22 Kasım 2024
  • İstanbul6°C
  • Diyarbakır6°C
  • Ankara12°C
  • İzmir16°C
  • Berlin2°C

'KANDİL FRENE FİDAN’LA BASTI'

Radikal yazarı ve Hürriyet Daily News Genel Yayın Yönetmeni gazeteci Murat Yetkin çözüm sürecine ilişkin soruları yanıtladı.

'Kandil frene Fidan’la bastı'

23 Şubat 2015 Pazartesi 13:07

Radikal yazarı ve  Hürriyet Daily News Genel Yayın Yönetmeni gazeteci Murat Yetkin çözüm süreci ve son güncel olaylara ilişkin soruları yanıtladı.

Çözüm sürecini başından beri yakından takip ediyorsunuz; son bir haftada yaşananları nasıl özetlersiniz? Hükümet bahar havasından söz edip beklentileri yükseltirken, Kandil sürecin bitme noktasına geldiğini açıkladı. “Ne oluyor” sorusuna sizin yanıtınız ne? Krizin kaynağında sizce ne var?

Bence sıkıntı ne son bir haftada ortaya çıkmıştır, ne de her şey bitmiş sayılır. Beklentilerin yükseltilip indirilmesinde, yani gerilim siyaseti izlenmesinde hükümetin payı elbette büyük ama bütün sorumluluğun hükümette olduğu da söylenemez. Neticede 7 Haziran seçimleri yaklaşıyor ve PKK daha önceki üç seçimde kendilerine verilen sözlerin tutulmadığı düşüncesiyle elini yükseltmek istiyor. AK Parti hükümetinin en önemli taktik amacı seçimlere çatışmasızlık ortamında girmek ki bu açığı yakalayan PKK o tehditle aba altından sopa gösteriyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ise stratejik bir hedefi var. Erdoğan Kürt sorununun çözümünü denge-denetleme işleyişi daha da zayıflatılmış güçlü başkanlık sistemini getirecek bir anayasaya bağlamak istiyor. Yani pek öyle bir anda çıkmış bir gerilim yok ortada. Seçim yaklaştıkça bu inişler çıkışlar artabilir.

16 Şubat’taki yazınızda, “Erdoğan’ın çok arzu ettiği güçlü başkanlık sistemine seçim sonrası kavuşmak için mevcut siyasi koşulların ciddi ve hızlı şekilde dönüştürülmeye ihtiyacı vardır. Bu dönüşüm için en önemli araç Kürt meselesidir. Ancak Kürt meselesinde hükümetin güçlü ve riskli adımlar atabilmesi ihtimali, Fidan’ın Davutoğlu tarafından kenara alınmasıyla azalmıştır” dediniz. “Fidan’ın istifası, çözüm süreci için bir handikap olmayacak” değerlendirmeleri yapılmıştı. Sizin vurgunuzdan, istifanın gidişat üzerinde etkili olduğu sonucunu mu çıkarmalıyız?

İstifanın duyulduğu ilk gün HDP’den “etkilemez” açıklamaları geldiği doğru. Ama herkeste, kabul etmeliyim ki bende de bu istifanın Erdoğan ve Davutoğlu’nun anlaşmasıyla, Erdoğan’ın onayıyla mümkün olduğu algısı vardı. Ancak ertesi akşam, yani 8 Şubat akşamı, Cumhurbaşkanı bu istifaya karşı olduğunu ilan edince o algı da, o algıya bağlı siyasi tahliller de değişti. Erdoğan’ın devamında Hakan Fidan’a MİT’in başında “kal” dediği, ama onun kendisini değil “gel” diyen Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu dinlediğini söylemesi, sanırım Türkiye’deki herkes gibi Kandil’dekileri de şaşırtmıştır. Ben Kandil’in hükümetin beklentisine karşın frene basmış olmasında Ankara’da Fidan’ın istifasıyla, daha doğrusu Erdoğan’ın bunu ilan şekliyle ortaya çıkan yeni durumdan nasıl azami yararlanabileceğini değerlendirmesinin payı olduğuna inanıyorum.

Erdoğan ve Davutoğlu’nun çözümden farklı şeyler anladığı (nasıl bir çözüm konusunda aralarında görüş ayrılıkları olduğu) değerlendirmelerine katılıyor musunuz?

Farklı şeyler anladıkları söylenemez; neticede bu süreci Erdoğan başlattı ama Davutoğlu ile birlikte şekillendirdiler. Ama Erdoğan’ın ek olarak, az önce dediğim gibi stratejik planda güçlü başkanlık beklentisi var. Başbakanın rolünün azalacağı, hatta pek kalmayacağı bu tasarıma Davutoğlu’nun henüz kamuoyuna açık destek vermemiş olması gerçeği var önümüzde.

KANDİL-ÖCALAN ÇATIŞMASI İDDİASI GERÇEKÇİ DEĞİL

Hükümete yakın bazı yorumcular, gelinen noktayı, “Kandil’in Öcalan’ı ekarte etmesi” olarak tanımlıyor. “Kandil-Öcalan çatışması” argümanı yeniden öne çıkarılıyor. Siz, “Öcalan’a Kandil darbesi” yorumlarına katılıyor musunuz?

Katılmıyorum. Abdullah Öcalan PKK’nın kurucu lideridir ve 16 yıldır İmralı’da olmasına karşın bu konumunu sürdürmektedir. Öte yandan Öcalan’ın kendi taleplerini örgütünden aldığı (ve ne tuhaftır ki HDP’nin yanı sıra, devletin istihbarat örgütü MİT kanalıyla aldığı) yankılara göre yeniden şekillendirdiği anlaşılmaktadır. Bunu yapmasının değil, yapmamasının onu örgütünden uzaklaştıracağı açıktır. Kandil’in, Öcalan’ın itibarını azaltacak adımlar atmasını gerçekçi bulmuyorum.

'PKK’NIN TAKTİK PSİKOLOJİK ÜSTÜNLÜĞÜ ABARTMAMASINDA YARAR VAR'

Hükümet, “silah bırakma”yı sürecin en merkezi hamlesi olarak görüyor. KCK açıklamasında ise hükümetin bu tutumu için, “gerçekliğe tekabül etmeyen beklentiler üzerinden algı yönetimi oluşturmak” deniliyor... Bu makas açıklığının yarattığı kriz aşılabilir mi?

PKK nasıl silah bırakmamayı merkeze koyuyorsa, hükümetin de bırakmayı merkeze koymasından daha doğal bir şey olamaz. Bakın, bu süreç sayesinde üç yıldır siyasetin üzerinde cenaze gölgesi yok, ama akvaryum balığı hafızasına sahip olmayan herkes PKK’nın sistematik silahlı mücadeleye, gerilla savaşına başladığı 1984’den bu yana 40 bin civarında insanın öldürülmüş olduğunu hatırlıyor. “90’lara döneriz” tehdidi toplumda olumlu yankı bulan, işte böyle dizleri titreten filan değil, gayet sevimsiz bir tehdit olarak algılanıyor. Mesela CHP son 3 yıldır, iş silah bırakmayla sonuçlanacaksa diyalog sürecine destek verdiğini defalardır tekrarlıyor. MHP dahi, sürece siyaseten karşı olsa da engellemekten kaçınıyor.

Taraflarda aşma iradesi bulunduğu sürece her kriz aşılabilir. Bence burada PKK’nın zorladığı bir denklem değiştirme çabası var. Bunda PKK’nın Kobani dahil Irak ve Suriye sahasında IŞİD’in geriletilmesi mücadelesinde yer almış olmasının getirdiği bir özgüven patlamasının da rolü var. Bence PKK’nın bu taktik psikolojik üstünlüğü abartmamasında yarar var, çünkü bölgesel ve küresel siyaset için bunlar güncel önemi olan gelişmelerdir. Oysa Türkiye’de Kürt barışının sağlanması bölge dengelerini de değiştirecek stratejik bir gelişme olarak görülmelidir.

GÜVENLİK PAKETİ’NİN TEK PARAMETRESİ PKK İLE GÖRÜŞMELER DEĞİL

“İç Güvenlik Paketi”, özellikle HDP tarafından müzakerelerin önündeki en büyük engellerden biri olarak tanımlanırken, hükümetin “güvenlik paketini çıkaracağız” ısrarını rasyonel buluyor musunuz? Daha ilk gününde milletvekili kavgalarıyla gündeme gelen paket üzerindeki ısrar nereye oturuyor?

Hükümetin Güvenlik Paketi’ndeki ısrarını, 7 Haziran seçimlerine yönelik hamlelerinden birisi olarak görme eğilimindeyim. Hükümetin bu paketi yalnızca PKK ile görüşmeleri çerçevesinde gerilim siyasetinin parçası olarak değil, seçim süreci ve sonrasında belki anayasa sürecinde her türlü muhalefetin Meclis dışı faaliyetini kısıtlamak hedefiyle de gündeme getirdiği yapılan açıklamalardan anlaşılabilir.

Bu pakete gerekçe olarak kanlı 6-8 Ekim olaylarının gösterilmesini de unutmamak gerekiyor; kolluk kuvvetlerine neredeyse mahkeme yetkisi veren uygulamaların gerektiğini ilk söyleyen 11 Ekim’de Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu. Ben Güvenlik Paketi’nin hükümetin PKK ile diyalog sürecinin tek parametresi olduğuna inanmıyorum. Ama şu anda en sıcak konu olarak o görülmektedir.

Demirtaş’ın, “Bu paket, AKP Hükümetinin Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü konusunda hiçbir adım atmayacağını ortaya çıkarmıştır” değerlendirmesine katılır mısınız?

Selahattin Demirtaş eğer paketi süreçte hiç umut kalmadığının kanıtı olarak görseydi, şu anda görüşmelerin de bitmiş olacağını düşünüyorum. Ama anladığımız kadarıyla temaslar devam etmektedir ve eğer umut varsa paket tek etken değil demektir. En azından dışarıdan bakınca böyle görülüyor.

SİLAH BIRAKMAYA DAHA ÇOK VAR

Hükümetin PKK’nin silahsızlanma çağrısını yapabileceğine dair umutlarını koruduğu, konuyla ilgili hazırlanan metnin açıklanma ihtimalinin hâlâ olduğu; buna karşılık hükümetin, silah bırakma açıklaması gelmeden müzakerelere geçilmeyeceğine ilişkin tutumunun net olduğu söyleniyor. Gözleminiz ne, PKK somut adım talebi karışlanmadan silah bırakır mı?

PKK hiçbir koşulda son aşamaya gelinmeksizin silah bırakmaz. O aşamaya da daha çok var sanırım. Şu anda konuşulan “tahkim edilmiş ateşkes” modeli, PKK’nın Türkiye sınırlarında silahlı eylem yapmama sözünü, devamında silahlı militanları Türkiye dışına çıkarma programını o arada yol kesme/kontrolü gibi, işte “paralel” karakol, mahkeme, vergi dairesi gibi hükümetin otoritesini fena sarsan uygulamalara son vermesini kapsıyor diye biliyorum. Biz şimdi paket nedeniyle bunları konuşuyoruz ama mesela yarın hükümet hasta mahkumların durumunda, Öcalan’ın İmralı’da kalma koşullarında bazı esnekliklere gitse, hava bir anda değişebilir gibi geliyor bana. O nedenle iki taraflı gerilim siyasetinde daha çok iniş-çıkışlar olabilir diyorum.

Ocak ayı başında yazdığınız yazıda çözüm süreci için “her ne olacaksa, bu yılın ilk yarısında olacak” tespitinde bulunarak, bütün olumsuzluklara ve soru işaretlerine karşın ilk defa Kürt meselesini geride bırakmaya bu kadar yakın durumdayız” demiştiniz. Yaşanan gelişmelere bakınca, “çözümden yeniden uzaklaşıldı” denebilir mi?

Hâlâ aynı şeyi söylüyorum. Daha Şubat’ı bitirmedik. Yılın ilk yarısından kasıt tabii ki 7 Haziran seçimidir. Süleyman Demirel’in o güçlü cümlesinde söylendiği üzere, “bazen siyasette 24 saat uzun bir süredir.”

ÖZERKLİK SÜRECE DAHİL DEĞİL

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz günlerde “Suriye’nin kuzeyinde bir oluşum istemeyiz” dedi. Bu sözlerin Türkiye’deki çözüm süreci açısından bir tesiri olacak mıdır?

Olacaktır. Geçenlerde Başbakan Davutoğlu’nun diyalog sürecinin içindeki danışmanlarından Hatem Ete’nin “Kürt özerkliği olmaması koşuluyla müzakere başladı” sözü önemlidir. Erdoğan’ın sözünü de aynı anlamda okumak doğru olur. Erdoğan kanton benzeri özerklik girişimlerinin sürece dâhil olmadığı hatırlatmasını yapıyor bence.

KCK’den yapılan açıklama, Erdoğan’ın “şahsi geleceği” için nasıl bir mesaj vermiş oldu?

Ben o açıklamadan Erdoğan’ın şahsi geleceğine dair bir sonuç çıkarmış değilim. Daha çok gerilim siyaseti içinde bir adım olarak okudum o mesajı.

HDP’NİN MECLİS DIŞINDA KALMASI BÜYÜK KAYIP OLUR

HDP’nin parti olarak seçime girme kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?

HDP’nin de her siyasi parti gibi seçimlere kendi ismi ve amblemiyle girme hakkı vardır. Son derece adaletsiz bir uygulama olan yüzde 10 seçim barajını bu defa aşma gücünü kendisinde görüyor olması ilk defa bu seçimde söz konusu olmaktadır.
Bu karardaki temel risk, 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Selahattin Demirtaş’a gitmiş bütün oyların, mesela “nasıl olsa Demirtaş seçilmez” diye verilen tepki oylarının da bu seçimde HDP’ye verileceği var sayımıdır.
Öte yandan Türkiye’de HDP çatısında olmayan sosyalist, sol demokrat, liberal kesimlerin de o ses Meclisten eksilmesin ve AK Parti’nin Doğu ve Güneydoğu’daki çoğu sandalyeyi alarak Erdoğan’a güçlü başkanlık yolu açması imkanı olmasın diye HDP’ye oy verme eğilimi gözlenmektedir. Ancak bu kesimlerden gelecek oyun HDP’nin yüzde 10’u aşmasına yardımcı olup olmayacağı riski de mevcuttur.

HDP barajı aşabilir mi?

Söylediğim gibi, henüz kamuoyu yoklamalarının yüksek güvenirliğe sahip olmadığı aylardayız ve aşamama riski de bulunuyor.

Aşamazsa bunun sonuçları ne olur?

Doğu ve Güneydoğu’da HDP’ye verilecek oyların büyük kısmı AK Parti’nin sandalye hesabına yazılır. AK Parti, Erdoğan’ın istediği güçlü başkanlık sistemine dayalı anayasa yolunda önemli bir mesafe kazanmış olur. HDP Meclis dışında kalır. Bu yalnızca Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki demokratik temsil kalitesi bakımından değil, Kürt siyasetinin yasal zeminde de ilerleyebileceğini savunan kesimler bakımından da büyük bir kayıp olur; PKK haklı çıkar, HDP’nin etkisi ve misyonu zayıflar, belki de miadını doldurmuş olur. (evrensel)

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.