22 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin2°C

İŞTE KÜRTLER, ISTIRAP VE ÇARELER

'Kemalistler İttihatçı gelenekten geldikleri için, Kürtleri Türkleştirerek, tek ulus yaratmaya çalıştılar'. Abdulilah Fırat yazdı.

İşte Kürtler, ıstırap ve çareler

10 Ekim 2011 Pazartesi 20:17

Tarihî vakıaları yazanlar ya da günümüze kadar nakledenler bu tarihî gerçeklere karşı sempatik - antipatik his ile, veya politik bir maksatla onların şöhretlerini gölgelemek için hakikatleri tamamen ya da kısmen algılamaları, tahrif etmeleri, bazı kritik olayları özellikle saklamaları günümüz de etik ya da etnik açıdan oldukça zarar vermektedir. Şöyle ki; Bu anlayışla birbirileri arasında hasım hizipler türemesine ve ileri boyutta milletlerarası soğukluklara ve bu gergin durumların nesilden nesile intikaline sebebiyet vermektedir. Olayların tarihî seyrinden ibret alınarak hareket edildiğinde Günümüz insanın içinden çıkamayacağı badirelere sebep olmaktadır. Binaenaleyh tarihî olayların günü birlik düşünen beyinlerden uzak tutmak zarureti doğmaktadır.

Hüsnüniyet kaideleri gereğince hiç kimsenin halka yanlış ya da eksik malumat vererek, tarihî hakikatlere sekte vurmamalı. Olayları kasten çarpıtmamalı. Milletlerin tarihsel vakıaları hakkında bilgi verenler, muhataplarını hataya düşürmemek için bildiklerini saklamadan, hakikatleri açıklaması gerekir. Bu da bir adalet prensibidir. Bu konuyla ilgili Kur’an-ı Kerim Bakara Suresi: 2/140 ayetteki ;‘’Allah tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şahitliğini gizleyenden daha zalim kim olabilir?’’ ayetindeki zalim konumuna düşmemek için, Kürtlerin Türklere karşı gösterdikleri, hayırhahlık dostluk ve kardeşliği sırf Allah rızası ve İslam’a olan bağlılıklarından dolayı onları sıdk ve ihlasla, sadakatle sahiplenmişlerdir.

Hem Osmanlı hem de Cumhuriyet döneminde, Kürtlere verilen ahitler yerine getirilmeyince, akitlere de karşı rabıta bozuldu. İşte bu yüzden insani münasebetler hercümerç oldu. Yerine anarşi kaim oldu. Oysa İslam dinî ahdin ihlalini hıyanet sayar. Kürtler insani hak ve hukukları ile kültürel kimlikleri 1922 yılında gizli meclis görüşmelerinde ortak kurtuluş-eşit yaşam vaatleri yerine getirilmeyince Kürtler bu tutumu bir vefasızlık örneği olarak kabul ettiler.

İnsana sadakat yarışır görse ikrah yardımcısıdır doğruların Hazreti Allah...(Ziya Paşa)

İster insan olsun isterse milletler olsun tarih süreci içinde birbirlerine iyiliklerde bulunurlar. Bunlar birer nimettir. Şükretmek ve unutmamak lazımdır. Anılmazsa, gizlenirse küfran-i nimet olur. Filhakika Maide suresi: 5/1 ‘’Ey iman edenler akitleri yerine getirin (Evfu bilukud) ve ya verdiğiniz sözün gereğini yapmaktır.’’

Ve şairin dediği gibi: Onlar öyle bir kavimdir ki komşularına söz verdikleri zaman kovayı alttan üstten sağlam bağlarlar.

“Nasıl yaparsan sana öyle yapılır.’’ İnsan hayırlı işler yaparsa huzur ve neşeyle karşılanır, insanların ıstırabını dindirir. Hayrın karşılığı olan şer yaparsa şer’i görür. Zevki kaçırır, ıstırap, elem verir. Başkalarına iyilik yapan iyilik görür. Başkalarına zulmeden misli ile ceza ve ikap görür. Bu adalet-i ilahi yenin muktezasıdır. Kişi ve kişilerin günah ve sevapları toplanarak tartılıp akıbetleri tayin edecek bir gün elbette gelecektir. Kehf süresi: 18/29 ‘’De ki; Hak Rabbinizdendir artık dileyen iman etsin, dileyende inkâr etsin. Gerçekten biz zalimler için bir ateş hazırladık ki duvarları onları kuşatmıştır. Eğer isterlerse (susuzluktan dolayı) erimiş maden gibi bir su ile yardım edilir. Ne kötü içecek ve ne kötü yaslanacak yer.’’

Bir kimse hayır ekerse sürur biçer Bir kimse şer ekerse pişmanlık biçer.

Selçukiler Anadolu’ya gelişlerinden itibaren tarihî geçmişten yola çıkarak Kürt-Türk milletlerinin yeniden kurgulayarak, tarihsel ilişkilerinde mazide önem arz eden münasebetlerdeki kesin bilgileri ve Kürt kavminin hasletlerinden olan din faktörü ve dostlarına karşı yaptıkları takdire şayan fedakârlıkları hakkındaki geçmişin bilgilerini ifade ettikten sonra gerçekleri salim akıl sahiplerinin iyiliği şerden ayırabilmelerinde inşallah vesile oluruz.

Kürt-Türk birlikteliğinin yaklaşık bin yıllık tarihine baktığımız da Kürtler hemen hemen herhalükârda, Türklere karşı hüsnü teveccüh göstermişlerdir. Örneğin Türklere Anadolu kapılarını açan 1071’deki Malazgirt Savaşı, Türk sultanı Alparslan ile veziri Nizamül-mülk’ün “Müslümanlık” ümmet görüşünden yola çıkarak Kürtlerden yardım talebi üzerine, on beş bin Kürt mücahitlerinin yardımlarıyla galip gelmişler ve bu fedakârlık neticesinde, Türkler Anadolu’yu vatan edinmişlerdir. Malazgirt Zaferiyle; “Türk ve Kürt” milletlerinin ortak başarısı olarak tarihe mal olmuştur.

Haçlı seferlerinde Hıristiyanları mağlup ederek İslam bölgesinden uzaklaştırma şerefi mücahit Kürt komutanı Selahaddin Eyyübi’ye nasip oldu.

Anadolu’yu talan ve tarumar eden Moğol istilasına karşı Karakoyunlu Beyliklerinin yanında Kürt Zırki ve Süleymaniye aşiretleri vardı.

Timur’a karşı Türkmen beyi Kara Mehmet’in müttefikleri Kürt Beyleri olmuştur.

Safevi Devleti’ne karşı Kürt Mirekleri (Prens), Osmanlıların yanında mücadele vererek Safevileri mağlup edinceye kadar birlikte hareket ettiler.

Yavuz Sultan Selim, İslam halifeliğini alınca Müslüman Kürt aşiret ve mirekleri ile Osmanlının ilişkileri daha da yoğunlaştı ve Yavuz döneminde yapılan anlaşma ile oğlu Kanuni tarafından da yeni bir fermanla daha da pekiştirildi. Bu fermanla ilgili bilgi edinmek isteyen meraklılar Topkapı Sarayı’ndaki kütüphanelerden konu hakkında kapsamlı bilgi edinebilirler. Ayrıca bende mahfuz bulunan belgeleri de bilahare okuyucuların görüşlerine lüzumunda takdim etmeyi vazife ad ediyorum.

Kürdüstan beyleriyle ehl-i sünnet ve’l cemaatin ulemala ve tasavvuf meşayihleri ile birlikte Osmanlı devletiyle yapmış oldukları ahidnameyle şia mezhebi tehlikesine karşı her yerde savaşarak bozguna uğrattılar. Diyarbakır, Cizre, Musul arasındaki sahrayı tamamen onlardan temizleyerek bölgedeki egemenliklerine son verdiler. (Topkapı sarayı müzesi arşivi no : E5858)

Birinci Dünya harbinde Rus Çarlığı’nın Şark vilayetlerini istilasında Kürt halkı ve aşiretlerinin serhat boylarında canları ve mallarıyla ülke sınırlarında gösterdikleri cansiperane mücadelelerini anlatmaya kâğıt-kalem yetmez.

Kemalist Türkiye’nin sınırlarını belirleyen 1923 tarihli Lozan Antlaşması’yla işgal altındaki topraklar, Türkiye’ye iade edildiğinde Türkler için bir “zafer” Kürtler içinse ülkesi ve milletiyle dört ülke arasında bölünmesinden dolayı bir “hezimet” olarak sonuçlandı. Kürt sorunu da “uluslararası bir sorun” pozisyonuna getirilmiş oldu.

Kemalist yönetim, İttihatçı gelenekten geldiği için, Kürtleri devlete bağlayarak çeşitli şekillerde Türkleştirerek, tek ulus yaratmaya başladı.

Cumhuriyetin ilanından itibaren Kürt teşkilatlanmaları ve yayınları yasaklanıyordu. Buna karşı dile gelen tepkilere de “Türk’ün süngüsünün görüldüğü yerde Kürtlük biter.“ benzeri tehditkâr sloganların neticesinde 1921 yılında Koçgiri Hadisesi ile ayaklanmalar başladı. Problemler çözülmeyince 1925 yılında Şeyh Said Kıyamıyla, problemin bir daha ülke gündeminden çıkmamak üzere devam etmiş ve bu günlere gelinmiştir.

Kemalist yönetim, Kürtlerden oluşturduğu işbirlikçi milis kuvvetlerinin ve o zamandaki, Irak petrolleri karşılığında İngiliz kuvvetleriyle ve Suriye egemeni konumundaki Fransa’nın destekleriyle 1925 Kıyamı bastırıldı.

1923’ten beri yürütülen bu yeni politikalarla, sert ve zecri tedbirlerle Şark Islahat Planı’yla yürütmeye devam ettiler.

Kürtler, söz konusu planın uygulanmaya konması üzerine 17 yılda çıkan isyan sayısı 19’dur. Bu isyanlar, askerî operasyonlara tabi tutularak yüz binlerce insan katledildi, geri kalan lider kadrolar sürgünlere tabi tutuldu.

1959 yılında masum Kürt aydınları sebepsiz ve mesnetsiz bir şekilde cezaevlerinde hürriyetlerinden yoksun edildi.

27 Mayıs 1960 ihtilalında yüzlerce insanlar sebepsiz bir şekilde Sivas Askerî Kampı’nda gözetime alınarak, bilahare 55 Şeyh ve Ağa adı altında çıkarılan İskân Kanunu’yla Türkiye’nin değişik vilayetlerine sürgün edildiler.

Osmanlı döneminden başlayan bu zulüm, Cumhuriyet döneminde de boy göstererek Bu bugüne kadar işkence ve istibdat devam ede gelmektedir.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi, 1925 yılından itibaren olağanüstü yönetim usulleriyle, umum müfettişliklerle yönetilmiştir. 1960’lı yılların ortalarına kadar yabancıların bölgeye girmesi izinle mümkündü. Doğu ve Güneydoğu Bölgeleri topyekûn yasak bölge ilan edilmiş, giriş-çıkışlar devletin kontrolü altında tutulmuştur.

Uygulamalar bununla kalmamış, her darbe sonrası bölgede askerî seferberlik ilan edilmiştir. 1960’larda daha sonra 1978 yılında ilan edilen sıkıyönetim 1987 yılına kadar devam ettirilmiştir.

1927’de Diyarbakır’da açılan Umum Müfettişliklerini anımsatan Olağanüstü Hal Bölge Valilikleri kurulmuştur. Bölge, Cumhuriyetin kuruluşundan beri aralıklarla olağanüstü yönetim usulleriyle, yönetim düzeni içerisinde tutulmuş ve sayısız insanlık dışı zulümler, askeri tedbirler, zorunlu iskân, asimilasyon ve Türkleştirme siyasetiyle devam ede gelmiştir.

Osmanlı ve Cumhuriyet yöneticileri her Kürt hareketini bastırdıkça, bunun artık son olacağını, Kürt meselesinin tekrar nüksetmeyeceği zehabına kapıldılar. Bunun en belirgin örneği İsmet İnönü’nün 1927 tarihinde hükümet programını okurken, bu olayların artık son saymaktayız demesidir.

Bu üslup, yok etme, asma-kesme, kökünü kurutma, bastırma edebiyatı ve teranesi Cumhuriyet tarihi boyunca devam etmiştir. Bunlar Kürt halkının rahatsızlığını önleyemedi ve Kürt sorununu çözemediler. 90 yıllık askerî yönetim uygulamaları, Kürt sorununa kesin hâl çaresini getirtmek istemediler.

Esasen temel prensiplerde anlaşmak, uzlaşmayı kolaylaştırır. Sabit fikirlere saplanmış liderler, milletlerarası mücadelelere sebep olan hiziplere yol açan, müspet hakikatlerin kaybolmasına sebep olurlar. Her hizip kendi fikir ve düşüncelerin taassubuna bağlanıp, kötü işlerin sebep olduğu vicdan azabından kurtulamazlar.

İnsan yalnız başına yaşayamayacağı için hareket tarzımızı başkalarının inkişafına mani olmayacak suretle ayarlamazsak, mütemadiyen karşılaşacağımız reaksiyonlarla üzüntü içinde kalırız. İcraatçıların yaptığı kötü ve nahoş hareketleri mazur görmesi makul olmayıp, son sığınak Allah’ın huzurudur. Kişinin vicdan azabını azaltmak için bulduğu sebepler doğru yolda yürümesine mani bir tür uyuşturucu yahut anestezi verilmiş gibi insanlar hissiz ve acımasız hale dönüşüyorlar.

O zaman vicdan azabından kurtulmak için kendisini mazur kılacak sebepler arar. Heyhat! Kendilerine mazeret uyduranlar, gizlenenler neticeyi değiştiremezler. Hülasa olarak; iyilik edenin yüzü beyaz olur, fazlasıyla karşılık görür. Fenalık edende o nispete yüzü kararır, zelil ve hakir olur. Adam Smith’in ifadesiyle; “halkın sempatisini celp edenler; hayır ehli, nefret ve antipatisini celp edenlerde şer ehlidirler.” Bunun için bitaraf bir müşahidin hürmetini kazanacak gibi hareket tarzı benimsemeliyiz

Kur’an-ı Kerim hisleri de menfaatlerini de içine alan bir adalet anlayışını emretmektedir. Adalet tek bir formül değil, ideal prensipler kümesidir. Hem akıl hem de hislerle tayin edilir. İnsan aklı ile bütün beşeriyette kıyas edilmeyecek kemal derecesinde olduğu için, akıl ile kendi saadetini sağlayabildiği gibi, aklını kötüye yorarak dünyanın en sefil ve korkunç mahlûkatı da olur. Yaşayışları gıpta edilen büyük milletleri, refahlarını nesilden nesle intikal eden, akılları tekâmül ettikçe tashih olunan, tamamlanan adalet prensiplerine borçlu değiller midir?

Aksi takdirde Kur’an-ı Kerim’in Enam Suresi: 6/45 ayetinde buyurduğu gibi ‘’Zulüm yapan kavimlerin kökü kesildi. Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.’’ Kur’an-ı Kerim bütün insani münasebetlerde hakkaniyeti ve adaleti emir etmekte adaletsiz işlerin akıbetini hatırlatmaktadır.

Adalet yalnız fertler arası hususi münasebetlerde değil, kavimler ve milletler arası münasebetlerde de tatbik edilmesi gerekir. Kavimler ve milletlerarası adaletin ihmali ve ihlali harplerin başlıca sebebidir. Bunun içinde tarafsız bir şekilde insanları barışa, huzura davet edilmelidir. Müslümanlar arasında da sulh caiz ve gereklidir.

İyilikle ara bulmayı değerlendirerek aralarında ihtilaf bulunan insanlara iyilik etmeli, nizalı ve düşman olanları barışmaya çalışılmalıdır. Kur’an-ı Kerim Hucurat Suresi: 49/9 ‘’Eğer müminlerden iki grup savaşırlarsa aralarını düzeltin.’’ Nasihat etmeli ve Allah’ın hükmüne çağırmalıyız. “Eğer biri diğerine saldırırsa, saldıran Allah’ın emrine dönünceye kadar onunla savaşın eğer dönerlerse aralarını adaletle düzeltin.” Yani Allah’ın hükmü ile karar verin. “Adil olun şüphesiz Allah adil olanları sever.’’ Sulh yapmaya rıza edilince mağdur tarafa yardım etmekte vaciptir. Enbiya Suresi:21/11 ayetinde “Zülüm yapan nice kavimleri mahvederek yerine diğerini getirdik.” Tehdidinden sonra Müntehime Suresi: 60/8 ayetiyle ‘’Bir ırka, bir millete husumetiniz, sizi adaletle iyilik etmenizden men etmez. Şüphesiz Allah adil davrananları sever.’’ Adalet insanı takvaya yaklaştırarak iç huzuru sağlar.

O halde adalet yalnız fertler arası münasebetlerde değil, kavimler ve milletlerarası münasebetlerde de tatbik edilmesi gerekir. Kavimler ve milletlerarası adaletin ihmali harplerin başlıca sebebidir. Bunun için milletlerarası uyuşmazlıkları çözmek için, Lahey Milletler Hakem Heyeti kurulması, NATO Birleşmiş Milletler Teşkilatının teklifi ile kabul edilmiştir. Bu esas Kur’ani hükümlerin modern bir tatbikatıdır. Hucurat Suresi: 49/10 ayetinde ‘’Allah’a inanan insanlar kardeştirler.’’ Çünkü kökleri birdir, o da ebedi hayatı kazandıran imandır. ‘’İyi geçinmeleri sağlayın, kardeşlerinizin araları bozulursa arlarını bulun.” Peygamber (sav) de buyuruyor ‘’Birbirinizle dövüşmeyin, Ey Allahın kulları kardeş olun.’’

Sulh ve barış; sürekli kavga, savaş ve anlaşmazlıklardan daha efdaldır. İnsanları yaratan Rab; aile içi, komşular arası ve aynı ülkeyi paylaşan insanların barış ve huzur içinde yaşamalarını emrediyor. Aynı vatanı bölüşen insanlar ihtilaf ettikleri noktalarda karşılıklı ilişki ve münasebetlerinde adaletin icaplarına uygun olan uyuşmazlıklarını rahatlıkla anlatarak kanaatleri tahsis olunursa barışmaları kolaylaşır. Sulh ve sükunun sağlanması için adalet ve hakkaniyet çerçevesinde prensipler ortaya konularak taraflarca kabul edilerek hukuki müeyyidelere bağlanmalıdır.

Sonuç olarak:

Biraz insanlıktan nemalanmış bir kimse, iyi düşünürse iyilik yapmak ile kötülük işlemek arasındaki büyük farkı görür. Çünkü “İyilik ve fedakârlığın” neticesi zevk-u sefa, huzur, iyi icraat ve güzel işlerdir. “kötülük ve zorluğun” getirisi, üzüntü, keder, huzursuzluk, kötü icraat ve fena işlerdir. İyi işlerin karşılığı sevap ve takdir kazanmaktır. Kötü işlerin karşılığı, azap, ikap ve nedamettir.

Ya Rabbi, bizi ve bütün insanlara iyi işler yaptırarak sevap kazanmaya, huzur bulmayı kötülüklerden kaçınarak azaba ve muahezeye müstahak olmamaya muvaffak eyle. Sen en iyi yardım edici ve barışı başarıya ulaştıransın.

ABDULİLAH FIRAT
19. ve 20. Dönem Erzurum Milletvekili

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.