22 Kasım 2024
  • İstanbul15°C
  • Diyarbakır14°C
  • Ankara13°C
  • İzmir20°C
  • Berlin3°C

'KÜRT SORUNU' MU?, 'KÜRDİSTAN SORUNU' MU?

Türkiye’nin “Kürt sorunu” olarak tartıştığı çözümsüzlüğün adı, Kürtlerin önemli bir çoğunluğu için “Kürdistan sorunu”dur.

'Kürt sorunu' mu?, 'Kürdistan sorunu' mu?

23 Aralık 2012 Pazar 12:11

Kürdistan sorunu
Öncelikle bir konuyu açıklığa kavuşturmakta fayda var. Türkiye’nin “Kürt sorunu” olarak tartıştığı çözümsüzlüğün adı, Kürtlerin önemli bir çoğunluğu için “Kürdistan sorunu”dur. Türkiye, sınırları içindeki Kürtlerin nasıl yönetileceğine ilişkin bir arayış içindeyken; Kürtler, Kürdistan’ın nasıl yönetileceğini tartışıyor. Bu iki farklı çerçeveden hareket eden tarafların nihayetinde bir çözüme ulaşması kolay görünmüyor. Çünkü tarafların beklentilerinin kapsama alanları farklı. Nitekim, bugüne kadar ortaya konan çabaların boşa çıkması da bu yüzden.

“Kürt sorunu”nda geldiğimiz nokta malum; peki, “Kürdistan sorunu”ndaki son durum ne?

Irak’ta Kürtler, Bağdat yönetimiyle devam eden mücadeleye rağmen, Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) altında bir devletleşme sürecine girdi. Kürdistan Demokrat Parti (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) arasında kurulan denge, bir devletin varlığından şüphe ettirmeyecek ölçüde her türlü egemenlik haklarını kullanıyor. Ancak klasik anlamda bu hakların korunması için gerekli sayılan “askeri güç” henüz oluşturulamamış durumda. Türkiye ile sınır bölgelerdeki PKK hakimiyeti hâlâ sürerken, Irak Anayasası’nın 140. maddesine göre tartışmalı olan bölgelerde güvenlik bir türlü sağlanamıyor.

KBY Başkanı Mesud Barzani, bu eksikliğe işaret eden bir soruya şöyle yanıt veriyor: “Exxon Mobile ile yaptığımız anlaşma güvenliğimiz için askeri güçten daha büyük bir garantidir”. Barzani’nin bu sözleri meselenin uluslararası boyutuna işaret ediyor. Kürdistan’da söz sahibi olmak istiyorsan serbest piyasa koşullarıyla uyumlu olacaksın; egemenliğin en önemli parametresi “tanınma” her şeyden önce bu şarta bağlı işliyor. Nitekim, Türkiye de bu yolla KBY için tehdit olmaktan çıkıyor. Yakın dönemin “kırmızı çizgileri” unutulup ekonomik fırsatların yaktığı “yeşil ışık”la işbirliği her geçen gün gelişiyor. Hatta, Türkiye Bağdat’a karşı Erbil’i savunur duruma bile gelebiliyor

Ya Suriye?

Suriye’de son bir yılda meydana gelen gelişmeler ise ikinci bir örneğin hayata geçmekte olduğunu gösteriyor. Otonom ya da federal, nihayetinde Kürtler çoğunluğu oluşturdukları topraklar üzerinde söz sahibi olma yolunda hızla ilerliyor.

Türkiye en başta Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun ağzından “Suriye’de Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkına saygı duyuyoruz. Ancak PYD, PKK’den bağımsız olduğunu açıklasın” demişti. Bugün geldiğimiz noktada ise, bu kez Başbakan Erdoğan’ın ağzından, “Suriye’de böyle bir senaryoya izin vermeyiz” deniliyor.

Açık olan şu ki, gelişmeler Türkiye’nin umduğu gibi seyretmedi. Aslında Türkiye de bir “Kürdistan sorunu” olduğunun farkında olarak, Suriye Kürdistanı’nda egemenliğin kim tarafından ve nasıl kullanılacağına müdahil olmak istedi. Ancak “Kürt sorunu” rezervleriyle “Kürdistan sorunu”na yaklaşınca sonuç alamadı. Avantajına çevirebileceği bir fırsatı kullanamadı.

Türkiye kabul etse de etmese de PKK yalnızca Kürt sorununun değil, aynı zamanda Kürdistan sorununun da bir parçası. Üstelik, başka hiçbir siyasal aktörün sahip olmadığı ölçüde Kürtlerin yaşadığı coğrafyada örgütlü ve mobil bir güce sahip. Nitekim, Suriye’de merkezi otoritenin bıraktığı boşluğu hemen doldurma kabiliyeti gösteren tek grup PYD oldu. Bu kabiliyetin Esad güçlerinin gösterdiği toleransla açıklanması yetersiz kalır. Çünkü, sözkonusu yalnızca silahlı birimler değil, aynı anda idari ve eğitim gibi alanlarda sistemi işletecek kadroların işe koyulmasıydı, ki PYD bunu başardı. Barzani’nin işaret ettiği “Suriye Kürdistanı realitesi”nin bu olduğu gözden kaçmamalı.

5.8.2012 tarihli Radikal İki’de, Türkiye’nin PYD’yi dışlamak yerine içselleştirmesinin daha akılcı olacağını; ABD’nin çıkarlarını gözeterek böyle bir yola girmesinin sürpriz olmayacağını yazmıştım. Katar süreciyle ortaya çıktı ki ABD, PYD’nin Suriye Koalisyonu’na dahil olmasında kararlı. Nitekim, Suriye Ulusal Konseyi (SUK) Başkanı Abdulbasit Seyda bile, Resulayn’da Kürtlere yönelen saldırıları kastederek “Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adı altında onaylamadığımız şeyler oluyor” demek zorunda kaldı. 

Yeni aktör

Gelinen son noktada PYD-ÖSO arasındaki çatışmalar dinerken, Esad değişen koşullar üzerine silahlarını her iki gruba yönlendirdi. Öte yandan, Erbil’de toplanan Kürt Yüksek Konseyi Suriyeli silahlı Kürt grupların (peşmerge ve gerilla) birleştirilmesine, dış ilişkilerde eşgüdüm sağlanmasına karar verdi. KBY ise Suriye Kürdistanı sınırında iki kapı birden açılacağını duyurdu. Özetle, PYD’nin de dahil olduğu Suriye Kürtleri, Kürdistan coğrafyasında yeni bir aktör olarak belirginleşti.

Türkiye bu yeni aktörü, tıpkı KBY’yi benimsediği gibi, benimseyecek mi? Bunu zamanla göreceğiz. Şimdilik “Kürt sorunu” pozisyonundan vazgeçmemekte kararlı görünüyor. Nitekim, çözüm planı diye servise sunulan yine silahların bırakılması, yönetim kadrosunun üçüncü ülkeye gönderilmesi formülü.

“Kürdistan sorunu” çerçevesinden bakıldığında PKK’nin silahları bırakması şurada dursun, Suriye’de düzenli bir askeri güç oluşturma yoluna girdiği görülüyor. Yönetim kadrosuna gelince, Türkiye ve KBY’den sonra bir üçüncü ülke ihtimali elbette var; ama Polonya ya da Beyaz Rusya değil, Suriye Kürdistanı.

AKP bunu bilmiyor mu? Tabii ki biliyor. Belki de onun için BDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmaya girişiyor. Yani, bir anlamda onlara da “madem öyle, siz de gidin” diyor. (Radikal)

Arzu Yılmaz
Ankara Üni., SBF, Doktora

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.