22 Kasım 2024
  • İstanbul8°C
  • Diyarbakır6°C
  • Ankara12°C
  • İzmir16°C
  • Berlin1°C

MANDELA'NIN AVUKATI ESSA MUSA İLE SÖYLEŞİ

Güney Afrika'da 1990'larda devletle yaptığı müzakerelerle demokratik bir sisteme giden yolu açan efsanevi lider Nelson Mandela'nın avukatı Essa Musa, ile söyleşi..

Mandela'nın avukatı Essa Musa ile söyleşi

19 Ocak 2013 Cumartesi 17:36

1990'larda Güney Afrika'da ırk ayrımını esas alan resmi Apartheid politikasının temsilcileriyle Apartheid karşıtı politikaların temsilcileri arasında başlayan müzakerelerin en yakın tanıklarından biri, Nelson Mandela'nın avukatı Essa Musa'ydı. 1990'da, Afrika Ulusal Kongresi (ANC) lideri Mandela'nın hala hapiste olduğu dönemde onunla temas halinde olan Musa, Mandela 27 yılın ardından serbest bırakıldığında ve De Klerk'le müzakere masasına oturduğunda da sürecin hep içinde oldu.

13 Ocak'ta İstanbul'da "Barış İçin Öcalan'a Özgürlük Platformu" tarafından düzenlenen konferansa konuşmacı olarak katılan Musa, "barış müzakereleri"ne ilişkin önemli değerlendirmeler yaptı. İşte o söyleşi...

- 1990'da Sayın Nelson Mandela'yla temas halindeydiniz; hâlâ hapiste olduğu dönemde...

Essa Musa: Doğru

- O dönemde müzakere süreci başlamıştı...

Hayır. 'Görüşme'yi 'müzakere'den ayırmamız gerektiğini düşünüyorum. Hapiste görüşmeler yapılırken, bu müzakere değildi. Bu konuda çok net olmamız lâzım. Görüşmeler, hapiste Nelson Mandela tarafından başlatılmıştı. Tıpkı Abdullah Öcalan'ın hapiste görüşmeleri başlatması gibi... Ama bu müzakere değildir. Mandela'nın hapisteyken yaptığı, müzakerelere giden süreci başlatmaktı.

- Örneğin politik mahpusların serbest bırakılmasını talep ediyordu sanırım...

Evet, doğru. Örneğin ANC [Afrika Ulusal Kongresi] ve PAC [Pan Afrikanist Kongre] üzerindeki yasakların kalkmasını talep ediyordu. Yasal faaliyelerine izin verilmeyen, baskı altındaki siyasetçiler üzerindeki yasakların kaldırılmasını talep ediyordu. Tüm politik sürgünlerin ülkeye dönüşüne zinm verilmesini talep etti. Bunları talep etti ki gerçek müzakereler başlayabilsin.

- Hapishanedeki bir insanla gerçek anlamda bir müzakere yapılabilir mi?

Hayır, bir insanı hapseden kişi ile hapsedilen kişi arasında müzakere olamaz. Görüşmeler olabilir, ama müzakere olamaz. Müzakereler, ancak o insan hapisten çıktığında, özgür olduğunda, vakar ve saygı ile müzakere masasına oturduğunda yapılabilir. Anca o zaman gerçek anlamda müzakere yapılabilir. Bir de, lider olarak insanlarla istişare yapması gerekiyor; sadece karar alması beklenemez. Görüşmeleri ve sonra müzakerleri yapabilmesi için insanların vekâletini almak durumunda.

- Bir de şu var; Öcalan bir süredir istihbarat yetkilileriyloe görüşmeler yapıyor, kamuoyuna yansıdığı kadarıyla. Sizce müzakereler söz konusu olduğunda bu tür görüşmeler verimli olur mu, yoksa masada seçilmiş temsilcilerin olması mı gerekir?

O dönemde, Nelson Mandela hükümete mektup yazdığında, hükümet mektubu istihbarata iletti. Bunun üzerine istihbarat yetkilileri Mandela'yla birkaç kez temas kurdular. Ama istihbarat yetkilileri Adalet Bakanlığı'na rapor verdi ve sonuçta Adalet Bakanlığı'ndan Nelson Mandela'yla görüşmeye geldiler ve görüşmeler de o dönemde başladı; müzakereler değil, zeminin hazırlanması için görüşmeler... Ama istihbarat temsilcileriyle temaslar da sürdü; onlar da gelişmeleri Adalet Bakanlığı'na bildiriyordu. Öte yandan, bir ülkenin siyasi liderinin süreci yönetmemesi halinde de müzakere olamaz. Yani bu ülkede, Başbakan Erdoğan'ın siyasi açıdan sürecin yönetimini ele alması önemlidir. Bu arada zeminin hazırlanmasına ilişkin... Abdullah Öcalan'ın serbest bırakılması, PKK ve KCK''nin yasallaştırılması... geçmişte yönetim tarafından yasa dışı ilan edilmiş tüm insanların ve örgütlerin serbest bırakılması meselelerine ilişkin görüşmeler olacaktır. Bütün bunlar legalleştirildiğinde, iyi bir müzakere için koşullar hazırlanmış olacaktır. Elbette bu süreçte silahlı çatışmaların da durmuş olması gerek. Aynı anda hem savaşıp hem müzakere edilemez. İki tarafın da, müzakereler boyunca silahlı çatışmaları durduracaklarına ilişkin güvence vermesi gerek.

- Bu arada, Paris'te üç Kürt siyasetçinin öldürülmesi sonrası taraflar birbirine ithamlarda bulundu. İnsan bu durumda kötümserleşiyor. Ne dersiniz?

Bu olay nedeniyle görüşmelerin raydan çıkmaması çok önemli. İnsanların dugylarını anlayabiliriz; intikam isteyenler de olabilir. Ama liderlerin kendi kesimlerinde itidal yaratabilmesi gerek. Cinayetlerle ilgili olarak, Fransa'daki yetkililerin failleri bulma ve adalet önüne getirme sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. Bunun için gerekli tüm teknolojiye, kaynaklara sahipler. Bu çok önemli. İkincisi, Türkiye hükümetinin Fransa'daki yetkililerle faillerin bulunması konusunda işbirliği yapması da önemli. Üçüncüsü de, faillerin, her kimseler, bulunması için Fransız yetkililere yardımcı olmak, PKK ve Kürt halkının da görevi. Çünkü oturup birilerinin suikastle öldürülmesini izleyemeyiz. Medeni bir toplumda yaşıoyoruz ve medeni standartlarımız var. Yasal sürecin gerektiği gibi olması lâzım. Olayla ilgili olarak birileri hakkında suçlama olması, bu kişilerin mahkemeye çıkarılması, mahkemede bir karar verilmesi gerek. Suçluların adalet önüne çıkarılması için düzgün bir soruşturma olması lâzım. Bunlar olmalı ki adalet yerine gelsin ve her iki tarftan insanlar da bunu görebilsin.

- Şu anda görüşmedeki tarafların aynı dalga boyunda, aynı frekansta olup olmadığını, anyı çözüme ihtiyaç duyup duymadıklarını bilmiyoruz. Bunu henüz bilmiyoruz. Bunu sizce ne zaman anlayabileceğiz? Bunu anlamamız sağlayacak bir işaret olacak mı? Örneğin hükümetin güven kazanmak için bir şey yapması gerekiyor mu?

Türkiye hükümetinden söz ediyorsun, değil mi?

- Evet...

Bence yapılamsı gereken birinci şey, Başbakan Erdoğan'ın siyasi sürecin yönetimini, müzakerelere geçilmesi için eline alması... İkincisi, Türkiye hükümetinin, Kürt sorununun şiddetten uzak, barışçı bir şekilde çözümü konusunda tam bir kararlılık içinde olduğunu ortaya koyması gerek.

- Yani işaret dilde mi olacak?

Bir açıklama... Bu etkiyi yaratacak bir açıklama yapılmalı... Üçüncüsü, benzer bir açıklamanın da Öcalan'dan gelmesi gerekli. Kürt sorununa politik bir çözüm bulunmasına hazır olduğunu söylemeli. Bir karşı saldırı olmaması koşuluyla çatışmaların durdurulması konusunda hazır olduğunu söylemeli. İki tarafın da, birbirlerine karşı şiddet kulanmayacaklarına ilişkin bir anlaşma içinde olmaları gerek. Bir de, sadece Öcalan'ın değil, tüm politik mahpusların serbest bırakılması gerek. Adli suçlardan değil, politik suçlardan söz ediyorum. Yargılanmaya başlamayı bekleyenler de dahil politik mahpuslardan söz ediyorum. Bütün bu insanlar serbest bırakılmalı ve sürece katılabilmeli. Güney Afrika bu konuda bir örnektir. De Klerk, Mandela'yı ve tüm politik mahpusları serbest bırakmayı kabul etti. Siyahların örgütleri üstündeki yasakları kaldırdı. Sürgünlerin ülkeye dönmesine izin verdi. Ve bunları yaparken, hesaplanmış bir risk aldı. Henüz ANC tarafından, çatışmaların durdurulacağı konusunda verilmiş bir güvence söz konusu değildi. Bir risk aldı ve işe yaradı. Burada önemli olan şu ki, her iki taraf da ülkedeki Apartheid sorununa bir anlaşmayla çözüm getirilmesi konusunda içtendi. Her iki tarafın da böyle bir kararlılık içinde olması gerek. Çözüme ulaşmak için yapılan görüşmeler, içten olmalı. Öte yandan, süreçte her iki tarafın da taviz vermesi gerekebiliyor. Anlaşmaya ulaşabilmek için biz tavizler verdik. Ve son olaydakine benzer olaylar, cinayetler de olabiliyor. Sorunun barışçıl çözümünü isemeyen unsurlar vardı.

- Ne tür unsurlar?

Pek çok insanı öldürdüler.

- Yarı askeri unsurlar mı?

Sonuç itibarıyla inkâr edildi. Ama işte o zaman, olaylar yaşanınca Mandela görüşmeleri askıya aldı. Daha sonrasından, 1992'den söz ediyorum. Bu tür şiddet olayları yaşandığında, hapisten çıkmıştı ve müzakereler başlamıştı artık. Mandela görüşmeleri askıya aldı ve De Klerk'i aradı. Görüşmelere tekrar başlanmadan suçluları bulması ve adaletin önüne çıkarması gerektiğini söyledi. Bunun ardından De Klerk olayla ilgili bir soruşturma başlattı. Bu soruşturmada, orduda barış sürecinden memnun olmayan unsurlar bulunduğu ortaya çıktı. De Klerk bu subayları görevden aldı. Ve görüşmeler yeniden başladı.

- Bir de 1990'larda Güney Afrika'da “beyazların korkusu” gündemin bir parçasıydı. Bu, müzakerlerde ne ölçüde etkiliydi? “Beyazların korkusu” denilen şey neydi, onu da anlatabilir misiniz?

Beyazlarda korku vardı, çünkü yıllar boyunca Mandela'nın terörist olduğuna, ANC'nin terörist olduğuna, onlarla ilişkili bütün insanların terörist olduğuna ilişkin doktrinin etkisi altında kalmışlardı. Oysa ülkede halkın büyük bir bölümü onları özgürlük savaşçıları, örgütü de bir özgürlük hareketi olarak görüyordu. De Klerk, müzakerelere başlamak için zamanın geldiğine karar verdiğinde beyazları ikna etmek durumunda kaldı; Mandela gibi insanlarla ve ANC ile soruna bir politik çözüm bulmak için konuşmalarının, beyazların, ülkenin ve bölgenin çıkarları açısından önemli olduğu konusunda... Bu süreçte devlet medyası, elektronik medya, basılı medya, ticari medya da sürece dahil oldu. Bunlar da sonuçta süreci destekleyen bir tutum aldılar. Süreci desteklemeyen birkaç kuruluş da daha sonraki aşamalarda sürece dahil oldu.

Söyleşi: Şahin Artan - imc

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.