21 Kasım 2024
  • İstanbul7°C
  • Diyarbakır9°C
  • Ankara15°C
  • İzmir19°C
  • Berlin0°C

KÜRT SİYASETİ GERÇEKTEN KÜRTÇEYE DUYARLI MI?

Kürtçenin yaşaması Kürtlerin en stratejik, en varoluşsal, en başat, en acil sorunudur. Kürtçenin kaderi Kürtlerin kaderidir... Roşan Lezgîn yazdı.

Kürt siyaseti gerçekten Kürtçeye duyarlı mı?

01 Eylül 2013 Pazar 17:07

Herkesin, her kesimin çok iyi bildiği gibi, özellikle son yıllarda, köylerin boşaltılması sürecinden sonra, Kürtçe (Kurmancî ve Zazakî lehçeleri) hızla erimekte, yeni nesiller dilden tamamen uzaklaşmaktadır. Kürtçenin yaşaması ve yeni nesillere aktarılması konusunda  Kürtçe Eğitim (Anadilde Eğitim) hayati derecede önemlidir. Daha da geç olmadan, iş işten geçmeden, Kürtçe elimizden tamamen kayıp gitmeden bütün Kürtler, Kürtçenin yaşamasını isteyen herkes, bu konuda var gücüyle mücadele etmelidir. Kürtçenin yaşaması Kürtlerin en stratejik, en varoluşsal, en başat, en acil sorunudur. Kürtçenin kaderi Kürtlerin kaderidir.

Şu aşamada “Seçmeli Dil Dersi” imkanı, Kürtçenin yaşaması için bir ara imkan olarak ya da Anadilde Eğitimin bir ön safhası olarak değerlendirilmeli, Anadilde Eğitime altyapı oluşturacak, kapı aralayacak önemli bir imkan olduğundan, desteklenmeli, sahip çıkılmalı ve sonuna kadar kullanılmalıdır. Ama ne yazık ki anlaşılmaz bir şekilde, Kuzey Kürdistan'ın büyük-küçük fark etmez, tüm siyasi hareketleri, sivil toplum örgütleri, konuşan-yazanları, öğretmenleri, aydınları, akademisyenleri vs şahsiyetleri iki yıldır Seçmeli Dil Dersi imkânından yararlanma konusunda sessiz ve suskundurlar!

Şimdi bu imkândan yararlanmayan, bu imkâna yüz çeviren, özellikle bu imkâna karşı duran Kürt siyasi hareketlerinin, yarın öbür gün Anadilde Eğitim fırsatı doğarsa, bugünkü tavırlarına bakarak böyle bir imkâna da yüz çevirecekleri, sessiz kalacakları kuşkusunu taşımamak elde mi? Daha doğrusu ara sıra yarım yamalak bir şekilde “Anadilde Eğitim hakkı istiyoruz” diyen Kürt siyasi partilerinin, bu taleplerinde ciddi bir çaba içerisinde olmadıkları çok açıktır.

Kürtlerin bağımsız birleşik Kürdistan devleti olmazsa bile, eğer örneğin Güney Kürdistan’daki gibi kendi toprakları üzerinde kendi yönetimlerine sahip olurlarsa elbette Kürtçe ilelebet yaşama ve gelişme şansına kavuşacaktır. İdeal olanı, her millet kendi anadiliyle, kendi kendini yönetmesidir. Peki ya biz Kuzeyli 20-25 milyon Kürt için bu imkân olmazsa, daha doğrusu Kuzey Kürtleri için böylesi bir hedefin şu an uzak olduğunu var sayarsak, nasıl yapmalı? Bu durumda elbette Anadilde Eğitim talebi, daha acil bir şekilde öne çıkarılmalıdır. Bunu sağlamak için herkes, hepimiz samimi bir şekilde çabalamalıyız.

Anadilde Eğitim imkânına sahip olmamamız Seçmeli Dil Dersi (bu yıl 5 ve 6. sınıflarda) imkânından yararlanmamıza engel değil, olmamalı da! Üstelik şu an var olan Seçmeli Dil Dersi imkânının, Kürtçe Ana Dilde Eğitim için gerek kadro gerekse materyal açısından altyapı sağlayan, Kürtçe Eğitimi kolaylaştıran çok önemli bir fırsat olduğu bu kadar açık iken, yine de böyle bir imkân yokmuş gibi davranmak, bunu ötelemek, buna duyarsız kalmak normal bir davranış değildir!

Türk yönetimi, 1950’li yıllara kadar “Kabahatler Kanunu”na göre Kürtçe konuşulan her sözcük başına Kürtlere ceza kesiyordu. Kürtçe konuşmanın “kabahat” olarak muamele görmesi, egemen Türk yönetiminin biz Kürtlere yıllarca uyguladığı tarihte eşine rastlanmayan, aşağılayıcı, onur kırıcı, küçük düşürücü, çirkin bir muameleydi, bir insanlık suçuydu. Bu utanç elbette uygulayanlara aittir. Çok partili sisteme geçişle, Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle, ve daha başka kimi nedenlerden dolayı, bu uygulamadan vazgeçildi ancak Kürtlerin Kürtlüklerinden dolayı aşağılanması sürekli devam etti, ediyor. Örneğin, Türk devletinin dördüncü cumhurbaşkanı Cemal Gürsel 1960’larda Diyarbekir’de halka hitap ederken, biz Kürtlerin gözünün içine bakarak “Kürdüm diyenin yüzüne tükürün!” dedi. Daha dün, bugünkü Türk hükümetinin önemli bir yetkilisi “Kürtçe medeniyet dili mi ki eğitim hakkı verilsin!” dedi. Bundan daha aşağılayıcı, onur kırıcı bir muamele olur mu? 1925 Diyarbekir ve çevresindeki katliamlar, Zilan toplu kıyımı, Dersim soykırımı, son yıllarda dört-beş bin köyümüzün, kasabamızın yakılıp yıkılması, insansızlaştırılması, zamana yayılmış faili meçhullerle aydınlarımızın yok edilmesi, zindanlar, işkenceler, tecavüzler bile bu aşağılanma karşısında çok naif ve masum kalır! Bu, bir milleti millet olarak topyekûn aşağılamaktır, bir milletin onurunu kırmaktır. Bundan daha aşağılayıcı bir muamele ne olabilir ki?

1990’lı yılların başlarına kadar Kürtçe, bu kez yazım alanında çok katı yasaklarla karşılaştı. Bundan dolayı, örneğin, 1899’da yayımlanan bir kitaptan sonra 1990’lı yıllara kadar, 100 yıllık bir zaman diliminde bir daha Kürtçenin Zazakî lehçesinde herhangi bir kitap yayımlanmadı. Ama 1990’lı yılların sonundan başlayarak Türkiye’nin AB’ye girme isteği neticesinde istemeyerek de olsa kimi açılım paketleri yürürlüğe konulunca Kürtçe (Zazakî ve Kurmancî lehçeleri) yayımcılığı için de nispeten kapı aralanmış oldu; Kürtçe dergi, gazete ve kitaplar ardı ardına yayımlanmaya başlandı.

İşte bu durum, yani Kürtçe yayımcılığın serbest bırakılması, o döneme göre biz Kürtler için çok önemli, çok değerli bir imkândı. Biz de bu sınırlı, cılız imkândan çok güzel yararlandık; Kürtçe sözlükler, doğru yazım ve gramer kitapları doyurucu bir şekilde bir bir ortaya çıkmaya başladı. Kürtçe edebiyatta adeta Rönesans yaşandı denilse hiç de abartı olmaz. Örneğin, daha önce 1988’de İsveç’te Zazakî lehçesinde yayımlanan bir şiir kitabı haricinde herhangi bir edebi kitap yok iken, yaşadığımız son on yılda yayımlanmış sadece roman, öykü ve şiir kitaplarının sayısı 50 civarındadır. Kurmancî lehçesindeki gelişmeler ise takip edilemeyecek derecede ileri ve büyüktür. 

2006 yılından itibaren bu kez Kürtçe kursların açılmasına imkân sağlayan yeni düzenlemeler neticesinde Kürtçe kurslar açıldı. Bu kurslarda binlerle ifade edilebilecek genç nesil insanlarımız, Kürtçe alfabeyi tanıdı, Kürtçe (Zazakî ve Kurmancî) okuma yazmayı öğrendi; epeyce bir Kürt edebiyatı okur çevresi oluştu. Daha sonra kimi üniversitelerde “Türkiye’de [Hâlâ!] Yaşayan Diller” esprisiyle enstitüler kuruldu.

Bunlar, çok cılız, devlet kontrolünde oluşan, devletin dış politikasında muhatap olduğu can sıkıcı soruları ortadan kaldırmak için yapılan “göstermelik” açılımlar olmasına, açıkçası bu kez Kürt dilini “göstererek” itibarsızlaştırmayı, gereksizleştirmeyi hedefleyen bir politika izlenmesine rağmen yine de Kürt şahsiyetlerin samimi çabalarıyla Kürtçe, şimdi de eğitim alanında çok önemli gelişmeler sağlamış durumdadır. Örneğin, şu an birçok genç öğretmen adayı Kürtçe öğretim formasyonuna sahiptir, birçok Kürtçe ders materyali oluşmuş durumdadır… Yine daha önce az buçuk gelişen Kürtçe edebiyatı okur çevresi katlanarak büyümüştür. Bunun etkisini, örneğin, birkaç yıldır Diyarbakır’da düzenlenen TÜYAP kitap fuarındaki Kürtçe kitap satışlarından da anlayabiliriz. İşte birbirini izleyen, şimdi baktığımızda çok basit ve değersiz görünen ama dönemine göre Kürtçe için hayati derecede olan açılımlar bile Kürtçe için çok önemli imkânları beraberinde getirmiştir.

TRT6 kanalının açılması bile Kürtçe konuşmayı rahatlatan, örneğin devlet dairelerinde Kürtçe konuşulmasını meşrulaştıran, Türkiye’nin batısında masumca Kürtçe konuşan Kürtlere faşist-ırkçı saldırıların gerilemesini sağlayan bir etki yarattığı çok açıktır.

Biz Kürtler, çok derinlikli olmasa da, bence bu tür kontrollü imkânlardan bile iyi derecede yararlandık, yararlanıyoruz.

Eğer bugün diğer küçük açılımlar gibi Seçmeli Dil Dersi imkânından da doğru bir şekilde yararlanırsak, devlet kontrolündeki bu cılız ve güdümlü imkânı lehimize çevirerek Kürtçenin önünü ilelebet açma şansını yakalayabiliriz. Bu, tartışılmayacak kadar somut bir gerçektir. Diyelim ki bugün Kürtler bir kampanya başlatarak 5. ve 6. sınıflarda okuyan çocuklarına Kürtçe Seçmeli Dersi tercih ettirseler, bu, en az yüz bin çocuk demek. Yüz bin çocuk ise binlerce sınıf, dolayısıyla da binlerce öğretmen kadrosu demektir. Ve bu, en azından üniversite mezunu yoksul binlerce Kürt gencine açılan yeni bir iş sahası demektir.

Bunlar uzak, hayali şeyler değildir. Soluduğumuz hava, içtiğimiz su kadar bize yakın bir imkândır. Bu imkân, şu an bize ait ve avuçlarımızın içindedir. Ama anlaşılmaz bir şekilde biz Kürtler bu önemli imkâna yüz çevirmiş durumdayız! Görmezden duymazdan geliyoruz! Daha önceleri çok güzel yararlandığımız imkânlar gibi Seçmeli Dil Dersi imkânından aynı şekilde yararlanmıyoruz. Bu imkânı, daha büyük bir imkânın kapısını aralamak için kullanmıyoruz. Neden?

Bu sessizliğin, bu vurdumduymazlığın, bu aymazlığın, bu sinir edici, kahredici suskunluğun nedeni ne?

Kürtçede (Zazakî ve Kurmancî) sözlüklerin, gramer ve dil dersi kitaplarının, edebiyatın oluşturulması, dilsel çalışmaların yapılması, ağırlıklı olarak bireysel faaliyetlerdir. Kürtçe kitapları yayımlayan yayınevlerinin kurulması ve finansmanının sağlanması da bireysel teşebbüslerdir. Bu tür çalışmalar, Kürt aydınlarının, Kürt şahsiyetlerinin göreviydi ve onlar da bunu yerine getirdi. Son yirmi yıllık bir dönemde Kuzey Kürdistanlı aydınların, bütün eksiklik ve yetmezliklerine rağmen, yaptıkları en büyük iş budur. Kürtçenin gelişmesi konusunda Kürt yazar, aydın ve dilbilimcilerin üzerlerine düşen görevi yerine getirdikleri, hakikaten büyük bir performans gösterdikleri, bununla da göz kamaştırıcı gelişmeler sağladıkları apaçık ortadadır. Bu vesileyle buradan hepsini tek tek kutluyor ve çabaları önünde saygıyla eğiliyorum. Ama İlköğretimde okuyan çocuklarımız için Seçmeli Dil Dersi olarak tanınmış olan Kürtçe (Zazakî ve Kurmancî) öğrenme hakkından yararlanmak öncekiler gibi bireysel faaliyetler, yani şahısların, yazarların işi olmaktan çıkmıştır. Bu haktan/imkândan yararlanmak, bu hakkı kullanmak artık toplumsal bir iştir, genel bir refleks gerektirir. Açıkçası bu konuda görev artık siyasetindir!

Özellikle Kürtler adına siyaset yapan en başta BDP olmak üzere, HAK-PAR, KADEP, HÜDA-PAR gibi partilerin, yine NÛBIHAR, DDKD, AZADÎ gibi bir tabana veya çevreye sahip derneklerin, inisiyatiflerin, EĞİTİM-SEN şubelerinin, bütün meslek odalarının, İHD ve MAZLUM-DER gibi belli bir toplumsal duyarlılığa sahip insan hakları örgütlerinin, bu imkandan yararlanma konusunda inisiyatif almaları, halka öncülük etmeleri gerekmiyor mu? Neyi bekliyor artık bunlar? Bunca kasvetli sessizlik neden?

BDP’nin “Biz bu kırıntı hakka tenezzül etmeyiz, çünkü biz anadilde eğitim istiyoruz” veya “Bunlar AKP hükümetinin bilmem nesi” gibi ifadelerle itiraz etmesi, Kürtçenin geleceği ile ilgili bir öngörüsüzlük olduğu şüphesini doğuruyor. Elbette anadilde eğitim hakkı istemek çok değerli, çok önemlidir, olması gereken bir taleptir. BDP, Anadilde Eğitimde var gücüyle ısrar etmelidir ama Seçmeli Dil Dersi imkânından yararlanmak, Anadilde Eğitim hakkını talep etmeğe engel değil ki! Örneğin BDP, haklı olarak sürekli %10 barajının inmesini talep etmektedir. Ama baraj %10 olduğu için de seçimlere katılmaktan vazgeçmemekte, aksine parlamentoya girebilmek için var olan/olmayan tüm imkânları zorlamaktadır. Fakat konu, günden güne eriyen, kaybolmakta olan Kürtçe olunca, neden “daha büyüğünü almadan buna tenezzül etmem”de ısrar ediyor? Bu doğru bir tavır değildir.

Kürt siyasetinin vakit kaybetmeden bu anlayışını değiştirmesi, bu konuya bir an evvel el atıp Kürtçe için bir şeyler yapması gerekmektedir.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.