluna devam ediyor, istikrarın nimetlerini tüketiyor, Türkiye çok değişti, Askeri vesait düzeni sona erdi. Nasıl neticelenir, doğrusu çok heyecanlı bir macera filmi izler gibi, bende merak ediyorum. 

MİT düzenlemesi yanlış

Mit düzenlemesinin yanlış olduğunu ifade eden Türköne: “Her hukuk devletinde, hükümet tasarrufları denen siyasi kararların yer aldığı bir kategori vardır, bunlar yargı denetimi dışındadır. Ancak yürütmenin devlet içinde yaptığı bütün eylem ve işlemler yargı denetimine tabidir. Burada kozlar, güç yargının elinde. Başbakan bunu engelleyemez. Ben Meclis’ten kanun değişikliği çıkarma çözümünün, sadece Başbakanı yıpratan, Başbakanın aldığı riski arttıran bir çözüm olduğunu düşünüyorum. Soruşturmayı biraz geciktirdi ama soruşturmanın eninde sonunda maksadına ulaşacağını düşünüyorum” dedi.

Tek patron Başbakan

Kürt meselesini çözecek tek erkin Başbakan olduğunu belirten Türköne: “Tayyip Bey’in bir orkestra şefi gibi farklı seslerden, Kürt meselesinin çözümü için bir beste yaptığını düşünüyorum. Devlet, devletliğini yapıyor ve bu konuda da tek patron, Başbakan. Tayyip Bey’ in kafasında bir yandan askeri açıdan güvenlikçi politikalarla, PKK terörünü kontrol altına almak; öbür taraftan da siyasette müzakerelerin önünü açmak var. Bu meseleyi çözmeye kalkan kişi çok büyük risk alır, çözerse de çok büyük kazanç sağlar. Ben Tayyip Bey’ in o riski aldığını düşünüyorum. Ben geldiğimiz nokta itibari ile çözüm için umutluyum” ifadesini kullandı.

Yeterli bilgi yok

Son dönemde Emniyet ve MİT arasında yaşanan gerginliğin aydınlanması için yeteri kadar bilgiye sahip olunmadığını söyleyen Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne: “İki farklı görüş var, bir tanesi savcılığın Oslo sürecini yargılamak için bu soruşturmayı başlattığı. İkincisi doğrudan doğruya KCK davası ile ilgili suça bulaşmış kişilerle alakalı olduğu. Ben, galip ihtimalin olayın Mit’in bilgisi direktifleri veya onayı dâhilinde, suça bulaşmış kişiler üzerinden yürüdüğünü düşünüyorum” dedi.

Yargı denge için girişimde bulundu

Türkiye’de askeri vesayetin sona erdiğini ve AK Parti’nin denetimsiz bir güce sahip olduğunu ifade eden Türköne: “AK Parti denetimsiz, kontrolsüz, inanılmaz bir gücü ele geçirdi. Kontrol dışı bu kadar güç, askeri vesayet düzeni gibi çok tehlikelidir. Mit krizi, doğrudan doğruya yargının, devlet erkleri arasında ağırlığı koyup, dengeyi oluşturma teşebbüsüdür” ifadesini kullandı.

Atatürkçülük, hakarettir, yobazlıktır

Türköne: “1938 yılında hayata gözlerini kapamış bir liderin, düşünceleri ile benim düşüncelerimi sınırlamam, onun koyduğu çerçeve içinde düşünmem bana hakarettir. Benim kendi aklım fikrim var, aradan bunca yıl geçmiş, dünya değişmiş. 2012 yılında Atatürkçüyüm, dünyaya Atatürk gibi bakıyorum dersem, bana geri zekâlı muamelesi yapmaları lazım. Ben o yüzden Atatürkçülüğün gerilik, yobazlık olduğunu bilime ve medeniyete aykırı olduğunu söylüyorum” dedi. (Milat)

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.