LEYLA ZANA NEDEN RİSK ALDI?
Leyla Zana'ya göre PKK'nin ve daha da ötesinde Ortadoğu'da Kürt varlığı için kritik bu dönemeçte Abdullah Öcalan'ın toparlayıcı rolü acil bir gereklilik.
24 Temmuz 2012 Salı 16:25
Leyla Zana ’nın Kürt sorununun çözümünde Tayyip Erdoğan ’ı işaret eden çıkışı, iki bağlamda analiz edilebilir. Birincisi, Kürt siyasal hareketi genelinde ve PKK özelindeki gelişmeler, ikincisi ise bu çerçeve içinde kadın temsilinin yeri ve değeri.
İkincisinden başlayacak olursak, Kürt siyasal hareketi için Leyla Zana hiç kuşkusuz “sembol” bir değer. Bu değer yalnızca Türkiye ölçeğinde değil, Kürt halkının yaşadığı coğrafyanın tümünde geçerli. 1960’larda Barzani Hareketi içinde “idol” olan adaşı Leyla Kasım’dan sonra Leyla Zana ismi, Kürtler için mücadele ve direnişin simgesidir. Bu yönüyle de Leyla Zana ’nın siyasi temsilinin etki alanını, Türkiye ölçeğini aşan bir çerçevede değerlendirmek yerinde olur. Nitekim, Kürt Ulusal Birliği’nin kurulması çalışmalarında önemli bir kilometre taşı sayılabilecek Kürt Kadın Konferansları’nın düzenlenmesinde Leyla Zana , yeri bir başka isimle ikame edilemeyecek kadar öncü ve aktif rol üstlendi.
Leyla Zana ’nın Kürt siyasal hareketi içindeki yerini incelediğim yüksek lisans tezimde bu “sembolik” değerin analizini şu şekilde yapmıştım: 1980 sonrası PKK ’nın aktörü olduğu siyasal söylem, öncelikle Kürt halkının varlığını, sonrasında mağduriyetini ve daha sonrasında da “dava”nın meşruiyetini ilan etmek üzerine bir strateji izledi. Leyla Zana ’nın TBMM ’de yemin töreni sırasında yaptığı konuşma, bu konuşmadan dolayı hapse mahkum edilişi ve bu süreçte özellikle Batı kamuoyunda artan bir ilgiye mazhar oluşu da, sözünü ettiğimiz bu stratejik planın çarpıcı birer izdüşümü niteliğinde. Bu aşamalardan sonra ister istemez hareketin karar alma süreçlerinde Leyla Zana ’nın yeri nedir sorusu akla geliyor. Bu sorunun muğlak yanıtının her zaman Zana’nın temsil kabiliyetini gölgeleyen bir yanı olageldi.
Kadına davet!
Leyla Zana , 2004’te hapisten çıktıktan sonra meydana gelen gelişmeler, bu gölgeyi aralar gibi oldu. 1999’da Abdullah Öcalan ’ın yakalanması ertesinde PKK ’de ortaya çıkan “liderlik” ve “birlik” sorununun yarattığı kaos ortamını, Kürt sorununun ve dolayımıyla PKK sorununun çözümünde bir fırsat olarak değerlendirmek isteyenler, Leyla Zana isminde uzlaşmış gibiydi. Ancak birkaç üst düzey temastan sonra, deyim yerindeyse, Leyla Zana ortadan kayboldu. O dönemde bu “ortadan kayboluş”un feminist perspektiften en açıklayıcı analizi ancak şu şekilde yapılabilirdi: Kadınların siyasete katılma biçimleri incelenirken gündeme gelen “davet” analojisi, kadınların milliyetçi projelere girişleri kadar, bu siyasetten çıkışlarını da anlamlandırmamıza yardımcı olur. Bu analojiye göre kadınların milliyetçi hareket içindeki eylemleri, iktidara sahip olan erkeklerin “davet”iyle mümkün oluyor. Dolayısıyla kadınlar bir bakıma “misafir” konumunda ve bazen de “istenmeyen misafir” durumuna düşmeleri söz konusu “davet”in biçimine bağlı. Bu bağlamda, Leyla Zana ’nın da sembol bir değer olarak Kürt siyasal hareketi içindeki yeri ancak yukarıda saydığımız aşamalarla sınırlı. Nihayetinde, söz konusu karar alma süreçlerine rol almak olduğunda “istenmeyen misafir” olarak Zana, köyüne ya da evine geri çekilmek zorunda kaldı. Ve uzun süre ortalarda görünmedi.
Ancak Leyla Zana bu kez bir “davet” beklememiş görünüyor. En azından “Kürt sorununu Tayyip Erdoğan çözer” çıkışının PKK ’nin karar mekanizmalarını işleten aktörlerinin görüşleriyle örtüşmediği açık. Dolayısıyla bu çıkışın kişisel bir inisiyatif ya da hareketin onay mekanizmalarından geçmemiş bir girişim olduğu pekala iddia edilebilir. Peki neden? Bugüne kadar onaylamadığı politikalara en radikal tepkisi “susmak ve kaybolmak” olan Leyla Zana , neden şimdi böyle bir çıkış yaptı? Bu sorunun birbiriyle bağlantılı iki yanıtı var: Birincisi, Abdullah Öcalan ’ın İmralı ’ya hapsolmasıyla başlayan PKK ’deki fikir ayrılığının derinleşmesi. İkincisi ise hem Türkiye hem de Ortadoğu bağlamında meydana gelen gelişmelerin Kürtler açısından doğurduğu fırsatlar.
Suskunluk
PKK ’nin içindeki görüş ayrılıkları artık “sağır sultan”ın bile bildiği bir gerçek. 2004’te bu fikir ayrılığının somut sonucu Osman Öcalan, Nizamettin Taş ve Kani Yılmaz gibi “sosyal reform” yanlılarının ayrılışı oldu. Sadece bu reformu destekleyenler değil, o kırılmada artık savaşamayacak kadar yorgun ya da yaşlanmış ve/veya Öcalan’ın İmralı sürecindeki duruşu ve dönüşümünden rahatsız binlerce PKK ’li de hareketten ayrıldı. Ancak PKK , Haziran 2004’te aldığı ateşkesin sonlandırılması kararıyla bu kırılmadan güçlenerek çıktı. Çünkü hem yıllardır savaşan ve buna bağlı olarak da özellikle liderin yokluğunda yönetilmesi güçleşen kemikleşmiş bir kadrodan kurtuldu hem de daha genç ve yönetilmesi kolay yeni bir yapıya kavuştu. Diğer yandan, Osman Öcalan’ın başını çektiği sosyal reformun aslında ABD - Türkiye işbirliğinde PKK ’yi tasfiye planından ibaret olduğu algısı, örgüt içinde gelişen eleştiri dalgasını kesti. Fiili yönetimin kararlarını sorgulayan her yaklaşım, söz konusu tasfiye planının yedeğine düşme potansiyeli taşıyan bir “ihanet” olarak kodlandı. Leyla Zana da tam bu süreçte suskunluğu seçenlerdendi. Örgüt kararlarını her zaman onaylamasa da hiçbir zaman alınan kararlara muhalif bir tutum sergilemedi. 1999-2004 yıllarında örgüt içinde Abdullah Öcalan ’ın yerine ilişkin tartışmalar da, 2004 sonrası örgüt pratiği gözönüne alınacak olursa, “sembolik” bir değer olarak sahiplenilmesi kararına bağlandı.
Aslında bu bir karardan çok (çünkü bu konunun tartışıldığı kongre sonunda hiçbir somut karara varılamadı), kendiliğinden oluşan bir durumdu. Nihayetinde, Abdullah Öcalan isminin özellikle kitle üzerindeki etkisi muhakkak ama örgüt kararları üzerindeki etkisi tartışmalı oldu. Son bir yıldır Öcalan’la görüşmelerin tamamen kesilmesi ise Öcalan’ın fikirlerinin, en azından pazarlığını yapanların, elini kolunu tamamen bağladı.
Susmak ve konuşmak zamanı
Bu arada, özellikle Suriye’de ayaklanmanın başlamasıyla meydana gelen gelişmeler, Ortadoğu ’da Kürt siyasetini hareketlendirdi. PKK , Suriye Kürt nüfusu içindeki etkinliğini kurumsallaştırma fırsatı yakalarken, Irak ’ta Bağdat yönetimiyle Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) arasında çıkan kriz, Türkiye ve Iraklı Kürtleri birbirine daha da yakınlaştırdı. Son gelişmeler her ne kadar Suriye’de PKK ’nin ve KBY’nin desteklediği grupların uzlaştığını haber verse de, PKK ’nin henüz yeni kurulan denklemin neresinde yer alacağı belli olmadı: PKK eğer bu uzlaşmaya sadık kalırsa KBY üzerinden Türkiye ve Amerika ile işbirliğine girecek; kalmaz ve İran ve Rusya’nın arkasında durduğu Suriye kanadını seçerse de bir anlamda “akıntıya kürek çekmeye devam ederek” Kürtler için en kötü senaryo olan KBY güçleriyle kaçınılmaz olarak karşı karşıya gelecek.
Leyla Zana ’nın çıkışı işte bu fotoğraf içinde okunmalı. Zana’nın bu ortamda Abdullah Öcalan ’la iletişim kanallarının açılmasını Kürtler için hayati bir önemde gördüğü anlaşılıyor. Öyle görülüyor ki, Leyla Zana ’ya göre PKK ’nin ve daha da ötesinde Ortadoğu ’da Kürt varlığı için kritik bu dönemeçte Abdullah Öcalan ’ın toparlayıcı rolü acil bir gereklilik. Bu bağlamda Zana politik kariyeri açısından doğurabileceği büyük risklere rağmen, Tayyip Erdoğan ’ı çözüm için yegane aktör olarak işaret edip gelecek tepkilere rağmen biraraya gelebiliyor. Çünkü asıl amacı Abdullah Öcalan ’la iletişim kanallarının açılması ve bunu yapabilecek Türkiye ’deki tek adam Tayyip Erdoğan .
Sonuçta Leyla Zana bir dönem harekete zarar vermemek için sustu, şimdi de hareket zarar görmesin diye konuşuyor. Eğer Zana’nın bu çıkışı Öcalan’a ev hapsi ile sonuçlanırsa, Kürt siyasal hareketi içindeki yeri perçinlenerek güçlenecektir. Ama bu sonuç alınamazsa bu kez içine gireceği suskunluk çok daha uzun sürecektir. (Radikal)
Arzu Yılmaz - Ankara Üni., SBF
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.