'İSTANBUL’A YAĞAN KAR KADAR KIYMETİMİZ YOK!'
Daha önce iki kez ertelemek zorunda kaldığımız Roboski ziyaretini bu kez de kimi güçlerin engellemesine rağmen gerçekleştirdik.
13 Şubat 2012 Pazartesi 10:59
Daha önce iki kez gitme girişiminde bulunup hava muhalefeti nedeniyle ertelemek zorunda kaldığımız Roboski ziyaretini bu kez de kimi güçlerin engellemesine rağmen gerçekleştirdik. 5 Şubat Pazar günü Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünden başlayan yolculuğumuz çevirmeler, nereden gelip nereye gittiğimiz sorguları, kimlik kontrolleri ve GBT soruşturmaları ile sürdü.
Şırnak-Uludere yol ayrımında Gıda-İş Genel Sekreteri Seyit Aslan, sudan bir bahaneyle gözaltına alındı. Heyetteki diğer sendika yöneticilerinin Roboski ziyaretini engellemek için de kullandığımız araca el konularak binlerce lira tutarında ceza kesildi. Gözaltına alınan arkadaşımızla beraber Elif Çuhadar arkadaşımızı Şırnak’ta bırakıp tuttuğumuz yeni bir araçla yolumuza devam ettik. TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun aynı saatlerde köyde incelemelerde bulunuyor olması, yaşadığımız eziyetin daha da artmasına neden oldu. Defalarca yolumuz kesilip kimlik aramalarından geçtikten sonra, askeri araçlar ve helikopterlerin alçak uçuşları eşliğinde Roboski’ye ulaştık.
GÜLYAZI KÖYÜ YASA BOYALI
Köye girdiğimizde bir taziye evine davet edildik. Erkekler evin salonunda, kadınlar ise baştan aşağı siyahlar giymiş ellerinde bombardıman sırasında kaybettikleri yakınlarının fotoğrafları ile bir odada oturuyorlardı. Köye girdiğimiz andan itibaren burada yaşanan acı üstümüze kara bir bulut gibi çökmüştü ama kadınları gördükçe onlara sarılıp öptükçe sanki her biri acısından bir parça bize yükledi, yükledi, yükledi… Anlatacak çok şeyleri vardı, o nedenle biri bitirmeden diğeri söze giriyordu. Öfkelerini, acılarını, yakınlarını, onların yarım kalan hayallerini, AKP Hükümeti’ne ve Başbakan’a karşı tepkilerini, barışa duydukları özlemi…
Hepsi savunmasız ve yirmisi çocuk olan 34 canın F16’larla öldürülmesinden sonra parçalanmış cenazelerini katır parçalarından ayırarak nasıl çuvallara doldurduklarını, nasıl bir battaniyenin bile cenazelerine çok görüldüğünü, yaralı olanların ulaşılamadığı için saatler sonra donarak öldüğünü anlatıyorlardı. Köyün yarısının alayın elinde olduğunu, hayvancılığın ise yasaklandığını, kardeşlerini okutmak, sevdiğine yüzük almak, babasına protez taktırmak, yeğeninin yanık tedavisini yaptırmak için kaçağa gitmek zorunda kaldıklarını anlatıyorlardı. Kadınlardan birisi bir 10 lirayı ortaya atarak şöyle haykırıyordu: “İşte bunun için, bunun için öldüler!” 18 yaşındaki Salih Encü’nün annesi, oğlunun 300 liralık cep telefonu almak için gittiğini ve bunun hayatına mal olduğunu anlatıyordu.
KİME SORACAĞIZ?
Kadınlar katliama karşı ne kadar öfkeliyseler tazminat tekliflerine de o kadar öfkeliler. “Erdoğan oğlunun tırnağını 500 milyara değişir mi?” diye soruyorlar. Çocuklarının, kardeşlerinin, sevdiklerinin canına nasıl paha biçileceğini soruyorlar. Gençlerden biri “Fakir olabiliriz, gariban da olabiliriz ama satılık değiliz. Canımızı da parayla satmıyoruz” diyor. Genç kadınlardan biri olan Şükran “34 insan öldü, İstanbul’a yağan kar kadar kıymeti olmadı. Başbakan 24 saat tek bir söz etmedi. Olaydan 3-4 gün sonra katliam haber oldu. Bize Türk vatandaşı diyorlar, ama bizi vatandaş-kardeş olarak görmüyorlar, bizi kandırıyorlar” diye anlatıyor.
Konuşmalar sürerken bir ara kadınlar ellerinde yitirdikleri yakınlarının fotoğraflarını getirip kucağımıza koyuyorlar. Kucağımıza fotoğraf değil sanki evlatlarını veriyorlar. Öyle hissediyoruz onları, canımız yanıyor, gözlerimizden yaşlar akıyor, ne kadınlar fotoğrafları geri alıyor ne de biz onlara verebiliyoruz. Öylece kalakalıyoruz kulağımızda kadınların sesleri kucağımızda 20’si çocuk 34 canın cesedi… Devam ediyor Şükran; “Kaymakamın karısı geliyor, ‘kaymakamın haberi yok’ diyor. Valinin karısı geliyor ‘valinin haberi yok’ diyor. Bugün de Erdoğan’ın vekilleri gelmiş ‘Başbakanın haberi yok’ diyor. Kimin haberi var? O zaman kime soracağız biz bunu?”
HANİ BİZ KARDEŞTİK!
Kadınlar İnsan Hakları Komisyonu’yla görüşmek için sabahtan hazırlanmış, diyeceklerini de bir bir belirlemişken komisyonun kendileriyle görüşmeyeceğini öğrenince itirazlarını yükseltmişler. Görüşmeyi sağladıklarında da, bu karalar giymiş yaslı kadınlar hep bir ağızdan şöyle söylemişler komisyon üyelerine: “Katillerin ortaya çıkarılmasını ve cezalandırılmasını, cezaevlerine doldurularak orada çürütülmek istenenlerin çıkarılmasını ve barış olmasını istiyoruz. Bu olayın üstünü kimse örtmeye çalışmasın. İstediğimiz tazminat değil işte bunlardır.” Kadınlar, AKP’li vekillere, “Hani biz kardeştik? Bu mu sizin kardeşliğiniz?” dedikçe AKP’lilerin zoruna gittiğini ve “Erdoğan’ın haberi yok” dediklerini aktardılar.
Katliamla acılara boğulan bu kadınların barış için mücadeleci kararlılıkları da bizi etkiliyordu. Biz konuşmakta zorluk çekerken “bunları anlatın, unutturmayın” diyorlardı. Onlara yüreğimiz yanarak, yaşlı gözlerimiz ve titreyen sesimizle ancak diyebildik ki “Acınız acımız, kaybınız kaybımızdır. Üstümüze düşen görevlerin farkındayız. Her yerde anlatacak ve üstünün kapatılmaması için mücadele edeceğiz.”
Daha sonra kadın erkek hepimiz köyün içindeki mezarlığa gittik; 34 can yan yana yatıyordu. Üstlerinde renk renk çiçekler, kendilerine doyamayan sevdikleri mezarları başında ağlıyor… Burada konuşmak daha da zordu. Ne denebilirdi ki? Yaşanan bunca acıyı hafifletecek sihirli bir söz yoktu. Barış için daha çok mücadele edeceğimizin sözünü vermekten başka bir şey gelmedi elimizden. (evrensel)
HAZIRLAYANLAR: Satı Burunucu Çalı, İlknur Bilgen, Fadime Kavak, Elif Çuhadar
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.