KANDİL'DEN ÖCALAN'A STRATFOR RAPORU
Bir Stratfor analisti, Kandil Dağı’ndaki PKK yetkililerine yönelttiği sorulara resmî bir yanıt aldığını aktarıyor.
06 Mart 2012 Salı 19:52
Bir Stratfor analisti, Kandil Dağı’ndaki PKK yetkililerine yönelttiği sorulara resmî bir yanıt aldığını aktarıyor.
Kimden: Benjamin Preisler
Kime: Alpha Liste
Tarih: Pazartesi, 8 Ağustos 2011
Konu: INSIGHT-PKK’nın Öcalan konusundaki tavrı
KAYNAK: Irak’taki STRATFOR kaynakları
KAYNAK TARİFİ: Kandil Dağı’ndaki PKK Sözcüsü
YAYINLANMA DURUMU: Eğer işe yararsa
KAYNAK GÜVENİLİRLİĞİ: A
UNSUR GÜVENİLİRLİĞİ: 2
ÖZEL MUAMELE: Hayır
KAYNAKLA İLİŞKİ KURAN: Yerevan
Bu künyeyle başlayan e-postada “Yerevan” adlı bir Stratfor analisti, Kandil Dağı’ndaki PKK yetkililerine yönelttiği sorulara resmî bir yanıt aldığını aktarırken, “PKK’nın, Öcalan’ın emirlerini tam olarak yerine getirmemiş olmak konusunda af dileyen bir havası olduğunu sezdim” diyor; daha sonra Kandil’den kendisine iletilen uzun bir açıklamayı aktarıyor.
Açıklamanın Taraf gazetesinde yayımlanan tercümesinin tam metni şöyle:
Kürt halkının önderi Abdullah Öcalan 27 Temmuz 2011’de avukatlarına Türk devleti ile PKK arasında arabulucu olmaktan çekildiğini söylemiştir. Bu durum Kürt meselesinin ve bu meselenin çözümünün yeni bir boyut kazandığı anlamına gelmektedir.
Önderliğimiz son on iki yıldır ağırlaştırılmış hapis koşullarında tutulmaktadır. O, çözüm için görüşmelerde hiçbir zaman bu koşulları bir engel olarak öne sürmedi. Aksine, ağırlaştırılmış koşullara ve kısıtlı olanaklara rağmen, kendi rolünün gereklerini tam olarak yerine getirmek konusunda özel bir titizlik gösterdi. Soruna çözüm sağlanabilmesi için, tarafları ortak bir zeminde buluşturabilmek için, demokratik çözümün zeminini yaratmak için ve sürecin bir plana uygun şekilde ilerlediğinden emin olmak için muazzam bir çaba gösterdi.
Halk, önderliğimizin 1993’ten beri muhtelif defalar tek taraflı ateşkes ilan ettiğinin farkındadır. Kuşkusuz, bu ateşkesler barışın ve meselenin çözümünün sağlanması için paha biçilmez fırsatlardı. Ancak devletin katı konvansiyonel inkâr ve imha politikası nedeniyle, ne yazık ki bütün bu altın fırsatlar tepilmiştir. Bütün bunlara rağmen, önderliğimiz AKP’nin iktidarında gerilla güçlerinin çatışmalardan uzak tutulması ve barış çabalarının toplumda yeşermesinin devam etmesi konusunda çok dikkatli davranmıştır. Hareketimizin, halkın ve demokratik toplumun bütün dikkatini, gayretlerini ve farkındalığını meselenin barışçı çözümüne yöneltmeye çabalamıştır. Sadece toplumun değil devletin de meselenin çözümü konusundaki duyarlılığını yükseltmeyi çok önemli saymıştır.
Önderliğimizin anlamlı ve değerli çabalarına olumlu bir yaklaşım geliştirmek yerine, AKP hükümeti tam tersi bir politikayı hayata geçirmeyi yeğlemiştir. Bizim sorunu çözme eğilimimizi bir zayıflık ve hata gibi kabul etmiştir. Dolayısıyla da sadece önderliğimizi hareketimizden ve halkımızdan izole etmekle kalmamış, aynı zamanda hareketimizin teslim olmasını ve tasfiyesini amaçlamıştır. Erdoğan ile Bush arasındaki dönüm noktası sayılan görüşme bu gelişmelerin bir sonucudur.
Yoğun hava bombardımanları ve sonrasındaki Zap savaşı, Erdoğan ile ABD Başkanı arasında 5 Kasım 2007’de Washington’da yapılan tarihi gizli anlaşmanın ne kadar tehlikeli olduğunu göstermiştir. Bu anlaşma, NATO’nun aktif müdahalesini ve hareketimizin tamamen tasfiye edilmesini hedeflemekteydi. Hareketimize ağır bir darbe indirmek üzere, gerilla bölgelerinin havadan bombalanmasında benzeri görülmemiş bir ileri teknolojik güç kullanıldı. Öte yandan, linç politikaları, kültürel ve siyasi soykırım Kürt halkının üzerinde uygulandı. Dışarıdan, ABD’nin ve NATO’nun liderliğinde, hareketimizi kuşatmak ve ezmek için AB ülkeleri arasında bir duruş ve tavır birliği sağlandı.
Önderliğimiz Ağustos 2009’da demokratik çözüm için öneriler içeren ve süreci çözümsüzlükten demokratik çözüm ortamına taşımayı hedefleyen bir yol haritası hazırladı. Bu yol haritası kendisi tarafından Türk devlet yetkililerine verildi. Ancak Türk devleti meselenin çözümüne yönelik tartışmaları canlandıracak olan bu yol haritasına el koydu. Böylelikle meselenin çözümüne ilişkin tartışmayı “Milli Birlik ve Dayanışma” adlı ve tasfiyeyi amaçlayan bir proje çerçevesine sokmak istedi. Buna ek olarak, askerî ve siyasi imha çok yönlü olarak uygulandı.
Hareketimiz, Türk devletinin kapsamlı saldırılarına ve operasyonlarına 1 Haziran 2010 taaruzuyla cevap verdi. 1 Haziran taaruzu iki ay kadar sürdü ve çözüm arayışının yeniden güçlenmesini sağladı. Bu arayışın bir göstergesi olarak Türk devleti resmî bir heyet aracılığıyla önderliğimizle doğrudan diyaloga girdi. Bunun karşılığında, önderliğimiz 2010’da taraflara ateşkes çağrısı yaptı ve böylece devletle müzakere sürecinin başlaması için zemin hazırladı. Hareketimiz, önderliğimizle devleti temsil eden resmî heyet arasında diyalog başlaması üzerine barışçı çözümün geliştirilmesine şans tanımak için 13 Ağustos 2010’da tek taraflı olarak ateşkes ilan etti. Diyalog sürecinin müzakere seviyesine evrilmesi için, önderliğimiz devletin resmî heyetine 2011’in mayıs ayında üç protokol sundu. Devleti temsil eden heyetle varılan anlaşmaya uygun olarak, 12 Haziran seçimlerinde işbaşına gelen yeni hükümetin bu protokolleri uygulamaya koyması gerekiyordu. AKP hükümeti bu protokollerle ilgili olarak tek bir olumlu adım atmadı.
Önderliğimiz, Başbakan Erdoğan’ın güvence vermesi ve ona çağrı yapması halinde, gerilla güçlerini bir hafta içinde çatışmasız alanlara çekebileceğini ve böylece sorunun çözümünü kolaylaştırabileceğini söyledi. Bu, önderliğimiz dışında kimsenin veremeyeceği bir karardır. Bu, aynı zamanda devletin kararlı ve güçlü bir duruş sergilemesi halinde, son otuz yıldır çözülemeyen meselenin tarihî bir adımla çözüleceği anlamına gelecektir.
AKP hükümeti, bu paha biçilmez fırsatı ve çağrıları gözardı ederek, iyi bilinen imha ve inkâr politikalarında ne kadar ısrarcı olduğunu gösterdi. Ayrıca, bu yolla yakın gelecekte askerî ve siyasi operasyonların artacağını da işaret etti. Esasen, 13 Ağustos 2010’daki ateşkesten sonra da devletin askerî ve siyasi operasyonları durmamıştı. Tam tersine, siyasi alana yönelik operasyonlar muazzam biçimde arttı, onlarca Kürt kadın, çocuk ve genç öldürüldü, binlercesi gözaltına alındı ve tutuklandı. Biz bu ateşkes döneminde, durmayan askerî operasyonlar yüzünden normalde olduğundan çok daha fazla gerilla kaybı verdik. Marttan bu yana, Türk devletinin savunma pozisyonuna geçen gerilla güçlerine yönelik askerî operasyonlarında 51 gerilla şehit düştü. 14 temmuzda Silvan’daki çatışmalarda Türk ordusunun verdiği büyük kayıplar bizim güçlerimizce önceden planlanmış bir eylemin sonucu değil, Türk ordusunun bölgedeki yaygın ve yoğun operasyonel güçleriyle karşı karşıya gelinmesinin bir sonucudur.
Erdoğan hükümeti, Silvan’daki askerî operasyonda meydana gelen bu çatışmaları, yeni strateji ve taktiklere dayalı bir saldırı dönemi başlattıklarını ilan etmek için bahane olarak kullandı. Kuşkusuz, yakın gelecekteki bütün olumsuz gelişmelerden ve kayıplardan sorumlu olacak taraf AKP hükümetidir. Erdoğan bu ilanla bir dönemin kapandığını itiraf etmiştir. Bu, ya halklarımıza yüksek bedel ödetecek ve ciddi sonuçları olacak çok acılı ve şiddetli bir dönem anlamına gelmektedir ya da Kürt meselesinin gerçek demokratik çözümü için bir kapı aralanacak ve haklarımızın için yepyeni bir gelecek başlayacaktır.
Önderliğimizin devletle diyalogu devam ettirmekteki amacı, halklarımızın hak ettiği çözümü ve barış sürecini başlatmaktı. O zamandan beri tek taraflı ateşkeslerin ve bu koşullar altında başlatılan diyalogların çözüm için gerekli araçları üretmekte yetersiz kaldığı ortaya çıktı. Kürt halkının önderi tarafından devlete ve hareketimize sunulan üç protokol devlet tarafından cevapsız bırakıldı. Önderliğimiz daha önce devletle diyaloga belirli bir anlam yüklediyse de, geldiğimiz nokta kendisinin hem devletin hem de hareketimizin davranışını yetersiz görmesine yol açmıştır. Sonuç olarak, kendisini devletle hareketimiz arasında arabulucu olmaktan geri çektiğini kamuoyuna açıklamıştır. Önderliğimizin bu tutumu almasının sebebi, demokratik anayasal süreci ilerletmeye ve demokratik çözüm projesinde ilerleme sağlamaya yönelik bir yaklaşım geliştirilmemiş olmasıdır. Türk devletinin ve bütün ilgili çevrelerin bu durumdan ciddi ve önemli sonuçlar çıkarması gerekir. Bu aynı zamanda bizim özgürlük hareketimiz ve Kürt halkı tarafından ciddiyetle değerlendirilmesi gereken bir durumdur. Sonuç olarak, birçok çevre gibi Kürt ve Türk aydınlarının, siyasetçilerinin ve akademisyenlerinin önderliğimizin bu tutumunu tartışıp değerlendirmesi anlaşılabilir bir şeydir.
Hareketimizin tarihindeki en güçlü konuma sahip olmamıza rağmen, devleti çözüm noktasına çekmek ve meseleyi çözecek araçları bulmak konusunda ciddi bir yetersizlik içersindeyiz. Bu, eleştirilmesi ve özellikle de mücadelemizde gerekli zenginlik ve performans düzeyine erişemeyerek görevlerimizi yerine getiremememiz nedeniyle özeleştiri yapılması gereken bir konudur.
Geldiğimiz aşamada şu açıktır ki, önderliğimizle doğrudan görüşme fırsatımız olmadıkça ve Kürt halkının önderi görevlerini yerine getirebilmek için serbestçe hareket edemedikçe, bu koşullar altında demokratik çözümü geliştirmek mümkün değildir. Hareket ve halk olarak önderliğimizin eşsiz çabalarına büyük değer ve anlam verdiğimiz açıktır. Devletin imha politikalarına ve İmralı’daki hapis koşullarına rağmen, bu çabaların karşılık bulması için büyük bir farkındalık ve duyarlılıkla hareket ettik. Bir kez daha gördük ki, bizim gösterdiğimiz tavır ve hassasiyet süreci ilerletmek için yeterli olmadı.
Kürt meselesinin çözümü kördüğüm halini almıştır ve bu ancak önderimiz Apo ile konuşulması ve sağlık, güvenlik ve hareket özgürlüğü koşullarının sağlanması ile çözülebilir. İmralı’daki hapis koşullarında geçirdiği 12 yıl ve özellikle de son iki yılın olayları, bize tartışmasız biçimde göstermiştir ki önderliğimiz özgür olmadıkça mesele çözülemeyecektir. Kürt halkının önderinin durumu ile PKK’yı, Kürt meselesinin çözümünden ayrı tutan zihniyet ve politikalar, meselenin çözümünü hiç istemeyen kötü niyetli ve tehlikeli yaklaşımlardır.
Devlet Kürt meselesini şiddet, baskı ve imha yoluyla çözme politikasını terk etme kararı aldığını ve bundan sonra demokratik anayasal çözümü geliştirmek konusunda samimi olduğunu açıkça göstermelidir. Devlet, bu nedenle, önderliğimizin sağlık, güvenlik ve hareket serbestisinin sağlanacağı bir ortamda olabileceği koşulları yaratmalıdır. Hareketimiz ve halkımız başka herhangi bir açıklama ve gelişmeyle ikna ve tatmin olmayacaktır.
Kürt meselesinin çözümü her zamankinden daha fazla sonuca varmak ihtiyacındadır. Bunun demokratik çözümünü sağlayabilecek güce ve role sahip tek kişi Abdullah Öcalan’dır. Bu herkesin bildiği ve kabul ettiği bir gerçektir. Dolayısıyla, müzakere sürecini hızla başlatmak ve bu süreci sağlıklı bir şekilde yönetebilmek için, Kürt halkının önderine araçlar sağlanmalıdır. Bu kapsamda, önderliğimizin hareket serbestisinin ve sağlık ve güvenlik sorunlarının çözümünü acil ve gerekli buluyoruz.
Meselenin çözümünden yana olan bütün çevreler ve şahıslar bu gerçekliği görmeli ve sürecin demokratik çözüm ve barışla taçlandırılmasına katkıda bulunmak istiyorlarsa her zamankinden daha duyarlı ve cesur hareket etmelidirler. Kalıcı barış ancak böyle sağlanabilir. Hareket olarak biz, geçmişteki yetersizliklerimizi aşmak, Kürt meselesini çözüme kavuşturmak ve önderliğimizin özgürlüğünü sağlamak üzere her zamankinden daha etkili ve zengin araçlara sahip bir mücadele için gerekli güce ve kararlılığa sahibiz. Kürt meselesi söz konusu olduğunda, şiddete endeksli inkâr ve imha politikaları Türkiye Cumhuriyeti’nin temel politikası olmuştur. Bu politikalar şimdi başarısızlığa uğramıştır. Ancak AKP, değişik araçları kullanarak bu politikaları yeniden gündeme getirmektedir. Hareketimizin muazzam tecrübesi, daha zengin ve daha etkili bir mücadeleyle birleştiğinde, bu yeni saldırganlığı sonuçsuz bırakacağı açıktır. Halkımızın ve hareketimizin bu şedid politikalar karşısında kendini savunacak kuvvete sahip olduğu ve böylece mücadeleyi daha ileri seviyelere taşıyabileceği gayet aşikârdır. Bu gerçeklik görülmelidir ve çözüme giden yolun şiddet politikalarının yeniden benimsenmesinden değil, devletin önderliğimizin 27 haziranda yaptığı çağrıları dikkate almasından geçtiği anlaşılmalıdır. Bu meselenin anlamlı çözümüne giden tek yoldur. Sonuç olarak, çözüm için ilk ve en önemli adım önderliğimizin kendi rolünü oynaması için gerekli koşulların yaratılmasıdır. Mücadelemiz böyle bir eksene odaklanacak ve temel olarak önderliğimizin sağlık ve güvenlik koşulları ile hareket serbestisinin ve dolayısıyla meseleye çözüm üretilmesinin sağlanmasını hedefleyecektir.
Halkımızın ve demokratik ve yurtsever kurumların bu eksende odaklanması ve yeni dönemde mücadeleyi ilerletmesi oldukça önemlidir. Büyük hücumumuzun nihai sonucu elde etmesi için bütün koşulları büyük titizlikle değerlendireceğimiz, büyük tarihsel yürüyüşümüzün başarılı olması için bütün gücümüzü mücadeleye vakfedeceğimiz ve başarıyı garantileyecek bir mücadele biçimi uygulayacağımız açıktır. Bu inanç ve kararlılıkla yeni dönemin görevlerini üstlenecek ve barışı ve özgürlüğü sağlayacağız.
KCK Yürütme
Konseyi Başkanlığı
6 Ağustos 2011
Apo hem bizim hem devletin tutumunu yetersiz buluyor...
PKK Stratfor’a şöyle yazmış: Önderliğimiz daha önce devletle diyaloga belirli bir anlam yüklediyse de, geldiğimiz nokta kendisinin hem devletin hem de hareketimizin davranışını yetersiz görmesine yol açmıştır. Sonuç olarak, kendisini devletle hareketimiz arasında arabulucu olmaktan geri çektiğini kamuoyuna açıklamıştır. Önderliğimizin bu tutumu almasının sebebi, demokratik anayasal süreci ilerletmeye ve demokratik çözüm projesinde ilerleme sağlamaya yönelik bir yaklaşım geliştirilmemiş olmasıdır. Türk devletinin ve bütün ilgili çevrelerin bu durumdan ciddi ve önemli sonuçlar çıkarması gerekir. Bu aynı zamanda bizim özgürlük hareketimiz ve Kürt halkı tarafından ciddiyetle değerlendirilmesi gereken bir durumdur.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.