'KÜRTÇE BİR ROMANIN BİN SATMAMASI GÜCÜME GİDİYOR!'
Modern Kürt edebiyatının en önemli isimlerinden biri Fırat Cewerî, Jînda Zekioğlu'nun sorularını yanıtladı.
01 Şubat 2014 Cumartesi 12:27
70'li yılların sonları. Cunta'dan hemen önce; geride sevdiklerini, ailesini, evini, köyünü, memleketini bırakarak kaçıyor. Malum sıkı yönetim var. Üstelik Kürt diye bir şey yok. Haliyle Kürtçe de yok o vakitler Kürdistan'da. Mardin'den İsveç'e giderek ilk kitabını çıkarttığında henüz 20 yaşında, ve o vakitler bir dilin, anadilinin mücadelesinde henüz yolun çok başında. Şimdi ise, yılların sürgün hikayesine direnmiş kocaman bir birikim, onlarca roman, öykü ve şiir mirası bıraktı Kürt diline... Modern Kürt edebiyatının en önemli isimlerinden biri Fırat Cewerî'yi yakaladım İstanbul'da. Kahve kokusuna, sürgün yıllarını, edebiyatı, şiiri, devrimi, insanı kattık. Geçen yılları ve gelecekten umudumuzu konuştuk.(jz)
-Esasında o dönemler için sebep sorulmaz ama, tekrar etmekte fayda var hafızalara katkı olması için, sizin sürgün yollarına düşmenizin sebebi ne idi?
Yazmak! Anadilimde yazmak için kaçtım. Ne olacağını biliyordum çünkü. Anadilimizde bırakın üretim yapmayı, tek kelime konuşmamız dahi yasaktı. Yazdıklarımızın içeriğini bırakın, yazdığımız dil yasaklıydı bir kere. O dönem sevgili Musa Anter İstanbul'dan köye gelmişti. İsveç'ten bahsediyordu. Bizi karanlık bir geleceğin beklediğini hissettiğimde fırsatını bulduğum an gittim. Ve gider gitmez de çalışmaya başladım.
-Gider gitmez yazmaya başladınız yani?
O dönemler şiir yazıyordum. Kürtçe şiirler. Cunta döneminde yazdıklarımızı üzerimizde saklayamıyorduk. İsveç'e kaçmak için yola çıkarken bir kağıda bütün şiirlerimin isimlerini yazdım ve şiirlerimin tümünü ezberledim. Çocukluğumdan Kürtçe mevlüdü de ezbere bildiğim için çok zor olmadı. Erîş Dikin (Saldırıyorlar) adlı o kitabın içinde 25-30 şiir vardır. Hepsini sınırı geçtinden sonra ezberimden yazdım ve ilk kitabım 1980 yılında, cuntadan bir ay evvel çıktı.
"DERDİM HEP İNSANDI"
-O yıllarda bir çok kader yoldaşınız vardı değil mi? Sizinle aynı dönem benzer sebepler ile Mehmet Uzun da İsveç'teydi.
Mehmet Uzun'un da hikayesi benzerdir evet, ama Mehmet o dönem siyasetin içindeydi hala, 80'lerin ortalarında çıkardı ilk kitabını. İsveç'te buluştuk ve ortak bir kaderi yaşadık elbette, Mehmet Uzun gibi, Mehmet Emin Bozarslan gibi, Mahmut Baksi gibi bir çok değerli insanlar sürgündeydi.
-Hem sürgünde olmak, hem Kürt olmak, hem de yazar olmak bir araya gelince yazdıklarınız kaçınılmaz politik oluyor? Sadece aşk, sadece yoksulluk, sadece sürgün değil de her duygu bir yerden sonra sertleşiyor ve politikleşiyor. Sizin romanlarınızda da bunu görüyoruz. Nasıl akıyor hayat Cewerî'nin romanlarında, öykülerinde? Mesela; Ez e Yekî Bikujim (Birini Öldüreceğim) adlı romanınızdaki Temo. Neydi Temo'yu size yazdıran?
Derdim insandı. İnsanları yazıyorum. Görünen kahramanları değil de, görünmeyenleri kaleme almayı tercih ediyorum. Onlara dikkat çekiyorum. Temo da öyle. Zamanında çok emek vermiş, çok bedel ödemiş bir karakter. 15 yıl cezaevinde yatıyor. Çıktığında, hayatını adadığı dünyanın çok değiştiğini görüyor. O 15 yılda yeni bir kuşak oluşmuş. Temo'nun bildiği dünya kayıp, o şehir kayıp. Oysa Temo diyor ki; "Ben bu şehir için yattım hapiste" Karşılığını alamadığı bir bedelle yaşaması zor.
-Gerçekliliği de oldukça yüksek. Bir romanda okuduğumuzda çok etkileniyoruz, oysa bu insanlarla dolu şehirlerimiz?
Kimileri "ben çok bedel ödedim, o nedenle bir yerlere gelmeliyim, siyasete girmeliyim" diye düşünüyor. Kişisel çıkarlarını baz alıyor. Elbette benim ilgimi çeken, ve benim için önem arz eden bu karakterler değil. Bir milletvekili, bir belediye başkanı olmak peşinde koşanlar değil. Sadece insanların, onları görmeleri gerektiğini düşünen. Niçin bu kadar silinmiş olduğuna dert yanan karakterler. Daha önce de 27 yıl sürgünde yaşamış bir karakteri anlattım Geç Kalmış Sonbahar adlı romanımda. 27 yıl sonra geriye, memleketine dönen ve hayal kırıklığı yaşayan bir karakteri anlattım. Cezaevi de bir sürgündür. Yıllar sonra dışarıya adım attığında, para mefhumu ile, bencillik ile karşılaşıyor insanlar. Her hâlükârda bu benzer karakterlerin yaralandığı bir yer var. O da, hiç olmamış gibi akan dünya. Bu insan ağrına giden bir duygu muhakkak. Çünkü o dünyayı değiştirmek için düşüyor dört duvar arasında. Tabi ki romanlarda yer verdiğimiz bu karakterleri, hayatın içinden çekip alıyoruz. Dünyamız böyle talihlerle dünyası dönen insanlarla dolu. Şehirde görünmezler, ben o görünmezleri yazmayı seviyorum.
"KÜRTÇE ROMAN BİN BİLE SATMIYOR!"
-Yazarları sürgünde olan bir halkın, dili de sürgündedir esasında. Kürtçe, sözlü bir dil olmaya mahkum edilmişti ve bu da yıllar içinde kaybolması anlamına geliyordu. Ancak siz ve sizin gibi değerli Kürt yazarların üretimi büyük bir umut verdi ki, Kürtçe kaybolmayacak. Siz, Kürtlerin özgürlük mücadelesi sürecinde "Kürtçe okuma, Kürtçeyi geliştirme ya da asimilasyona direnerek Kürtçe öğrenme" performansını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Modern Kürt edebiyatının temeli 1930'da Şam'da Hawar dergisi ile atılmış olsa dahi asıl üretim 90'lardan sonra yine yavaş yavaş başladı. Hawar dergisini de biz 80'den sonra yeniden yapmaya başladık hatta. Malesef yazarlığı kendine bir iş edinden Kürt yazarlar yoktu. Bugün ise onlarca yazar var. Çok daha fazla üretim var. Bizim zamanımızda, bırakın interneti, telefon dahi yoktu. Şimdi sosyal medya var. Asıl uzağı yakın eden bu. Ben bir amaç için gitmiştim. Bunu biliyordum sadece. Tutuklanmadım Türkiye'de. Burada kalan onlarca yakınım, arkadaşım, işkence ile öldürüldü, gözaltında kaybedildi, cezaevine düştü. Kalsam belki ben de? Ama uğruna gittiğim şey Kürtçe'ydi. Giden tüm yazar dostlarımız için bu geçerli. Ama buna rağmen hala Amed'de Kürtçe bir romanın bin dahi satmaması çok gücüme gidiyor.
-Burada 'Tek sorumlu Kürt toplumu' diyemeyiz sanırım?
Kısmen. Bunun için öncelikle bir dilin eğitim dili olması gerekiyor. Bir mucizedir, eğitim dili olmayan bir dil ile biz edebiyat yapıyoruz. Ve bu edebiyat evrensel olsun diyoruz. Dünyada bunun örneği yok. Kürdistan'da Kürtler anadilde eğitim hakkını elde etmediği müddetçe Diyarbakır'da, Mardin'de Kürtçe bir romanın bin satması tabi ki zor olacak. Şimdi bu devletin kabahati. Bir de Kürtlerin var. Bizlerin o sisteme paye vermemesi gerekmez mi? Biz niye alıp okumuyoruz bu romanları. Belediyelerimiz neden yayınevleri ile ortaklaşa projeler geliştirmiyor? Herkes inisiyatif almalı. Bizim mücadele yöntemimiz bu olmalı.
"YASAK KALKANA KADAR TÜRKÇE ÇEVİRİYE İZİN VERMEDİM"
-Siz de Türkçe ile mücadele etmiş bir yazarsınız esasında? Kitaplarınızın Türkçeye tercüme edilmesine henüz izin verdiniz.
Evet, devletin asimilasyon politikasına verebileceğim bir cevap yoktu. Türkiye'de Kürt dili yasak olduğu müddetçe kitaplarımın Türkçe'ye çevrilmesine müsaade etmedim. Bir öykümün, bir şiirimin dahi çevrilmesine izin vermedim. Ne zaman ki yasak kalktı, o zaman çevrilebilir dedim. Bu halklara ve dillere bir öfke değildir, bu devletin sistemine bir tepkidir.
-Türklerin ya da kendini Türk olarak tanımlayan Türkiye halklarının da, aynı devlet sistemi ile maruz kaldığı müthis bir asimilasyon var esasında. Laz Lazca bilmiyor, Arap Arapça konuşmuyor, bırakın konuşmayı hepsi Türküm diyor ve Türk gibi yaşıyor. Kürtler, her şeye rağmen bu asimilasyona daha fazla direnmiş ve dilini kültürünü yaşatıyor esasında. Siz geçen yıllarda Türklerin politik seyirlerini nasıl gözlemliyorsunuz?
Malesef fazla değişmemiş. Üzgünüm ama iyi şeyler söyleyemeyeceğim. Ayrımcılık hala had safhada. Statüko had safhada.
"ÖZGÜRLÜK İSTEYEN NASIL ASKERİ MARŞ SÖYLER?"
-Gezi Parkı süreci nasıl duruyordu uzaktan?
Gezi döneminde geldim, İstanbul'daydım. Gezi olaylarının olması iyi oldu. İktidarı biraz sarstı. Ama bir bakıyorsunuz o iktidarın karşısında da başka bir iktidar var. Oturduğum bir restoranda tabaklara vurularak protesto yapıldı. Ardından askeri marşlar söylendi. Bu beni korkutur. Güvenimi zedeler böyle bir hareket. Totaliter bir rejime karşı duran bir hareket nasıl oluyor da askeri marş söylüyor, aklım almıyor? Özgürlük isteyen nasıl askeri marş söyler? Karmakarışık bir hareket bu Gezi. Herkes başka bir şey söylüyor. Ve tümüne birden inanmamız, önemsememiz bekleniyor. Ben malesef iki totaliter gücün karşı karşıya gelişini izledim. "Sen git, o koltuğa ben oturayım" yarışı vardı. "Sistem aynı kalsın. Asimilasyon, işgal, ayrımcılık aynı kalsın, ama ben geleyim." anlayışı gördüm. Üzülerek söylüyorum ki böyle.
"PKK'Yİ DIŞLAYARAK KÜRT SORUNU ÇÖZÜLEMEZ!"
-Türkiye'de Kürtlerin özgürlük mücadelesi son 1 yılı aşkındır, yeni bir süreç üzerinden yürüyor. Nasıl görüyorsunuz?
Olumlu görüyorum elbette. Diyalogla sonuçlanacak böyle görünüyor. Paris'te öldürülen 3 Kürt kadının da bu süreçle bir ilgisi olduğunu düşünüyorum. Bu süreci birileri baltalamak istedi, istiyor. Sürecin demokratik bir arenada sürmesi gerekir. Türkiye Cumhuriyeti, daha önceki tüm denemelerinde PKK'yi dışladı. Bugün artık Kürt meselesini, Kürdistan meselesini PKK olmadan çözemeyeceğini anladı diye düşünüyorum. Sev sevme, katıl katılma Kürt sorunu PKK'siz çözülemez! Bunu yapmaya kalkıştığında da, sadece süreci uzatırsın. Daha çok cana mal olursun. Bir girdaba sokarsın. Biz karşılıklı adımların sorumlulukla atılması gerektiğini düşünüyorum.
-Hiç atılan bir adım gördünüz mü?
(Düşünüyor...) Malesef Jînda! Reel savaşta ölüm yok evet, ama sivil Kürtler ölmeye devam ediyor. Biliyoruz. Lice'de, Paris'te, polis kurşunuyla, suikastla, Kürtler ölmeye devam ediyor. Atılacak ilk ve en önemli adım Kürtçe eğitim olmalıdır. Bu toplumsal talebimiz. Devlet de şuana kadar inkar ettiği bir dili, kabul ediyor. Gelinen tek aşama bu.
-Rojava devrimini nasıl görüyorsunuz? Dünya demokrasi tarihine, Kürtler bu yüzyılın turnusolu olma rolü ile giriyor sanki?
Ortadoğu'daki her hareket Kürtlerin lehinedir. Bunu umud ediyor ve böyle düşünüyorum. Rojava özgürlüğüne kavuşacaktır. Bunun önünde hiçbir su, hiçbir güç duramaz. Aynı şey, Kürdistan'ın tüm parçaları için geçerli. Kürtler artık geri adım atmıyor. Atılan her adım bir ileri taşıyor. Taşıyacaktır.
"KCK: BİR DEVLET TİYATROSU"
-Pen Yazarlar Klubü ve Sürgündeki Yazarlar Komitesi Başkanısınız. KCK davalarını da bu komite ile takip ediyorsunuz. Her duruşma Diyarbakır'dasınız. Var mı bir ilerleme?
Bir tiyatro adeta. Devletin sahnelediği bir tiyatro yaşanıyor. 33 yıl boyunca sürgündeydim, Kürtçe için sürgündeyim, dönüyorum hala aynı yasak. Oradaki insanlar, gençler de bu dil için cezaevine tıkılmışlar. Ben de aynı suçu işliyorum öyleyse. Bunun için mahkemede söz aldığımda tepki olarak Kürtçe konuşma yaptım. Ne bir delil var, ne bir suç var. Newroz'a katılmış, konuşma yapmış. Bunlar nasıl suç olur? Delil olarak benim yaptığım dergiyi gösteriyorlar. Ben daha suçluyum o zaman? Hepimiz, bütün Kürtler suçlu o zaman. Biz raporlarımızı da bu yönde hazırlıyoruz. Komitenin tümü hemen hemen aynı fikirde. (Jînda Zekioğlu - anf)
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.