22 Kasım 2024
  • İstanbul11°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara14°C
  • İzmir18°C
  • Berlin2°C

'KÜRT SORUNU ESKİ ANLAYIŞLA BİR YERE TAŞINAMAZ'

HAK-PAR Genel Başkanı Bayram Bozyel ile hem Kürtlerin birlik sürecini, hem adaylık sürecinde yaşanan sıkıntıları konuştuk.

'Kürt Sorunu eski anlayışla bir yere taşınamaz'

14 Mayıs 2011 Cumartesi 10:57

Türkiye 12 Haziran’da seçimlere gidiyor. Kürtler bu kez seçimlere geniş bir birliktelikle giriyor. Çok sayıda Türkiyeli sol ve sosyalist partinin, grubun yanı sıra Kürt kimlikli partiler HAK-PAR ve KADEP de BDP’nin bağımsız adaylarına destek veriyor. Geniş bir kesimin desteklediği bağımsız adaylar arasında BDP’liler dışında KADEP’ten Şerafettin Elçi ile Türk ve Süryani ulusundan farklı kimliklere mensup şahsiyetler de var. Aday belirleme sürecinde HAK-PAR ile BDP arasında yapılan görüşmeler olumsuzlukla sonuçlanmıştı. HAK-PAR buna rağmen seçimden çekilerek bağımsız adayları destekleyeceğini açıkladı. Tüm bu gelişmeler yerini kısa bir süre önce üç Kürt kimlikli partinin imzaladığı ortak bir deklarasyona bıraktı. 28408HAK-PAR, KADEP ve BDP 7 maddeli bir deklarasyon ile seçimden sonrada iş ve güç birliğini devam ettireceklerini ve Kürt halkının talebi olan birlik ihtiyacına yanıt olmak için çaba harcayacaklarını açıkladılar. Bu Kürtler açısından önemli bir gelişmeydi. Tüm bu sürecin önemli aktörlerinden biri olan HAK-PAR Genel Başkanı Bayram Bozyel ile hem Kürtlerin birlik sürecini, hem adaylık sürecinde yaşanan sıkıntıları konuştuk. Söyleşimizde Türkiye’deki yeni anayasa çalışmaları ile Kürt sorununun genel gidişatının nasıl bir seyir izleyebileceğine dönük konuları da konuştuk. 

Söyleşi: Fehim Işık
Sizinle ağırlıkla konuşmayı düşündüğümüz konu, yani Kürt sorunu önemi nedeniyle gündemi işgal etmeye devam ediyor. Son günlerde hep bu konu üzerine konuşuluyor. Bu konuyu da konuşacağız. Ancak son günlerde Kürtlerin ve Kürt dostlarının önemli bölümünün sevinmesine neden olan bir gelişme yaşandı. Bununla başlamak istiyorum. Bir müddet önce partinizin yanı sıra BDP ile KADEP’in birlikte imzaladığı bir metin kamuoyuna yayınlandı. Öncelikle üzerinde uzlaştığınız bu ortak metni konuşmak istiyorum. Geniş bir kesimin böyle bir talebi vardı. Sizleri bu metni hazırlamaya iten koşulları merak ediyoruz. Bu sürece nasıl gelindi? Hazırlık çalışmaları nasıl yürütüldü? Umudunuz nedir? soruları geniş bir kesim tarafından merak ediliyor.
 

Başlangıçta söylemek isterim ki birlik konusu sürekli Kürtlerin gündeminde olan bir konuydu. Kürtler, yıllardır birlik istiyorlar. Bu talep yıllardır halk tarafından dillendiriliyor. Birçok nedenden dolayı, örneğin psikolojik nedenler, güvensizlik, yanlış zihniyetlerin yol açtığı nedenler birliğin oluşumu önünde engeldi. Bugün inancımız o ki birlik konusu daha yakıcı bir sorundur. Günümüzde Kürt sorununun çözümü için koşullar giderek değişiyor. Dünya değişiyor, bölge değişiyor, Türkiye de değişiyor. Biliyoruz ki AB sürecinden sonra Türkiye’de birçok değişim yaşandı. Yumuşama belirtileri görüldü. Özellikle Federe Kürdistan’ın kuruluşundan sonra Kürtler arasında ulusal hisler daha belirgin oldu. Kürt sorunu geçmişten fazla Türkiye’nin gündemine girdi. Türkiye’de artık görüyor ki bu sorunu eski siyasetiyle bir yere taşıyamaz. Aslında ‘Demokratik Açılım’ politikaları bunun bir göstergesiydi. Biliyorsunuz ki Başbakan birkaç yıl önce Diyarbakır’da ‘Kürt sorunu benim sorunumdur, bu mesele çözülecek,’ dedi. Bir diğer deyimle Dünyanın değişen koşulları, Türkiye’nin değişen koşulları politikaların değişimini zorunlu kıldı.

Bu değişim süreci üzerine özellikle konuşabiliriz. Bu süreç aslında tartışma da götürür. Bana göre bu noktaya kendi istekleriyle gelmediler. 

Mutlaka… 

Biraz da aslında süreç onları zorladı. Ancak şunu biraz konuşalım istiyorum: Doğrusu 7 ana madde üzerinde uzlaşarak yayınladığınız deklarasyon önemli bir gelişme.

28402

Şunu demek istiyorum. Birlik sorunu aslında üzerimize farz oldu. Belki birkaç yıl önce bu kadar acil bir durum değildi. Çünkü Türkiye’de çözüm süreci giderek baskın oluyor. Sorun Türkiye’nin gündeminde. Artık Türkiye’nin kaçış yolu yok; bu sorunu çözmek zorunda. Sorunun çözümü için Kürt tarafının ortak bir siyasete gereksinimi var. Birlik olmaları gerekir ki bu koşullardan yararlansınlar; Kürt halkının özgürlüğüne giden yolda adım atsınlar. Örneğin biz ‘Demokratik Açılım’ zamanında da bu türden bir adım attık. O zaman DTP’ye, Sayın Ahmet Türk ve Şerafettin Elçi’ye öneri götürerek, “Hükümet bazı adımlar atmaya hazırlanıyor. Gelin ortak politikalar oluşturalım,” dedik. Hükümetin adımları gönlümüzcedir, değildir, bu ayrı bir şey. Ancak bizim de bu sürece dahil olmamız gerekir, diye düşünüyorduk. Hükümeti kalıcı adımlar atması konusunda teşvik etmek için zorlayıcı olmalıydık. Ne yazık ki Kürtler arasında bu işbirliğini sağlayamadık. Referandum döneminde de bir girişimimiz oldu. Her iki partiye öneri götürdük, Türkiye’de bazı değişimlerin olduğunu, yeni anayasa konusunun tartışıldığını söyleyerek, birlikte neler yapabileceğimizi sorduk onlara. Eğer birlikte ses çıkarabilir, ortak politikalar üretebilirsek, daha etkili oluruz, dedik. O zaman da ortaklık gerçekleşmedi. Bu seçimlerden önce de, Blok oluşumu sürecinde, bu görüşmeler yeniden yapıldı. Ne yazık ki ortak açıklama adayların ilanından sonra yapılabildi. Bu adımın özellikle legal demokratik zeminde çok önemli olduğuna inanıyorum. Kürtlerin legal zeminde, önemli noktalarda konsensüs yakalaması ve bu düzeyde bir araya gelişi, bir ilktir, diyebilirim. Bizi bir araya getiren ortak noktalar konusunda da bazı şeyler söylemek istiyorum. Öncelikle birliğin oluşmamasının önemli bir nedeni olan güvensizlik olgusuna dikkat çekmek istiyorum. Kürt partileri arasındaki ilişkiler medeni ilişkilere göre yürümüyordu. İlişkiler kardeşlik ve iyi niyete dayalı işbirliği düzeyinde değildi. Partilerimiz arasında iyi ilişkiler yoktu. Bunun nedeni hangi yapıydı, bu ayrı bir şey. Ama ilişkilerimizin düzeyi Kürt halkının gönlünce değildi. Ortak açıklamanızda öncelikle Kürtler arası barışın sağlanmasına dikkat çekiliyor.

Kürtler arası ilişkilerde barışçıl diyalogun esas alınması isteniyor.

Kendi aramızdaki ilişkilerde şiddeti reddetmeliyiz, çoğulculuğu ve saygıyı esas almalıyız. Türkiye devletinden istediklerimizi önce kendi aramızda sağlamalıyız. Kürt sorununun adil, barışçıl ve demokratik çözümünden yanayız. Diyalogu savunuyoruz. Aynı şey bizler arasında da olmalı. Aramızdaki sorunları barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözmeliyiz. Bir diğer olgumuz da siyaseten Kürtlerin ne istediği üzerinedir. Bildiğiniz gibi partimiz federasyonu savunuyor. Diğer partilerden bir kısmı demokratik özerkliği savunuyor. Deklarasyonda savunduklarımız bu iki görüşü de kapsıyor. 

Bunu nasıl formüle ettiniz? 

Kürtlerin kendi topraklarında kendilerini yönetmesi gerektiğini savunuyoruz. Bu federasyon da olur, başka bir yöntemle de olur. Ayrıca Kürt kimliğinin yeni anayasa da kabul edilmesini, tanınmasını da savunuyoruz. Biliyorsunuz ki Kürt diline dönük tartışmalar halen devam ediyor. Bizim açımızdan en önemli taleplerden biri Kürtçe eğitimdir. Kürtçe eğitim hakkı Kürtlerin olmazsa olmazıdır. Bu isteğimiz kabul görmediği sürece Kürtlerin hiçbir sorunu çözülmez. Ayrıca inancımız odur ki Kürtçe eğitim sorununun çözümüne direnenler, asimilasyon yanlısıdırlar, Kürtleri yok etmek istiyorlar. Eğer bu ülkede Kürtlerin özgürce yaşamasını savunacaksak, bunu savunmak dilin özgürce eğitimi ile başlar. Dilin eğitim ve öğretimi de kurslarla olmaz. İnsan kendi dilini eğitim sürecinde öğrenir. Dilin ayrıca resmi alanlarda kullanılması da zorunludur. Resmi dairelerde, kamusal alanlarda kullanılmalıdır.

28404Bir diğer uzlaşı noktamız da siyaset yolunun Kürtlere açılmasına dönüktür. Kürtler artık kendi kimlikleriyle, kendi adlarıyla, kendi partileriyle siyasal sürece katılabilmeli, bu ülkede siyaset yapabilmelidirler. Biz bu hakkı tanımadığımız sürece, Türkiye bu hakkı engellediği sürece yurt dışında olanlar, dağlarda olanlar siyasal sürece katılamayacaklar. Kürtlere legal demokratik siyasetin yolu kendi adı ve kimliğiyle açılmalıdır. Bir diğer nokta da bugün on binlerce Kürt siyasetçisi siyaset yapma hakkından yoksundur; yasaklıdırlar. Bunların bir kısmı hapislerdedir, bir kısmı dağlarda, bir kısmı ise yurt dışındadır. Artık bir genel af mı olur, bir başka yöntemle özgürleştirmek mi olur, bunlara siyaset yolunun açılması lazım. Biliyorsunuz devlet yıllardır diyor ki “Kürtler Cumhurbaşkanı olabilir, milletvekili olabilir.” Ancak nasıl oluyorlar? Kendi kimlikleriyle olamıyorlar. Türk kimliğiyle, Türk siyasal partileri aracılığıyla bu makamlara gelebiliyorlar; milletvekili, cumhurbaşkanı olabiliyorlar. Bizim istemimiz Kürtlerin kendi kimlikleriyle bu sürece katılmalarıdır. Kürtler bu ülkede asli unsurdurlar. Hem nüfuslarıyla, hem kültürleriyle, hem de siyasal ağırlıklarıyla Kürtler bunu hak ediyor ve bu hak tanınmalıdır.

Koruculuğun kaldırılması meselesi de önemlidir. Bu sorunun çözümü Kürtler arası barış açısından da önemlidir. Koruculuk sorunu çözülmediği sürece Kürtler arası barışı sağlama konusunda da zorlanırız.

Bir diğer sorun da seçim barajı meselesidir. Bu yalnız Kürtlerin lehine bir durum değil, Türkiye demokrasisinin de ayıbıdır. 

Bu Türkiye demokrasisi açısından da sorundur.

Bu büyük bir ayıptır ve bir an önce kaldırılmalıdır. Bu da bizim açımızdan önemlidir. Bir diğer uzlaşı noktamız da, faili meçhuller, köy boşaltma gibi hukuk dışı uygulamaların hesabının sorulması, suçluların açığa çıkarılması, sorumluların yargılanmasıdır. Kürtlerin vicdanı bu konuda rahatlatılmalıdır.

En önemlisi ise bundan sonra Kürt partileri olarak nasıl bir birlik kurumu oluşturmalıyız, neler yapmalıyız, konusudur. 

Temel uzlaşı noktalarınızı saydınız. Tam bu noktada bir şey sormak istiyorum. Önemli bir konudur. Ne yazık ki bu çalışmalar hep seçim öncelerinde yürütüldü. Siyasal kurumlarımız seçim öncesinde bir araya gelerek tartıştılar, uzlaştılar veya uzlaşmadılar. Ama seçimden sonra tüm çabalarını unuttular. 1995’te bir seçim bloğu oluşturuldu. İki Kürt kimlikli partinin yanı sıra iki de Türk sol partisi vardı, bu blokta. 1993’te DEP kuruldu. 1991’de ise HEP kurulmuştu ve çoğunluğu Kürtlerden oluşuyordu. Ancak seçim dönemlerinden sonra hiç ilerleme sağlanmadı. Yan yana gelen üç parti, ki inanıyorum genişlemeyi de düşünüyor, seçimlerden sonra pratikte nasıl bir süreç izleyecek? Gündemi nasıl belirleyeceksiniz? Nasıl bir programla yürüyeceksiniz? Bu konuyla ilgili bir uzlaşınız var mı? 

Doğrusu bu henüz ilk adımdır. Diğer konuları, detayları henüz konuşmuş değiliz. Bu konuları birlikte oturup tek tek ele almalıyız. Nasıl realize ederiz, nasıl geliştiririz, bu konuda neler yapmalıyız, konuşmak gerekir. Bunların seçim atmosferinde konuşulmasının da çok kolay olmadığını biliyoruz. Seçimden sonra bu konuların Kürtlerin gündemine geleceğini sanıyoruz. Tabi yeni anayasa konusu, hükümetin başlattığı ‘Kürt açılımı’ meselesi, istesek de istemesek de gündeme gelecek. Türkiye bu konularda adım atmadığında tıkanacak; ortam kötüleşecek. Biz Kürtler yalnız 3 partinin değil, Kürt aydınlarının da, diğer Kürt gruplarının da içinde olduğu bir ulusal konferans yapılmasını savunmalıyız. Bu konferansta yol haritamızı netleştirmeli, ortak açıklamamızda yazdıklarımızı zenginleştirmeliyiz. Kürtlerin hakları nasıl elde edilir, eğitim hakkı nasıl sağlanır, bunları adım adım yaşama geçirecek bir proje oluşturmalıyız. Bizim görüşümüz budur. Ama muhataplarımız, diğer siyasal yapılarımız bu konuda ne der, gündemlerini ne belirler, henüz bilmiyoruz. Tabi bu konuların artık Kürtler üzerinde farz olduğunu söyleyebilirim. Bu konular ortak ve ulusal bir siyasetle belirlenmelidir. 

Bu konuda yeni bir kurum oluşturulması ya da mevcut kurumlardan birinin kapsayıcı bir niteliğe kavuşturulması düşünülebilir mi? Örneğin DTK’yi bu konuda ortak bir ulusal kuruma dönüştürmek mümkün olur mu? Bunu niçin soruyorum? Biliyoruz ki üç partinin yanı sıra bir kısmı illegal olan başkaca Kürt grupları da var. Her Kürt yapılanmasının şu veya bu biçimiyle ülke içinde temsil edildiği meşru kurumlar da var. Bunların birlikte hareket etmesi için, siz ortak açıklama yapan üç parti bir sorumluluk altına da girmişsiniz, inancındayım. En azından siz HAK-PAR olarak bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Dediğim gibi, belki başlangıç için bir konferans örgütlenebilir. Kuzeyli Kürtlerin parti, grup, şahsiyet fark etmez, legal veya illegal, bu konuda iddiası olan herkesin içinde yer alacağı bir konferans başlangıç için iyi bir adım olur. Sonrasında birlik nasıl devam eder, hangi adla devam eder, konuşulmalı. Bu konuda tecrübelerimiz de var. TEVKURD tecrübesi, Avrupa’da oluşan birlik hareketleri ile yurt içinde DTK’nın tecrübesi var. Bugünün şartlarını ve Kürtlerin ihtiyaçlarını göz önünde tutarak bu tecrübelerin tümünden yararlanabiliriz. Bu konuda bir partinin ya da grubun değil, mücadelenin ihtiyaçlarını göz önünde tutmalıyız. Bu orijinal bir girişim de olabilir; bir reçetemiz yok ama bu konuya kafa yormalıyız. Önümüzdeki günler gündem yoğun olacak.

28403

Bu arada başka bir konuya da dikkat çekmek istiyorum. Biz Kürt halkının birliğinden söz ettiğimiz zaman bu birliği herkesi karşısına alacak bir birlik biçiminde düşünmüyoruz. Türk halkını karşıya almak gibi bir tasarımız yoktur. Biz bunu inkar siyasetinin karşısında olacak bir anlayış olarak değerlendiriyoruz. Kürtlerin kendi arasındaki birliği sağlayacak bir mekanizma oluşturduktan sonra mutlaka Türkiyeli demokrasi güçleriyle, Türkiye halklarıyla da, ilericileriyle de ilişki kurmalıyız. Çünkü Kürt sorunu da, demokrasi sorunu da yalnızca Kürtlerin sorunu değil ve Kürtler yalnız başına bu yükün altından kalkamazlar. Bunun için öncelikle Kürtler birliklerini pekiştirmeli, ardından ise Türkiyeli demokratlarla, barışseverlerle, ilericilerle mutlaka diyalog sağlanmalıdır. Şu önemli, adı ne olursa olsun bizim bu girişimimiz Türk halkına, Türkiye demokrasi güçlerine karşı bir girişim gibi algılanmamalı. Tam aksine eğer Kürt halkı kendi enerjisini sağlıklı bir şekilde değerlendirebilirse, güçlerini en sağlıklı biçimde sürece katarsa, bu Türkiye halklarının da yararınadır. Bu sürece ne kadar barış ve demokrasi yanlısı güç katılırsa, o kadar etkili ve yararlı olur. Bu adım, sol güçlerin de, kadın hareketinin de, Alevilerin de yararınadır. Bu nedenle girişimimizi birilerine özel karşıtlık gibi algılamamak gerekir. 

Anlaşılan iktidara karşı, inkar siyasetine karşı bir girişimdir.

Evet! Hükümete veya özel bir gruba karşı değil, yürütülen yanlış siyasete karşı bir girişimdir.

Sayın Bozyel, aktüel konulardan devam edelim, sonra diğer konuları da görüşürüz. Sizin adaylığınız üzerine de çok konuşuldu. Adayların belirlenmesinden önce gazetelere de yansıdı. Bazılarında sizin AKP’den aday olacağınız yazıldı. Sonra görüldü ki siz ile BDP arasında görüşmeler var. Ancak bağımsız adayların ilan edildiği gün sizin adınız yoktu. Sayın Selahattin Demirtaş adayların ilan edildiği gün “aday olunacak yer konusunda” uzlaşamadığınızı söyledi. Şu anda da bağımsız blok adaylarını destekliyorsunuz. Ortak deklarasyondan önce yaptığınız açıklamada, bağımsız Kürt adayları destekleyeceğinizi söylediniz. Siz ise listede yer almadınız. Bunun nedenini açıklamak mümkün mü? Niçin HAK-PAR listede yer almadı, aranızda ne türden sorunlar oluştu? Böyle olmasına rağmen ortak açıklamanız ile güçlü bir çıkış da yaptınız.

Doğrusu bu önemli bir nokta. Seçim meselesi gündeme geldiğinde biz bu sürecin Kürt ulusal hareketinin birliğine hizmet etmesi gerektiğini düşünüyorduk. Seçim işbirliğinin ulusal birlik anlamına gelmediğini biliyoruz. Bizim bakış açımız buydu. Bu nedenle işbirliğimizin prensiplere dayanmasını arzuluyorduk. Öyle bir işbirliği olmalıydı ki her kesim kendini içinde görebilmeliydi. Ancak niyetleri ne olursa olsun, muhataplarımızın bu konudaki görüşleri farklıydı ve birlik sürecine hizmet etmiyordu. Onlar seçim sürecinde sanki bizlere bir şey lütfediyormuş gibi davranıyorlardı. “Bir arkadaşınız gelip listelerde yer alsın, bir arkadaş sizden, bir arkadaşta KADEP’ten aday olsun. Birkaç Türk arkadaşımızda gelip aday olsun,” diyorlardı. Tabi o süreci yeniden gündemleştirmek istemiyorum, sadece doğru bilgilendirme için Sayın Demirtaş’ın açıklamasını düzeltmek istiyorum. Bu konuda BDP’li arkadaşlarla konuşurken onlara da söyledim. Biz sorunun bir iki milletvekilliğine indirgenmesini istemiyorduk. Öyle bir şey yapmalıydık ki birliğin resmini halkımıza gösterebilmeliydik. Adayların profilleriyle, prensiplerin belirlenmesiyle, ortak dil oluşturmayla, yani küçük bir girişim de olsa ulusal birliğin prototipini göstermeliydik. Ne yazık ki arkadaşlarımız o dönem bu sürece henüz hazır değillerdi. Daha sonradan kendilerine dönük eleştirilere hak da verdiler. BDP’li arkadaşlarımız bu sorunu bir seçim işbirliği gibi değil, sembolik bir aday gösterme gibi değerlendirdiler.

Adayların belirlenmesi konusunda da ne yazık ki iyi şeyler olmadı. İyi bir işbirliği olmasa bile, bir iki aday gösterme meselesi olsa bile, sonuçta bize karşı kendi yapılarındaki bir aday gibi davranmamaları gerekirdi. Atılacak adımlarda bizim rızamız da alınmalıydı. Sen kendi üyelerin üzerinde tasarrufta bulunabilirsin. Ancak birlikte iş yapmak istediğin bir diğer partinin üyesine karşı böyle davranmak doğru değil. “Ben şurayı uygun gördüm, buyurun şuraya gidin,” demek doğru bir yöntem değil. Bu bakış açısı doğru değildi, birliğe hizmet etmezdi ve sürece negatif etki yaptı. Bunlar yaşandıktan sonra biz sorunun Diyarbakır veya Van adaylığı, garanti gibi durumlar olmadığını söyledik. Esas olan geliştireceğimiz ortak tutum, bizlerin bu sorunu nasıl algıladığıydı. Muhataplarımıza ne kadar kıymet verdiğimiz, partimize veya diğer partilere ne kadar kıymet verdiğimiz meselesi önemliydi. Kendi dışımızdakileri ne kadar hesaba katıyoruz? Sen 10 milletvekilliği de bana versen, eğer benim görüşlerime saygılı değilsen, olmaz. Bu birliğe hizmet etmez. Bu nedenle birkaç kez de dedik, eğer aramızda bir deklarasyon olursa, bir protokol yaparsak hiç aday bile göstermeden destek veririz. Biz Kürtler arasında yakınlaşmanın oluşmasından yanayız. Bu pratik sürecin geleceğe zemin oluşturmasını istiyoruz.

Ne yazık ki olmadı. İyi bir tecrübe değildi. Peşine de düşmüyoruz. Biz arkadaşlara tutumlarının negatif olduğunu, birliğe hizmet etmediğini söyledik. Bir üstten bakış vardı; “Biz böyle buyurduk,” denildi. Biz bunu kabullenecek bir parti değiliz. 

Tam adayların YSK tarafından veto edildiğinin açıklandığı gün siz bir açıklama yaptınız, ki bu açıklamanız YSK’nin veto hengamesinde pek duyulmadı; bu açıklamada diyorsunuz ki, “Biz Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğunu destekleyeceğiz.” Blokta aday olarak da yer almadınız. Buna rağmen sizi blok adaylarını desteklemeye götüren temel neden neydi? Görünen o, bu kararınız nedeniyle partinizde de bazı tartışmalar yaşandı. Hala bile internet üzerinde bu konuyu olumlu ya da olumsuz tartışan üyeleriniz, dostlarınız var. Bu süreci hem partiniz içindeki ilişkiler boyutuyla, hem de bloğa desteğiniz açısından değerlendirebilir misiniz? Gerçi iş işleyişinizi deşmek istemiyorum ama en nihayetinde bu ilişkiler halk arasında konuşuluyor. İnanıyorum ki bunu partinizde de tartışıyorsunuz.

Partimiz plural, çok sesli bir partidir. Farklı Kürt çevrelerinden birçok Kürt içinde yer alıyor. Bu nedenledir ki partimizde tartışma yaşanması, seçim ve ittifaklar konusunda, birlik konusunda farklı görüşlerin olması çok doğaldır. Canlı dokuda bu tür tartışmalar her zaman olur. Bu tür tartışmalar otoriter partilerde, şefler tarafından yönetilen partilerde olmaz. Demokratik bir partide farklı görüşler tartışılır, ancak sonuçta bir karar alınır. Bildiğiniz gibi bu bloğun oluşumunda yer almadık. Kamuoyunun da gördüğü gibi ne kadar pozitif bir gelişme de olsa Kürtlerin arzuladığı gibi olmadı. Tüm Kürtlerin gönül rahatlığıyla içinde yer alabileceği bir oluşum gerçekleşmedi.

Tabi daha sonra başka gelişmelere tanık olduk. Örneğin Kürtler arasında büyük bir birlik isteği vardı. Bir çok insanımız, ne kadar eksik olduğunu görse de bizim bu sürecin içinde olmamızı arzuladı. Pozitif bir tablo vardı ve Kürtler bizim bu tablonun dışında kalmamızı istemedi. Bu arada kendi konumumuzu da gözden geçirdik. Partinin durumunu, seçimleri, Türkiye’deki gelişmeleri, Kürtlerin içinde bulunduğu atmosferi gözden geçirdik. Daha sonra BDP etrafında bir araya gelen bloktaki bağımsız adayları tek taraflı destekleme kararı aldık.

28404

Görüşümüze göre bu tutumumuz ezberleri bozan bir tutumdu. Bu kararımızla birlik sürecine bir kredi verdik. Kürt halkı görebilmeliydi ki biz halkımızın çıkarları gerektirdiğinde milletvekilliğini, hatta parlamentoyu bile bir tarafa bırakabiliriz. Birlik için, yakınlaşma için, barış için seçim hakkımızı da bir tarafa bırakabiliriz. Seçim sonucunda nasıl bir başarı elde edebilirdik o bir yana ama seçime katılmak elde ettiğimiz bir haktı. Tüm engellerine rağmen bu süreci sürdürebilirdik. Ama tekrar diyorum, biz Kürtlerin birliğine bir kredi vermek için bu kararı aldık. Yakınlaşmayı savunan, Kürtler arası barışı isteyen herkese bu fırsatı vermek istedik. İnanıyorum ki tutumumuz Kürt halkının geneli tarafından da olumlu değerlendirildi. 

Özel bir şey sormak istiyorum. Yıllardır her birimiz kendimizce bir çaba içerisindeyiz. Ne yazık ki Kürtler arasındaki yakınlaşma her darbe aldığında Kürt hareketinin kadroları, partilerin üyeleri arasında da düşmanca bir bakış açısı egemen olabiliyor. Bu önemli bir sorundur. Bir araya gelme eğilimi olsa bile kadroların, üyelerin bu bakış açısı engelleyici oluyor. Siz buna rağmen bir araya geldiniz, 3 parti 7 maddeli bir deklarasyon üzerinde uzlaştınız. Görünen o seçimden sonra da bu ilişki devam edecek. Peki bu belli düzeyde şekillenmiş kadro ve üyelerin olumsuz tutumu, bu süreci etkilemez mi? Bunu tabi yalnızca HAK-PAR’ın üye ve kadroları açısından sormuyorum. BDP’de de, KADEP’te de, diğer yapılarda da bu var. 40-50 yıldır siyaset içinde olan kadrolarda da bu var. Ne yazık ki bu türden kadrolarımız birbirlerine karşı müsamahakar değiller. Belki biz de bazen böyle davranmışız. Bunları birilerini özellikle suçlamak için sormuyorum. Kendim için bile aynı şeyi söyleyebilirim. Bu süreç kadrolar arasında bir yumuşamayı sağlar mı? Bu açıdan nasıl bir durumla karşı karşıyayız? Görüşleriniz nedir?

Doğrusu ben işbirliğimizin halk arasında, kadrolarda, yoldaşlarımızda pozitif bir etki yarattığını düşünüyorum. Bizim arkadaşlarımız arasında görülen eleştiriler birliğe karşı gelişen eleştiriler değil. Arkadaşlarımızın bir kısmı partinin kendi başına seçime girmesini ve bu şekilde kendini tanıtması gerektiğini düşünüyorlardı. Biliyorsunuz ki partimizin kuruluşu bir birlik sürecinin ürünüdür. HAK-PAR’ın kendisi bir birlik projesidir. Her zaman şunu söylüyoruz: Kürtler arasına genel bir birlik sağlanmadığı sürece sorun çözülmez. Elbet uzun yıllar ayrı durma, aleyhte kötü sözler söyleme, güvensizlik, aramızda derin yarıklar açılmasına neden olmuş. Bunu kabul etmeliyiz. Bu nedenle her zaman diyoruz; yakınlaşma ve birlik süreci yalnızca kağıt üzerindeki protokollerle yaşama geçmiyor. Bu sürecin pratik işleyiş içinde sınanması gerekir. Örneğin birkaç ay önce arkadaşlarımızın da içinde yer aldığı, Kürdistan’ın dört parçasından katılımla yapılan bir gençlik konferansı düzenlendi. 

Daha öncesinde benzer bir kadın konferansı da düzenlenmişti.

Doğrudur. Bu süreçte BDP’li gençler ile bizim gençlerimiz birbirlerini daha iyi tanıma fırsatı buldular. Aralarında sıcaklık oluştu. Bu çalışmanın bir yakınlaşmaya neden olduğunu gördüm. İnanıyorum ki birlikte çalışma, üretme döneminde önyargılar kısa sürede aşılacaktır. Buna zaman lazım elbet. Birbirimize bu konuda şans vermeliyiz. Hem kendimize, hem muhatabımıza, hem de yıllardır zihnen negatif şekillenmiş kadrolarımıza bu şansı tanımalıyız. Tabi bu görev yalnızca HAK-PAR’ın değil. Herkes birliğin gereklerini yerine getirmelidir. Bu eğitimle olur, açıklamalarla olur, sıcak ve güven verici mesajlarla olur, ortak iş yaparak olur; yani işbirliğinin sonuçlarını gözlerimizle de görebilmeliyiz. Yarın anayasa üzerine konuşacağız, diğer konularda görüş alış-verişi yapacağız; kadrolar bunların olumlu sonuçlarını görünce sürece daha fazla motive olurlar. 

Madem anayasa konusuna geldiniz, biz de yeni anayasayı konuşmaya başlayalım. Aktüel süreç canlıdır. Seçimden sonra da devam edecek. Ancak seçimlerden sonra herhalde en önemli konulardan biri de yeni anayasa konusu olacak. Şu an parlamentoda temsil edilen tüm partiler, siviliyle, sendikasıyla, iş adamından işçisine Türkiye’deki farklı görüş açılarına sahip tüm güçler artık 12 Eylül Anayasası’nın değişmesi gerektiğinden söz ediyor. Siz seçimden sonra yeni bir anayasanın yapımını mümkün görüyor musunuz? Bunu şunun için soruyorum. AKP’nin gidişatı nedeniyle bazı şüpheler de var. Her geçen gün AKP sözlerinden geri adım attı. Hatta ciddi bir karşı çıkış sürecine girmiş denilebilir. Siz bu yeni anayasa yapım sürecini, taleplerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Elbet seçimlere kadar bir şey olmayacağını biliyoruz. Bu süreç seçimden sonra yaşanacak gibi. 

Sizin de dediğiniz gibi bu süreç doğrusu daha çok AKP’nin tutumuna bağlıdır. Gündeme getiren de o. Referandum ile Anayasa’da kısmi değişiklik yapılmasının öncülüğünü AKP yaptı. Referandum sürecinde yeni bir anayasanın gerekliliği toplum tarafından da anlaşıldı. Tartışmalar sürecinde de gözlendi ki her ne kadar iyi bir adım atılmış olsa bile bu yeterli değildi. Bizim seçim dönemindeki yaklaşımımız da bu nedenle ‘Yetmez Ama Evet’ üzerine kurulmuştu.

 Birçokları da AKP’nin ‘Yetmez Ama Evet’ diyenleri kendi lehine kullandığını belirtiyor.

Ben bu kanaatte değilim. Benim de arkadaşlarımın da görüşü o ki geçtiğimiz süreçte, hem referandum, hem de açılım sürecinde çözüm için iyi adımlar atıldı. Ö dönemin tartışmaları, Kürt sorununa dönük programlar, yazılanlar çizilenler bile başlı başına olumlu adımlardı. Örneğin o dönem birçok tabu kırıldı. Birçok korku yenildi, o tartışmalar sırasında. Örneğin Türkiye için Abdullah Öcalan’la yapılan görüşmeler tabuydu. Başbakan Erdoğan referandum döneminde Abdullah Öcalan ile görüştüklerini açıkladı. Birçok kişi bu açıklama ile Erdoğan’ın oylarının düşeceğini sandı. Ama referandumda değişiklik paketine % 58 evet oyu çıktı. Bu durum, halkın önemli bir bölümünün Öcalan ile görüşmelere, açılıma hazır olduğunun, sorunun çözümünü istediğinin de göstergesi olarak kabul edilebilir. Tabi bu, yeni bir anayasa yapımı isteği olarak da değerlendirilebilir. Artık yeni anayasa, Türkiye’nin gündemindedir. AKP belki bir müddet geriletmek isteyebilir. Ama anayasa yapımının tümüyle askıya alınması mümkün değil. Anayasanın iki yönü önemlidir. 

Kusura bakmayın, sözünüzü kesiyorum. Görüşüm odur ki seçimden sonra kim hükümet olursa olsun artık iyice anlaşıldı ki 12 Eylül Anayasası Türkiye’nin önünü açamaz. Bu anayasayı yamalarla yenilemek de mümkün değil. Bir değişim gereklidir; doğrusu bu değişim nasıl olacak, merak ediliyor. Bu konuda Kürt partileri olarak, örneğin HAK-PAR olarak bir anayasa önerisi hazırlayabilirsiniz. BDP yapabilir, KADEP yapabilir, tüm partiler yapabilir. Ancak bilinen odur ki anayasa bir toplum sözleşmesidir. Devlet ile halk arasındaki ilişkileri düzenliyor. 

Hem halkın kendi arasındaki, hem de devletle olan sözleşmesidir.

Bu da önemli bir süreçtir. Üstünde durmak lazım. Peki nasıl olacak?

2002.jpgBir şeyi belirtmek istiyorum. Birincisi yeni anayasa Türkiye açısından alabildiğine önemlidir. Çünkü Türkiye tarihinde ilk kez sivillerin eliyle bir anayasa yapılması söz konusudur. İkincisi mevcut anayasa, faşist generallerin eliyle yapılmış. Başta hukukçular herkes, bu anayasanın bir meşruiyetinin olmadığını söylüyor. Bu nedenledir ki yalnız Kürtler değil, Türkiye halkının bu ayıptan kurtulması gerekir.

Kürtler açısından da şu önemli: Artık geçtiğimiz yüzyılın siyaseti tıkanmıştır. Kürtleri yok sayma, inkar ve asimilasyon politikaları iflas etmiştir. Bu nedenle Kürtler ve Türkler arasında, Türkiye toplumunun kendi arasında yeni bir mutabakata ihtiyacımız var. Türkiye artık kendini 21. yüzyıla dönük olarak dizayn etmelidir. Kendini yeniden tanımlamalıdır. Bu nedenle yeni anayasa Kürtler açısından da, Türkiye toplumunun geneli için de önemlidir.

Kürtler açısından değerlendirince, biz parti olarak Türkiye’de bir federasyondan yanayız. Peki ilk aşamada bu mümkün görünüyor mu? Bunu bilmiyoruz, ama mümkün olmasa bile yeni anayasa aracılığıyla buna yol açabiliriz. Bu da, görüşümüz o ki sistemin ademi merkeziyetçi bir biçimde yeniden yapılanmasıyla mümkündür. Üniter devlet terk edilip, ademi merkeziyetçi sistem yaşama geçirilmelidir. Yani yerel iktidarlaşmanın önü açılmalıdır. Adım adım federasyona kadar giden tüm yollar açılmalıdır. Bu konuyla ilgili partimizin hazırladığı bir anayasa taslağı var. Bir taraftan federasyon isteğimizi yineliyoruz, ancak bunun bir süreç işi olduğunu belirterek ilk etapta yaşama geçirilmesinin mümkün görünmediğini yazıyoruz. Tabi İspanya örneğinde olduğu gibi ademi merkeziyetçi sistemin önü açılırsa bizim istemlerimizin önü de gelecekte açılır.

Bu taslağımız şu anda arkadaşlarımız arasında, aydınlar arasında tartışılıyor. Bu süreci tamamladıktan sonra üç partinin ortak deklarasyonunda da belirttiğimiz gibi bu konuda da ortak bir siyaset üretmeliyiz. En azından bu üç partinin yanı sıra diğer Kürtlerle birlikte bir taslak sunabilmeliyiz. Kuşkusuz bu taslağımız yüzde yüz kabul görmeyecektir. Ama önerilerimiz mutlaka dikkate alınmalıdır. Bu önerilerimizin dikkate alınmaması Kürt sorununun gündemde kalacağının, kanın akmaya devam edeceğinin, sorunun devam edeceğinin belirtisidir. Bu nedenle Türkiye’de, ki bu kanaatimi halen koruyorum, bir çok parti seçime konsantre olmuş durumda; ancak seçimden sonra Türkiye asıl gündemine geri dönecektir. 

Yalnız başına yeni anayasa değil. Zaten yeni anayasa da Kürt sorunundan kaynaklı tartışılıyor. Çoğu kez Türkiye’de Kürt sorunu olmasaydı, yeni anayasada bu kadar tartışılmazdı, diyorum.

Kuşkusuz yeni bir anayasa yine de gerekliydi. Generaller eliyle yapılan bu anayasa Türkiye halkları açısından da bir ayıptır. Türkiye yine kendi gündemine dönecek. Bu gündem nedir? Kürt sorunudur, dünya standartlarına uygun bir demokrasidir, sivil parlamento ile ordu arasındaki ilişkilerin düzenlenmesidir, laiklik ile ilgili sorunlardır. Bu birkaç madde, Türkiye’nin asli sorunlarıdır. Türkiye bu sorunlara çözüm bulmalıdır.

Bir şey daha belirteyim: Türkiye Ortadoğu’da kendini hep model olarak tanıtır. Ancak görüyoruz ki Türkiye’nin etrafındaki ülkeler, yani Türkiye’nin model olarak gösterildiği ülkeler Türkiye’yi aştılar. Tunus’ta, Mısır’da yaşanan değişimler, Suriye’de baş gösteren sorunlar gösteriyor ki değişim rüzgarları, demokrasi talepleri gelip Türkiye’nin sınırına dayanmış durumdadır. Bildiğiniz gibi Irak Kürdistanı bölgesi özgürdür. Diyebilirim ki Türkiye Kürt sorunu konusunda Arap ülkelerinden bile geridir. Sadece son 30 yılda yaşananları göz önüne alsak bile benzer uygulamaların ne Mısır’da, ne Suriye’de, ne de Tunus’ta yaşanmadığını görebiliriz. Bu kadar işkence ve katliam oralarda yaşanmadı. Bu nedenledir ki komşularda yaşanan bu değişimler, bölgedeki gelişmeler Türkiye’nin değişim sürecini de hızlandıracaktır. 

Tam bu noktada aktüel bir soruyla devam etmek istiyorum. Son günlerde epeyce tartışıldı. Geçtiğimiz günlerde Abdullah Öcalan’ın bir açıklaması vardı. DTK toplantısından sonra Aysel Tuğluk’un konuşması da basında ve kamuoyunda genişçe tartışıldı. Öyle iddia edildi ki seçimden sonra çok kötü şeyler olacak. Olabilir değil, olacak biçiminde telaffuz edildi. Tabi Aysel Tuğluk daha sonra bu açıklamasını düzeltti, asıl söylemek istediğinin anlaşılan şey olmadığına dikkat çekti. Aysel hanım konuşmasını, “Eğer bu sorun çözümsüz kalmaya devam ederse, Kürtler çözüm sürecine dahil edilmezse, devlet ve diğer güçler barış yolunu açmazsa kötü şeyler yaşanacak. Bunu bir ihtimal olarak söylüyorum,” şeklinde düzeltti. Gerçekten seçimden sonra örnek olarak verilen Mısır, Tunus veya Suriye’de yaşananlara benzer şeylerin Türkiye’de yaşanması ihtimali var mı? Yani büyük bir karmaşanın, çatışmaların yaşanması bir ihtimal dahilinde mi? Halk arasında, büyük medyada, birçok yerde bu ihtimal de tartışılıyor. Siz HAK-PAR olarak seçimden sonraki süreci bu açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Seçimden sonra Türkiye’nin geleceğini tayin etme konusu AKP’nin elindedir. Bunu kabul etmeliyiz. AKP, nasıl bir çoğunlukla gelir bilinmiyor ama yine parlamentoda büyük çoğunluğu alacak partidir. Hükümeti de onlar kuracak. Eğer bu seçim dönemindeki sert ve ırkçı tutumunu sürdürmeye devam ederse karışıklık artacaktır, eskisinden kötü olacaktır. Görünüyor ki Kürtler inkar siyasetine, kimlik saygısızlığına artık tahammül etmiyorlar. Ben AKP’nin de, CHP’nin de bu sürecin önünü kesebileceğine inanmıyorum. Çünkü bir kriz durumunda AKP’de, CHP’de bunun altında kalır. Bunun faturası yalnız Kürtlere çıkmaz. Faturanın bedelini herkes öder. Bu nedenle seçim sonrası gelişecek olumsuzluklara ihtimal vermiyorum. Ama teorik olarak bu her zaman mümkündür.

İkincisi, siteniz aracılığıyla bir şey daha belirtmek istiyorum: Nasıl ki devlet bunun farkında, Kürtler de son 30 yılın tecrübesiyle gördüler ki artık şiddet siyasetiyle bir yerlere varmak mümkün değil. Hatta şiddet siyasetinin rolünü tamamladığını söyleyebiliriz. Eski tarz siyaset geride kaldı. Artık yeni bir dönem başlamalı. Biz dağ yolu yerine sivil siyaseti tercih ediyoruz. Bununla bağlantılı sivil itaatsizliği, demokratik mücadeleyi teşvik ediyoruz. Bu nedenle elimizden geldiğince barışçıl yöntemlerin egemen olması için çabalamalıyız. Bilmemiz gerekir ki Kürt halkı da artık şiddeti benimsemiyor; yorulmuştur.

Kürt halkı son 30 yılda büyük bedeller ödedi. Canını verdi, malını verdi, ülkesini terk etti, sürgünlere gitti. Tüm bu nedenlerden dolayı Kürtler yoruldular. Kürt partileri bu gerçekliği göz önüne almak zorundalar. Sivil itaatsizlik eylemlerinde, bu tabloyu da gön önünde tutmaları gerekir. Yapacağımız her şeyde Türk halkının sempatisini de önemsemeliyiz.

Bir örnek verirsek, YSK’nın kararı yalnız Kürtler arasında değil Türkiye halkları arasında da ciddi bir tepkiyle karşılandı. Neredeyse her kesim YSK’nin anti demokratik tutumuna karşı tavır aldı. Bunun karşısında Kastamonu’da, Yüksekova’da yaşanan gelişmeler ise riskli, tehlikeli bir sürecin işaretleridir. Oysa biliyoruz ki Türkiye’de savaşın devamından yana bazı karanlık güçler hala var. Bunlar hem Kürtleri provoke etmenin, hem de AKP’yi tamamen ırkçı bir çizgiye çekmenin hesaplarını yapıyorlar. Bu fırsatı onlara vermemeliyiz. Özellikle Yüksekova’da yaşanan olay alabildiğine kötü bir örnektir. Biz Kürtler bu konuda alabildiğine duyarlı olmalıyız. Biliyorsunuz 1990’lardan sonra bazı güçler PKK’yi de, Hizbullah’ı da maniple ederek binlerce Kürdün ölümüne neden oldular. Yaşanan gelişmelerden pişmanlık duyuyoruz. Kürtler böylesi bir yanlışı bir daha yapmamalı. Hala da böyle bir durumdan istifade etmek isteyenler vardır. Bu nedenledir ki biz Kürt partileri, yani BDP, HAK-PAR, PKK ve diğerleri sürecin hassasiyetini görmeliyiz. Elbet haklarımızı elde etmek için meşru her aracı kullanmalıyız. Ancak Türk ve Kürt halkını karşı karşıya getirecek, haklı ve meşru davamızı kamuoyu karşısında gölgeleyecek gelişmelerden de uzak durmalıyız. 

Şöyle bir şey de var. Yıllardır büyük bir savaş yaşanıyor. Bu savaş nedeniyle büyüyen, palazlanan bazı kesimler de oldu. Bu ihtimalleri de göz önünde tutmalıyız. Ergenekon örgütünden bahsediliyor. Görünen o Ergenekon örgütü hala ayaklarının üstünde ve gücünü nispeten koruyor. Onlar da siyasete etki edecek durumdalar. Onlar barışçıl, sivil, demokratik siyasetin egemenliğini engellemek için çaba harcamaya devam edecekler gibi. Seçim dönemindeki politikalardan da görüyoruz ki AKP, CHP, MHP söylemleriyle bu kesimlerin politikalarına hizmet ediyorlar. Bu konuda yalnız Kürtlere mi sorumluluk düşüyor? Kürtler dışındaki bu adını saydığım kesimlerin de bir sorumluluğu yok mu?

Elbette… Ta başından beri diyoruz, Kürt sorununun çözümü öncelikle devletin görevidir. Ardından parlamento sorumludur, hükümet sorumludur, parlamentoda temsil edilen partiler sorumludur. Hatta bu sorun medyanın, üniversitelerin, Türk halkının, sorunudur. Bunlar açıktır. Ancak şunu bilmek gerekir. Biz Kürtler bir tarafız. Eğer biz rolümüzü iyi oynamazsak bu süreç olumsuz ilerleyecektir. Açılım sürecine müdahale etmeliyiz, derken kastımız buydu. Referandum döneminde birlikte müdahil olalım, dediğimizde kastımız buydu. Bugün de birlikte imzaladığımız deklarasyonda kastımız odur ki pasif bir aktör olmayalım. Yalnızca devleti ve hükümeti beklemeyelim. Yalnızca yerimizde oturup şikayetçi olmayalım. Aynı zamanda sürece müdahil olmamız gerekir. Önerilerimizle, inisiyatif geliştirerek sürecin önünü açalım. Tabi Kürtler istese bile yalnız onlarla bu sorun çözülmez. En büyük sorumluluk burada hükümetin boynundadır. Sistem bu sürecin sorumlusudur. Bu açıktır. Yalnız Kürtler bir taraf olarak pozitif bir rol oynamalıdır. Nasıl ki Irak Kürdistanı’nda Kürtler bir araya geldiğinde sürecin rengi değişti, ki bugün siyaseten rakip olmalarına rağmen iki büyük Kürt partisi arasında stratejik birlik hala sürüyor, bugünde biliyorlar ki bir arada olmasalar tehlike yakalarını bırakmayacak. Eğer milli bir siyaset yürütmeseler kazanımlarını koruyamayabilirler. Bu nedenle, bir kez daha diyorum, hükümetin ve devletin sorumluluklarını sürekli hatırlatmalıyız, ama biz de bu sürecin sorumlularındanız. 

Son sorum, Diyarbakır Cezaevi üzerine. Siz de uzun yıllar Diyarbakır 5 Nolu’da yattınız. Doğrusu o cezaevi büyük bir felaketti. Programınızda Diyarbakır Cezaevi için de bir istem var. Son süreçte Diyarbakır Cezaevinin müze olması için bir çalışmanızda oldu. Bu konuyla ilgili özel ilgilendiğinizi de biliyorum. Bu konuda bir şeyler söyleyebilir misiniz?

Diyarbakır Cezaevi, Kürt direniş tarihinde önemli bir aşamadır. Bu nedenle Kürt sorununun çözümünde, Türkiye siyasetinin değişiminde Diyarbakır Cezaevi sorununa önem atfediyoruz. Bu cezaevinin sembolik bir yanı da var. Türkiye Kürtlerle barışmayı, eski kirli siyasetinden vazgeçmeyi düşünüyorsa, Kürt halkına barış ve özgürlük mesajları vermek istiyorsa, buna Diyarbakır Cezaevinden başlayabilir. Diyarbakır Cezaevini müzeye dönüştürebilirler. Burası öyle bir müze olmalı ki işkenceye, kan içiciliğe, faşizme karşı özgürlük ve demokrasi bilincini sürekli diri tutmalıdır. Bu nedenle parti olarak, 12 Eylül referandumunun hemen akabinde, 13 Eylül günü Diyarbakır’da 12 Eylül generalleri aleyhine dava açtık. 

Bu dava halen sürüyor mu? 

Bu arada ifadelerimizi de aldılar, bazı adımlar da attılar. Ancak bu meselenin peşini bırakmayacağız. Çünkü Diyarbakır Cezaevi sorunu yalnızca hukukun ve mahkemelerin sorunu değildir. Kürt ve Türk halkı bu davanın takipçisi olmalıdır.

Umarım bu davanın takipçisi olurlar. Ne yazık ki zaman çabuk geçti ve söyleşimizin sonuna geldik. Bir kez teşekkür ediyorum. Çalışmalarınızda başarılar diliyor ve bir kez daha teşekkür ediyorum. 

Ben de teşekkür ediyor ve şahsınızda tüm gençlerimize, siyasetçilerimize, adaylarımıza başarılar diliyorum. İyi geceler

Kaynak: www.ilkehaber.com

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.