MİLLİ KÜLTÜR İDEOLOJİSİ VE AHMET AKGÜNDÜZ
"Prof. Dr. Ahmet Akgündüz kendi ifadesiyle otuz beş yıl yapmış olduğu araştırmayı kamuoyuna sunarken kırk yıllık ekmek yeme konusunda icazetini de ifade etmiş..."
22 Şubat 2016 Pazartesi 11:24
Büyüsü Bozulmuş Belge; Milli Kültür ideolojisi ve Ahmet Akgündüz
Karizmatik, geleneksel bir dizi kabul edilmiş düşünceler! üzerinden büyülenme konumuzla çok yakından ilgilidir. Büyülenmiş bir camianın ( Nur Camiası) başına neler gelebileceğini en iyi tarih gösterir. Bu konuya bir örnek var ki yeni gelişmeler üzerinden yeniden kurgulanan Saîdê Kurdî’nin Seyyit, yani Hz. Muhammed a.s. torunu olduğu iddiası. Büyülenme; metnin akıl, delil, hukuk ve somut olguların dışında kurulmuş bir dünyaya işaret eder. Hedef kitlesi için demirden bir kafes olan karizmatik görselliğe photoshop ile de teknik bir yardım da söz konusu olunca, bilimselliğe kavuşmuş olur!
Yakın tarihimizin her gün, her fırsatta ve her yerde tartışılması sürüyor; bu, tabi ki sevindirici. Bilmediğimizi öğrenmek eksik kalan bilgilerimizi tamamlamak için yararlı bir vesile. Ancak böylemi oluyor? Bir el atalım dedik.
Mevcut otoriteyi meşrulaştırma yönteminden olan geleneğin! Karizmatik özelliği, ölümü özel bir ilgi ile hak ediyor. Cemaat ve mürit ilişkisi büyülü bir ilişkidir. Olağan üstü inanç ve durumlar bunun içinde elver ilişli durumlardır. Ama dikkat çekmeden geçmeyeceğimiz bir nokta var; her ne şekilde olursa olsun yalan ve yanlışta olsa tarihsel bir belge ileri sürmenin nedeni; günümüz siyasi ideolojik pozisyonları desteklemek amacıyla kullanılmaya çok uygun bir zemin oluşturmuş olmasıdır. Yani belge -uydurmada olsa- günümüzde siyasi tercihlerin argüman ürettikleri bereketli mi bereketli bir alan vasfı olmasını koruyor oluşudur.
Tarih ancak doğru bilgi temelinde örülebilir ve tartışılabilir. Olmayan bir şeyi olmuş gibi göstererek ya da böyle kabul ederek “derin” bir tarihsel tartışmaya girmek dipsiz kuyuya taş atmak anlamına gelir. Nitekim hep de geliyor. Tarih elbette nihai tahlilde bir değerlendirme, bir yorum bir saptamadır. Fakat bu aşamaya gelmek için kırk fırın ekmek yemek, yani geçmişte olup biteni olup bittiği şekilde doğru bilgiye dönüştürmek gerekir. Benim burada doğru bilgiden kastım yorumun ya da değerlendirmenin doğruluğundan değil, ileri sürülen belgenin içeriğinin olduğu gibi kabul edilmesi ve okuyucuyla bunu doğru bir şekilde sunmak. Yani geçmişte yaşanmışlığın belgesinden ve doğru bilgisinden söz ediyorum ve yalnızca bundan söz ediyorum.
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz kendi ifadesiyle otuz beş yıl yapmış olduğu araştırmayı kamuoyuna sunarken kırk yıllık ekmek yeme konusunda icazetini de ifade etmiş olmakla, geldiği nokta; Irkçı antropoloji ile Kemalist resmi ideoloji ile buluşmasına varıyor.
Örneğimizi vereyim: sayın Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, “Arşiv Belgeleri Işığında Bediüzzaman Said Nursi ve İlmi Şahsiyeti” Kitap serisinde bir belge ileri sürer. Bu belge; Abdulkadir-i Geylânî’nin Seyyit, yani Hz Muhammed a.s torunu olduğunu Osmanlı döneminde Seyyitlerin “askerlikten muaf” tutulduğunu, Abdulkadir-i Geylânî aileside bu nedenle askerlikten muaf tutulduğunu ve dolayısıyla Saîde Kurdî’de Abdulkadir-i Geylânî’nin soyundan geldiği ve o da Seyyit ve Arap olduğuna dair bir çıkarsama ile bu belgeyi neşreder.
Şimdi Sayın Akgündüz’ün ileri sürdüğü belgeyi, kitabından aynen alıntılayarak, sizinle tanıştırayım:
Bu belge, Sayın Akgündüz’ün kitabının ana kaynaklarından olduğu gibi, yer yer çeşitli zamanlarda basına da yansıyan Saîdê Kurdî’nin Seyyit yani Arap olduğu ile ilgili iddiasının ana belgesidir. Belgenin altını ve üstünü okudunuz değil mi? Peki ya belgeyi okuya bildinizmi?
Peki, gerçekten belge, Sayın Akgündüz’ün iddia ettiği gibimidir? Neden okuyucusunun belgeyi daha iyi anlamasına sebep olacak tarnskripsiyonu ve sadeleştirilmesini yapmıyor? Okuyucusunu doğa bilimci falan mı zan ediliyor? Görsellik dizayn dizgi punto belgenin anlaşılmasından daha mı önemli? Böylesi hoşgörülü bir okuyucu kitlesi ile birlikte yaşamak nasıl bir duygu merak ediyorum.
Benim onun okuyucusundan farklı olarak üzerinde durmak istediğim nokta, belgenin transkripsiyonu ve manasının mahiyetinin ne olduğu konusudur. Akgündüz’ün okuyucu kitlesinin prensibinin lisan-ı hali; “zaman sana uymazsa sen zaman uy”. Bu noktada biz Sayın Akgündüz’ün okuyucusu ve takipçilerinden ayrılarak, “zaman sana uymazsa sen zamanla savaş” prensibiyle belgenin Transkripsiyonunu yaparak ne dediğini ne manaya geldiğini içerik sunumunu sizinle tanıştırayım.
Belgenin transkripsiyonu:
“Dahiliye Mektûbî Kalemî Müsveddâtına mahsûs varakadır. 18 Ra 1310/28 Eylül 1308
Haleb Vilayet-i Behiyyesine
Abdülkadir Geylânî Kuddise Sirruhü’l-âlî Hazretlerinin sülale-i tahiresinden oldukları beyan ile hizmet-i Askeriyyeden mü’afiyetlerini bi-tekrar istid’â etmekde oldukları makâm-ı vilayet-i behiyyelerinin 30 Haziran 1308 tarihli tahriratıyla iş’âr kılınan Şeyh Ahmed Efendi ile rüfekâsının evvelce de bildirdiği vechle Hama havalisinde ki sülale-i Kadiriyye’nin esamisini mübeyyen olub celb edilen ve Hama Nakibü’l-eşraf ve müftüsü efendilerin tahtı tasdikinde bulunan defterde isimlerinin gayr-i dahil idügü (isimleri deftere kayıtlı olmadığı) anlaşılmasına ve muma ileyhimin hizmet-i askeriyeden istisnası ise suret-i neseblerinin sübûtuna vabeste olmasına binaen haklarında Daire-i Askeriyyece bir mü’amele yapılamayacağına lede’l-muhabere taraf-ı vâlâyı Seraskeri’den bu kere de alınan cevabda gösterilmiş olmağın ol-babda…”
İlginç! Uzun yıllar raflarda duran belgemiz Akgündüz’ün ellerine ulaşınca evrim geçirmiş.
Nasıl mı?
Belgemiz bilakis Sayın Akgündüz’ün iddiasının aksini beyan etmektedir. Yani Abdulkadir-i Geylânî ailesi Hama Nakibü’l-eşraf defterinde kayıtlı olmadığı, yani Seyyit olmadığı ve askerlikten muaf tutulamayacağını beyan etmektedir. Ve dolayısıyla, bu belge üzerinden Saîdê Kurdî’nin de Seyyit olduğu tezi çürümüş olmaktadır. Belge; Abdulkadir-i Geylanî’nin Seyyit olmadığının altını çizerken, sayın Akgündüz ise belgeyi ters yüz ederek, Abdulkadir-i Geylanî’nin Seyyit olduğu iddia ediyor. Tarihsel geçmişin, yani tarihsel olguların yok sayıldığı, görmezden gelindiği, silindiği, karartıldığı, olmamış olmuşun yerine geçirildiği bir metin ile yüz yüzeyiz. Belgenin onurunu kurtarma yolunda küçükte olsa bir adım atmak olsun bizimkisi.
Akgündüz; konuya görsellik katmakla birlikte Osmanlıcanın arkasına gizleme gayreti ve okuyucusunu istismar etmesine mi değinelim, belgeyi tahrif etmesini mi konu edinelim, bu belge üzerinden temizlik yaparak, Risale-i Nur camiasının hafızasında Saîdê Kurdî’nin Kürt oluşuna dair yer bulmamasına dönük temizlik operasyonuna mı değinelim, Risale-i Nur camiasının hiç araştırmadan hiç okumadan alkış tutarak, Akgündüz’ün kitabında böylesi yüzlerce iddiasının nasıl rahatlıkla tükete bildiklerine mi konu edinelim bilemedim. Hangi açıdan bakarsak bakalım elimizde çürük, donuk, siyasi sosyal ekonomik olarak istismar edilmiş, ahlaki olarak toplumun aklıyla alay eden bir resimle karşı karşıyayız.
Bir tarihçinin! Beceriksizliği! ilk önce metnin veya sözün vücudunun yer değiştirmesine sık rastlanılır bir durumdur. Ne diyelim, metin ağlıyor, okyanus çırpınıyor, kâğıttan metinler, dağı taşı ağlatan iki satır cümle içinde çarpılmamak mümkün değil. Tablomuz rastlantı olmaktan çok, bilerek, belirli bir dünya görüşüne ve inancına sahip bir anlayışın, olguları saklamaya ve değer düşürürcesine önceden seçilmiş belirlenmiş tasarrufa delildir.
Maşallah, sayfalar bembeyaz, isteyen herkes sayfayı istediği gibi yazıyor çiziyor siliyor tekrar yazıyor, adam yetişmiş, “Prof Dr. Olmuş, ar devri değil, kâr devri, nede olsa dünyaya on kere gelinmiyor.” Bu basit bir gerçek ve onu dile getirmek gerekiyor. Bu işin birde ahlaki tarafı vardır, onu ise hiç aramayın, emin olun hiç bulamayacaksınız.
Kısacası, kendisine nur talebesi diye adlandıran şahısların neden olduğu çatlak ve bu çatlağın derinleşmesi karşısında hiçbir şey yapmayan ve onu daha da derinleştiren ve kökünden saptırılan, nereye baksan aynı temalar, aynı nakarat, aynı sloganların can sıkıcı tekrarı ile yüzleşiyoruz. Tıpkı çöldeki aynı kumun yer değiştirmesi gibi, aynı sorular aynı cevaplar. Ne kadar uzağa gidersek gidelim, aynı başlangıç noktasına varıyorsunuz. Akıl tâtil-i eşgal ederse, bir metnin başına neler gelebileceğine şahit oluyorsunuz.
Hiç şüpe duymuyorum ki, Saîdê Kurdî üzerindeki bu iddiaların hedefinin sadece para olmadığını ilme’l, ayne’l ve hakka’l yakin biliyorum, çünkü para asla soyut olarak var olmaz, daima onun etrafında, sosyal, siyasi, ahlaki ve kültürel meseleler gündeme gelir, işte Saîdê Kurdî üzerinde ve Risale-i Nur eserlerinde yapılan tahrifatlar bu minvaldedir.
Akgündüz; Risale-i Nur da yapılan tahrifatlar ile ilgili söylememizi, şahsımı PKK, Kürtçü, gibi terminoloji üzerinden boğmaya çalışması, idealize etmeye çalıştığı resmi devlet terminoloji söylemi ayrı bir politikadır. Bunlar teslim olmamız için, siyasi güç hilesi kullanılması bir yana, asl olan değişim için Kürtlerin maddi ve manevi mahiyetine nüfus etmeleridir. Kürtleri horlayan tüm örgütlü yapılar, Kürtleri "örgütlü iskelete" dönüştürme çabası, sağır kulakları bile çınlatmaktadır.
Detaylı bilgi için; “Risale-i Nur’da Yapılan Tahrifat” kitabımıza başvurunuz.
Huseyin Siyabend Aytemur
[email protected]
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.