KANDİL’İN KADINLARI...
Gazetecier Ceyda Karan, Erdal Er ve Günay Aslan'ın Murat Karayılan ile yaptıkları söyleşinin üçüncü bölümü...
03 Haziran 2013 Pazartesi 09:44
Türkiye “Kürt meselesinin çözümünde” önemli bir eşikten geçiyor. Henüz sonucu meçhul bir tarihÎ süreç sözkonusu. PKK’nın gruplar hâlinde çekilmesi başladı. Peki, sahada neler oluyor, hissiyat ne? “Habersiz kalmak”, “bilmemek”, anlamamanın ilk aşaması, anlamak ise “kabullenmek” değil elbette. Fakat barış isteniyorsa, bir yerden başlamak gerekir... Biz de sürecin ‘bir ucundan tutmak’ için Kandil’e geldik, “PKK’nın kadınlarının” peşine düştük. Üç gün boyunca börtü böceğin ortasında, (ben korktuğum için hakikaten zorlandım) duvarlarını farelerin mesken tuttuğu “manga” denen küçük kulübelerde yattık kalktık. PKK’nın kadın hareketi KJB’nin üyesi beş kadın gerilla ile barış sürecini, kişisel yaşam serüvenlerini, kadın olarak yaşadıkları sorunlarını konuştuk. “İnsan öldürmenin” ne menem bir şey olduğunu ve hayallerini sorduk...
“Başka yolu yok”
Kandil hakikaten el değmemiş bir coğrafya, etkileyici bir topoğrafyaya sahip. Bölgeye Arapların “Erbil”, Kürtlerin ise “Hewler” diye andığı kentten kuzeydoğuya doğru 3-3,5 saat süren bir yolculukla ulaşılıyor. Cep telefonumu ‘gizlilik’ gerekçesiyle geride bırakmak durumunda kalınca, dünyayla bağlantım kesiliyor. Şoförüm Salih Türkiye’den. 1973 Şırnak doğumlu. 1994’ten beri Mahmur’da yaşıyor. Bugün 12 bin nüfuslu bu kent artık bir mülteci kampı olmaktan çıkmış. Salih, “Barış olacak, başka yolu yok. Her yol denendi. Ama barış savaştan daha zor bir iş. Ortadoğu’da kimse başkasını düşünmüyor o yüzden barış olmuyor” diyor. “Türkiye’de barış olsun bir saniye burada durmayız” diye ekliyor.
Kortek...
Sefin Dağı eteklerinde boş kontrol noktalarından geçiyorsunuz, Kandil’e yaklaştıkça kontrol sıkılaşıyor. Dukan baraj gölünden sola kıvrılınca, sonrası Kandil... Bir kontrol noktasında pasaportu alıp kaydediyorlar, o kadar. Geçip gidiyorsun. Qaladze’den sonra iki dağın arasında kıvrıla kıvrıla uzanan derin bir vadiye giriliyor. Yarım saat 45 dakika sora da bu diyarda sık rastlanan meşhur jeep’ler için bile zorlu bir yokuş. Tepesinde Türk savaş uçaklarının 2011’deki hava saldırısında ölen köylüler anısına yaptırılan Kortek anıtı.
Manga ve ‘gerilla demi’
Bir kaçının zirvelerinde mayıs sonu hâlâ kar bulunan bu dağlarda 40’tan fazla köy var. Yollar asfalt. Benim de kalacağım “manga”nın kamp alanına ulaşıyoruz. Aşağıdan gürül gürül su sesi geliyor. Ulu bir ceviz ağacının altında minik bir kulübe. Hemen çay servis ediliyor; önce sıcak su, sonra demi dökülerek. Daha iyi ayarlanıyormuş... Yaklaşık yedi metreye üç metre genişliğindeki Manga’nın küçük bir kütüphanesi var. Yaşar Kemal’in kitapları dikkatimi çekiyor. G.G. Márques’in Yüzyıllık Yalnızlık’ı, M. Weber’in Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı, Said Nursi’nin Sözler’i, Nigel Watts’ın Şems-i Aşk’ı, Gustave Flaubert’in Madame Bovary’si, Deniz Kavukçuoğlu’nun Sen Vatan Haini Misin, Baba’sı, Ece Temelkuran’ın Düğümlere Üfleyen Kadınlar’ı da...
‘Hükümet Kadın’
Yorgunluk, uyku derken akşam ediliyor. Uydu kanalları çekmeyince bir DVD konuluyor. Demek Akbağ’ın başrolünü üstlendiği 1950’li yıllarda Mardin’de “ilk kadın belediye başkanının” bir ilçeye su götürme macerasının anlatıldığı Hükümet Kadın adlı filmi izleniyor. Filmde Kürtçeye yönelik yasak esprili bir dille aktarılınca gülüyorlar. En beğendikleri espri ise Akbağ’ın belediye başkanı eşiyle bir başlık parası diyalogu. Hükümet Kadın’ı canlandıran Akbağ evinden kaçmak durumunda kalan bir köylü kızı için 40 koyun istendiğini söyleyince eşi şaşırıyor, “Bu ne yahu, koyun mudur, mal mıdır ki böyle ederler” diyor. Akbağ’nın yanıtı? “E hususi sevmek için” oluyor..
Ertesi sabah gazetecilik mesaisi başlıyor... Sorarak, dinleyerek...
» Leyla Agiri... 40 yaşında. 1973 doğumlu. Van/Özalplı. 21 yıldır dağda. Lise mezunu. Bakırköy’de liseyi bitirmiş, üniversiteyi de kazanmış: Eskişehir İşletme. Aslında tercihi hukukmuş. Ama gitmemiş. 1992’de dershane günlerinde katılmış. Bunda “aileden solcu” olmasının payı büyük. O küçükken evleri sürekli basılır, ağabey ve kardeşleri ‘içeri’ düşermiş. 1993’te dağa çıkmış. “Bu dağlarda yeni bir yaşam, yeni bir kültür ve toplum oluşturduk. Topluma sorumluluklarımızdan yola çıktık, iş onu aştı bir yaşam tarzı meselesi oldu” diyor: “Sadece ulusal mücadele vermiyoruz. Kürt olarak arayışlarımız da var. Yeni bir yaşam arayışıdır. Benim büyüdüğüm mahallede Kürt, Türk, Ermeni ve Lazlar vardı. Güçlü bir halk mozaiği vardı. Kürt sorunu doğru tanımlanırsa, karşılıklı anlayış gelişir. Basına yansıyan Türkiye toplumunu yansıtmıyor” diyor. Ona göre en başta “empatiye” ihtiyaç var, “Silahın gölgesinde tartışma olmuyor”. Sıkı sosyalist, PKK’nın akademisinde “jineloji” dersleri veriyor. İran ve Şam’da faaliyetlerde de bulunmuş. Sürece dair umutlu, ona göre; Kürt sorunu “demokratik siyaset temelinde” çözülebilir.
» Fatma Adır 45 yaşında. Dersimli. PKK’ye 1991 başlarında katılmış. Ailenin geçmişinde devrimcilik, solculuk geleneği var ama kaçmak durumunda kalmış. Zaten anne baba bilgisi dâhilinde gelen çok az. Avrupa’da da Frankfurt’ta bulunmuş. Sıkı feminist. Hareketin bir amacının Kürt toplumunun haklarının teslimini sağlamaksa, diğerinin de toplumu dönüştürmek olduğunu söylüyor. “Kimse kimseden bir şey dilenmiyor. Biz halkız, dilimiz, kültürümüz, vatanımız, toprağımız var. Ama bu coğrafyada Arab’ı, Acem’i, Ermeni’si de bizim kadar yaşamak hakkına sahip” diyor. Aradığı şeyi, “Aidiyet olgusu öndedir, halkların kendilerini nasıl yöneteceklerini belirleyecekleri evrensel olarak öne çıkan, diğerlerinin de değerlerinin korunacağı bir şey” sözleriyle anlatıyor. “Milliyetçilik yok. Irkçılığa, milliyetçiliğe yer yok. Biz devletle savaşanlar kendi halkımızdan daha az milliyetçiyiz. Avrupa’ya gidenlerimiz çok daha milliyetçidirler. Benim halkım dilini, kültürünü, aidiyetini, ondan koparsa yok olabileceğini hissediyor. Diğerlerinden üstün tutmuyor.”
» Kewende Herekal... 38 yaşında. Silopili. Ailesi oniki yaşındayken İstanbul’a göç ediyor. Ticaret lisesinde muhasebe okuyor. 1992’de üniversitenin ilk sınavına girdikten sonra örgüte katılıyor. “Doğada her varlığın, her insanın bir ismi var. Ama bir halkın isminin konulmasından bile rahatsız olundu. Bu insanlık dışı. Oysa halklar aidiyetleriyle evrenselliğe renk katarlar” diyor. Barış sürecinden umutlu, “Türkiye ilk defa tartışıyor. Bu süreç geliştirilebilir. Basına büyük görev düşüyor. Aydınların, akademisyenlerin, kavrayış düzeyi daha gelişmişlerin topluma inebilmesi lazım” diyor. Ona göre “Türkiye kendi dinamiğini doğru yaklaşırsa, Ortadoğu’da öncülük etme potansiyeline sahip, demokratik, özgürlükçü ve adil bir model oluşturabilir”.
» Doktor Jiyan... Onu böyle çağırıyorlar. Amedli, 42 yaşında.. 22 yıldır dağda.. Çocukken öğretmen olmak istermiş. Hemşire... Tıp okurken örgüte katılmış. Bunda çocukken Kürt olduğu için aşağılanmasının etkili olduğunu söylüyor. PKK’ye 1993’te ilk kadın ordulaşması döneminde katılmış. “Şu anda bir ‘yol temizleme’ süreci yaşanıyor. Önderlik savunmalarda, bu yolu hazırlamıştır. Halka düzgün anlatılırsa barışın hayata geçme potansiyeli var” diyor.
“Judocu, madalyalı...”
» Beritan Şiar... Dersimli. 39 yaşında 1974 doğumlu. Ailesiyle 1990’da Viyana’ya taşınmış. Politeknik’te, Diş Hekimliği Meslek Okulu’nda okumuş. Diğer arkadaşlarından farklı olarak çocukken hiç Türklük baskısı hissetmemiş, kimlik sorunu yaşamamış. Bunu judocu olmasına bağlıyor. Türkiye çapında Antalya’da birincilikleri var. Yıllarca pek çok Türk arkadaşı olmuş.. “Türk gibi büyüdüm. Maçlar için sürekli gittiğimden metropolleri bilirim. Arkadaşlarım Türk’tü. Zazacanın başka bir dil olduğunu bilmezdim. Bir gün ablam ‘Biz Kürd’üz’ deyince ben dedim ne diyorsun?” Çocukken bir Türk arkadaşına “Biliyor musun Zazaca diye bir dil varmış” demiş. Arkadaşı ise “O senin dediğin kuşdili” yanıtını vermiş.
“Atatürk’e küfrettirmem”
“Kürtlüğünün bilincine” Avrupa’da Kürt derneklerinde varmış. PKK’ye katılımının sebebi de sürgünlerin çektikleri sıkıntıları görmesi. PKK’ye 1992’de katılmış ve epey zorlanmış: “Bu insanların kafalarını yıkıyorlar diye düşünürdum. Dernek çevrelerinde radikaller de vardı. Sürgün olmuşlar, küfre başvuran da olurdu. Ben Atatürk’e küfredilmesine izin vermezdim. Türk halkına küfredenlere ‘meselemiz halkla değil yıllarca kimliğimizi inkâr eden devletle’ derdim. Ben judocuyken, törenlerde hep Atatürk posterleri taşırdım, ona küfredilmesine izin vermem.” Kürt meselesini şöyle tarif ediyor: “Türkiye’de pek çok insanın sorunu var. Senin sorunun varsa Karadenizlinin de var, Egelinin de var deniyor. Ama onun toplum olmaktan kaynaklanan bir sorunu yoktur. Kürtlerin toplum hâlinde hakları ellerinden alınmıştır...”
Leyla, Fatma, Kawende, Doktor Jiyan, Beritan ile, Kandil’in Kadınları’yla barış sürecine dair umutları, bakış açıları, PKK üyeliği sürecinde kadın olarak yaşadıkları, Türkiye’ye çağrıları, aşk, cinsellik, hayatın siyasetten topluma her alanına dair düşünceleri ile devam edeceğiz...
YARIN: Sürece güven, Türkiye perspektifi, AKP-CHP-MHP’ye bakış
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.