22 Kasım 2024
  • İstanbul17°C
  • Diyarbakır11°C
  • Ankara16°C
  • İzmir19°C
  • Berlin2°C

MEHMET ATLI İLE SÖYLEŞİ-2

Bu bölümde Mehmet Atlı’nın TRT 6 ile ilgili görüşlerini, Türkiye’nin gündemindeki diğer konuların yanı sıra açılım politikasını konuştuk.

Mehmet Atlı ile söyleşi-2

11 Şubat 2010 Perşembe 11:04

“TRT 6 karşısında toplumu ‘hain-kahraman’ ikilemine hapsetmek yerine, devletin attığı adımı derinleştirmesini talep etmeliydik.” 

Söyleşi: Mehmet Poyraz-Fehim Işık 

Bir önceki bölümde Mehmet Atlı ile daha çok kendi öznel dünyasını konuşmuştuk. İkinci bölümde Mehmet Atlı’nın TRT 6 ile ilgili görüşlerini, Kürt siyasetinin sanat dünyası ve sanatçılar üzerindeki etkilerini, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti projesini ve Türkiye’nin gündemindeki diğer konuların yanı sıra açılım politikasını konuştuk. 

- Şöyle bir konu açmak istiyorum, müzikten yararlanma, müzikten faydalanma, müzik üzerinden politika üretme gibi bir durum…  

- Müziği araçsallaştırma.

- Aynen öyle… Bu durum Türkiye’de “açılım” sonrasında daha fazla gündeme geldi. TRT 6 diye bir kurum oluşturuldu. TRT 6’e bazı Kürt sanatçılar gitti, müzik yaptı. Hatta bazıları Kürtçe mi konuşuyor, ben bazen tereddüt ediyorum. Böyle bir durum var. Bu açılımla, TRT 6’in açılması, TRT 6’in kullanılması... Siz nasıl bakıyorsunuz?  

- Bana bu soruyu bir yıl önce, yani TRT 6’in büyük bir şaşa ve gürültüyle açıldığı zamanlarda sorsaydınız, cevabım çok kısa ve net olurdu: Hayat devam ediyor... Bu cevapla kastettiğim şuydu; TRT 6’in olmadığı 31 Aralık’la, TRT 6’in olduğu 1 Ocak tarihi arasında hayatımızda çok dramatik bir değişiklik olmadı, olmayacak. Önce bunun normalliğini bir kabul edelim. Gasp edilmiş bir hakkın, utangaçça iadesiydi söz konusu olan. 

11447

- Anayasal güvence altına alındıktan sonra…  

- Henüz alınmaksızın, zaten hakkım olan bir şeyi bana bir lütufmuş gibi biraz da utangaçça veriyorsun. Önce bunun normalliğini bir kabul edelim. Daha ötesini talep edelim. TRT 6’in yayın çizgisi ne olacak, bu başka birtakım adımlarla desteklenecek mi? Bunu bir görelim. Ondan sonra herhangi bir müzisyenin, herhangi bir televizyon karşısında duracağı soğukkanlılıkla, profesyonellikle duralım, derdim. Müzisyen arkadaşlarıma, meslektaşlarıma da tavsiyem hep bu oldu. Ne bunun büsbütün karşısında olmak gibi bir duruma angaje olalım, ne de bunu çok büyük, çok kutlanacak bir gelişme gibi gösterip bir an önce üzerine atlamak gibi bir pozisyon alalım. Bu zaten normal, olması gereken bir şeydi. Bekleyelim, görelim, herhangi bir televizyon karşısında nasıl davranacaksak buna da öyle davranalım. Şimdi aradan bir yıl geçti. Ben bakıyorum, belki burada kendi kişisel durumumla ilgili de bir şey söylemem gerekir. Evimde televizyon yok. Son televizyonumu da şu an sehpa olarak kullanıyorum. Yani televizyonla ilişkim hakikaten zayıf. Televizyonu önemsemediğimden değil, elbette çok önemli bir mecra. Kürtler bu tecrübeyi zaten bir süredir yaşamaktaydı. Burada önemli olan bu adımın hakkını hakikaten verebilmek. Devlet bu televizyonu açmakla ne yapmış oldu? Bunca yıllık inkâr politikasının iflâsını aslında ilan etmiş oldu. Bundan dolayı sevinmek gerekir. Bu gelişmeyi öncelikle kutlamak gerekir. Bu televizyona çıkıp program yapıp yapmamak ayrı bir tartışma konusu. Bence müzisyen arkadaşlarımız o televizyonda bir an önce çalışmaya başlamakla, siyasi bir tartışmanın kendileri üzerinden yürütülmesine cevaz verdiler. Ben müzisyen arkadaşlarıma şunu tavsiye ettim; dedim ki bekleyelim bu işin siyasi aktörleri kendi pozisyonlarını netleştirsinler, bu siyasi tartışma bizim üzerimizden yürümesin. Yani TRT 6’in gelişmesine öncelikle siyasi aktörler ne diyor? Benim televizyona çıkmam bu kadar doğal bir hak, bu kadar doğal bir eylem iken neden kahraman ya da hain olmamı tartışmaya açacak bir politika benim üzerimden yürüsün. Televizyona çıkmak ne hain, ne de kahraman olmanın bir ölçüsüdür. Öyle değil mi? 

11452

- Doğru… 

- Bizim önce bunu sıradanlaştırmamız gerekiyor. Kürt kimliğinin normalleşmesi meselesini önce bizim bir sindirmemiz gerekiyor. Biz ne yaptık, ya keskin bir tavırla bunun karşısında durarak kahraman olma pozisyonuna girdik ya da bunun üzerine hemen atlayıp “hain” damgasını yemeyle karşı karşıya kaldık. Şimdi aradan bir yıl geçti, bakıyorum tamam, güzel, devlet TRT 6 diye bir adım atmış. Bence bu konuda biraz daha esnek, biraz daha rahat davranmalıyız. Komplekslerimizden kurtulmalıyız. Nasıl bir müzik yaptığınız, nasıl bir edebiyat yaptığınız, hayatta ne tip varoluşlar, ne tip duruşlar geliştirdiğiniz TRT’ye çıkıp çıkmamaktan çok daha önemli. Ama hala normal, soğukkanlı bir şekilde bu konuyu değerlendiremediğimiz için ben TRT 6’e çıkmamayı tercih ediyorum. Çünkü TRT 6’e çıkmak hala sizin üzerinizden siyaset yapmaya cevaz verecek bir durum. 

- Bir de şöyle bir durum var; bir yıl geçmesine rağmen hala Kürtçe anayasal güvence altına alınmış değil, alınacak gibi de durmuyor. Böyle bir çalışma da yok. Bir de TRT 6’in kendi içinde geliştirdiği bir sansür var. Örneğin bazı parçalardaki Kürdistan kelimesi Gülistan’a, Eskerê Romê de farklı bir şeye dönmüş. Bu kelimeleri TRT 6’e gitmeden önce sahnede, kasetlerinde dillendirerek okuyanlar bu değişimi kabul ediyor, buna cevaz veriyorlar. Ortada paradoksal bir durum yok mu?  

11448

- Bana sorarsanız TRT 6 konusunda en iyi sınavı Şivan Perwer ve Abdullah Öcalan verdi. Abdullah Öcalan çok makul bir soru sordu: “İyi de nerede bunun yasası?” Bunu hangi siyasi hesapla sormuş olursa olsun, bir siyasinin soracağı en isabetli soru budur. Yani karşı tarafı siyaseten de sıkıştıracak soru budur. TRT 6 karşısında diyelim ki birden böyle “hain, kahraman” ikilemine bir toplumu hapsetmek yerine, biz bu adımı derinleştirmeyi talep etmeliydik. Bence bu soru, adımı derinleştirmeyi talep eden bir soruydu.  Bir diğer akıllıca pozisyonu Şivan Perwer aldı. “Ben tüm şarkılarımı okuyabilecek miyim?” dedi. Mesela “Kîne Em’i okuyabilecek miyim,”dedi. “Yani, beni bir sanatçı olarak, olduğum halimle, tüm bütünlüğümle, tüm geçmişimle kabul edecek misin, sen buna hazır mısın?” diye sordu. Bu da çok yerinde bir soruydu. Bu soruları sormadan orada program yapmak fiili durumları doğuruyor. Kürdistan Gülistan’a dönüşüyor. Rojîn de bir noktadan sonra kendi üzerinde baskılar olduğunu deklere etti. Ne yazık ki girişi gibi çıkışı da medyatik ve gürültülü oldu. Belki bu sorular en baştan sorulmalıydı. 

- Orda farklı bir şey var. Açık konuşmak gerekirse kapatılmadan önce DTP’nin TRT 6’e tavır alması, bazı insanların fikirleri üzerinde istemese bile bir değişikliğe neden oldu. Bu etki kendini sanatçılar üzerinde de gösterdi. Bunu kabul etmek lazım. Ama şöyle de bir durum var. Mesela Şivan Perwer’den bahsettik. Şu anda ısrarla TRT 6’in bir programına, bir gecesine çıkarılmak veya bir şekliyle bu sürece dahil edilmek isteniyor. Sanki TRT 6’in finalini Şivan’la yapmak istiyorlar, gibi duruyorlar. Son nokta Şivan, zirve o. Yani o geldikten sonra, sanki kurum tamamen yasallaşacak, kabul görecekmiş gibi bir durum var.  

- Tek tek bu suni durumlar üzerine çok konuşulabilir. Ama genel prensip düzeyinde şunu kaydetmemiz lazım: Kürt sanatı ve sanatçısı haddinden fazla siyasete angaje. Bu bizim tercihimiz değil, kaderimiz. Gerçekte bunun böyle olmaması gerekir. Yani Kürt sanatı artık kendi gündemini, kendi düzlemini oluşturabilmeli. Bütün dünyada sanat hangi mekanizmalarla işliyor, hangi mecralarda hangi gündemi tartışıyorsa bizde de artık durum bu olmalı. Normalleşmekten kastım bu. Neden Şivan Perwer bir siyasi lider gibi bu tip hesaplar yapıp, bu tip adımlar atmak zorunda kalsın, neden bu gerilimleri yaşasın? Neden Rojîn bu gerilimleri yaşamak zorunda olsun? Rojîn neden Serdar Turgut’un tacizine maruz kalsın? Bizim normalleşmeyi talep etmemiz gerekiyor, hayatın kendisini talep etmemiz gerekiyor. Kürtlerin sanatçıları ve sanatı üzerinde yalnızca egemen güçlerin değil, bizatihi Kürtlerin kendisinin de siyaset üretmesini ben doğru bulmuyorum. Siyasetin adresleri belli, elindeki enstrümanlar, mekanizmalar belli. Bunlar çeşitlendi. Artık 70’li, 80’li yıllarda yaşamıyoruz. Artık daha çoğul bir ortam ve sayısız araç var siyasetin elinde. Sayısız örgüt, sayısız platform var. Müziği bu denli, sanatı bu denli araçsallaştırmak ne kadar doğru? Artık Kürt sanatı, dünyadaki türdeşleri neyi konuşuyorsa onu konuşmalı, hangi gündemleri tartışıyorsa onları tartışmalı. Kürt sanatı dünyadaki türdeşleriyle yarışmalı. Uluslararası sahnelere çıkmalı. Ama biz hala, tutumumuzu, yapıp ettiklerimizi neye göre belirlemek durumundayız? Ne yazık ki siyasi gelişmelere göre belirlemek durumundayız. 

11449

- Şöyle bir durum da yok mu? Siyaset erbabı Kürtler, Kürt örgütleri, Kürt siyasal kurumları, aslında Kürt müziğinde de, Kürt Edebiyatında da, Kürt Sanatında da bu işlerle uğraşanları bir meta gibi algılamadı mı? Onun ötesinde, kendi politik angajmanının dışına düştüğü zaman da farklı üslup ve dillerle üstüne gitmedi mi? Şu anda da diyelim ki birileri TRT 6’e gitti. TRT 6’e çıkmamayı savunanlarımız,  TRT 6’in ya da o politikayı üretenlerin kendisine değil de TRT 6’e çıkan sanatçıya, aydına yöneldi. Bu da yanlış değil mi? 

- Ne yazık ki Kürt siyaseti işin kolayına kaçtı. 

- Sanki birçok Kürt sanatçısı şunu da düşündü gibime geliyor: “Ya ben giderim, orda müziğimi yaparım.” Cidden müziğini yaparsa, gider yapar da. Ama sonrasında aklına gelen de şu oldu: “Ben TRT 6’e gidersem Fehim ne der, Mehmet ne der?” Bunu kıstas alarak TRT 6’e çıkmamayı yeğleyenler de olmadı mı? 

- Doğru…

- Birçok sanatçı böyle davrandı gibime geliyor. Bu da üzerinde düşünülmesi, değerlendirilmesi gereken bir olgu değil mi? 

- Tabi, sizin dediğinizi kıstas alırsak, şöyle bir durum da çıkıyor ortaya: O zaman ben şarkılarımla, sanatımla değerlendirilmek yerine, TRT 6’e çıkıp çıkmamakla değerlendiriliyor olacaktım. Bir Kürt sanatçısı olarak ben bu kumarı niye oynayayım? Neden bu gerilimi yaşayayım? 

- Çok benzeş bir durum mesela. Ayşe Şan’nın Bağdat radyosunda çıktığı 1970’li yıllarda Irak Kürdistanı’nda aynı durum Barzani yandaşları ile Ayşe Şan arasında yaşanıyor. Birileri Ayşe Şan’ı hain ilan ediyor. “Biz burada dağlarda savaşırken sen nasıl gider Bağdat radyosunda şarkıcılık yaparsın” diyor. 

- Mihemed Arif Cizrewî’nin de böyle bir olayı var. 

- Mihemed Arif Cizrewî’nin, Tahsîn Taha’nın benzer öyküleri var. Oysa bugün geriye dönüp baktığımızda, o dönemlerden bize kalanlar Mihemed Arif Cizrewî’dir, Tahsîn Taha’dır, Ayşe Şan’dır; yani bunlar  öyle bir çırpıda silinip atılabilecek insanlar değil. TRT 6 elbette eleştirilir. Kuruluşunda Kürtler yok. Devlet kendi politikasını yürütürken hiç kimseye danışma niyetinde değil; “Bu lazımsa onu da ben yaparım,” diye düşünüyor.  

- Mevcut durumdaki siyasetin doğal gereği. 

- Doğal. Ama biz aydınlar, sanatçılar bir yerlere angaje olmadan, kendi doğrularımızla, kendi inandıklarımızla bir tutum geliştirme durumunda değil miyiz? Şu anda Kürtlerin de dahil tüm radyo, televizyon veya gazeteler eşit yaklaşık bir yere angaje bir siyaset yürütüyor. 

- Bunlar benzer pozisyonlar aslında. Burada siyasetle sanatın gerilimli ilişkisine gelmiş oluyoruz. Başından beri ben bu kumarda yer almayı doğru bulmadığımı söyledim. Önüme konulan seçeneklerden birini seçmek durumunda değilim. Kendime ait özgür bir düzlemim var. Ben evrensel sanat denen düzlemin bir parçasıyım. Bizim muhatabımız Kafka’dır, Frank Sinatra’dır, diyebilmemiz lazım. Bunu diyemiyoruz. Biz evrensel sanat camiasının, o ailenin bir parçası olabilmiş değiliz. Daha doğrusu şunu söylemek lazım: Kürt sanatı ve sanatçısının birincil problemi Kürtlerin birincil probleminden bağımsız değil. Birincil problemimiz özgürlüktür. Elbet tek sorunumuz bu değil. Bunun hemen ardından ikinci planda sayılması gereken sorun belki de şudur: Kürt sanatının ve sanatçısının siyasetten bağımsızlaşması... Ben, sanatçı apolitik olsun demiyorum. Bir kurum olarak siyasetten, siyasal denklemlerden bağımsızlaşmasını savunuyorum. Siyasal duruşum olabilir. Hatta mevcut partilerden birinde örgütlü bir kişi de olabilirim. Bu ayrı bir şeydir. Bir de sanatçının bunların dışında bir varlık gösterebilmesi, bir şahsiyetinin olması ayrı bir şeydir. Bugün sanatın ve sanatçının bir şahsiyetinin olduğundan söz edebilir miyiz? Ekonomik olarak bu kadar bağlı iken, bağımsız bir şahsiyetin olması mümkün mü? Öyle veya böyle üzerinde bir tehdit hissediyorken, bağımsız bir şahsiyetin olması mümkün mü? Ben birçok yerde siyaset kurumunun Kürt sanatı ve sanatçısı üzerindeki baskısına açık yüreklilikle vurgu yapamadım. Neden yapamadım? Çünkü Türkiye basınında Ertuğrul Özkök zihniyetinin Kürtlere karşı sürekli pusuda yattığını biliyorum. Birileri sanatımızla, sanatçı kişiliğimizle bizi değerlendirmek yerine, bu tür davranışların üzerine atlayıp Kürtleri nasıl karşı karşıya getiririmin siyasetini geliştiriyor. Oysa ben sanatım ve sanatçı duruşumla bu sürecin bir parçası olmak istiyorum... 

- Ahmet Kaya’ya neler yaptılar... 

11450

- Yaptılar... Böyle bir durumda Ertuğrul Özkök’ün atacağı manşet gözümün önünde canlanıyor: “Teröristler kendi sanatçılarına bile baskı yapıyor.” Evet, atacağı manşet budur. Tabi, Ertuğrul Özkök bu manşeti atacak diye ben kendi problemimi konuşmayayım mı? Bazı şeyleri her şeye rağmen net olarak ortaya koyabilmek lazım; artık Kürt sanatı ve sanatçısı kendi ayakları üzerinde durabilecek koşulları talep etmeli. Siyasetçinin görevi, bu koşulları sağlayacak mücadeleyi vermektir. Aslında siyaset bu koşulları sağlamak için var. Toplumun her kesiminin taleplerini dillendirmek, bu talepleri siyasi mücadelenin konusu yapmak. Siyasetin amacı bu olmalı. Dolayısıyla siyasetçi albüm basmamalı. Yayıncılık onun tekelinde olmamalı. Yayıncılık yayıncının, yazarın, çizerin işidir; müzisyenlik de müzisyenin işidir. 70’lerde, 80’lerde, 90’larda, yani bu işlerle uğraşmanın hayati riskler içerdiği durumlarda Kürt siyaset kurumunun bu çalışmalara öncülük etmesini anlıyorum. Tarihsel misyonunun bir gereğiydi. Yayıncılık yapmalıydı, albüm basmalıydı, konser ve geceler düzenlemeliydi. Bu misyonunu yerine getirdi. Ama artık bu sürgit böyle mi devam etmeli, yoksa toplumun kendisi mi bunu sahiplenmeli? Yani bir örgüt mü albüm çıkarsın, yoksa bir iş adamı çıkıp “Ben Kürtçe bir albüm mü basacağım,” desin. Doğru olanı, bütün dünyada nasılsa bizde de öyle olmasıdır. İş adamının, sivil toplumun bu işleri sahiplenmesidir, üstlenmesidir doğru olan. Gelişim böyle sağlanır. Diğer türlü bu alan birilerinin tekelinde olmaktan kurtulmaz. Buralarda tekel oluşmasını bizzat sanatçının, yazarın, aydının engellemesi lazım. 

- Sohbetimizi farklı bir konuyla sürdürelim. Geçenlerde İstanbul’da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Başbakan Erdoğan’ın, diğer devlet adamlarının kutladığı, açılışını yaptığı bir olay yaşandı: İstanbul, 2010 Dünya Kültür Başkenti. Burada inanılmaz projeler var. Konserler var, müzikler var, resitaller var, birçok etkinlik var. Türkiye’de en iyimser rakama göre 20 milyon Kürt yaşıyor. Kürtlerin bir dili, müziği, kültürü, sanatı ve edebiyatı var... Bir Kürt sanatçısı olarak Belediye’den size veya başka bir Kürt sanatçısına teklif geldi mi. Herhangi bir proje için sizden bir çalışma istediler mi? Herhangi bir girişim oldu mu? 

- Yok, olmadı. Buraya tekrar geliriz, aslında önemli bir konuyu açmış oldunuz. Geçen gene benzeri bir konu açıldığında şunu söylemiştim: Demiştim ki AKP açılıma kendi belediyelerinden başlasın. Kendi belediyeleri festivaller, şenlikler düzenlemiyorlar mı? Nerede Kürtçe, Ermenice, Lazca? Henüz kendi partisini, kendi kitlesini, kendi teşkilatını dahi açılıma ikna edememiş bir başbakan, bir liderlik bütün Türkiye’yi nasıl ikna edecek? Psikolojik olarak nasıl hazırlayacak? Buyurun AKP’li bir belediye bir Kürt sanatçısını bir şenliğine davet etsin. Yok, biz daha henüz buraya gelemedik, Türkiye bu olgunluğa ulaşmış değil. Benzeri bir gerilimi İstanbul Kültür Sanat Vakfı ile yaşadık. “Fransa’da Türkiye Mevsimi” diye bir dizi etkinlik yapılacak. Bir yıl sürecek. Galiba mart ayına kadar devam edecek. 

- Abdullah Gül’ün açılışına gittiği, Eyfel Kulesi’nin kırmızı beyaza büründüğü etkinlik...  

- Evet. Bunlar önemsiz gibi görünebilir ama ülkeler arasında sürdürülen bu türden etkinlikler önemli etkinliklerdir. “Fransa’da Türkiye Mevsimi”nin arka planına baktığımızda ne var? Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde Fransa’daki kötü imajını kırmaya yönelik bir tanışma, kendini tanıtma çabası... Peki, Türkiye Türkçeden mi ibaret. Değil. Niye burada Kürtler yok? Niye Türkiye’deki diğer etnisiteler, kültürler, diller yok? Bu soruyu İstanbul Kültür Sanat Vakfı’na sordum. Cevap alamıyorum. Dediğiniz gibi, 2010 yılında İstanbul, Avrupa Kültür başkenti. İstanbul dediğiniz zaman bunun içine Ermenice de girer, Rumca da girer, dünyanın en büyük Kürt şehri olması hasebiyle Kurmanci de, Zazaca da girer. Ama yok. Yani bunların hepsi açılım sürecinin psikolojik alt yapısının henüz yeterince oluşturulamamış olmasından kaynaklanıyor. Yoksa muhtemelen ve hatta kesinlikle, bizim şu düşündüğümüzü başbakan da düşünüyordur, biliyordur. 

- 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi, iki firmayla çalıştı. Birinci firma büyük bir hayal kırıklığına, maddi kayba neden oldu deniyor. Daha düzgün bir iş yapılması için işi farklı bir firmaya verdiler. O firmanın da İslami bir kimliği var. Biliyoruz ki Müslümanlar arasında da şöyle bir şey vardır. Kişinin Kürt olması, Türk olması birinci dereceye konmaz. Bu türden kimlikler ikinci üçüncü sıradadır. Önde gelen ümmettir, dindir... Sanıyorum, onlardan da herhangi bir teklif gelmedi. Onlardan da gelmemiş olması neyi ifade eder? Acaba Büyükşehir Belediyesi’nin böyle bir kırmızı çizgisi mi var? Sorun elbette salt Büyükşehir Belediyesi değil. Diyelim ki Mehmet Atlı bir Show TV’ye, bir Kanal D’ye gitti. Kürtçe müziğiyle bunu kabul edecek bir kanal var mı şu anda? 

- Kendi kimliğimizle bizi kabul edecek bir kanalın olmadığı görünüyor. Örneğin ben TRT 6’ten önce TRT 2’de çıkmak isterim. TRT 2 sanat dünyası tarafından daha takip edilen, beğenilen bir kanal. Kültür kanalı kimliğiyle açılan bu kanal da Kürtlere kapalı. Kürt kimliği normalleşmediği, devletin bunca yıllık politikalarının yarattığı korku iklimi dağılmadığı sürece özel televizyonlara çıkmak ne yazık ki ancak sansasyonel bir gelişme vesilesiyle olur. Yani karikatürleştirilebilir bir gelişme vesilesiyle Kürtler bu kanallarda yer alabilirler. Oysa ben oralara ne sansasyonel bir çıkışla gitmek, ne de karikatür haline gelmek isterim. Olanca şahsiyetimle, olanca doğallığımla beni veya herhangi bir Kürt sanatçısını kabul edebilecek bir iklim görüyor muyuz? Bu iklim yoksa bence buralara çıkmamalıyız. Çok açık konuşayım, bugünkü durumuyla Türk medyasında görünmekten yana değilim. Çünkü buna hazır bir medya yok ortada. Yani Türk medyası dediğim gibi ya sansasyonel bir gelişme olacak ya da makaraya alacak ki öyle kabul edebilsin, hazım edebilsin. Her şeyden önce toplumsal iklim buna müsait değil.  Şunu da biliyorum, çok ideal bir koşuldan bahsediyorum ama bir yere gidip bir şey yaptığı zaman insanın iç huzuru olmalı. İnsanın önce bunu kendisine anlatabilmesi gerekir. Çok kendiyle barışık gidebilmesi gerekir. Şu an Türk medyasında görünme biçimlerimiz bana iç huzuru vermiyor. İçimi bir kez daha, yani yasaklı hallerden daha kötü bir şekilde acıtıyor. 

11451

- Konunun önemine binaen soruyorum. Yıllardır Kürt müziği ile uğraşıyorsun, müzikle beslenebiliyor musun? Müzik yaşamını sürdürmeye yetiyor mu? 

- Tabi, bu da çok temel bir mesele... Bunun yaratığı duygu, her şeyden önce şizofrenik bir hal. Yıllardır çalıştığım yerde kimliğimi açıktan ifşa edemedim. Çoğu kez iki ayrı insan gibi yaşadım. Bu başlı başına bir gerilim değil mi? Başlı başına travmatik, psikolojik bir hal değil mi? Benzeri bir durum her halde birçok müzisyen için söz konusudur. Kürt dili, dünyadaki diğer diller gibi normal olarak kabul edilmediği sürece, biz bu travmatik hali yaşayacağız. Önce bu eşitliği talep etmek ve kendiyle barışık bir hayat sürebilmek lazım. Evet, Kürt müziğini istediğim saygınlıkta yürütebilmek için başka bir işten geçim sağlıyorum. Bu başlı başına bir hikaye değil mi? Bizim Avrupa’ya gitme gibi bir şansımız ya da tercihimiz de olmadı ki sanatımızı daha rahat koşullarda yürütebilelim. Bu bir tez konusudur. Kürt gençlerinin, artık bu tip akademik alanlara yönelmesi gerekiyor. Avrupa’daki Kürt müziği ile ülkedeki Kürt müziği arasında ne tip farklılıklar oluştu? Müzisyenlerin hayatından, oluşturdukları müziğin dilinden, bizatihi müzikal biçimlerin kendisinden başlayarak... 

- Mehmet Atlı böyle yorumlar getirmese, farklı bakmasa, farklı bir kitlesi oluşmazdı diye düşünüyorum.  

- Bu bir birikimdir. Belki çok Ortodoks, Marksist bir yorum gibi gelecek size, bireyin, toplumsal ilişkilerin bir kesiti olduğu fikrine kendimi yakın buluyorum. Yani her birey, bir bireydir, biriciktir. Ama belli toplumsal koşulların bir ürünüdür. Şimdi, eğer bu sıkıntılar bende dile geldi ise, bu toplumsal birikimin sonucudur. Benim gibi düşünen, benim gibi yaşayan binlerce genç olduğu içindir. Demek ki, tarihsel olarak Kürtler böyle bir noktaya geldi. Şunun gerilimini yaşıyoruz: Modernleşen bir toplumun geleneği ile kurduğu ilişkinin sınırları, biçimleri nelerdir? Bu soru böyle formüle edilsin edilmesin hepimizin yaşadığı gerçek bu. Bir diğer şey; bir metropolde yaşamak ne demektir? Bir diğer şey, yasaklı bir dille yaşamak ne demektir? Bunlar önümüze bir sürü konu başlığı açıyor. Artık akademisyenlerin bu alanlara yönelmesi gerekiyor. Bir de şöyle bir sıkıntımız var: Elinde kalem şiir yazmaya soyunan, roman yazmaya soyunan çok insan var. Elinde saz türkü söylemeye, şarkı söylemeye yönelen çok insan var. Fakat bunlar üzerine kafa yoran, bunlar üzerinde düşünmeyi, eleştiri geliştirmeyi, bir retorik oluşturmayı, bir eleştiri kültürü oluşturmayı seçmiş insan yok denecek kadar az. 

- Müsaade ederseniz klasik bir soru soracağım. Yerli, yabancı fark etmez, Mehmet Atlı hangi müziği, hangi müzisyenleri, hangi sanatçıları dinler?  

- Böyle bir soru karşısında Kürt müzisyenlerinin sayabileceği çok tipik bir liste vardır. Ben isterseniz o listeyi saymayayım. Gerçi ben her söyleşide onları saygıyla anıyorum. Bana da sorsanız benim listem hazır. Mihemed Arif Cizrewî diyeceğim, bir Mihemed Şêxo diyeceğim, bir Ayşe Şan diyeceğim ki bir vesile ile analım, bir dua edelim, bir fatiha okuyalım diye. Sahnede de yapıyorum bunu. Fakat bugün ben başka bir şey yapayım. Kerem Sevinç diye bir arkadaşım var. Onu dinliyorum, güzel şarkılar yazıyor. Diyarbakır’da değişik müzik atmosferi yaratmaya çalışıyor. Mirady adında bir müzisyen arkadaşım var, bir albüm yaptı, güzel şarkıları var. O da Diyarbakır’da çaba sarf ediyor. Hivron diye bir grup var. Bunlar Silvan’da, Batman’da yaşayan arkadaşlar. Güzel bir albüm yaptılar, çaba sarf ediyorlar. Ondan sonara Siya Şevê diye bir grup var; Viranşehir kökenli. Albümlerini kendi çabalarıyla yapıyorlar. Ondan sonra Jan Axîn var Diyarbakır’da çaba gösteren bir müzisyen. Böyle bir alternatif liste sunayım. 

- Son bir şey sormak istiyorum. Türkiye gündemiyle ilgili görüşleriniz nedir.  

- Gündemi yakından takip etmeye çalışıyorum, gelişmeler umut verici. Yüzyıllık yalanların böyle ifşa olması, çorap söküğü gibi sökülmesi... Belli ki Türkiye bir dönüşüm yaşamakta. Ancak bu gelişmelerin egemenler nezdinde yürütülen bir kavga biçiminde olmasından rahatsızım. Bu, doğrudan toplumu ilgilendiren bir şey... Başta Kürtler olmak üzere ortaya çıkan planlarda neyi görüyoruz? Geniş toplumsal kesimler üzerinde ne kadar kirli planlar yapıldığı, onların plan olmaktan çıkıp nasıl fiiliyata dönüştüğü, aslında yüzyıldır da bize bu ittihat terakki zihniyetinin nasıl bir kâbus yaşattığı... Her şey çok net... Kürtler üzerinde, Aleviler üzerinde, gayrimüslimler üzerinde, toplumun dindar kesimleri üzerinde nasıl korkunç planlar yapıldığını görüyoruz, okuyoruz. Toplumun, buna seyirci hali beni rahatsız ediyor. Bütün bu davalara, bu tartışmalara müdahil olunması gerekir. Çünkü söz konusu edilen bizim hayatımız, bizim geçmişimiz, bizim geleceğimiz. Başta sol olmak üzere bu mesafeli hal beni rahatsız ediyor. Açıkçası Kürtlerin de bu süreçte çok iyi bir sınav verdiğini sanmıyorum. Bütün bu davalara daha aktif bir şekilde müdahil olmalıydık. Belki kitleyi bu konuda mobilize etmek gerekirdi, harekete geçirmek gerekirdi ve belki tüm bu alt-üst oluş süreci, Kürtlerin kendi tarihleriyle, kendi kültürel kodlarıyla, kendi siyasetleri, kendi sanatıyla yüzleşeceği bir dönemin de kapısını aralar diye umuyorum. 

- Çok teşekkür ediyoruz. Samimi bir ortamdı.  

- Ben çok teşekkür ediyorum. Sağ olun. Benim için de öyle. Belki alanımızla ilgili şu son sözleri de ilave etmek gerekebilir. Kürt sanatçıları artık kendi meslek örgütlenmelerini bir an önce oluşturmalılar. Yani Kürt sanatçılarının, müzisyeninin, yazar-çizerinin, tiyatrocusunun her şeyden önce bir meslek insanı olduğunun bilincine varması gerekir. Bütün enerjimizi buna seferber etmemiz lazım. “Benim bir mesleğim var ve bu mesleği en iyi şartlarda icra edecek koşulları talep ediyorum”, dememiz gerekir.

Mehmet Atlı ile söyleşi -1

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.