KÜRT SORUNU İÇİN SOMUT BİR ÖNERİ
Ne yazık ki Kürt sorunu silahların sustuğu zamanlarda pek konuşulmuyor. Oysa asıl şimdi çözümü konuşmanın, açılımın içini doldurmanın zamanıdır.
11 Eylül 2010 Cumartesi 11:56
Ne yazık ki Kürt sorunu silahların sustuğu zamanlarda pek konuşulmuyor. Oysa asıl şimdi çözümü konuşmanın, sağduyuyu hâkim kılmanın, demokratik adımları atmanın ve açılımın içini doldurmanın zamanıdır.
Kürt sorunu etnik, kültürel, tarihsel boyutları olan bir sorundur. Bu sorun, bu güne kadar bir trilyon civarında kaynak yutmuş, 50 bin cana mal olmuş, ülkenin İç işlerinden diplomatik ilişkilerine kadar birçok konuda rol ve işlev görmüştür. Böylelikle bu sorun, Türkiye’nin kalkınması ve demokrasisi önündeki en büyük engeli teşkil eden bir sorun haline gelmiştir. Cumhuriyet dönemi boyunca 11 cumhurbaşkanı, 28 başbakan, 60 hükümet gören ülkemiz bu sorunu hala çözememiştir. İçerde ve dışarıda onlarca askeri operasyon yapılmış, olağanüstü hal ve sıkıyönetimler uygulanmış olmasına rağmen sorun çözülememiştir. Bu da gösteriyor ki bu sorun askeri yöntem ve yaklaşımlarla çözülemez; ancak demokratik yöntemlerle çözülebilir.
Askeri yöntem ve yaklaşımlarda ısrar, daha fazla acı, daha fazla gözyaşı ve daha çok ekonomi ve zaman kaybı demektir. Bu bilim ve akıldışı tutumdan vazgeçilmelidir. Sorunun çözümün anahtarı; “ne kadar çok ölüm o kadar az çözüm; ne kadar az ölüm o kadar çok çözüm”dür.
Ateşkesin uygulandığı böyle bir zamanda belli bir süre için değil, silahların tümden susturulması önemlidir. Ne yazık ki Kürt sorunu silahların sustuğu zamanlarda pek konuşulmuyor. Oysa asıl şimdi çözümü konuşmanın, sağduyuyu hâkim kılmanın, demokratik adımları atmanın ve açılımın içini doldurmanın zamanıdır.
Bu da demokratik hak ve özgürlüklerin ihya edilmesiyle mümkündür. Kaldı ki Kürtlerin hak ve özgürlükleri verildiği takdirde Türk halkının hak ve özgürlüklerinde herhangi bir eksilme olmayacaktır. Aksine sorun çözüldüğünde Türkiye daha zenginleşecek ve daha demokratikleşecektir. Güvenliğe giden paranın ekonomiye aktarılması kalkınmayı ve refahı getirecektir.
Dolayısıyla gelinen noktada AB’ye tam üye olmak isteyen bir ülke olarak Türkiye’nin Kürt sorununu zaman kaybetmeden çözmesi gerekir. Kürt sorununun çözümü ise içice geçmiş iki yöntemin aynı anda uygulamasını gerektiriyor: Bunlar akılda kalsın diye “4+4 formül”üyle ifade ettiğimiz psikolojik ve somut (pratik) adımlardır. Çünkü çözümün psikolojik alt yapısı oluşturulmadan uygulanacak pratik adımların bir kıymeti harbiyesi yoktur. O nedenle bu iki unsuru eş zamanlı olarak uygulamanın sonuç alıcı ve kalıcı bir çözüm için öneminin çok büyük olduğu bilinmelidir.
ÇÖZÜMÜN ANAHTARI
Şimdi sırasıyla, önce her biri bir anahtar kavram da olan psikolojik adımları ardından da somut adımları belirterek açıklayalım.
Çözümün psikolojik altyapısı için atılması gereken adımlar:
1.Niyet: Ünlü Alman filozof Kant, “niyet yapmanın yarısıdır” der. Bazen taraflar kamuoyunu yanıltmak pahasına gerçekte çözümü istemedikleri halde istiyormuş gibi davranırlar. O takdirde ne yapılırsa yapılsın çözüme ulaşılamaz. Çözümün asgari koşulu her iki tarafın da buna niyet etmesi ve bunda samimi olmasıdır.
2.Empati: İkinci önemli anahtar kelime empatidir. Empati, niyet ortaya konulduktan sonra çözüm odasının kapısını açabilecek yegâne anahtardır. Empati yapılmadan 26 yıldır süren “düşük yoğunluklu savaşın” oluşturduğu güven bunalımı ve ön yargılar aşılamaz. Tarafların talep sahibi olması doğal ve gereklidir; ancak azami müştereklerde buluşmak mümkün olmadığında asgari müştereklerde buluşmak ve bunu sağlamak önemlidir. Bununda yolu öncelikle empati yapmaktan geçer. Yani batıda yaşayan Türk kardeşlerimiz doğuda yaşayan Kürtlerin yıllardır çektiği acıları anlamaya çalışıp içselleştirmeye çalışırken; doğuda yaşayan Kürt vatandaşlar da batıda yaşayan Türk kardeşlerinin hassasiyetlerini bilecek ve ona göre davranacaktır. Yoksa herkesin kendine yonttuğu bir durumda sonuca ulaşmak mümkün değildir. Bunun ilk adımı şehit anneleriyle barış anneleri adı altında örgütlenmiş, yüreğine kor düşmüş anneleri ve aileleri bir araya getirmektir. Ayrıca doğuyla batı arasında çocukların, gençlerin, ailelerin, eğitmenlerin katıldığı barış köprüsünün kurulması başka bir adım olabilir. Barışın kökleri burada aranmalıdır.
3.Barış Dili: Barışı konuştuğumuz zaman bile savaş dilini konuşursak sonuca ulaşamayız. Çünkü savaşın dili barışı zehirleyen bir mantaliteye sahiptir. Herkesin bu zehirden arınması lazım. Ölmek, öldürmek, zafer, yengi, terörist, savaşçı, bölücü parametreleri üzerine kurulan bir zihniyet nasıl barışı getirecek? Unutulmamalıdır ki kardeş kavgasının olduğu yerde kazanan yoktur. Ve gene hatırlanmalıdır ki iyi savaş, kötü barış yoktur. En kötü barış en iyi savaştan bin kez daha iyidir. Marifet savaşmak değil, barışı tesis etmektedir. Bu da fedakârlık gerektirir. Eğer amaç bağcıyı dövmek değil de üzüm yemekse, sonuca gitmede kardeşliğin kanı yeneceği, tek bir insanın kanının dökülmemesinin dünyaya bedel olduğu ve asıl amacın öldürmek değil insanı yaşatmak olduğu bilince çıkarılmalıdır ve bunun gereği yapılmalıdır.
4.Bölünme Paranoyası: Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da toplumda bir “olgu - algı çatışması” yaşanıyor. Yaşadığımız süreç bu uyuşmazlığı körüklemektedir. Söz gelimi yapılan bir araştırmaya göre Kürtlerin kahir ekseriyeti (%87’si) biz Türkiye cumhuriyetinden ayrılmak istemiyoruz, birlikte yaşamak istiyoruz dediği halde; aynı araştırma batıdaki vatandaşların büyük çoğunluğu (%75’i) “hayır bu Kürtler ayrılacak” diye beyanda bulunmuşlardır. Bu durum, resmi ideolojinin ve uzun yıllar savaşın yarattığı bir algıdır. Bu algı aşılmadan güvene dayalı bir birliktelik ve bu birlikteliği sağlayacak barış girişimleri başarıya ulaşamaz. Oysa Kürtler ile Türkler tarihsel süreç içinde birçok bakımdan iç içe geçmiş ve kaynaşmıştır. Bu gün her Kürt ailenin içinde bir Türk geline, her Türk ailenin içinde de bir Kürt geline rastlamak mümkündür. Bu ayrılığı güçleştiren nesep karışımını ifade etmektedir. İkinci olarak da yaşanan göçlerle bir demografik karışımın oluşmasıdır. Bu gün en büyük Kürt kenti Diyarbakır değil İstanbul’dur. Benzer bir durum Mersin, Adana, İzmir gibi kentler için de geçerlidir. Bir diğer husus da Pazar birliğini oluşturan ekonomik entegrasyondur. Nitekim, batıdaki büyük şirketlerin çoğunun ana bayileri Diyarbakır’da, Van’da, Batman’dadır. Birçok Kürt iş adamı da Antalya, İstanbul, İzmir, Bursa gibi batının büyük kentlerinde önemli oranda iş güç sahibidir. Ayrıca tarihsel bağlar, din bağları, kültürel bağlar da yabana atılmayacak denli güçlü ve işlevseldir. Dolaysıyla bütün bunlar bölünme paranoyasını boşa çıkaran unsurlar olarak işlev görmektedir.
Benzer bir durumda, Kürt realitesinin tanınması konusunda da yaşanıyor. Resmi ideoloji seksen yıldır “Kürt yok hepimiz Türk’üz” demiş, bunun hem ideolojik hem de pratik uygulamasını yapmıştır. Şimdi ise resmi yetkililer “Kürt var, Kürt sorunu da var ve biz bu sorunu çözmeliyiz” dediğinde sorun yaşanıyor. Çünkü seksen yıldır halka söylenen yalanın seksen günde değişmesi, düzelmesi zorudur. O nedenle bu noktada iktidar, muhalefet, üniversiteler, aydınlar, başta olmak üzere STK’lar ve sorumluluk sahibi herkes tarihsel gerçeğin ne olduğu konusunda halkı aydınlatmalı, ikna etmeli, gerçeği düzelterek, gerçekle yüzleşerek anlatmalıdır. Ancak o zaman barış toplumsal zemin bulabilir yerleşir ve yeşerir.
Bütün bunların yapılması ve başarıya ulaşması için özgür bir tartışma ortamının oluşturulması da büyük bir önem taşımaktadır. Bu konuda fikirler özgürce açıklanmalı karşılıklı olarak tartışılmalıdır. Bunlarla beraber 1) Anayasa değişikliği 2) Kültürel hakların genişletilmesi 3)Genel bir affın çıkarılması ve 4) Bölgesel eşitsizliğin giderilmesi ancak o zaman mümkün olur. Ve ancak o zaman akıl, bilgi ve bilim hâkim olmaya başlar. Aklın, bilimin hâkim olduğu yerdeyse şiddete ve savaşa yer yoktur. Vakit kaybetmeden adım atılmalı, yoksa yarın geç olabilir.
Prof. Dr. Ahmet Özer: SDÜ, Sosyolog
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.