22 Kasım 2024
  • İstanbul11°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara14°C
  • İzmir18°C
  • Berlin2°C

'MHP TÜRKİYE'Yİ BÖLEBİLİR'

Ülkücü geçmişiyle tanınan Mümtaz'er Türköne, Kürt açılımına ateş püsküren MHP'nin tavrını değerlendirdi...İşte ayrıntılar...

'MHP Türkiye'yi Bölebilir'

20 Ağustos 2009 Perşembe 14:50

Aynı sınırlar içinde iki kardeş halk ve sıkılan kurşunlar... Ölen iki kardeş ve yürekleri acıyan iki kardeş annesi. Evlatlarının birini dağlarda kaybeden öbürünü de askerde yitiren bir Kürt annesi... Aslında tam da bu annenin yüreğinde birleşen evlat acısı gibi yaşadığımız toplumsal acılar. Bu insanlık dışı vahşet politikasının sahipleri kim? Neden biz bu acıları yaşamak zorundayız? İşte bu soruları bu kez de kendi ifadesiyle 80 öncesi Ülkü Ocakları'nda yöneticilik yapmış bir militan olan, siyaset bilimci Profesör Mümtaz'er Türköne'ye sorduk. Türköne, MHP'nin tarihte görülmemiş bir Türk-Kürt düşmanlığına yol açabileceğini söylüyor...

Soruna "Kürt meselesi" demenin etnik milliyetçiliğe, bölünmeye yol açacağını düşünüyor musunuz?

İki şeyi birbirinden ayırmak lazım; Türkiye'nin Kürt sorunu diye bir sorunu var ancak Kürt çözümü diye bir çözümü yok. Sorunu çözecek şey demokratik açılımdır. Bu tartışmayı bitirebilecek sübjektif ölçü Kürtlere dönüp sorunlarının olup olmadığını sormaktır. O zaman da Kürtlerin şikâyetçi olduğu konular olduğunu görürsünüz. Bu sorunlara çözüm bulmak da Türkiye'nin geri kalanının sorumluluğu. Bugün geldiğimiz nokta sorunların varlığının inkârıyla değil, çözümüyle ilgili ileri bir adım atılıp atılmayacağı.

"Türk kamuoyuna bu açılımlar iyi anlatılmalı" yaklaşımına katılır mısınız?

Kürt sorununun kaynağı, Kürt olmalarından ve anadillerinin Kürtçe olmasından kaynaklanan bir sorun. Bu meselenin çözümü karşısında, Kürtlerin kendi dillerini konuşması karşısında ortaya "Türk sorunu" çıkacağını söylemek Kürt düşmanlığına tekabül eder. Anti-kürdizm düşmanlığı tarif eden bir tanımlama. Antikürdizm var ama bu bir Türk sorunu değil. İkisini birbirinden ayırmak gerekir. Eğer ayırmazsanız Türklüğün unsurlarından birinin Kürt düşmanlığı olduğunu kabul etmek gerekir ki bu doğru değil. Kaldı ki Türklerin Kürtlere benzer hak sorunları yok.

Antikürdizm'i biraz daha anlatır mısınız?

Antikürdizm özünde bir etnik düşmanlık değil; sosyo-ekonomik bir tavır alış, bir ötekileştirme çabası, düşman yaratma. .. Türkiye'de derin bir işsizlik sorunu var. Bu rekabet kendiliğinden etnik bir kimliğe bürünüyor. Ben o yüzden an-tikürdizmi özünde Kürt karşıtlığı değil, sosyo-ekonomik sorunların tezahürü olarak görüyorum.

"Bir Türk dünyaya bedel", "Türk öğün çalış güven", "Ne mutlu Türk'üm diyene" ifadeleri devletin resmi politikasının tezahürü. Buradan baktığımızda sorunun ekonomik olduğunu, ırk temeline dayanmadığını söylemek mümkün mü?

Kürt sorunu etnik bir sorun, demokratik standartlar getirilmediği takdirde bu sorun çözülemez. Cumhuriyetin yaptığı şey Türk etnisitesinden bir ulus yaratmaya çalışmaktı. Boşnaklar, Arnavutlar, Çerkezler, Giritliler, Pomaklar ve bunlar gibi birçok etnisite Türkleştirildi. Hatta bu süreçte ulus bilinciyle Türkler de Türkleşti. Bu topluluklar içinde yerleşik ve sayıca fazla olan Kürtler sistematik Türkleştirme politikalarına direndiler. 2009 itibariyle yaşanan gelişmeler devletin Kürtler üzerinde izlediği asimilasyon politikasının iflas ettiğini gösteriyor. Bu belki Kürtler üzerinde de başarılı oldu çünkü Diyarbakır'da bugün 15 yaş altı çocukların yüzde 72'si Kürtçe bilmiyor. Ben sorunun Kürtçe'ye özgürlük verilerek çözülebileceğini düşünüyorum.

Ekonomik durumu iyi insanlar arasında "Kürtler de artık kendi anadillerini özgürce konuşacaklar" diyerek sevinen insanın sayısı çok az değil mi?

Sanıyorum problemin ortaya çıktığı alanı Bahçeli temsil ediyor. Yaptığı şey de Kürtlere antipatiyle bakanları temsil etmek. Kürtlerin yarıdan fazlası Fırat'ın batısında yaşıyor. Batı ile Doğu arasındaki kültürel karşılaşmalar bir yabancılaşma ve ötekileştirme getirmiş ancak bu Yozgat'ta böyle olmamış. 25 yıldır akan kana rağmen bu, düşmanlığa dönüşmemiş. Tarih boyunca Kürtlerle Türkler arasında bir düşmanlık yok. Binlerce karışık evlilik yapılmış, bunlardan doğan çocuklar var. Etnik düşmanlığın doğal olduğunu kabul etmek mümkün değil.

Siz bir yazınızda MHP'nin tavrını "cehenneme odun atmak" olarak tabir ettiniz. MHP nasıl bir ateşle oynuyor?

MHP'nin temsil ettiği şey ordunun çözüme yaklaşması karşısında devletin bıraktığı politikayı temsil etmek. Kürtlerin birtakım talepleri karşılanacak ya da karşılanmayacaksa Bahçeli bunun karşısına kendini koyuyor. Bu MHP açısından anlaşılır bir şey.

Yanlış olan ne?

Türkiye'de var olmayan bir Türk-Kürt düşmanlığı yaratma pahasına bu politikasına devam ederse savunduğu değerlere ters düşer. Bu durumda Türkiye parçalanır, bölünür ve Türkiye'yi bölen MHP olur. MHP'nin meşru çizgiyi aşması Kürt siyasi taleplerini bastırmak adına Türkiye'de etnik bir düşmanlık yaratmaktır.

MHP bir noktadan sonra geri adım atar mı?

Ben MHP'nin bunu yapacağını düşünmüyorum. MHP'nin konuyla ilgili büyük bir cehalet sorunu olduğunu düşünüyorum. Bahçeli, Cumhurbaşkanı Gül'ün Güroymak'a Norşin demesi karşısında "İstanbul'a da Konstantinopolis mi diyelim" şeklinde karşılık verdi, işte cehalet burada başlıyor. İstanbul Türkçe mi? "Konstantinopolis" ne kadar yabancıysa "İstanbul" da o kadar yabancı. "İstanbul" da, "polis" yani "şehir" kökünden türemiş bir isim; "Şehre doğru" anlamını taşıyor. Ve biz "İstanbul" ismini Ermenilerin kullandığı şekliyle almışız. Zaten Türkiye'de büyük şehirler içinde Türkçe isim aramaya kalksak zor buluruz. 80 darbecilerinin 19 Ekim 1983'te çıkardığı kanunla Kürtçe yasaklandı ve yer isimleri o zaman değiştirildi. Çok çılgınca ve vahşice; anlamadıkları isimleri değiştirdiler. Bu bir kültür van-dalizmidir. Ankara civarında bir Türk boyunun ismi olan Dodurga köyü vardı. Büyük bir cehaletle bunu da değiştirdiler. 25 yıl boyunca akan kanın üzerinde çıkarılan bu kanundan daha etkili bir şey göremiyorum, insanlara "düşünme, rüya görme, sayıklama" diyen bu kanun tam bir aptallığın eseri.

"Eğer ülke bu haklar verildiğinde bölünmeyecekti ise devlet bu açılımı neden daha önce yapmadı da bizim çocuklarımız öldü" diyen asker ailelerine devlet ne cevap verecek?

Cevap vermemiz gereken "Şehit olacaklar derneği mi kuralım?" sorusudur. Olayı kan davasına dönüştürmenin akla vicdana uygun bir tarafı yoktur.

Burada önemli olan kan davası değil insanların nasıl bir devletle karşı karşıya olduklarını görmeleri ve yüzleşmeleri değil mi?

Aslında devlet ricalinin ve hepimizin bununla yüzleşmesi gerekiyor. Kürt sorunu askerler tarafından yönetildi. Gelinen nokta, izlenen politikanın yanlışlığını ortaya çıkardı ve askerler de bunu itiraf ediyorlar. "Terörün belini kıracağız, son terörist kalana kadar savaşacağız" mantığının yanlış olduğu anlaşıldı. Asker meselenin daha karmaşık olduğunu bile anlayamadı. Buradan çıkarılması gereken ders, bugüne kadar izlenmiş yanlış yöntemlerin yerine sorunu karmaşık yapısıyla çözecek bir iradenin, cesaretini göstermesi. Şu an önümüzde duran bu.

Bu iradenin karşısında muhalefet varsa ne olacak? Sizce muhalefet nasıl bir tavır sergilemeli?

Sorunun çözümü noktasında meselenin toplumsal bir soruna dönüşüp Kürtlerle Türkler arasına düşmanlık girmesi riski var. MHP lideri Bahçeli "Ben nötr biriyim. Benim dışımda şunlar şunlar olursa Türkiye parçalanır. Eğer böyle bir şey olursa devreye girer ve durdururum" diyor. Eğer bu süreçte devreye girersen, Kürtlerin Türkiye'nin saygm bir vatandaşı olduğunu söylersen riski ortadan kaldırmış olursun. Türklerle Kürtleri kaynaştırarak üniter yapıyı ayakta tutmak mümkün. Bunu yapmadığınız takdirde hiçbir güç üniter yapıyı devam ettiremez. Kürtlerin taleplerini önceden bölücülüğe mahkûm ederseniz üniter yapı tehlikeye girer.

Siz 90'h yılların sonuna doğru Çil-ler'in danışmanlığını yaptınız. O dönem Güneydoğu'da büyük bir çatışma ve faili meçhuller yaşanıyordu. Bu duruma itirazlarınız oluyor muydu?

Çiller'le 1995 yılından itibaren yakınlığımız oldu ancak daha çok 28 Şubat süreciyle boğuştum. O dönemde hukuk dişiliğin doğru olmadığını yazılarımda ve röportajlarımda savunuyordum, şimdi de savunuyorum. Devleti ve toplumu yaşatan hukuk ve demokrasidir. Terörün en üst perdeye tırmandığı bir ortamda bile hukukla mukayyed bir devlet, şiddetten zarar görenler karşısında bile itibarını korur. Türkiye yargısız infazlarla itibarını kaybetti. Kürt halkının PKK'nın arkasına düşmesinde bu dinamik rol oynuyor. Ben 80 öncesi Ülkü Ocakları'nda yöneticilik yapmış bir militandım. 12 Eylül sonrası MHP davasında yargılandım. Yaşadıklarımdan ders çıkararak her şeyin üstünde hukuk olması gerektiği kanaatine vardım. Hukuk ve demokrasi dışında toplumu birarada yaşatmanın imkânı olmadığını düşünüyorum.

Süleyman Demirel'in "Devlet rutin dışına çıkar" lafıyla Kıvrıkoğlu'nun "Görev dürüstlükten önemlidir" ifadelerine katılmıyorsunuz...

Süleyman Demirel Türkiye'de ilkesizliğin ve omurgasızlığın sembolüdür. Demirel'den çıkan lafları Türkiye'de olmaması gereken şeyler olarak yorumlamak lazım. Kvrıkoğlu'nun ifadelerine gelince; hukuk dışına çıkan silah sahibini yok eder. Hukuk dışında sıkılmış kurşunların hepsi devlete sıkılmıştır. Eğer bir devlet hukuka riayet etmiyorsa o devleti kaldırıp çöpe atarak yenisini kurmak lazım. Bir devlet vatandaşlarını barış içinde birlikte yaşatamıyorsa o devleti yıkmak gerekir. Hukukla kayıtlı olmayan devlet devlet değildir. Gerisi kişisel ve grup çıkarlarına bahane arayanların bahaneleridir. "Vatan tehlikede ise gerisi teferruat" lafı da uydurma bir laftır. Hukuka uymadan vatan korunmaz.

Danışman olduğunuz dönemde bu konuları tartışıyor muydunuz?

Onlar özel şeyler... Ben siyasetçi değilim, fikir adamıyım. Ben bugün ne söylüyorsam o gün de aynı şeyleri söylüyordum, geri kalanı insanların yakıştırmaları.

Özel değil de genel olarak bahsetseniz nasıl bir tartışma olduğundan...

Hukuk dışına çıkan uygulamaların gelip devleti vuracağını söylüyordum. Zaten uygulanan politikalar Tansu Çiller'in politikaları değil, 1993'te terörle mücadele konusunda değiştirilen konseptin ürünü. Bu kararın içinde devletin tüm kurumları var. Bunu tarih yazacak. Devletin hukuk dışına çıkmayı kabul ettiği bir konsept bu. Ordunun bunu kabul ettiği bir konsept. Bunun hesabını birileri verecek.

MGK'da alınan bir karar mı bu?

Resmen alındığını düşünmüyorum. Bunun hesabını verecekler. Devletin yargısız infazların üstüne gidip kendini arındırması lazım.

Demirel'in "Devlet rutin dışına çıkar" ifadesi buna mı tekabül ediyor?

Devlet rutin dışına çıkarsa rutin dışına çıkanı rutin bir şekilde yargüarsın. Devlet hukuk dışına çıkmaz, eşkıyalık yapmaz, adam öldürmez, adamı yargılayıp öldürür. Bunun adı da meşru şiddet kullanma tekelidir. Bunun dışına çıkan devleti demin söylediğim gibi kaldırıp çöpe atacaksın.

Siz Kürt meselesinin çözümü karşısında bazı Kürtlerin faili meçhulleri unutma fikrine ne dersiniz?

Ben faili meçhullerin üstünün örtülmesine hazır değilim. Yeni bir başlangıç için devletin temizlenmesi gerekir. Bu devletin çatısı altında özgür bir birey olarak yaşama garantimi sağlayacak olan, bu faili meçhul cinayetlerin aydınlatılmasıdır.

Bazı kişiler bu cinayetleri devletin bekası için işlediğini söylüyor...

Devleti korumak adına cinayet işlediklerini söyleyenler, devletin itibarını korumak adına da yargılanmak zorundalar. Bu işin lamı cimi yok! Terörün istediği devletin aynıyla karşılık vermesidir. Terörün oyununu bozacak olan hukukun sınırları içinde kalmaktır. Siz teröre terörle cevap verirseniz iki terör grubu karşı karşıya gelir, devleti devlet olmaktan çıkarırsınız. Devlet kolaylıkla gözden çıkarılacak bir şey değil. Bu yüzden devlet için faili meçhul cinayetlere bulaşmış kişilerin, devletin bekası adına, hukuk önünde fani hayatlarının feda edilmesi gerekiyor. Bu çok aleni bir ihtiyaç...

Hasan Hüseyin Kemal/Aktüel

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.