KÖŞE YAZARLARI (29 EKİM 2009)
Türk basınının önemli kalemleri bugün ne yazdı? Ulusal basında yayınlanan bazı köşe yazılarından özetler.
29 Ekim 2009 Perşembe 17:45
Köşe Yazarlarından Özetler (29 EKİM 2009)
Akşam
Serdar Turgut / Rojin’in zeki olduğuna inanıyorum
24 Ekim’de Rojin’le ilgili sözleri nedeniyle tepki çeken ve gazetenin özür dilemesiyle sonuçlanan olayın kahramanı yazar Serdar Turgut, bugünkü köşe yazısında “yanlış anlaşıldığı”nı anlattı. “Denenmemiş bir iş yapmak” için yola çıktığını ve “yanlış anlaşılacağını bildiğini” belirten Turgut, “lokal ve cinsel içerikli çok sayıda fıkra bulunduğunu”, kendisinin de bunlara güvenerek anlaşılma sorunuyla karşılaşmayacağına güvenerek, söz konusu yazıyı yazdığını ifade etti. Turgut’un yazısından bazı bölümler şöyle:
“(…) Ben aslında o gün abartı yaparak bir şeyin komikliğini göstermenin bu ülkede pek kolay olmadığını gördüm. Şimdi Habur'daki gelişmeleri izlerken, o insanların karşılanışındaki coşkuyu ve ortamı görünce ‘Keşke ben de ülkemde böyle sevilebilseydim’ duygusunu yaşadım ve o duyguyla sadece başlığı okunsa dahi mizah olduğu hemen anlaşılabilecek yazıyı yazdım.
‘Keşke PKK teröristi olsaydım’ yazısı, ülkemizdeki Türk-Kürt eşkıya geleneğinin kültürel öğeleri dikkate alınarak, üzerine yazılmış bir absürd yazıydı.
Dağa kız kaldırma da o kültürün bir parçasıydı. Onunla da alay etmem gerekiyordu. Yazının o bölümünü yazarken kendisi bir kamu figürü olduğundan, tanındığından, televizyon starı olduğundan Rojin adı geldi aklıma. Yoksa tanımam etmem. O güne kadar hakkında ne düşünmüşlüğüm var, ne de gayet tabii ki planlarım filan. Nasıl ki PKK teröristi olmayacaksam, dağa çıkmayacaksam kız da kaçırmayacağım.
(…) Ne Rojin Hanım’ın namusunda gözüm var. Böyle bir şey olamaz da zaten. Hayatım boyunca ben hiçbir kadına nezaketsiz davranmamaya çalıştım. Yazılarımdaki kadınlar hep hayalidirler. Ya da ad vererek sadece kendi karım hakkında laf ederim.
(…) Rojin’i istemeden olsa da üzdüğüme çok üzüldüm. Benim yüzümden üzülen bir kadına kendimi affettirmem gerekiyor. Bu benim babamdan aldığım terbiyenin bir gereğidir.
Dolayısıyla, Rojin senden de özür diliyorum. O yazıda tanımlanan aslında sen değilsin, hiç kimse değil. Çünkü o tür bir olay tabii ki olmadı ve olmayacak. Senin adın, sadece kamuya mal olmuş bir isim olduğu ve meşhur olduğun için kullanıldı.
(…) Bir de şu var Rojin kardeş; ben bu açılım sürecine destek veriyorum. O yazı başbakanından en sıradan insanına kadar herkesi ve belki makul Kürtleri de rahatsız eden Habur görüntülerine bir tepkiydi. Ben sürecin tekrar başlatıldığında bu sefer çok daha sessiz ve aklı başında gideceğine eminim ve eğer öyle olursa da süreç hakkında mizah da olsa yazı yazmayacağım. Çünkü istemeden de olsa sürece zarar vermek istemiyorum.”
Sabah
Nazlı Ilıcak / Zamanlama
Nazlı Ilıcak, bugünkü köşesinde “İrticayla Mücadele Eylem Planı”nın ortaya çıkış zamanlamasıyla ilgili dile getirilen söylemlere değindi. Ilıcak’ın konuyla ilgili görüşleri şöyle:
“(...) İstanbul Başsavcı vekili Turan Çolakkadı, ihbar mektubunun 15 Ekim’de Ankara'dan postaya verildiğini açıkladı. Bu durumda, Kürt açılımında hükümete yönelik tepkilerin büyümesi üzerine, ‘gündem değiştirmek’ maksadıyla ‘ıslak imzalı’ belgenin ortaya çıkarıldığı iddiası çökmüyor mu? Zira PKK’lılar, 19 Ekim’de sınır kapısında teslim oldu. Mektup ise, 15 Ekim’de postalanmış; birkaç gün içinde savcılığa ulaşmış; savcılık da Adli Tıp'a göndermiş.
Gelişmelerin basına yansıması daha geç oldu ama mektup, PKK’lıların sınırda teslim olmasından 4 gün önce yola çıkmış. İşin esasını, yani ‘ana’sını bir kenara bırakıp, ‘danasıyla’ meşgul olan ‘komplo teorisyenlerine’ duyurulur.”
Milliyet
Hasan Cemal / Cumhuriyet Bayramı’nda demokrasiyle asker sorunu, Kürt sorunu
Hasan Cemal Türkiye Cumhuriyeti’ne ilişkin tarihin dünü aydınlatmaktan ziyade karartmaya yaradığını belirterek 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı vesilesiyle askerlere ve Kürt sorununa değindi. Cumhuriyet’in artı’ları kadar eksi’leri de olduğunu yazan Cemal’in köşe yazısından bazı bölümler şöyle:
“(…) ‘Doğru’larıyla birlikte Cumhuriyet’in kuruluş dönemindeki ‘yanlış’larının da iyi okunması gerekir. Yoksa Türkiye’de bugün demokrasiyi derinleştirmek, hukukun üstünlüğünü tam olarak gerçekleştirmek, barış ve refah yolunu gerektiği gibi açmak mümkün olamaz. Örneğin, bugün hâlâ açılımlarla çözmeye çalıştığımız ‘Kürt sorunu’nun kökleri Cumhuriyet’in kuruluş dönemine uzanır.
Kürtlerin varlığını reddeden, dilini, kültürünü inkar eden ulus-devlet, uluslaşma ve üniter devlet anlayışları, Türkiye’de sadece Kürt sorununun irili ufaklı 29 isyanla patlamasına yol açmamıştır.
(…) PKK’nın sahneye çıktığı son çeyrek yüzyıla bakın. Ölümlere, çekilen korkunç acılara bakın. Düşünün! İnkarla, silahla ne çözüldü? Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin seksen küsur yıllık politikaları ve her zaman için askerin damgasını vurduğu resmi yaklaşımlar sorunu çözebildi mi? Hayır. Kürtler Türkleşti mi? Hayır. Cumhuriyet’in kuruluşundan beri devlet büyüklerinin ağzından hiç düşmeyen birlik ve beraberlik, barış ve huzur sağlandı mı? Hayır.
Askerin yaptığı her darbe, her müdahale, özellikle 12 Eylül sonrasında yangının daha beter büyümesine yol açtı.
(…) Ve Kürt sorununun, laiklik konusundaki yanlışların bugünlere kadar sarkmasında askerin rolü de büyüktür. Bu da ‘asker sorunu’muzdur. Türkiye’de bugün hâlâ ıslak imza olayları yaşanıyorsa, askeri karargahlardan hükümeti devirme planları çıkabiliyorsa, bu ülkede asker sorunu çözülemediği içindir.”
Radikal
Türker Alkan / Savaşma tartış!
Bugünkü köşesinde okurlarından gelen önerilerden söz eden Türker Alkan, “Yeni şehitler vermeye, yeni gaziler üretmeye hazır mıyız, razı mıyız, bunu konuşalım” diye bitirdiği yazıya okurundan, “Bu soruya yanıt vermeden önece, PKK neden mücadeleyi sürdürüyor, bunu bilmemiz gerekmez mi?” sorusuyla itiraz geldiğini yazdı. Okurunun “Kürt açılımı”nın bedellerinin neler olduğu yönünde soruları olduğunu da belirten Alkan, asıl sorunun “Kan dökülmesini istiyor musunuz?” şeklinde olması gerektiğini belirtiliyor. Alkan’ın yazısından bazı bölümler de şöyle:
“(…) Kemal Burkay’ı dinledim. Onun listesi:
* Genel af çıkarılmalı...
* Kürtçe eğitim dili olmalı...
* Koruculuk kaldırılmalı...
* Köylerinden zorunlu göç ettirilenler köylerine dönebilmeli ve devlet yardım etmeli...
* Kürtçe isimler ve yer isimleri serbest olmalı...
* Anayasa değişikliği uzun vadede olabilir...
Bildiğim kadarıyla Burkay bunların en yumuşağı. Böyle bir liste toplumun önüne konsa ve liste üzerinden tartışsak. Şartların ilk ikisi toplumu zorlar. Bunun için zaman gerekir ve önce PKK yanlış yaptık, özür dileriz derse toplum yumuşayabilir. Devlet de izlenen asimilasyon politikasının yanlış olduğunu kabul etmeli ve özür dilemeli. Ama hiçbir şey olmamış gibi genel af olsun, tüm isteklerimiz karşılansın, sonra silah bırakırız denirse, bu durumda muhalefeti suçlamak ne kadar doğru olur?
(…) ‘Demek şartlar oluşunca her şey olabiliyor. Benim bayrağıma saygı duymayacaksın, İstiklal Marşımı söylemeyeceksin, ulusal değerlerimi paylaşmayacaksın, sonra da bu ülkeyi beraber yönetelim, ayrıca Güneydoğu’yu da biz yönetelim, diyeceksin. Bölünme bundan daha kötü olamaz! Ben de senin eşin Nermin gibi düşünüyorum! Tekrar ediyorum: Soru yanlış ve haksız. Önce şartlar listesini görelim!’ 40 yıllık arkadaşım ve 30 yıllık eşim böyle düşünüyor.
‘Önce şartları tartışalım’ önermesine elbette katılıyorum. ‘Savaşma, tartış’ diye özetleyebiliriz bu önermeyi. Tartışmak savaşmaktan daha kötü olamaz.”
Star
Ergun Babahan / Kusura bakmasın ama Baykal ikna edemedi
Star Gazetesi yazarı Ergun Babahan, bugünkü yazısında Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) yüklendi. Şemdinli, 367 kararı, 27 Nisan e-muhtırası, Ergenekon davası ve siyasete komplo belgesinde CHP’nin pozisyonunun askerle aynı olduğunu belirten Babahan’ın yazısından bazı bölümler şöyle:
“(...) CHP milletvekili olmasalar Ergenekon sanığı olması muhtemel bayrak mitingleri kahramanlarını partisinden aday yaptı. O da yetmezmiş gibi, Ergenekon sanıklarının avukatlığını üstlendi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ da her fırsatta Ergenekon’u küçümseyen bir tavır takındı, yeraltından çıkan silahlar için ‘boru’ tabirini kullandı. 367 kararı öncesi dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, siyasetten çok Anayasa Mahkemesi’ni hedef alan bir e-muhtıra yayınladı. Anayasa Mahkemesi de hukuk tarihine geçecek bir skandalla başvuruyu kabul etti ve cumhurbaşkanlığı seçimi için 367 önşartını kabul etti. Başvuruyu kim yapmıştı?
CHP...
(…) Ana muhalefetin iktidarı seçim sandıklarında değil de, asker-sivil bürokrasiyle işbirliği içinde engelleyebileceğine inanması. Böyle bir tablo, siyasete müdahale tipi belgelerin raporların hazırlanmasını teşvik ediyor. Demokrasinin önündeki bu sıkıntı aşılmadan Türkiye’nin evrensel hukuk devleti standartlarına ulaşması zor. İttihatçı siyasi geleneğin devamı olan bu partinin 1960 darbesindeki rolü tarih kitaplarında açık açık yazarken, belgenin içeriğine doğrudan tavır alamayan Baykal’ın sözleri inandırıcı olamıyor ne yazık ki...”
Hürriyet
Cüneyt Ülsever / Hukukun dalkavuğu olmak
Hürriyet gazetesi yazarı Cüneyt Ülsever, bugünkü köşesinde, “İrticayla Eylem Planı Belgesi”nin orijinal metninin çıkması üzerine yaşananlara değindi. Bu dönemde “Ya AKP’nin ya da TSK’nin dalkavuğu olacaksın” diyen Ülsever, dalkavukluğun kaçınılmaz olduğunu, bu dönemde kendisinin ise “hukukun dalkavuğu” olmayı seçtiğini yazdı. Ülsever’in yazsından bazı bölümler de şöyle:
“(…) Maalesef artık ortada orijinal olduğu Adli Tıp Kurumu tarafından ilan edilen bir belge var ve bu belge İlker Başbuğ’un ‘kâğıt parçası’ açıklamasını yalanlıyor. Ancak, bakıyorum dünden beri bazı siyasi partiler, bazı yazarlar, bazı hukukçular, bazı okurlar çamura yatmak için çırpınıyorlar. İhbar mektubu ile ilgili istedikleri kadar şüphe ifade edebilirler, zira o mektuptaki iddialar en azından şimdilik somut delillerle bezenmemiş, adı üzerinde onlar sadece iddia! Ancak ortada bir de somut delil var: Adli Tıp Raporu!
Buna göre de, İlker Başbuğ veya TSK’ya sahip çıkanların yapabilecekleri tek bir işlem var:
Adli Tıp Raporu’nun yalan veya yanlış olduğunu ispat etmek!
TSK’yı çok zor duruma düşüren belge somut delil olduğuna göre, artık yapılacak tek iş belgenin yine somut delille çürütülmesidir.
Bu saatten sonra ise Adli Tıp Raporu’nu ancak şu ispatlar çürütür:
1) Raporu imzalayan kişilerin imzası taklit edilmiş.
2) Raporu imzalayan kişiler yalan rapor yazmışlar.
3) Dursun Çiçek’in imzası gerçek ama belge bambaşka bir belge.
4) Islak imza makinesi kullanılarak imza atılmış ve bu katakulliyi Adli Tıp uzmanları yemişler!
5) Ortada ne rapor, ne de belge var, savcılar toplumu sanal bir rapor ile yönlendiriyorlar.
İhbar mektubuna itibar etmeyebilirsiniz, ‘zamanlamayı’ sorgulayabilirsiniz, ihbar mektubunda çeşitli mantık hataları bulabilirsiniz, ‘muhbir subayı’ sorgulayabilirsiniz, hatta AKP’yi veya Fethullah Gülen hareketini yıkmak için her yöntemi mubah görebilirsiniz vb., ama bunların hiçbiri Adli Tıp Raporu çürütülmeden hukuki bir anlam taşımaz.”
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.