22 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır14°C
  • Ankara17°C
  • İzmir21°C
  • Berlin3°C

KATIRLARI DA VURURLAR!

Taraf yazarı Tuncer Köseoğlu yazdı... Şırnak’tan 34 insanımızın bombalanarak öldürüldüğü Ortasu Köyü’ne giderken...

Katırları da vururlar!

13 Ocak 2012 Cuma 02:47

Şırnak’tan 34 insanımızın bombalanarak öldürüldüğü Ortasu Köyü’ne giderken, aklıma çocukken izlediğim bir film geldi. Sarp kayalıkların arasında bir yılan gibi ilerleyen yolda anılarım canlanırken o filmin kareleri düştü gözümün önüne. 1969 yılında, Oscar ödüllü yönetmen Sydney Pollack tarafından çekilen filmde Jane Fonda ile Michael Sarrazin oynamıştı. 1929’da ABD’de başlayıp dünyayı da sarsan büyük ekonomik buhranı anlatıyordu film. Umutları yok olan insanların yaşama tutunma adına ve para uğruna günlerce deliler gibi dans etmelerini... Bu nefes kesen yorucu yarışta ayakta kalabilen son çift 1500 dolar para ödülü kazanıyordu. Yarışmaya giren çiftlerden birisi çocukluğunda yaşadığı dramatik bir olayı düşünerek ayakta kalıyordu bu ölümcül maratonda. Çocukken çok sevdiği atının ayağı kırılınca hayvan gözlerinin önünde kafasından vurularak öldürülmüştü. Puslu bir aydınlık içinde ilerlerken aracımızla sağımızda solumuzda var olan sarp kayalara bakarak Atları da Vururlar filmini düşünüp durdum. Oysa yine çok etkilendiğim ve kaçakçıların zorlu yaşamlarını anlatan İranlı yönetmen Behman Gobadi’nin Sarhoş Atlar Zamanı isimli muhteşem filmi gelmedi aklıma, nedendir bilmem. İlle de Atları da Vururlar...

Akşam vakti Tuğba ve Remzi ile köye varıp çocuklarını, gençlerini kaybeden aileleri dinlemeye başladığımızda o atın vurulma ânı yine gözümde canlandı. Adını kurulduğu küçük dereden alan Roboski (Ortasu) köylüleri de bütün yaşamları boyunca yaşama tutunmak için dans etmek zorunda değilseler de, ayakta kalmak zorundaydılar. Bu da öyle plazaların renkli camlarının ardına saklanıp İstanbul ve İzmir’den başka memleket bilmeyen insanların klavyelerine faşist kinlerini kusmaları kadar kolay bir şey değildi. Coğrafyanın sert olduğu kadar, hayat da çok sert akıyordu Roboski’de... Vatanın kutsallığı etrafında çizilen sınırlar Roboskililer için sadece aşılması uğruna canlar, bedenler ödenen bir engeldi. Kravatlı ve önemli adamlar bundan 80 yıl önce Lozan’da biraraya geldi. Sınırlar çizildi. Bu çizilen sınırlar, hiçbir zaman yaşadıklarının bile farkına varmadıkları Roboskililerin uzun ve çileli yaşamını da belirlemiş oldu böylece. Bir taşın belirlediği vatan toprağı kutsal bellenince burada ölümüne yaşayan insanlar da teferruat oldu. Yıllar boyu o sınırdan geçişlerde mayınlara basıp, parçalandılar. Asker kurşunuyla öldü bazısı, kimsenin haberi bile olmadı. Dağların arasında ayakta kalarak sürdürdüler yaşamlarını ağır bedeller ödeyerek. Ta ki bir gün uçaklar bombaladı bu kaçakçıları. Bombalayan da kendi ülkesinin uçağıydı. Aslında kutsal sınırları korumak uğruna parçalanan 34 beden sadece bir teferruat olarak kalacaktı. Hâlâ da çeşitli bahaneler üretiliyor teferruat olarak kalması için.

Tabutlar yetmedi

Yıllarca bu ülkede gençlerin cansız bedenleri taşındı tabutlarla omuzlar üzerinde. En kuzeyinden en güneyine, en batısından en doğusuna gitti bu tabutlar. Bu omuzlarda taşınan genç bedenler için edilen siyasi sözler farklılık gösterse de aslında hep aynıydı. Çoğu çocuk 34 genç insanın tabutlarının üzerinden sarf edilen siyasi sözler gibi. Otuz yıldır ölümler üzerinden yürütülen siyasetten bıkmadınız mı? Biraz da insanların daha güzel bir ülkede yaşaması üzerinden bir şeyler yapsanız. İşte bu yüzden sevmiyorum siyaseti, o siyasetin yarattığı kirliliği... Ölümden öte yol yoktur diye düşünürdüm hep. Varmış. Roboski’de acı bir şekilde anladım bunu. Hiç sayılmakmış... Acılı ailelere en çok bu koydu zaten. Duyarsızlık ve daha bedenleri soğumadan toprağa verdikleri evlatlarına karşı devletin bu kadar kayıtsız kalması. Ölümden de öte bu işte. Peki, anladık devletin vicdanı olmaz. Ya halkına vereceği adalet duygusu nerede? Batıda sırça köşklerinde oturup, “onlar zaten kaçakçıydılar” diyenleri insan sınıfına koymuyorum bile.

Tabutları sordum ailelere, içlerinde iki üç tane Süryani tabutu vardı. Biz de o tabutlara bakıp, ölenlerden bir kaçının Süryani olabileceğini düşünmüştük gazetede. Değilmiş. Belediyeler ambulanslarla getirmiş tabutları. Yetmemiş olacak ki gelenler arasında birkaç tane de Süryani tabutu vardı. Bunu fark etmedi bile köylüler. 10 gün sonra gittiğim köyde yapılan açıklamaların aksine ölenlerin 35 değil, 34 olduğunu gördüm, mezarları tek tek sayarak. Bu yazı Taraf’ta çıktıktan iki gün sonra İçişleri Bakanlığı da 34 rakamını doğruladı. Bundan bir gazeteci olarak gurur duymadım, aksine bu kadar duyarsız kalabilen bir ülkenin vatandaşı olduğum için utanç duydum. Orada çok uzakta Şırnak- Hakkâri karayolunun yanında, Gülyazı ile Ortasu köyleri arasında kalan tepede 34 genç yatıyor. Daha bedenleri soğumamış. Adalet bekliyorlar. Hakikatin bulunmasını istiyorlar. Adalet sağlanmazsa ruhları hiçbir zaman rahata eremeyecek. Bu hakikatin ortaya çıkarılması sadece siyasetçilerin görevi değil, insanım diyen, vicdanı olan herkesin namus borcudur...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.