GÜRBÜZ ÖZALTINLI YAZDI: BARIŞ İSTEMEK...
Taraf gazetesi yazarı Gürbüz Özaltınlı'nın bugün yayınlanan 'Barış istemek' başlıklı yazısı...
11 Temmuz 2012 Çarşamba 11:46
80’lerde başlayan Kürt başkaldırısı çok sert bir çizgide gelişti. Cumhuriyet tarihi boyunca sürdürülen asimilasyon politikalarına 12 eylül yönetiminin sınır tanımaz vahşeti eklenince, Kürt sosyolojisinde, ayrılıkçı silahlı mücadele fikrinin kolayca kabul gördüğü bir iklim oluştu. Kürtleri, dağa çıkmadan hiçbir şey elde edilemeyeceğine ikna etmek için özel bir çaba göstermek gerekmiyordu. Kararlı bir grubun silahı eline alması yetti. Ülke tarihinin en büyük yangını böyle başladı. Şiddet “kendinden olmayan” her köşeyi kavurdu, her sesi susturdu.
İsyan stratejisini çizenler, özellikle ilk dönemde Kürtlere de şiddet yöneltmekten kaçınmadılar. Kürt haraketinin birliği, farklı eğilimlerin temsil olanağı bulduğu mekanizmalarda değil, şiddet eliyle tasfiye edilmesinde arandı. Sonuçta, totaliter, militarist özelliklerin egemen olduğu bir siyasal yapı oluştu. Bu yapı, Ortadoğu’nun “bereketli” topraklarında roller üstlenerek saçaklandı.
Başka bir yol mümkün müydü? Belki evet. Ama olmadı.
Şimdi biz; geride on binlerce ölüm bırakmış bir çatışmanın, kirli savaşın çeteleştirdiği devletin, 30 yıldır bu savaşı yönetmiş ve böyle bir varoluşun kaçınılmaz kıldığı yabancılaşma, yozlaşma etkilerine maruz kalmış Kürt liderlerinin olanca yükleri üstünden, bu tarihsel düğümü çözmeyi tartışıyoruz.
Bu birikmiş ağırlığın bütün izleri tartışmalara yansıyor.
Söz alan herkes, kendisince barış için konuşuyor. PKK tasfiye edilmeden barış sağlanamaz diyenler de; AKP halk savaşıyla alt edilmeden savaş bitmez diyenler de “barışçı”.
Sorunun merkezine ister PKK’yı, ister AKP’yi oturtsun; bir tarafın “mağlubiyeti” üzerine politika önerenleri gerçekçi bulmak sanırım mümkün değil. PKK içindeki savaşçı sesler, güç mücadeleleri, Öcalan’ın yeni konumu vb. üzerine çokça yorumlar okuyoruz. Bunlar üzerine iddialı sözler söylemek zor.
Ancak, şöyle bir şey açıkça seziliyor: Devlet içinde de belli yetkileri kullanma gücü olan çevrelerle, bazı Kürt aydınları, sorunun çözümünde PKK’nın muhatap alınması ihtimalinden çok rahatsız oluyorlar. Bu görüşün sözcüleri için, CHP’nin politikalarını revize etmek zorunda kalmasının da, Karayılan’ın barışa kapı açan sözlerinin de, Zana’nın çıkışının da hiçbir önemi yok. Bu gelişmelere bakıp umutlananlar yanılıyorlar ve yanıltıyorlar. PKK’dan da, BDP’den de bir barış aktörü çıkmaz. Böyle söylüyorlar.
Bu tutumun sahipleri, haklı olarak yakın geçmişe başvurduklarında PKK’ya ilişkin iddialarına kanıt bulmakta zorlanmıyorlar. 90’lı yılların provakasyonlarına kadar gitmeye de gerek yok. Öcalan’ı boşa çıkartan Silvan, Karayılan konuşur konuşmaz gerçekleşen Hakkari saldırıları ve arada birçok eylem ve açıklama... Fakat dedim ya sezgi; insan yine de Özgürel röportajını, “çok seyahat eden arkadaşlarımızın” önerilerini, CHP’nin kolaylaştırıcı manevralarını, Zana’nın sözlerini, bu kadar kestirmeden ve kararlı önemsizleştirmelerini yadırgıyor doğrusu. Üstelik, bu gelişmelerin hükümet tarafından da olumlu bulunduğuna dair açık işaretler varken.
Ben, PKK’nın ideolojisine, siyaset tarzına, şiddet politikalarına yönelik yapılan eleştirileri asla haksız bulmuyorum.
Ancak, PKK’nın eleştirilmesiyle, sorunun ancak PKK dışarıda bırakılarak, bileği bükülerek çözülebileceğini ileri sürmek arasında hiç de ince olmayan bir çizgi olduğunu da kabul etmek gerekir.
Açık söylemek gerekirse, savaşı sona erdirmek karşılığında PKK’ya açık siyaset yapma güvencesi verilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, kimilerine “çözüm” gibi gözükmüyor sanki. PKK içindeki kimi odakların bununla yetinmek istemediği anlaşılıyor. Ama, PKK’ya muhalif kimi çevrelerin de bunu arzulamadıkları seziliyor. Dilim varmıyor ama, sonucunda PKK’nın siyasi varlığı devam edecekse barış olmasa da olur diye düşünenler var sanki. Kimileri için Kürt nüfus üzerinde cereyan eden sert siyasi rekabet, kimileri için PKK şiddetinin kendilerine de yönelmiş olmasının haklı olarak kolay silinemeyecek izleri bu tutumu besliyor olabilir. Üstelik PKK, olası barış dönemine yönelik demokratik bir yenilenmenin hiçbir işaretini vermezken, bu kaygıları da anlamak zor değil.
Fakat hangi nedenle olursa olsun, sorunu fiilen PKK’sız çözmeyi önerenler, her gelişmeden sonra “inanmayın, umutlanmayın” diye ses yükseltenler, kanımca olumlu bir müdahale iradesini temsil etmiyorlar. “Kürt haklarını tanıyın örgütün belini bükersiniz” diyenler, sorunu mutabakatla çözmek isteyenlerden daha gerçekçi değil. Kürtlerin hakları elbette tanınmalıdır. Fakat bu PKK’yı bitirmez. Kürtlerde, o hakların, uzun süren ve neredeyse her aileden bir gencin canına mal olan bir savaş sonucu elde edildiği kanaatini kolayca silemezsiniz. Bu duyguyu kıracağız, PKK’yı açığa düşüreceğiz inadıyla yol kat edemezsiniz.
Uzun ve çok sert bir tarih yaşandı. Bu tarihin istesek de istemesek de en önemli aktörü PKK oldu.
Bu tarihi sevmeyebiliriz, keşke böyle olmasaydı diyebiliriz.
Fakat onu yok sayamayız.
Şimdi o tarihin aktörlerini yok etmek hayalinin değil, savaşmadan siyasi rekabete razı etmenin peşine düşmeliyiz.
Tabii gerçekten barış istiyorsak.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.