KÖŞE YAZARLARI ÖCALAN'IN ÇAĞRISINI NASIL YORUMLADI?
Cezaevlerindeki açlık grevlerinin Abdullah Öcalan'dan gelen çağrıyla sonlandırılmasını gazetelerin yazarları nasıl değerlendirdi...
19 Kasım 2012 Pazartesi 10:06
Cezaevlerinde 12 Eylül'den beri süren açlık grevlerinin Abdullah Öcalan'dan gelen çağrıyla sonlandırılması konusunda bugünkü gazetelerde pek çok değerlendirme yer aldı. Değerlendirmelerde yapılan tespitler arasında çoğu zaman benzerlik, yer yer de zıtlıklar olduğu görülürken, Sabah, Sözcü ve Yeni Şafak'ın köşelerinde bu gelişmeye ilişkin bir sessizlik dikkat çekti. Sabah'ta karikatürist Salih Memecan da konunun dışında kalmayı tercih etti.
Akyol'dan Öcalan'a tavsiyeler
Taha Akyol, Hürriyet'teki "Çözüm için küçük bir model" başlıklı yazısında şöyle diyor: "Ankara'daki hava şu: 'Öcalan'ın açlık grevlerini sonlandırmasıyla 'iyi bir iklim' oluştu. Öcalan ve BDP makul davranırsa, bu şekilde terör ve Kürt sorunu da çözüm yoluna sokulabilir!' Fakat Ankara’da, daha önceki örneklerde olduğu gibi Kandil'in "bu iklimi sabote etmek için" sansasyonel eylem yapabileceği kaygısı da var. Hatta Duran Kalkan ve Fehman Erdal gibi isimlerin 'Önderlik tutsaktır, özgür iradesini söyleyemiyor, onu özgürlüğüne kavuşturmak için devrimci savaşı tırmandırmalıyız' gibi aslında Öcalan’ı etkisizleştirmeyi amaçlayan sözleri de biliniyor. Öcalan ise bir yandan açlık grevini bitirmek gibi barışçıl jestler ve konuşmalar yapıyor, öbür yandan Kandil'in paralelinde sözler sarf ediyor, dağın da hâkimi olduğunu göstermek için... Öcalan şunu görmeli: Terör sürdüğü müddetçe Öcalan’ın kapısını hiç kimse aralayamaz; af falan hayal bile edilemez. Fakat Öcalan terörün bitmesinde de aktif tavır alırsa, kamuoyundaki imajı değişir, demokratik süreç gelişir. Açlık grevlerini bitirmesiyle oluşan 'iklim' bunun küçük bir numunesidir..."
"Açlık grevleri için hasar tespit raporu"
Ahmet Hakan, "Açlık grevleri için hasar tespit raporu"na şöyle başlıyor: "Türkiye 'gebersinciler' ile 'vicdancılar' diye ikiye bölündü... 'İmralı etkisi' diye bir etki kendini iyiden iyiye hissettirdi... Başbakan Erdoğan, gazı; Başbakan Yardımcısı Arınç, freni temsil etti... 'Kuzu kebap', lanetli bir yemek olarak tarihe geçti... Çözümün kolay olmadığı, binlerce kişiyi açlık grevine sokabilecek bir örgütsel mekanizmanın varlığı bir kez daha ortaya çıktı..."
"Öcalan, görüşme bittiğinde cebindeki mektubu kardeşine verdi"
Hürriyet'te Hüseyin Yayman, "Öcalan, kardeşi gelmeden önce mesajı yazmıştı" başlıklı yazısında 16 ve 17 Kasım günleri yaşanan gelişmeleri -kaynak belirtmeden- saat saat veriyor ve Gültan Kışanak'ın 16 Kasım'da Mehmet Öcalan'ın İmralı'ya gitmesi talebini Adalet Bakanlığı'na ilettiğini belirttikten sonra ertesi gün yapılan görüşmeyi şöyle anlatıyor:
"17 Kasım 2012 Cumartesi saat 16.00: Sabah erken saatlerinde yola çıkan heyet, öğle sularında Ada'ya vardı ve görüşme başladı. Abdullah Öcalan'ın, kardeşiyle görüşmesinde herhangi bir pazarlık yaşanmazken, Öcalan sadece 'devlet heyetiyle' görüşmelerin yeniden başlamasını arzuladığını dile getirdi. Daha önce kardeşinin 'diyaloglarını doğru aktaramayacağını' öne süren Öcalan, bu defa sürecin hassasiyetini göz önünde bulundurarak mesajını kendi el yazısıyla yazdı. Yaklaşık 40 dakika süren görüşmede Öcalan, 'çözümün önünü tıkayanlar' olduğunu ifade etti. Öcalan, görüşme bittiğinde cebindeki mektubu kardeşine verdi. Öcalan, kardeşi gelmeden önce açlık grevlerinin bitmesi kararını vermişti. Cezaevi müdürünün gözetiminde yürütülen süreç sorunsuz tamamlanırken, Mehmet Öcalan akşam saatlerinde İstanbul'a döndü. Mektubun Mehmet Öcalan tarafından Asrın Hukuk Bürosu'na ulaştırılmasıyla, bir aşama daha tamamlandı."
"Gün uğursuzun çünkü!"
Zaman'da A. Turan Alkan "Grev kazasız bitti; beş asker öldü!" başlıklı yazısını şöyle bitiriyor: "Hükümetin, bu saçma-sapan ortam içinde nasıl bunaltıldığını kenardan görüp üzülüyorum; bu zorlu ve kirli psikolojik savaştan zihnî selâmetle çıkabilecek donanıma sahip değiller. Yürütme gücünü kullanabilmek, iktidarın tamamını kullanabilmek anlamına gelmiyor demek ki. Basit ve aslında tutarsız bir halkla ilişkiler operasyonu ile hükümet, bu tür bir psikolojik operasyona karşı hiçbir savunması olmadığını açık etti... PKK, prestijinin en yüksek noktasında şimdi; onlara bu kolay zaferi bahşetmek hususunda vicdanî yardımlarını esirgemeyen ama çatışmalarda şehit düşen askerlerimizin de yaşama hakkı olduğunu bir türlü hatırlamayan liberal vicdanlı intelijansiyamıza ve matbuatımızın o mümtaz kalemlerine ne kadar teşekkür etse yeridir. Gün uğursuzun çünkü!"
"Yeni bir İmralı sürecinin kapısını araladı"
Aslı Aydıntaşbaş, Milliyet'teki yazısında şöyle diyor: "Günlerdir esip gürleyen, meydanlarda 'Serhildan' (isyan) çağrısı yapan BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, dün rahatlamıştı: 'İnsanların ölmemiş olmasından büyük mutluluk duyuyorum.' Perde arkasında hem Demirtaş, hem de Adalet Bakanı Sadullah Ergin, açlık grevlerinin kazasız belasız bitmesi için kritik roller oynadı. Ama asıl tıkanıklığı açan, Abdullah Öcalan'ın devreye girmesi oldu. Öcalan'ın kardeşi Mehmet Öcalan üzerinden yolladığı mesaj, açlık grevlerinin bitirmekle kalmadı, PKK liderinin örgüt içindeki gücünü perçinledi, yeni bir İmralı sürecinin kapısını araladı."
"İmralı ile yeniden"
Serpil Çevikcan, Milliyet'teki "İmralı ile yeniden" başlıklı yazısında şöyle diyor: "Öcalan'ın, karşısında avukatları yerine kardeşini görünce buna tepki gösterdiği söylense de Ankara kulislerine yansıyan bilgiler, 'ilgililerin' kısa süre önce adada ardı ardına görüşmeler yaptığı yönünde. Öcalan'la daha önce de görüşen MİT'ten yetkililerin İmralı’ya sıkça gidip geldiği, Adalet Bakanlığı kanadının Öcalan’ın yaşam koşulları konusunda bir seri temasta bulunduğu da konuşuluyor... Hem hükümet hem de BDP kanadı açısından önemli bir sınav verildi. Bu süreçte Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in çabaları, BDP’liler tarafından açıkça takdir gördü. BDP'’liler de hükümetle kurdukları kontakta ve Mehmet Öcalan görüşmesini sağlama yolunda çok aktif oldular. Sonuç olarak, ciddi sorunlara yol açabilecek, Türkiye'yi özellikle Avrupa kamuoyunda çok sevimsiz bir şekilde gündeme getirecek süreç kazasız sona erdi."
"Aslında amaca çoktan ulaşılmıştı"
Milliyet'te Mehmet Tezkan, "Demokrasimiz ayaza kesilmedi" başlıklı yazısına şöyle başlıyyor: "Hükümet kanadından olsun, Kürt kesiminden olsun birileri devreye girdi ki.. Sağduyu hakim oldu ki.. İmralı'da yatan Öcalan kardeşiyle haber gönderdi.. Amaca ulaşıldı, açlık grevlerini bırakın.. Aslında amaca çoktan ulaşılmıştı.. Mesele ülkenin gündemine geldi, herkes ne istendiğini anladı, büyük çoğunluk hak verdi.."
"Açlık grevi dersleri"
Vatan'da Ruşen Çakır, "Açlık grevi dersleri" başlıklı yazısında altı ders sayıp bunların altını dolduruyor. Çakır'a göre dersler şunlar:
"1. Kürt siyasi hareketinin Türkiye'yi istikrarsızlaştırabiklecek yegâne (en azından birinci) güç olduğu bir kez daha kanıtlandı. 2. PKK'nın Öcalan'a rağmen, hatta ona karşı hareket etmeye başladığı iddiaları boş çıktı. 3. Öcalan’ın liderliği etrafındaki kuşkular sona erdi. 4. BDP bir altın fırsatı daha kaçırdı. 5. Hükümet kriz yönetiminde sınıfta kaldı. 6. Aydınların Kürt sorununun çözümünde pek bir işlevleri kalmadığı anlaşıldı.
"Açlık grevlerini kim bitirdi?"
Vatan'da "Açlık grevlerini kim bitirdi?" başlıklı yazısında Sanem Altan sorular soruyor: "Abdullah Öcalan dedi ki 'eylem amacına ulaşmıştır, greve bir an önce son verin.' Demek ki şu an bilemediğimiz ama gerçekleştiğine emin olduğumuz bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşma nedir acaba? Bu anlaşmayı kim yaptı? Bu grevler, bir müzakereyi sürdürüp bir anlaşmaya varan hükümetin çabasıyla bittiyse bunu neden bilmiyoruz? Neden başbakan bunun için uğraştıysa bunu saklamak istiyor? İnsanların ölmesini engellemek iyi bir şey değil mi? Neden başbakan grevler Öcalan’ın bir sözüyle bitmiş gibi görünmesini tercih ediyor? Başbakan’ın 'ölümü savunan', Öcalan’ın da 'hayat kurtaran' bir imaja sahip olmasının iktidara nasıl bir siyasi getirisi var? Bu ülkenin seçmenleri, 'ölümü savunanları' mı tercih ediyor ülkeyi yönetmesi için?"
"Taleplerin 'ölümcül derece' önemli olmadığının, 'hayati' meseleler olmadığının ikrarı"
Star'da İbrahim Kiras, yazısının sonunda bir sonuç çıkarıyor: "Sözün özü: Bir kısmı kabul edilmesi düşünülemeyecek olan, bir kısmı ise zaten karşılanmış sayılması icap eden bir takım taleplerle 'ölüme yatırılan' insanların Abdullah öcalan'ın talimatıyla açlık grevini bırakmaları zaten bu taleplerin 'ölümcül derece' önemli olmadığının, 'hayati' meseleler olmadığının ikrarı değil mi?"
"Grevlerin Öcalan'ın talimatıyla sonlanması, inisyatifin de sorumluluğun da bu çevrede olduğunun ilamı"
Star'da Mustafa Akyol'un yazısından: "Dahası, bu eylemler karşısında salt hükümeti 'vicdana' çağıran bir bildiriyi imzalama çağrısına da hayır dedim. Çünkü asıl vicdanın, bu ölüm şantajını teşvik eden BDP/PKK çevresinde aranması gerektiğini düşünüyordum. Nitekim grevlerin Öcalan'ın talimatıyla sonlanması, inisyatifin de sorumluluğun da bu çevrede olduğunun ilamı oldu. Tüm bu olaydan çıkan tek umut verici sonuç ise, Öcalan'ın PKK üzerinde yatıştırıcı bir faktör olmaya devam etmesi ihtimaliydi."
"'Bebek Katili'nden Mandela rolüne..."
Türkiye'de Fevzi Kahraman, "'Bebek Katili'nden Mandela rolüne..." başlıklı yazısında şöyle diyor: "Ben 1996 yılında Bekaa'da İHA Genel Müdürü olarak bire bir Öcalan'la röportaj 'Bebek Katili'nin ve terör örgütünün propagandasını yapmak yasak'mış. Şimdi kardeşiyle açık açık emir veriyor... Nereden nereye gelmişiz, nereye gidiyoruz bakalım! Benim ofisimde Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Meclis Başkanı Adnan Müfti'nin arkasından aldığım 1893 tarihli harita var, oraya doğru gidiyoruz galiba. Hayırlısı..."
"Bu tiyatronun senaryosunu yazanlar Kürtlere iyilik etmiyor"
Nuri Elibol'un Türkiye'deki yazısından: "Öcalan'ın gücünü göstermek, onun cezaevinden örgütü avukatları aracılığıyla yönetmesine imkân sağlamak için binlerce bedeni ölüm riski ile karşı karşıya bırakmak hangi vicdanın kabul edeceği bir iştir? Bu tiyatronun senaryosunu yazanlar Kürtlere iyilik etmiyor. Onların derdi Kürtlerin hakları falan değil. Açlık grevleri Hakkari'deki 5 canın katledilmesine engel olabildi mi? Açlık grevlerinin sona ermesini sağlayan İmralı 'Güç bende istediğim zaman barışı sağlayabilirim' mesajını verdi. Kandil de 'Hayır güç bizde, senin sağladığını istediğimiz an bozarız' karşılığını verdi. Bu mesajları genç bedenlerin hayatı üzerinden veren eli kanlı katiller kahrolsun."
"'Sorunun tarafı' olmaktan çıkarılarak 'sorunun çözümünde ortak' olarak değerlendirilebilir"
Cengiz Çandar, Radikal'deki yazısında açlık grevlerinde iktidarın tutumuna ilişkin şu değerlendirmeyi yapıyor: "Türkiye'deki kadar, -demokratik ülke olduğu varsayımında hareket ederek konuşuyoruz; diktatörlüklerde zaten açlık grevi, hiçbir fayda ve sonuç getirmeyceği için başvurulan bir yol olmaz- iktidarın anlayamadığı, hoyrat, kaba ve vicdansız bir tavır aldığı 'açlık grevi tecrübesi' pek görülmemişti. 1981'de İngiltere'deki Margaret Thatcher hariç. Buna rağmen Türkiye'deki 'açlık gevleri'nin can kaybı ve onun yol açabileceği her türlü olumsuz sonuç olmadan son bulması, adeta 'mucizevi' bir gelişme sayılmalı."
Çandar, Mehmet Öcalan'ın İmralı'dan getirdiği mesajla gelinen noktada çıkarılabilecek "dersler" konusunda ise şöyle diyor:
"1. Abdullah Öcalan ve onun mensup olduğu 'kuşak', Kürt sorununun 'makul' biçimde ve 'Türkiye denklemi' içine alınarak konuşulabilmesi şansını ifade ediyor.
2. Abdulah Öcalan'ın 'Kürt siyasi hareketi' üzerindeki, kimileri 'içerden' kırmaya çalışsa bile, otoritesi ve nüfuzu görülmüş olmalıdır.
3. Bu özellikler sayesinde, Abdullah Öcalan, bundan böyle 'sorunun tarafı' olmaktan çıkarılarak 'sorunun çözümünde ortak' olarak değerlendirilebilir."
"Neden yüzlerce gencin sakat kalmasına göz yumdunuz?"
Orhan Kemal Cengiz, Radikal'deki "Açlık grevinde sorulmayan sorular" başlıklı yazısında şöyle diyor: "Binlerce mahpus 67 gündür açlık grevindeydi.Çok şükür bugün bu işe son verdiler. Gencecik çocukların ölümün kenarından dönmelerinden dolayı rahat bir nefes aldık. Ama tamam da çok fazla sorgulanacak şey yok mu bu geldiğimiz noktada? Söylenen sözlere, açıklamalara bakıyorum ve bende mi bir tuhaflık var acaba diye sormadan edemiyorum. Kimisi ölüm orucundakilere methiyeler düzüyor, kimisi Öcalan'a methiyeler düzüyor, kimisi her zaman olduğu gibi hükümeti övüyor. Kimse, bu kadar gencin, kaba bir iktidar oyununun basit araçları haline getirilmesini sorgulamıyor. Öcalan'ın ağzından çıkan iki cümle, binlerce insanın ölümün kenarından dönmesine yetti. Ama bu insanların pek çoğu sakat kaldı. Hayatları boyunca bu orucun izlerini taşıyacaklar üzerlerinde. Ölümleri engelleyen Öcalan isteseydi, bu insanların sakat kalmalarını da engelleyebilirdi. 21 Eylül'de kendisini ziyaret eden kardeşine, yine aynı cümleleri, yine aynı netlikte söyleyebilirdi ve o zaman, belki de açlık grevleri hiçbir kalıcı hasar bırakmadan sona ermiş olurdu. Bir cümleyle açlık grevlerini bitirebilecek kadar güçlü olan adama hiç kimse, peki bu gücünü neden daha önce kullanmadın diye sormaya cesaret edemiyor. Ve belki de, daha kötüsü, böyle bir soruyu sormak akıllarının ucundan bile geçmiyor, böylesi bir iktidar oyununu olağan karşılıyorlar...
"Tabii Öcalan'dan gelen beyandan sonra, hükümetin ve Başbakan'ın neden kamuoyu önünde o kadar sert konuştuğu da anlaşılıyor. Perde arkasında görüşmeler devam ederken, sahne önünde de milliyetçi duygulara hitap ediyormuş hükümetimiz. Fakat burada hükümete de sorulması gereken sorular var. Mademki Öcalan'la belli pazarlıklar yürüterek bu işi bitirecektiniz, neden bu işin bu kadar uzamasına izin verdiniz? Neden yüzlerce gencin sakat kalmasına göz yumdunuz? Neden hiç kimse bu soruları sormuyor?"
"Çözümün aslında çok da uzakta durmadığını bilelim"
Radikal'de Yetvart Danzikyan, "67 günün ardından" başlıklı uzunca değerlendirme yazısının finalinde şöyle diyor: "AKP'nin konuya sertlikle ve tüm siyasal alanı temizleyerek değil de, çözüm perspektifini benimseyerek gelmesi durumunda, bir imkânın varolduğu görülüyor Mesele, Erdoğan'ın sarıldığı otoriter ve kibirli dilden vazgeçip geçmeyeceğidir, büyük ölçüde. Dolayısıyla bir yandan da çözümün aslında çok da uzakta durmadığını bilelim."
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.