22 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır15°C
  • Ankara17°C
  • İzmir21°C
  • Berlin2°C

HEY İNSANLIK, NEREDE KALDIN?

Kürtler, son 40 yılda da, daha öncesinde de çok mağdur oldu. Acılarla, kederle dolu bir tarih var. Sezgin Tanrıkulu yazdı.

Hey insanlık, nerede kaldın?

06 Ağustos 2013 Salı 12:34

Türkiye’nin en büyük şansı, insanları. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve bir grup hükümet yetkilisinin, 26 Temmuz’da “Şerafettin Elçi Havalimanı”nın açılışından sonra Uludere/Roboski Katliamı’nda çocukları, yakınları öldürülen ailelerden bazıları ile görüşmesinde geçen diyaloglar, bana gene bunu düşündürdü.

Katliamda 13 yaşındaki oğlu Erkan’ı kaybeden Felek Encü ile Başbakan arasında şu konuşma geçmiş. Başbakan: “Ben kral değilim.” Felek Encü: “Sen kralsın, kral olmasaydınız biz de buraya gelmezdik. Bu iş çözülecekse sen çözersin. Bu ülkenin Başbakanısın.” Başbakan: “Ben her şeyi çözemem, her iş benim elimden gelmez.”

Mağdur olan hep “sıradan insanlar” ve tüm yaşadıklarına, telafi edilemez kayıplarına, çektikleri tüm acılara rağmen, gene de neredeyse hep, daima, yüzlerini ‘barışa’ dönmeye, adaleti devletten beklemeye razılar.

İnsanlaşmadan olmaz 

Roboski, Radikal’de Pınar Öğünç’ün de yazdığı gibi “dün olmadı”. Öğünç, 29 Temmuz tarihli, “Pardon ama Uludere’de katliam geçen ay mı oldu?” başlıklı yazısında, “Uludereli ailelerle ilk kez buluşan Başbakan, ‘Emri ben vermedim’ dedi, faillerin bulunması için sabır istedi. Katliamdan tam 580 gün sonra!” diyordu.

Savaş uçakları, masum sivillerin üzerine bomba yağdırdıktan 580 gün sonra, Başbakan’ın Roboskili ailelerle görüşmesi, “konunun kapanmadığı” ve bu katliamın kamuoyu vicdanında giderek kangrenleşen bir yaraya dönüşmesinden ötürüydü. Bir “mecburiyet” ifadesiydi; devlet erkânının “gözlerinin dolmasına” rağmen, “acıda ortaklaşmanın”, “samimi bir adalet arayışının” değil.

Daha önce dile getirdik, getirildi: Kürt sorunu, her şeyden önce bir adalet ve haysiyet meselesi. Bir insan hakları ve demokrasi sorunu. Türkiye’de devlet, “insanlaşmadan” da çözülemez.

Devlet Roboskili aileleri neredeyse iki yıldır mağdur ettikten ve acılarına acı kattıktan sonra, başlangıçta rızaları olmayan, ardından da iyi niyetlerine hitap eden çağrılarla razı gelmelerini sağlandıktan sonra, devletin en üst düzeydeki temsilcilerinden Başbakan’ın gözlerinin içine bakarak bir özür dilememesi, bu “insanlaşmadan” çok uzak olduğumuzu gösteriyor. 

Onur kırıcı açıklamalar 

Görüşmede Başbakan Erdoğan’ın, katliamla ilgili “kesinlikle” kendisinin talimat vermediğini, “bilgisi dışında olduğunu”, Genelkurmay Başkanı’nın bombalamadan sonra kendisini arayarak “hata ve kaza olduğunu” söylediğini ve “askeriyedeki her şeyden haberdar olamıyoruz” dediğini öğreniyoruz.

Suç, açıkça Genelkurmay’ın üzerine atılıyor. Ancak geçtiğimiz günlerde gerçekleşen “emeklilikler” dışında, sorumluların yargılanması ve bombalama sürecinin arka planının şeffaf biçimde ortaya konması gibi bir çaba yok. ‘Siyasi sorumluluk üstlenmek’ ise hiç yok. Katliam, gene Ankara’nın sisleri, karanlık koridorların dehlizleri ardında kaybolup gidiyor.

Ve Başbakan, görüşmede olanların ifadesine göre, Roboski’de katliamın üzerinden 500 gün geçtikten sonra, bombaların düştüğü yerde bir anma töreni düzenlenmesine ve ailelerden katliam yerine gidenlere “3000’er lira para cezası” verildiğinden de haberdar değil.

Kürtler, son 40 yılda, daha öncesinde de çok mağdur oldu. Acılarla, kederle dolu bir tarih var. Neden, “Roboski” bu kadar büyük bir sembol oldu? Nedenler çok: Bombaların hedefinin, tam manasıyla ekmek parası peşindeki gencecik insanlar ve çocuklar olması... Bombalama öncesi, hedef tespiti yapan “insansız hava araçları”nın mekanikliği ve çatışmanın artık “insanlıktan” tamamen çıkması… Ölümlerin duyulmasının hemen ardından, Türkiye genelinde sanki hiçbir şey olmamış, bir katliam gerçekleşmemiş gibi yılbaşı eğlencelerinin sürmesi, nedenlerden sadece birkaçı. Bir yere ateş düşerken bunun ülke genelinde hissedilmemesinin önemli payı, gene devletin değil mi? Devletten ne bir “resmi bir yas” açıklaması ne de Başbakan’ın ağızdan resmi bir açıklama ya da bir özür beyanı geldi.

Tepki nedenlerinden biri de ailelere, devletin ihsan eylediği tek tepkinin “resmen tespit edilen rayicin üzerinde” olduğu defaatle yinelenen bir bedelde “tazminat” yani “kan parası” önerilmesiydi. Ki aileler, bu tazminatı, “bir hakaret gibi” algıladılar.

Başbakan ve bazı bakanların, milletvekillerinin yaptıkları onur kırıcı açıklamalara, hiç girmiyorum. Her biri başlı başına vicdanlara atılan bombalardı aslında. Bir insan nasıl olup da çocuklar ölmüşken böyle duyarsız sözler edebilir, ağızlardan çıkanı kulaklar hiç mi duymuyor diye insanın içi acıyor.

TBMM’de İnsan Hakları Komisyonu’nun oluşturduğu alt komisyonun 83 sayfalık raporu ise, belki de bugünlere gelişimizde en dramatik dönüm noktalarından biriydi. Muhalefet partilerinin şerh düşmesi ve tüm itirazlarına rağmen, konuyu kapatma, katliamın üzerine örtme çabasındaki bu rapor, adında “insan hakları” olan bir komisyona yakışmadı. Raporda yer alan, “Olayın kasten yapıldığına yönelik olarak herhangi bir delil elde edilemediği görüş ve kanaatine varılamadığı” ifadesi, tarihte bir kara leke olarak yerini aldı. Faili belli olan bir şey var: Tüm bu söz ettiklerimde sorumluluk iktidarda. Bu iktidar da, ‘sandık’ta halkın desteğini alan bir hükümet. 

Özür nerede? 

Böyle bir gücün, halktan gelen meşruiyetini kötüye kullanması, bu meşruiyeti istismar etmesinden ötürü bir sembol Roboski. Kalp kırmanın, kalplerin üzerinde tepinmenin sembolü.

Görüşmeyle ilgili, ailelerin sözlerini aktarmasından sonra, yine onur kırıcı başka bir hadise yaşandı. Başbakanlık mesai saatlerinin bitimi ertesi, “resmi ve ruhsuz”, Türkiye’de devletle muhattap olmak zorunda kalanların çok iyi bildiği o “mekanik dil”le, Erdoğan’ın görüşmede “Uludere olayıyla ilgili kamuoyunca bilinen görüşleri tekrarladığı, bu görüşlerde herhangi bir farklılık veya tenakuz söz konusu olmadığı”nı bildirildi.

Bu açıklamayla ilgili iki can alıcı detay vardı. Bir özrün söz konusu olmayacağının teyidi ve açıklamanın Başbakan’ın Genelkurmay Başkanı ile görüşmesinin hemen ertesinde yapılması.

Roboski, sadece Kürtler değil, tüm Türkiye için bir sembol aslında. “Sıradan vatandaşın” yerininin “vatandaşa sorumlu sıradan devlet”in alması ve “insan haklarına saygı duyulması” taleplerinin sembolü.

Felek Encü, Nisan 2012 Roboski’den kalkıp 20 saatlik bir yolculukla Meclis’e gelmiş ve şunları söylemişti: “Acaba vicdanları rahat mı? Yönetenlere sesleniyorum, ey insanlık nerede kaldın!”

“İnsanlık”, yüzünü göstermediği sürece de Roboski “haysiyetin ayaklar altına alınması”nın sembolü olarak kalmaya devam edecek. (Radikal)

Sezgin Tanrıkulu
CHP İstanbul milletvekili

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.