KCK EŞ BAŞKANLARI: ÖCALAN ÇEKİLİRSE SAVAŞ BAŞLAR (TAM METİN)
İMC Televizyonundan Ayşegül Doğan Kandil'de KCK Eş Başkanları Cemil Bayık ve Besê Hozat ile görüştü.
27 Şubat 2014 Perşembe 16:49
(1.BÖLÜM)
İMC Televizyonundan Ayşegül Doğan Kandil'de KCK Eş Başkanları Cemil Bayık ve Besê Hozat ile görüştü. Bu görüşme basında çok tartışıldı. Bayık ve Hozat'ın özellikle çözüm sürecinin ilerlemesine yönelik söyledikleri dikkat çekiciydi.
Çözüm süreci bundan sonra nasıl ilerleyecek? Müzakere aşamasına geçilmesi ve bunu destekleyecek “Barış Yasası” teklifleri ne anlama geliyor? Çözüm Süreci'nin ilerlemesi için verilen süreler var. Yerel seçimler 30 Mart'ta yapılacak. Newroz yaklaşıyor ve aslında Öcalan’ın geçen sene verdiği Newroz mesajından bu yana da bir yıl geçmiş olacak. Peki bugün artık müzakere mi yaklaşıyor yoksa sürecin yeniden bir değerlendirilmeye ihtiyacı var mı?
Ak Parti Cemaat kavgası süreci bir başka şekli ile tartışmaların odağına aldı. Ak Parti Kürtleri çözüm süreci ile birlikte kendine mecbur mu bırakıyor, sorusuna hemen herkes yanıt arıyor.
Ayşegül Doğan Paris cinayetlerinden Kürt Ulusal Kongresi'ne kadar birçok konuyu KCK Eş Başkanları ile konuştu. Türkiye’deki güncel konuları da KCK Eş Başkanlarına sordu.
Ayşegül Doğan'ın KCK Eş Başkanları ile yaptığı söyleşinin tam metnini 3 bölüm halinde yayınlayacağız. (ilkehaber)
“SÜRECİN YASAL DAYANAĞI YOK”
Ayşegül Doğan: Sayın Hozat’la başlamak istiyorum. Süreç gelinen aşamada nerede? Tanımlama ihtiyacı duyuyor musunuz hala? Diyalog’ tan müzakereye geçildi mi, geçilmeye yakın mı, uzak mı? Neresindeyiz sürecin?
Besê Hozat: Süreç bir yıldır diyalog içinde devam ediyor. Müzakere sürecine evrilmedi. Tabi sürecin müzakereye dönüşmemesinin temel nedeni hiç kuşkusuz, AKP politikalarıdır. Türk Devleti’nin tutumudur. Sürece dönük tutumudur. Mevcut biçimi ile sürecin gitmeyeceği çok açık. Bunu da Önderliğimiz özellikle 16 ‘ıncı heyetle yaptığı görüşmede çok açık ortaya koymuştu. Sürecin bittiğini ifade etti. Uzun zamandır biz de benzer tartışmaları yürütüyoruz, çeşitli açıklamalarımız da oldu. Bu kadar derin ve kapsamlı bir sorun sadece ateşkesle, sadece diyalog ile çözüme ulaşmaz. Bu mümkün değil. Bunun mümkün olmadığı da son bir yılda görüldü. Bir ay sonra bir yıl dolacak ve halen bu konuda hiçbir somut adım hükümet tarafından, devlet tarafından atılmış değil. Yasal herhangi bir zemin hazırlanmış değil. Bu yönüyle sürecin hiçbir yasal, anayasal garantisi yok. Aslında bir yıllık süreç hiçbir zaman çözüm süreci olmadı. Açıkçası demokratik çözüm süreci tartışıldı hep. Çözüm olabilmesi için tarafların müzakere yapması lazım. Pazarlık yapması lazım. Tartışması lazım. Çözüm projeleri çıkarması lazım. Bu temelde yasaların oluşması lazım. Anayasal değişikliklerin yapılması lazım. Bir anayasa çalışması vardı. Anayasa çalışması da ortadan kaldırıldı. Hiçbir yasal değişiklik gündeme girmedi. Çeşitli komisyonlar oluşturuldu. Akil insanlar heyeti oluşturuldu. Onların yürüttüğü bazı çalışmalar oldu. Önerileri oldu. Onlar hiçbir şekilde gündeme alınmadı. Önemli öneri ve görüşler de vardı. Hükümet tarafından bunlar dahi dikkate alınmadı. Bir izleme komisyonu oluşturuldu; AKP kendisine göre biçim verdi. Onun da yaptığı bir şey olmadı. Yani kısacası süreç AKP tarafından bitirildi. Süreci bitiren AKP’nin kendisi oldu. Sürecin gelişmesi için, müzakereye dönüşmesi için, Kürt sorununun demokratik çözümü için, Türkiye’nin demokratikleşmesi için, gerçekten Önderliğimizin çok değerli çalışmaları oldu. Hareketin de bu anlamda çok cesur adımları oldu. Yaklaşımları oldu. Ateşkesten tutun geri çekilmeye kadar çok somut adımlar atıldı. Bu anlamda fedakar cesaretli yaklaşımlara, tutumlara girildi fakat bu karşılık bulmadı maalesef.
A. Doğan: Bir yandan kamuoyuna yansıdığı ve görüldüğü kadarıyla taraflar tartışıyor gibi duruyor. Çünkü PKK lideri Öcalan ile ziyaretler oluyor. BDP heyetleri Kandil'e geliyor sizinle görüşüyor. Bu açıdan taraflar tartışıyor denilebilir mi?
B. Hozat: Taraflar tartışıyor, fakat bu tartışma çözüm projesine dönüşmüyor. Bu tartışmalardan herhangi bir çözüm çıkmıyor. Şöyle bir durumda çıktı ortaya. Birçok defa bunun tartışmasını, değerlendirmesini de yaptık. AKP klasik oyalama politikasını, çürütme siyasetini devam ettiriyor. Bunu da diyalogla gizliyor. AKP’nin politikalarında, yaklaşımlarında ortaya çıkan şudur; çözüm niyeti yoktur. Bir çözüm politikası, çözüm projesi yoktur. Bu yüzden bu bir yıllık diyalog sürecini heba etti. Gerçekten bir niyeti olsaydı bir yıl az bir zaman değil. Müzakere için hareket olarak çok önemli koşullar oluşturduk.
“ORTADA BİR ÇÖZÜM SÜRECİ YOK”
A. Doğan: Sayın Bayık peki siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Öcalan son mesajında diyor ki, hükümet somut bir adım atmazsa benim yapabileceğim bir şey kalmaz. Hem sürecin muhatapları hem de kamuoyu bundan ne anlamalı?
C. Bayık: Çoğunlukla diyalog, müzakere ve çözüm sürecinden söz ediliyor. Aslında ortada bir müzakere, bir çözüm süreci yoktur. Öyle çift taraflı yaklaşımlar da yoktur. Sadece tek taraflı Önder Apo’nun geliştirdiği çabalar söz konusudur. Önder Apo müzakere ortamını oluşturmak için büyük çabalar yürüttü ve müzakere ortamını da oluşturdu. Ama ne yazık ki AKP müzakere adımını atmadı. Sorun zaten ondan çıktı. Önder Apo, Türk devletini, AKP’yi müzakere sürecine çekmek için bu süreci geliştirdi, bu süreçteki bütün adımları attı. Bu zemini bütün yönleri ile hazırlamasına rağmen, devlet ve AKP hükümeti bu adımı atmadı, atmak istemedi. Nedeni var bunun. Çünkü Kürt Halkı diye bir halk ve onun doğal hakları kabul edilmiyor. Bunun içinde böyle bir sorun kabul edilmiyor. Bu nedenle müzakereye doğru adım atılmıyor. Tek taraflı çabalar belli bir yere kadar sonuç verebilir. Eğer bir sorun varsa, çift taraflı çabalar olmazsa tek taraflı ne kadar çaba yürütülürse yürütülsün, bunlar bir yere kadar sonuç verebilir. Ondan öteye artık sonuç vermez.
A. Doğan: Çabalar artık sonuç vermemeye mi başladı?
C. Bayık: Tabi… Önder Apo tek taraflı çabalarla, büyük fedakârlıklarla en zor şartlarda aslında Türkiye’yi müzakereye çekmek ve sorunlardan kurtarmak istedi. Ama Türkiye devleti buna adım atmadığı gibi izlediği oyalama politikalarıyla bu sürecin daha fazla gelişmesinin önünü de tıkadı. Önder Apo bu tıkanıklığı aşmak için büyük bir çaba gösterdi. Hareketimiz de, halkımız da, dostlarımız da aslında buna destek verdi. Bütün çabalara rağmen bu tıkanıklık aşılmadı. Artık yapılan gayri ciddi bir durumdur. Özellikle devlet ve hükümetin yaklaşımları provokatifçedir. Süreci müzakereye evireceğine, tam tersine müzakereye geçilmemesi için ne gerekiyorsa o yapılıyor. Oyalama taktiği çürütme taktiği izleniliyor. Her şey seçimlere ve iktidara kurban edilmek isteniliyor. Önder Apo, eğer ben artık bu tarzda yürütemem diyorsa, bunun için söylüyor. Oysa Önder Apo Kürt sorununun siyasal demokratik çözümünü geliştirmek istedi. Bunu Newroz’da dünyanın şahitliği önünde ilan etti. Bu aslında Önder Apo’nun, hareketimizin, halkımızın çözümde ne kadar ısrarlı olduğunu ve ne kadar kendine güvendiğini gösteriyor. Kendine güvenmeyen, çözümden yana olmayan Türk devleti ve hükümetidir. İşte bu süreçte de bu ortaya çıkmıştır. Eğer gerçekten çözüm amaçları olsaydı, Önder Apo bunun bütün zeminini olgunlaştırırdı. Ama buna rağmen çözüm yönünde adım atmadılar, müzakereye geçmediler.
“AKP'NİN BÜTÜN YAPTIĞI ATEŞKESİN SÜRMESİDİR”
A. Doğan: Neden atmıyorlar? Çatışmasızlığı seçimler sonrasına, seçimlerin bitimine kadar sürdürmekten mi ibaret hükümetin politikası?
C. Bayık: Kürt sorunu Ortadoğu’nun en büyük sorunu. Böyle büyük bir sorun, seçimlere endeksli yürütülemez. Onun dışında ele alınması gereken bir sorundur. Ama AKP hükümeti süreci seçimlere endeksledi ve bununla sürekli propaganda yapıyor. İşte önümüzde seçimler var, seçimlerin beklenilmesi gerekiyor deniliyor. Türkiye’de seçimler bitmez tabi. Bu bir oylama taktiğidir, çürütme taktiğidir. Dikkat edilirse dünyada hiçbir anlaşma olmadan, imzalama olmadan, tarafların gözetimi olmadan, kimse tek taraflı ateşkes ilan etmez, savaşı durdurmaz, geri çekilmeyi başlatmaz. Bunlar büyük adımlardır. Önder Apo bu adımları peş peşe atarak müzakere zemini yaratmak istedi. Devlet ve AKP‘yi müzakereye çekmek istedi. Bunun için bu çabalarda bulundu. Ama devlet ve AKP buna adım atmadılar. Eğer adım atmış olsalardı bu sorun çoktan çözüm aşamasına girmişti. AKP’nin bütün yaptığı aslında ateşkesin sürmesidir. Çünkü ateşkes sürerse “işte savaş olmadı, işte ölümler olmadı, bunu da ben sağladım” deyip seçime propaganda malzemesi yapıp seçimleri kazanma, İktidarını sürdürmek istedi. Bu amaçla sürece yaklaştı. Onun için zaten süreci bitirme noktasına getirdi. Fetullah ile AKP arasında çatışma var, bir iktidar sorunu var. İktidarını korumaya endeksli bir yaklaşım sürdürüyor. Her şeyi buna kurban ediyor. Bununla hem Önder Apo’nun tek taraflı geliştirdiği süreci bitirmek istiyor, hem de kendi sonunu getirmeye çalışıyor.
A. Doğan: Tam da bu nedenle şöyle yorumlar var; ona katılır mısınız? Sonunu getirmemesi için Ak Parti iktidarının bitmemesi ve Kürt meselesine daha sıkı bir şekilde sarılmasını, bu konuda daha cesur adımlar atmasını gerektirir. Ancak siz kendi sonunu getirdiğini söylediniz. Buna ne dersiniz? Bir tezat yok mu?
C. Bayık: Doğru, AKP’nin de, Türkiye’nin de içinde bulunduğu durumdan çıkması, tamamen Kürt sorununun çözümüne bağlıdır. Kürt Sorunu çözülmedikçe, hiçbir iktidarın kalıcılığı olamaz. Türkiye’de istikrar olamaz. Türkiye’deki demokratikleşme sorunları çözülemez. Kürt Sorununa çözüm amaçlı çabalar yoğunlaştırılmadıkça, kesinlikle ne Türkiye’de yeni bir anayasa oluşturulabilir, ne Türkiye’de sorunlar çözülebilir, ne de şu anda AKP içine düştüğü durumdan çıkabilir. Şu an Türkiye’de sadece bir AKP sorunu, bir hükümet sorunu yaşanmıyor. Aynı zamanda bir devlet krizi yaşanıyor. Dolayısıyla Türkiye büyük sorunlar yaşıyor. Giderek bu sorunlar daha da ağırlaşabilir. Yapılması gereken, Kürt sorununda hızla müzakerelere geçmek, bunun yanında demokrasi güçleri ile birlikte bir demokrasi programını oluşturmak ve bu programı hızla geliştirmektir. Eğer bunlar geliştirilebilirse, hem AKP bu çıkmazdan kurtulabilir, hem de devlet Türkiye’de yaşanan devlet krizinden çıkabilir. Türkiye’de şu anda gelecekle ilgili bir güvensizlik yaşanıyor. Herkes sorguluyor, acaba Türkiye nereye gidiyor? Türkiye’yi kim yönetiyor? Sonumuz ne olacak? Yargıya güven kalmadı. Siyasete güven giderek zayıflıyor. Geleceğe yönelik kaygılar oluşmaya başlıyor. Geçmişteki hükümetler nasıl gittiyse, AKP hükümeti de gidecektir. Önder Apo aylarca öncesinde hatta yıllarca öncesinde buna dikkat çekti. Eğer AKP hükümeti müzakere yönünde adım atmazsa, Kürt sorununu çözmezse, Türkiye’deki demokrasi meselesini çözmezse, demokratikleşmeyi geliştirmezse sonunun kötü olabileceğini belirtti ve nitekim bunlar bir bir doğrulanıyor.
A. Doğan: Peki şöyle diyebilir miyiz, Sayın Hozat, Öcalan tam tersi bir yerden hem hükümet üzerinde bir baskı oluşturmak, hem demokrasi güçlerinden Türkiye’deki demokrat kesimlerin bir baskı oluşturup sürecin farklı bir şekilde yürümesini sağlamak için de uyarılarını sıklaştırmış olabilir mi sizce?
B. Hozat: Sadece o değil. Baştan beri Kürt sorununa yönelik inkarcı, imhacı devlet zihniyetini, iktidarda olan partilerin zihniyetini değiştirmeye dönük büyük bir çaba gösteriyor Önderliğimiz. İmralı’da 15 yıldır bunun yoğun çabasını gösteriyor. Heyet üzerinden de esas yapmak istediği budur. Fakat bunu yaparken, Türkiye kamuoyunu da bu sürece dahil etmek, kendi toplumsal zeminini batıda da herkesi, tüm demokratik çevreleri, güçleri sürece dahil etmeye dönük ciddi bir çaba yürütürken, diğer taraftan da devletin bu inkarcı zihniyetini değiştirmeye çalışırken, ama bununla birlikte sorunun gerçekten çözülmesine dönük, müzakerenin yapılmasına dönük somut bir proje ortaya koyuyor. 21 Mart’ta ilan ettiği çözüm deklarasyonu buydu. Sonraki süreçlerde heyetle yaptığı görüşmeler vardı. Kamuoyuna yansıdı bu görüşmelerin sonuçları. Bir de bölge çok sıcak bir savaş sürecinden geçiyor. Bölgedeki siyasal konjektör değişti. Kürdistan üzerinden çok ciddi uluslararası politikalar yürütülüyor. Kürt sorunu olan bölge ülkelerinin durumu ortadadır. Kendi durumları da ortadadır. Suriye’nin durumu var. Irak’ın ve İran’ın durumu var şu an ortada. Bölgedeki gelişmelerle paralel olarak burada ciddi bir çatışma-çelişki durumu söz konusu. Bir de Kürtlerin her dört parçada ciddi bir örgütlü iradesi açığa çıkmış bulunuyor. Siyasette temel aktör durumundadırlar. Bölge dengelerinde ve bölge üzerindeki politikalarda temel aktör pozisyonundadırlar. Bölge sisteminin, bölge dengelerinin 21. Yüzyıl temelinde şekilleneceği bir süreci yaşıyoruz.
UYARILAR TEHDİT MİDİR?
A. Doğan: Tam da böyle bir dönemde, sizin de söylediğiniz gibi bölgesel değişimleri göz önünde bulundurduğumuzda Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt sorununun çözülmesinin hızlanması için yapılan bu uyarılar nasıl değerlendiriliyor?
B. Hozat: Uyarılar ciddidir. Bazı kesimler, Önderliğimizin bu uyarılarını bir şantaj olarak değerlendiriyor, böyle ele alıyor. Bölgenin ve Kürdistan’ın içinde bulunduğu durum var ortada. Bir de Türkiye’de ciddi bir kavga-savaş durumu, ciddi bir sistem bunalımı, krizi var. Tüm bunlar göz ününde bulundurulduğunda bu bir şantaj değil. Bir taktik de değil. Baştan beri Kürt Sorununun demokratik çözümüne dönük çok stratejik bir yaklaşım vardı. Bunun için ciddi bir mücadele ve çaba vardı. Fakat diğer yandan bunu heba eden bir yaklaşım var. Türkiye kamuoyu da buna çok güçlü bir destek vermedi. Bir kesimle sınırlı kaldı. Bazı demokratik güç odaklarıyla, kesimlerle sınırlı kalan bir süreç oldu. Fakat şu ortaya çıktı, bu sürecin en büyük kazanımı da budur diye düşünüyorum. Biz şunu çok açık gördük ki, Türkiye kamuoyu gerçekten çözüm istiyor, barış istiyor. Kürt sorununun demokratik çözümünü istiyor. Artık savaş istemiyor. Batıda da bu böyle, Kürdistan zaten yıllardır bunun mücadelesini veriyor. Bütün toplumun, halkların beklentisi çözümdür. Bu çok yüksek bir biçimde ifade edildi. Bu sürece sessiz kalınarak bir kesim bunu böyle ifade etti. Bir kesim bunun aktif mücadelesini verdi. Bu biçimde yaklaşımını ifade etti, dile getirdi. Fakat toplamında şu çıktı. Türkiye toplumu, Türkiye halkları çözüm istiyor, savaş istemiyor. Bu anlamda bu toplumsal zemini besleme, güçlendirme, daha fazla örgütleme üzerinden hareket olarak ta özelde de önderliğimizin çok ciddi çabaları oldu. Gelinen nokta hükümet tarafından değerlendirilmedi. Bu anlamda Türkiye’de güçlü bir demokrasi mücadelesi de yükselmedi. Hükümet üzerinde ciddi bir toplumsal baskıya dönüşmedi. Eleştirilerle, tartışmalarla dar ve sınırlı kaldı. Medya üzerinden yürütülen tartışmalarla sınırlı kaldı. Hâlbuki toplumdaki barışa, demokrasiye, demokratik çözüme dönük beklenti çok güçlü bir örgütlenmeye ve toplumsal direnişe dönüştürülebilirdi. Bunun öncülüğü yapılabilinirdi. Bu maalesef zayıf kaldı. Gelinen aşamada genel anlamda bölgenin durumunu da siyasal konjektörünü de göz önünde bulundurduğumuzda, bu diyalog sürecinin daha fazla uzaması kimsenin hayrına değil. Ne Türklerin, ne Kürtlerin, ne de Türkiye’nin diğer halklarının yararına değil. Bu daha fazla kayba yol açacaktır. Bu kesin böyledir. Bu açıdan Önderliğimiz gelinen aşamada ciddi bir şekilde uyarıyor. Eğer bu süre zarfında -ki 30 Mart tarihini işaret ediyor- adım atılmazsa, ki bu adım müzakerelerin başlamasıdır, sıkıntı yaşanır. Daha önce önderliğimizin hükümete sunduğu bir çözüm projesi vardı. Sürecin çözümüne yönelik sekiz komisyonun oluşturulması gerektiğini belirtmişti. Eğer bu sekiz komisyon oluşturulup çalışmaya başlamazsa, sorunun çözümüne dönük bu anlamda yasal zeminler oluşturulmazsa, sadece diyalog un sürdürülmesi kimseye yarar getirmez. Sadece diyalog ile ilerleme sağlanamaz.
“ÖCALAN ÇEKİLİRSE SAVAŞ BAŞLAR”
A. Doğan: Peki ne olur? En merak edilen soru da bu. Açık sormak gerekirse; Öcalan süreçten çekilirse ne olur? Bundan sonra süreç devam eder mi? Siz nasıl değerlendirirsiniz? Öcalan’ın süreçten çekilmesine dair vurgusu ne anlama geliyor?
B. Hozat: Önderliğimiz süreçten çekilirse bu diyalog süreci bitmiş olur. Müzakere süreci hiç başlamamış olur. Dolayısıyla süreç savaşa evrilir. Savaş başlar. Savaş gündeme gelir. Çünkü Kürt özgürlük hareketine ve Kürtlere başka bir alternatif, başka bir seçenek, başka bir yol bırakılmıyor. Sorunlar diyalogla, müzakere ile çözülür. Baştan beri biz buna inanıyoruz. Bu bizim stratejik yaklaşımımızdır. Bu bir taktiksel tutum değildir. Hükümet, devlet sorunu hep taktiksel ele aldı. Ya da bizim zayıflığımıza yordu. İstismarcı ve pragmatik yaklaştı. Süreci seçim yatırımlarına ve günü kurtarmaya dönüştürdü. Kendisine politik zemin oluşturmaya çalıştı. Hep araçsal – taktiksel yaklaştı. Fakat bizim yaklaşımımız öyle olmadı. Biz gerçekten paradigma değiştirdik. Demokratik ulus projesini esas aldık ve alıyoruz. Sorunu siyasal diyalogla, demokratik çözüm temelinde diyalog yöntemi ile çözmek istiyoruz. Bu bizim stratejik yaklaşımımızdır. Fakat hükümet bunu reddetti. Şimdiye kadar da bu ret devam ediyor. Sorunu çözmek istediği, sorunu kabul ettiği anlamına gelmiyor. Çokça dile getirdik. Oyalama, zaman kazanma, esasen seçime yöneliktir ve seçim yatırımı anlamına geliyor. Dolayısıyla bu süreç biterse devreye savaş girer. Çünkü başka bir seçenek, başka bir yol bırakılmıyor.
A. Doğan: Peki devreye savaş girecek diyorsunuz... Sayın Bayık, Sayın Hozat diyor ki biz paradigma değiştirdik. Demokratik siyaset paradigması bitecek mi? Biter mi? Madem stratejik bir dönüşümden bahsediliyor ve taktiksel bir yaklaşım olmadığını söylüyorsunuz.
C. Bayık: Şimdi paradigma değişimi öyle kolay olmaz tabii. Yani kim ki öyle paradigma değişiminin olabileceğini söylüyorsa, o soruna doğru yaklaşmıyor demektir. Biz Oslo’da yıllarca diyalog yürüttük. Yine İmralı’da önderliğimiz yıllarca diyalog yürüttü. Diyalogla çözümlenmesi gereken her şey çözümlendi. Diyaloğu daha fazla sürdürmek gevezelik olur. Diyalog yürütüldü. Müzakerelere geçmek için, zemin de hazırlandı. Bu çabalar devletin ve AKP’nin izlediği politikalar sonucunda sonuçsuz kaldı. Artık Önderliğimizin yapacağı bir şey kalmadı tabii. Önderlik bunun için, “müzakerelere geçilmezse, benim yapabileceğim bir şey kalmıyor” diyor. Gerisi artık kimi ilgilendiriyor? Bizi ilgilendiriyor tabii ki. Biz önderliğimize destek verdik. Halkımız sorunun müzakere ile çözülmesi için Önderliğine destek verdi. Önderlik bunlara dayanarak devleti ve hükümeti müzakereye çekmek için büyük çabalar yürüttü. Bu çabalar sonuçsuz kaldı. Şimdi burada şunun bilinmesinde yarar var. PKK hiçbir zaman şantaj – tehditle siyaset yapmadı ve yapmaz. Buna da hiçbir zaman ihtiyaç duymaz. Çünkü PKK’nin bir açıklık ilkesi vardır. Siyaseti açık yapar. Bu güne kadar böyle yaptı. Bundan sonra da böyle yapacaktır. Biz şantaj ve tehdit yapmıyoruz. Biz gerçekleri ortaya koyuyoruz. Kürt sorununun dolayısıyla Türkiye’nin sorunlarının çözülebilmesi için, biz oldukça sorumlu davrandık. Önder Apo kadar, PKK kadar, Kürt halkı kadar Türkiye’de sorumlu davranan bir güç, bu güne kadar çıkmadı. Şu anda da Türkiye’de çok ciddi sistem krizi yaşanırken bile, en sorumlu davranan yine Önder Apo, Hareketimiz ve halkımız oldu. Dikkat edilirse biz, Türkiye’nin içine düştüğü krizleri ağırlaştırma değil, krizlerden çıkarmayı esas alıyoruz. Bunun çabalarını yürütüyoruz. Ama bu çabalarımıza değer verilmiyor.
“SORUNLARIN NEDENİ KÜRT MESELESİNİN ÇÖZÜMSÜZ KALMASIDIR”
A. Doğan: Kimler değer vermiyor? Hükümet mi, devlet mi?
C. Bayık: Devlet de, hükümet de değer vermiyor. Türkiye’deki çeşitli odaklar da buna değer vermiyor. Değer vermedikleri için zaten Türkiye’de bu sorunlar yaşanıyor. Şu an Türkiye’de yaşanan sorunların temelinde Kürt Sorununda müzakere yönünde, çözüm yönünde adım atılmaması vardır. Bu gün yaşanan sorunlar, bundan kaynaklanan sorunlardır. Eğer Türkiye gerçekten bu sorunlardan kurtulmak istiyorsa, Türkiye toplumu bu sorunlardan rahatsızlık duyuyorsa, geleceğini garanti altına almak istiyorsa, bunun yolu Kürt sorununun çözümünden geçiyor. Bu sorun çözülmedikçe Türkiye bu sorunlardan kurtulmayacaktır. Bunun çok net anlaşılması gerekiyor. Önder Apo, Hareketimiz, işte bunun için hep ısrar ediyordu. Hatta bazı çevreler, PKK, Önder Apo birçok adım attı ama neden karşılığı bir şey çıkmadı, niye hala bunda ısrar ediyor, ısrar etmemesi gerekiyor diyorlar. Biz eğer ısrar ettiysek, sorumluluğumuzdan dolayı ısrar ettik. Türkiye halklarına karşı, demokrasi güçlerine karşı bir sorumluluk duyduğumuz için ısrarlı davrandık. Artık bu da son buluyor. Bunu sonlandıran biz değiliz, Önder Apo değil. Dikkat edilirse biz müzakerede çok ısrar ettik. Bunu sonlandıran Türk devleti ve hükümetin kendisidir. Dolayısıyla bu neye yol açar? Tekrar silahlı bir çatışmaya yol açar. Bunu çok net belirtiyorum. Eğer Türkiye’deki demokrasi güçleri, Türkiye toplumu bu yaşanan kriz içerisinde bir savaş, çatışmalı durum istemiyorlarsa o zaman Türk devletine ve hükümetine baskı uygulamaları gerekiyor. Kürt sorununun çözümü yönünde baskı uygulamaları gerekiyor. Türkiye’de demokrasinin gelişmesi yönünde baskı uygulamaları gerekiyor. O zaman Türkiye toplumu bu sorunlardan çıkabilir. Başka bir yolu yoktur. Aksi takdirde savaştır ve savaş ta eskisi gibi olmayacaktır. Bu savaş daha korkunç sonuçlar yaratacaktır. Hele hele Türkiye sistemi bu gün ciddi bir kriz yaşarken, bir savaşın Türkiye’de gelişmesi demek, Türkiye toplumu açısından geleceğin daha da belirsiz hale gelmesi demektir. Eğer bu istenmiyorsa, bunun önünün alınması gerekir. Bunun önünü almak için açıkça hükümete ve devlete Kürt sorununun çözümüne yönelik baskı uygulamaktır. Kürtlerle dayanışma içerisinde hareket etmektir. Önder Apo’nun söylediklerine kulak asmaktır ve bu temelde harekete geçmektir.
“SORUNLARIN ÇÖZÜMÜNÜN GARANTİSİ TEK PARTİ DEĞİL”
A. Doğan: Sayın Bayık, bu konudaki görüşler çok çeşitli. Baskı uygulayarak bu hükümetin krizden çıkamayacağını, Başbakan Erdoğan’ın gittikçe otoriterleştiğini hatta totaliter bir rejime doğru gittiğini söyleyenler var. Dolayısıyla baskı uygulamak sorunu ve sonucu değiştirmeyecek diyenler var. Öte yandan Kürt meselesi ve Türkiye’nin demokratikleşme meselesi birbirinden iki ayrı mesele diyenler ve bunu iki ayrı meseleymiş gibi ele alanlar var. Bir diğer görüş de, ülkenin bir tarafı demokratikleşirken, diğer tarafı gittikçe otoriterleşiyor ve bu otoriterleşmeye özellikle de Kürt siyaseti tarafından göz yumuluyor diyenler var. Şimdi bu kadar çok çeşitli görüş varken, kimler nasıl baskı uygulayacak? Bu görüşlere ilişkin ne dersiniz?
C. Bayık: Deniliyor ki, eğer Türkiye’de koalisyonlar dönemi olursa bu demokratikleşmeye hizmet etmez, bu Kürt sorununun çözümüne hizmet etmez. Ben aksini söylüyorum. Neden söylüyorum. On yıldan fazladır, Türkiye’de tek partili bir yönetim var. Hükümette, parlamentoda egemendir. İsterlerse çok rahat sorunu çözebilir. Sadece kendisini ilgilendiren sorunlar oldu mu, bir gecede yasalar değiştiriyor. Ama Kürt sorunu gibi bir sorunda, Türkiye’nin demokratikleşmesi gibi bir sorunda ise adım atmıyor. Demek ki tek partiye dayalı, hükümet ve parlamentonun çoğunlukla bir partiye dayandığı bir Türkiye’de sorunlar çözülmüyor. İşte ispatı da ortadadır. Türkiye’de en büyük demokrasi adımı ne zaman atıldı? Bir koalisyon hükümeti döneminde... Hem de MHP’nin içinde yer aldığı bir dönemde Türkiye’de idam kaldırıldı. Bu, Türkiye’de şimdiye kadar yapılan en büyük demokrasi adımıdır. Onun dışında öyle güçlü bir demokratik adım atılmamıştır. Bu bir gerçektir. Demek ki AKP’nin en çok da dillendirdiği bu tez, doğru bir tez değildir. Bundan yola çıkarak rahatlıkla diyebiliriz ki “Eğer ben olmazsam, Türkiye’de Kürt sorunu çözülmez, Türkiye’de demokratikleşme gelişmez” tezi yanlış bir tezdir. Bu bilinçli geliştirilen bir propagandadır. Daha çok da AKP’yi korumaya yönelik bir propagandadır. AKP iktidarını korumak için, bir takım yasaları değiştiriyor. Bir takım düzenlemeler yapıyor. Büyük bir panik içerisinde bunları yapıyor. Bununla iktidarını koruyacağını sanıyor. Tabii ki giderek daha da otoriterleşiyor. Aslında AKP öyle demokrasi gücü falan değildi. AKP toplumu iyi aldattı. Birçok çevreyi iyi aldattı. Ona destek olanlar, işte “yetmez ama evet” diyenler, şimdi AKP’nin demokratikleşme gücü olmadığını, sadece kendisi için Müslüman, kendisi için demokrat olduğunu gördüler ve tavır aldılar. Diyorlar ki, AKP giderek otoriterleşiyor. AKP eskiden de otoriterdi. Yeni otoriterleşmiyor. Belki daha fazla otoriterleşiyor, bu doğru. Neden, çünkü; iktidar sorunu var, iktidar mücadelesi yürütüyor. Ölüm kalım mücadelesi yürütüyor. Onun için de daha çok otoriterleşiyor. Bu doğru. Kürtler, Hareketimiz hiçbir zaman otoritenin yanında yer almadı. Devletin yanında, iktidarın yanında yer almadı. Hep iktidara karşı, devlete karşı muhalefet etti, mücadele etti. Türkiye’deki demokrasinin öncülüğünü yaptı. PKK Türk demokrasi hareketinin öncü bir gücüdür. Türkiye’deki bütün demokratik gelişmelere yol açan, PKK’nin mücadelesidir. PKK’yi çarpıtarak Türk toplumuna sundukları gibi değildir PKK. Bunu egemenler bilerek çarpıtıyor. Türk toplumu Önder Apo’nun, PKK’nin gerçeğini anlamasın diye. Bütün Türkiye’deki değişiklikleri gerçekleştiren PKK’nin mücadelesidir. Bu bir gerçektir. Demokrasinin motorudur. Eğer PKK’nin mücadelesi olmasaydı 12 Eylül rejimi bütün kurumlarıyla oturacaktı Türkiye’ye. Eğer Ecevitler, Demireller zindanlardan çıkarıldıysa, onlara tekrar siyaset yapma olanağı sağlandıysa bu PKK’nin geliştirdiği mücadelenin sonucudur. Ancak vicdansız biri bunu inkar edebilir. Türkiye’nin en demokratik hareketi PKK’dir. En demokrat kişiliği Önder Apo’dur. Önder Apo kadar, PKK kadar Türkiye halklarının geleceğini düşünen hiçbir ne önder vardır ne parti vardır. Bu gün herkes şunu söylüyor. Türkiye’de siyaset yapan belli bazı kişiler var. Bunların en başında da Önder Apo geliyor diyorlar. Bu doğrudur. Çünkü, Önder Apo, sadece Kürt Halkına ve PKK’ye sorumluluk duymuyor, Türkiye’deki bütün halklara ve demokrasi güçlerine karşı sorumluluk duyuyor. Bu sorumlulukları da yerine getirmeye çalışıyor. Hem de İmralı şartlarında. Hiç kimsenin yaşamadığı şartlarda bunu yerine getirmeye çalışıyor. Doğrudur, Türkiye’ye yönelik demokrasi rüzgarı Kürdistan’dan esiyor. Kürdistan’da büyük bir demokratikleşme yaşanırken, Türkiye’de var olan hükümet otoriter bir hükümeti temsil ediyor. Otoritesini geliştirmek, iktidarını korumak için diktatörce yasalar geliştiriyor tabii. Ama bunu ne kadar geliştirse geliştirsin Kürdistan’dan esen demokrasi rüzgarı önünde duramaz. Kürdistan’daki demokratikleşme çabaları, onun yarattığı rüzgar, bu gün Türkiye toplumunu da etkiliyor. Türkiye demokrasi güçlerini etkiliyor. Bu yer yer dile getiriliyor. Eğer bu gün bazı kasetler devreye sokuluyorsa, bununla bağlantılıdır.
“KASETLER İTİBARSIZLAŞTIRMA GİRİŞİMİDİR”
A. Doğan: Hangi kasetlerden bahsediyorsunuz?
C. Bayık: Hem Paris, hem güya Önder Apo esir alındığında çekilen görüntüler. Bunları bir merkez yayınlıyor.
A. Doğan: Ne maksatla yayınlanıyor bunlar?
C. Bayık: AKP-Fetullah Gülen iktidar mücadelesinde, Paris kasetleri kullanılmak isteniyor. Bu kasetlerle adeta şu denilmek isteniyor. İşte Paris Katliamını MİT yaptı, Roboski katliamını MİT’in verdiği bilgiler temelinde yaptılar. Dolayısıyla MİT bundan sorumlu. Yani AKP sorumludur. Bunu yapanlar “Kürtler ve PKK, kendi cellatlarının yanında yer almamalıdır. Cellatlarına karşı tavır almalıdır.” demek istiyorlar. Bunlarla esasen PKK ve Kürtler iktidar mücadelesinde bir tarafın yanına çekilmek isteniyor.
A. Doğan: AKP'nin mi, Cemaatin mi yanına?
C. Bayık: Bunları yapanlar Kürtleri Cemaatin yanına çekmek istiyor ki ancak bu durumda iktidar mücadelesini kazanabilirler. Doğu Perinçek’in piyasaya sürdüğü kasetlerle de Önder Apo ve PKK, hem Kürtler nezdinde, hem Türkiye’deki halk ve demokrasi güçleri nezdinde itibarsızlaştırılmak isteniyor. Bununla da Kürdistan’da Önder Apo’nun, PKK’nin öncüllük ettiği demokratikleşme hareketinin Türkiye’de başarıya gitmesi istenmiyor. Bunun önü alınmaya çalışılıyor. Bu kasetler bunun için piyasaya sürülüyor. Neden? Çünkü, gerçekten Türkiye siyasetinde en belirleyici güç Önder Apo ve PKK’dir de ondan. Herkesin kaderini ilgilendiriyor. Herkes kendi cephesinden bununla ilgilenmeye çalışıyor. Bir kesimi yanına almaya çalışırken, bir kesimi de Önder Apo ve PKK’nin öncüllük ettiği demokratikleşme ve özgürleşme hamlesinin başarıya gitmesini önlemeye çalışıyor. Bu kasetler bu amaçla bu süreçte gündemleştiriliyor. (ilkehaber)
2. BÖLÜM: KCK Eş Başkanları: Fethullah Gülen illegal taşerondur
3. BÖLÜM: KCK Eş Başkanları: Kürt Ulusal Kongresi yaşamsaldır
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.