GEVER'DEN ABD'YE BİR BİLİM ADAMININ SERÜVENİ (2)
Gever (Yüksekova) doğumlu Prof. Dr. Osman Yaşar'ın ABD'ye uzanan başarılarla dolu hikâyesi...
28 Haziran 2019 Cuma 14:51
Röportaj: Ersin Tek - İlke Haber
Geçtiğimiz Cumartesi günü ABD'de yaşayan Kürd akademisyen, bilim insanı Prof. Dr. Osman Yaşar ile yaptığımız uzunca röportajın ilk bölümünü yayınlamıştık. Röportajın ilk bölümü oldukça ilgi gördü. Ancak uzunca olan bu röportajın iki bölümünü peş peşe yayınlamayı uygun görmedik. Şimdi ikinci bölümüyle karşınızdayız. Umuyoruz ki röportajdaki içtenlik, birikim ve gittikçe derinleşen cevaplar daha çok ilginizi çekecek ve ufkunuzu genişletecektir. Röportajın ikinci bölümünü ilginize sunuyoruz.
- Müslümanların bilim ve teknolojiye bakışı nasıl olmalıdır? Bilimin İslami’si olur mu?
Yaratanın insandan aklını kullanması gerektiği yolunda zannederim çok ayetler var. Aslında, bugüne kadar bu tamamen yanlış anlaşılmış toplum tarafından. Buradaki ‘aklını kullan’ demesi insanın mantığını kullanmasının ötesinde bir tavsiyedir. Bana göre şöyle yorumlanmalıdır: Evren’de her şey, madde ve bilgi dahil, bir ayrışma/birleşme döngüsü içinde evrimleşmektedir. İnsan aklı da böyle çalışıyor çünkü o aklın malzemesi olan bilgiyi de bu tür işlemlerle yoğurduğunuz zaman optimize sonuçlar verir, tıpkı evrimleşen madde ve canlı hayatı gibi. O halde, iki temel prensip ortaya çıkıyor: 1) Bilginin beyin tarafından ayrışma/birleşme döngüsü içinde işlem görmesi, 2) Bu iki yönlü işlemin sonucunda kavramlarımızın ve aklımızın değişime uğraması. Tekrarlıyorum, Yaratan bunu madde üzerinde tatbik ederek bize gösteriyor ve diyorki aklınızı da böyle çalıştırın. Şimdi bu, Müslümanlara ait bir şey değil, bütün insanlara bir mesajdır ama Müslümanların Kutsal kitabında ve Peygamberleri tarafından defalarca hararetle tavsiye edilmiştir. Ne yazık ki, dünyada bütün insanlar bu değişime direnirler ve hayatlarını değişmeyen kavramlar ve inançlar etrafında geçirirler. Her hangi bir doktrini ya da dini ele alırsanız, görürsünüz ki ona inananlar yüz yıllarca aynı kavramlara göre hayatlarını düzenlemişlerdir. Halen 2000 yıl öncesi gibi yaşamak isteyen Hristiyanlar ve 1400 yıl öncesi gibi yaşamak isteyen Müslümanlar var. Bunlar Yaratan’ın evrendeki en temel prensibine karşı bir uğraş içindeler ve kendilerine ön ayak olan liderlerini, peygamberlerini, inançlarını ve yüzyıllar önceki tavsiyelerini putlaştırmışlardır.
Müslümanların akıllarını az önce söylediğim gibi kullanmaları için çok sayıda tavsiye geldiği için, diğer topluluklara göre avantajlı durumdaydılar tarihsel açıdan. Nitekim, bilimsel metodun sentez ayağının (gözlem yap, veri topla, hipotez oluştur ve doğruluğunu test et) ilk defa müslüman alimleri tarafından ortaya atıldığı bilinmektedir. Eğer, bilimsel metodun analiz (ayrıştırıp sorgulama) ayağına da aynı şekilde önem verilseydi o zaman Müslümanlar bugün bütün toplumlardan daha ileri olurlardı.
Bundan iki yüz yıl önce felsefeci Immanuel Kant bu bahsettiğim iki yönlü (sentez/analiz) bilimsel methodu açıklamasına rağmen, Batı dünyası da ondan habersiz nerdeyse ya da anlayamamış. Mesela, Amerika’daki okullarda bilimsel metod halen sadece sentezden oluşmuş gibi öğretiliyor. Bu konuda makale yazan ve uyarılarda bulunan belki de ilk kişiyim. Bunun böyle olmasının nedenlerini açıkladım daha önce. Bilim adamları son zamanlara kadar hep sentez yaparak çalışmalarını sürdürmüşlerdir ama daha önce yapılmış bir keşfin ya da teoriyi tekrar masaya yatırıp içini açmak ve güncellemek işi yaşadığımız modern çağda hız kazanmıştır. Analizin, yani size başkalarından gelen kavramları ve teorileri sorgulayıp değiştiren ve güncelleyen, bu derece önemine bilgisayarlar sayesinde varmış olduk. Eskiden bir bilim adamının keşfettiği bir teoriyi yeniden sorgulayacak ve güncelleyecek zamanı ve fırsatı olmazdı çünkü cevap bekleyen başka tonlarca sorular ve konular vardı. Ayrıca mevcut teorileri sorgulasalar da bu kaynak ve zaman gerektirdiğinden pek sık yapılamıyordu. Ne zaman ki bilgisayar modellemesi ile bir teorinin oluşumu, sınanması ve yeniden inşası kısa zamanda yapılmaya başlandı, bu da bilimin gelişmesini hızlandırdı.
Bilimsel metod üzerine ve bilim adamlarının nasıl düşündüklerine dair benim yaptığım şey beynin nasıl çalıştığından kaynaklanan bir keşif ve böyle olunca Kant’ın daha önce ortaya sürdüğü teorinin güncellenmesi ve daha iyi anlaşılmasını mümkün kıldı kendi açımdan. Açıkça söylemem gerekiyorsa, son 3-4 yıldır yazdığım bu konuları başka bilim adamlarının bu kadar önem verdiğini ve hatta tam anladığını zannetmiyorum. Beni heyecana getiren şey, maddenin hareketi ile ortalıkta dolaşan bilginin ve onu yoğurup işleyen insan beynin aynı prensiplerle çalışıyor gibi görünmesi. Bunun neden böyle olduğu hakkındaki teorim ve onu uyguladığım her alanda (sosyoloji, psikoloji, eğitim, bilim tarihi, dinler, vesaire) kafamı o kadar rahatlattı ki birbiri ile savaşan, yarışan ve huzur kaçıran bir sürü çekişmeleri ortadan kaldırdı. Her ne kadar müslümanlar bir topluluk olarak modern çağdaki bilim trenini kaçırmış olsalar bile, benim gibi motivasyonunu milletinin acılarından ve de yetiştiği İslam aile kültürüne borçlu olan bir kişinin bilimsel metodun zihinsel alt yapısını ve iki yönlü metodolojisini Batılılara anlatmaya çalışması bir rastlantı olduğu gibi müslümanların ve mazlum milletlerin adına bir katkı olarak da görülebilir. Çağımızda benim gibi müslüman kökenli bir sürü bilim adamı var ama genel olarak bilimin müslüman ülkelerdeki gelişim hızında ve özgürce ifade edilmesinde bir problem olduğunu inkar edemeyiz.
- Müslümanlardaki zihin karışıklığının asıl sebebi nedir sizce?
Müslümanların diğer topluluklara göre özel bir durumu olduğunu ben de düşünüyorum. Bunun sebebini herhangi bir teoriye bağlamadan önce, ortada görünen acı durumu kısaca özetleyelim. 7-8 milyara yaklaşan insan sayısının ve insan guruplarının çıkarlarını gözeten yüzlerce devletin bugünkü çekişmesini göz önüne alırsanız, bu çağda en önemli ekonomik varlığın inovasyon olduğunu kabul etmemiz gerek. Mesela, ABD’nin gücü buna dayanır. Bir ülkenin doğal kaynakları çok olsa bile yine de inovasyona ihtiyacı var. İnovasyon için bir ülkedeki eğitimin yüksek ve bu eğitimi ve öğrenimi özgürce kullanabilen insanların sayısının yüksek olması lazım. İnovasyon ancak özgür düşünebilen bir kafada olur çünkü deneme yanılmaya bağlı. Özgürlükleri kısıtlayan ortamlar korkunun kol gezdiği yerlerdir. Korku ve heyecanın da faydaları var insanlara ama bunun aşırıya gitmemesi lazım. İnsan vücudu genelde iki farklı durumda çalışır: koruma ya da gelişme. Korumada iken gelişme durur. Dolayısıyla sürekli kendini koruma eğiliminde olan insanların gelişimi durur ve hastalıkları öne çıkar. O yüzden stresin hastalıklara yol açtığını söyler doktorlar.
Her ne kadar di̇nler ve doktrinler insanların hayatlarını düzenlemek ve belirsizliklerle başa çıkmaları için huzur getirmeyi ön görüyorsa da, genelde bir dini ve doktrini ortaya atan kişinin dahiyane olması ve onu takip eden toplulukların o kişinin ayarında birini ileriki yıllarda bulamamaları o kişiyi putlaştırmalarına götürebilir. Birde tabi ki dinleri çıkarlarına uygun kullanan yöneticilerin yarattığı yapay di̇nler vardır. Mevcut bir dini kullanıp otoritelerini sağlamlaştıran bu tür insanlar, maalesef Peygamberimiz vefat eder etmez, hatta veda hutbesinden hemen sonra güç/iktidar kavgasına başladılar. Bir yıl önce veda hutbesine yüz bin kişi geldiği söylenen Peygamberimizin cenaze namazına sadece 17 kişi katılmış! İktidar heveslilerinin kullandığı en büyük bahane ise yaptıklarının Allah’ın rızası için olduğunu söylemeleridir. Bu tür yöneticilerin bir dini, felsefeyi ya da doktrini tebliğ edeni putlaştırıp kendilerinin de o kişinin en iyi temsilcisi olduğunu iddia etmeleri ortaya atılmış o dini yavaş yavaş orijinalinden uzaklaştırmalarına da yardım eder.
Müslümanlardaki durum diğer topluluklara göre daha kötüdür. Bunun nedeni İslamiyetin ve Peygamberinin diğerlerine göre daha dahiyane olması ve toplum hayatını düzenleyen bir karakterde olmasıydı. Her şey gibi onun da zamana göre uygulamadaki yönü kaçınılmazdı ancak bu değişim toplum aklı ile değil, siyasi otoritenin aklıyla olunca gittikçe otoriterleşen bir sistem ortaya çıktı. Çünkü o otorite yönetenlerin işine yarıyordu. Değişim iyidir ve kaçınılmazdır ama İslam’ın uygulanmasındaki değişim tabandan değil tavandan gelmiştir. Tavandan kaynaklı değişimlerin ve eklemelerin hiç bir zaman taban tarafından protesto edilmemesinin nedeni de yöneticilerin yıllardır dine ekledikleri dini uydurmaların tabanı rehavete koymasıdır. Bütün bunlar insana ve zamana bağlı sebeplerin yanısıra, yine de bir kişinin sorması gereken bir soruyu sormadan geçemeyiz: Acaba İslamın orijinal karakterinde insanı pasifleştiren bir etki mi var? Pasifleşmenin birden fazla sebebi var ve hepsinin bir araya gelmesi lazım pasifleştirmeyi olgunlaştırmak için. Bunlar a) mutlak bir otoritenin varlığı, b) çok sayıda değişmez doğruların olduğuna inanılması, c) yaşadığımız hayatın geçiciliğinin her an ya da sık sık gündeme gelmesi ve d) kader kavramıdır. Bunların hepsi bugün bize anlatılan ve inandırılan İslamda var. Dolayısıyla bugünkü uygulanan haliyle İslam insanı pasifize ediyor. Eğer bu saydığımız nedenlerin bir tanesini bile ortadan kaldırırsak, pasifize olmanın önüne geçebiliriz. Aslında insanın karakterinde hayatının kontrolünü bir dış güce teslim etmeme meyili var. Bu yüzden müslümanları pasifize edici etkenlerin ne kadar güçlü olduğunu görmek ve söylemek lazım. Bence müslümanlar arasında pasifizmi doğuran pratikteki en etkileyici neden kader kavramıdır. O da bana göre yöneticilerin dine eklediği bir uydurmadır. Aslında her insan çok değerlidir ama kişinin kendisine Yaratan tarafından verilen bu iradeyi iyi anlaması gerekir ki kullanabilsin. Kader kavramının ördüğü bu zincirleri kırmanın bir yolu var, o da burada cevaplarımın içinde oraya buraya serpiştirdiğim felsefik yaklaşımımdır. Kısacası gelecek yaşanmadan yüzde yüz bilinemez. Bizlerdeki irade hem kendi yaşantımızı şekillendirebilir ve hem de sürekli bir evrim içinde olan Evren’in gidişatını yönlendirebilir. Bunu bu şekilde düşününce her bireyin ne kadar önem kazandığını anlamamak mümkün değil. Bir şeyi başarmanın yarısı onu çok istemektir. Kötülük düşünenler çok egoist oldukları için sistemin bu karakterini çok iyi işletiyorlar menfaatlerine göre.
- Müslüman dünyanın, daha özelde Kürdlerin tarihte bilime kattıkları veya bundan sonra katacakları hakkında neler düşünüyorsunuz?
Meşhur TIME dergisi her 100 yılın en etkili insanını seçer ve geçmiş yüzyıllara kadar götürür bunu. Yaptığı etkinin iyi yada kötü olması değil de, etkinin derecesine göre bu kişiler seçiliyor. Çok ilginçtir ki 12.ci yüzyılın kişisi Selahaddin Eyyubi ve 13.ci yüzyılın kişisi de Cengiz Han’dır. Selahaddin Eyyubi’nin seçilmesinin nedeni Avrupalıların Selahaddin’den medeniyeti öğrendikleri ve bunun bir bakıma Rönesansın sebeplerinden biri olduğuna kanaat getirmeleridir. Cengiz Han’ın bir sonraki yüzyılın adamı seçilmesinin sebebi ise Avrupa’da yaptığı yıkımdır. Bunu ben yıllardır biliyordum ama geçenlerde çok sevdiğim ve Avrupa’da yaşayan bir Kürt arkadaşım (Ethem Kalesorro) Selahaddin Eyyubi’nin Avrupa’da bilmediğim taraflarından da bahsedince, yukarıda anlattıklarıma ne kadar uyumlu olduğunu anladım. Gotthold Ephraim Lessing adında Alman bir yazarın yazdığı Nathan der Weise (İngilizcesi Nathan the Wise) tiyatro oyunu yıllardır Avrupa’da oynatılmaktadır. Bu oyununun konusu Haçlı seferleri sırasında geçer. Selahaddin Eyyubi ile Nathan adında bir bilgenin arasında geçen bir diyalog dünyada sadece bir doğrunun olmadığını ve insanın kendisine anlatılana şüphe ile yaklaşması gerektiğini sergiler ve bunun kendilerine Selahaddin tarafından anlayacakları şekilde anlatıldığını işlemektedir. Daha önce söylediğim gibi, bu oyun ve dayandığı tarihsel bilgiler bilimsel metodun ilk kez müslümanlar tarafından ortaya atıldığı teziyle uyum içerisindedir. Tabi, bir önceki soruya verdiğim cevapta olduğu gibi, esas problem müslümanların Evren’in en temel prensibi olan değişim metodunu sonradan unuttukları ve hayatlarından tamamen çıkardıklarıdır.
Kürdlerin dünya kültürüne başka konularda da etkisi var. Mesela kaç kişi İspanya’da halen adına müzik okulları bulunan ve Flamenco müziğin babası sayılan ve de gitarın 6.cı telini bulan Ziryab’ı tanımaktadır? Maalesef ben bile bilmiyordum yakın zamanlara kadar. Kürdlerin insanlığa ve bilime yaptıkları hizmetler için bence bizim Fikret Yaşar ve Ethem Kalesorro ile konuşmanız lazım. Siz kendiniz de zannederim bu konularda benden fazla biliyorsunuzdur. Selahaddin’in şüphecilik üzerine Avrupalılara öğrettiği benim ilgi alanıma girdiği için bunu rahatça her yerde anlatabiliyorum.
- Üzerinde çalıştığınız bir proje ya da basılmak üzere olan bir kitabınız var mı?
Amerika’da bir proje üzerinde çalışmanız için genelde federal ya da eyalet hükümetlerine bağlı bilim ve eğitim kurumlarına proje sunup para almanız gerek. Bir projeyi sunduğunuzda para alma şansı yüzde 10’u geçmez genelde ama yaklaşık 30 yıldır bu konuda başarılı oldum ve çalıştığım yere dışarıdan hep para getirdim. Hal böyle olunca adamı rahat bırakıyorlar. Bu durum beni üniversitede yöneticilik yapmaktan kurtardı. 2007’den beri Empire İnovasyon Profesörü adında bir kürsü sahibiyim. Ne yaparsan yap serbestsin, yeterki bize para, araştırma ve ün kazandır deyip rahat bıraktılar.
Benim son 20 yıldır ki araştırmalarım eğitim konusundadır. Ondan önceki 15 yılda ise süperbilgisayarlari kullanıp bilimde, mühendislikte ve endüstriyel araştırmada zor problemlere çözüm aradım. Bunlar iklim tahmini, deprem dinamiği, araba motorlarının verimi ve füzyon reaktörlerindeki plazma ve radyasyonun hareketi üzerine idi. Bu problemleri çözebilmek için 3 dalda (matematik, bilgisayar ve fizik) bilgi ve tecrübe gerektiği için hepsini bir kişide bulmak zordur. O yüzden, bu tür yetenek ve bilgilere sahip mühendis ve araştırmacı yetiştirmek için, 20 yıl önce ABD’de çalıştığım Oak Ridge Ulusal Laboratuvarından üniversiteye geçip dünyanın ‘computational science’ dalındaki ilk lisans programını kurdum. Birlikte çalışan 36 bin işlemcisiyle saniyede 143000000000000000 işlem yapan dünyanın en hızlı bilgisayar Oak Ridge Ulusal Laboratuvarındadır. 20 yıl önce ben oradayken de dünyanın en hızlı süperbilgisayarı oradaydı ama bugünkü hızı o güne göre 85 bin kere artmış! İstanbul Teknik Üniversitesinde de bu konuda (Türkçesi ile Hesaplamalı Bilimler ve Mühendislik) bir doktora programı ve o programdaki tez çalışmalarına destek olacak bir süperbilgisayar merkezinin kurulmasına yardımcı oldum. Özetlersek; araştırmalarımın ana temeli bilgisayar modellemesi, simülasyon ve ilgili teknolojilerin bilimin daha iyi yapılması ve öğrenilmesi konularındadır. Daha önce açıkladığım gibi ben teknolojiyi bilimden ayırmıyorum.
Akademik hayatımda 100’ün üstünde makale yazdım ama henüz bir kitap yazma fırsatım olmadı. Ama yavaş yavaş kitaba girecek parçaları yazıyorum. Bu kitabı herkesin okuması için yazacağım, sadece meslektaşların değil. Burada kısaca anlattığım fizik, beyin bilimleri ve bilgisayar konuları hakkında daha geniş anlatmak için bunu yapmam gerekli. Talep var etraftan. Haklı olarak, tabi birikimlerimi herkesin anlayacağı şekilde ve topluma bir faydası olacak şekilde bir formatta yayınlamam lazım. Bugüne kadar en yakınlarıma bile söylemekten çekindiğim bir bilgi vereyim: Benim 4 ayrı akademik dalda toplam 5 üniversite diplomam var. Bunlar teorik fizik, nükleer mühendisliği, ve bilgisayar bilimleri dallarında birer yüksek lisans olmak üzere mühendislik fiziği dalında da bir lisans ve bir doktora içeriyor. Üstelik Amerika’daki en zor ve tanınmış üniversitelerden birinde 2 yüksek lisans ve bir doktora derecesini 3 yılda bitirdim. Tahminen bu bir dünya rekorudur ama buna rağmen Türkiye’de bana iş vermemişlerdi 30 yıl önce geri dönmek istediğimde. Velhasıl, çalışmalarım çok geniş bir alanda olduğu için belli bir konuda çok derine inip hiç kimsenin duymadığı ve bilmediği bir şeyi bulmak zor ama Evren’e bir bütün olarak bakıp temel prensipleri ortaya çıkarmak için de geniş bir uzmanlık alanı lazım. Dolayısıyla, benim araştırma ve eğitim dalında arkasından koştuğum şey, Evren’de görünen karmaşanın temelinde basit ve anlaşılır prensipler olduğunu keşfetmek ve göstermektir. Bu çabamın bir başka nedeni de insanların bilim yapmaktan ve öğrenmekten korkmalarına karşı geliştirdiğim bir yardımseverliktir. Ben herkesin bir bilim adamı gibi düşünmesi gerektiğine inanıyorum. Ayrıca, bunun başarmanın zor olmadığını ve insanlığı da ancak bunun kurtaracağını savunuyorum.
- Amerika gibi bir ülkede bilim tarihi alanında ders veren bir akademisyen olarak ‘okul ve eğitim’ kavramları üzerine düşüncelerinizi öğrenmek isteriz?
Buna galiba diğer sorulara cevap verirken az buçuk değindim ama tekrarlamak istersem şunu söylemem gerek. Bana kalsa, her üniversite öğrencisinin bilim tarihi dersi okumasını zorunlu kılarım, hem de ilk yıllarda. Bu zorunluluk zamanla orta öğretime de yayılmalıdır. Düşünün bir kere Amerika’da bile orta öğretimde bilimsel metod sadece sentezden oluşur diye anlatılır ve bunun düzeltilmesi için çağrılar yapıyorum makalelerimle. Bugünkü eğitim sistemi eski metodlara göre şekillenmiştir ve değişmesi lazım. Öğrenmeniz gereken konunun neresinden ve hangi düzeyinden girmenize kendiniz karar verebilmelisiniz. Eksiğinize göre aşağı, fazlanıza göre de yukarılara ulaşabilmeniz gerekir, aynı İnternet’te olduğu gibi. Direksiyona kendiniz oturunca, okuduğunuz her şeyi daha büyük bir ilgiyle okuyup anlarsınız. Başkasının size çizdiği yoldan giderken ilginiz dağılabilir. İkinci reform konusu da bilgi alanlarını biribirinden ayıracağımıza onları birleştirmemiz gerektiğidir. Fizik, matematik, kimya, ve biyolojinin iç içe olduğu bazı dersler konulmalı. Bunu yapmak için de tabi teknoloji lazım. Üçüncüsü, zor kavramları ana dilinizde öğrenmenin faydaları üzerinedir. 7 yaşına kadar beyniniz nasıl düşünmeyi öğrenmişse, bilim ve matematik gibi zor konuları o dilde okuduğunuzda daha iyi anlayabilirsiniz. Burada yabancı dil öğrenmeyin demiyorum, bilakis her kesin İngilizce öğrenmesi gerektiğine inanıyorum. En azından sizi dış dünyaya açıyor ve Mor dağının ötesinde neler olup bittiğini, derdiniz varsa da onu anlatma fırsatı veriyor.
- Batıyı ve Doğuyu bilen ve gözlemleyen bir Kürd bilim insanı olarak Kürd Milletinin içinde bulunduğu sürece ve geleceğe ilişkin düşüncelerinizi, öngörülerinizi ve tavsiyelerinizi bizimle paylaşır mısınız?
İnsanlığın çok problemleri var. Kapitalist ve emperyalist sistem topallaya topallaya işlemeye devam ediyor ve demokrasi dediğimiz şey de çok kırılgan bir şey. Son yıllarda bilgi hacmi ve paylaşma kapasitesi çok arttı ve dünya yeniden şekilleniyor. Teknolojinin yararı kadar zararı da var. Mesela insanlara hemen sonuç alabilecekleri metodlara doğru bir meyil kazandırıyor. Bir Amerikan başkanının Twitter ile memleketi yönetme şekline bir bakın, ne kadar yanlış! Adam hemen sonuca gidecek ve kurul kararlarını atlayacak, tefekkür etme kapasitesini bertaraf edecek şekilde iğrenç kralvaki bir hevesle istediği gibi davranıyor.
Kürtler burada yerlerini nasıl almalı ve ne yapmalı diye sorarsanız, tabii bir yandan oyunu kurallarına göre oynamaları gerek, bir yandan da orijinal karakterlerini koruyarak dünya genelinde kimliklerini korumaları gerek. Farklılıklardan zenginlik doğar; herkes aynı olursa problemlerimize sadece bir açıdan bakarız. Her açıdan bakmamız için de her kesimden ve kültürden insana ihtiyaç vardır. Kürtlerin bir devleti olmalı ve bunu başka milletlere karşı bir öfkeden ötürü söylemiyorum. Her milletin problemleri olur ve o problemleri çözmek için de devasa bir devlet bütçesi lazım. Kürtler 4-5 ülkeye azınlık derecesinde (yüzde 15-25) dağılmışlar ve hiç birinde ne devletleri ve ne de diğer yüzde 75 çoğunluk Kürtlerin ulusal, kültürel ve sağlık problemlerinin çözümü için kendi kaynaklarının ve hatta Kürt’lerden topladığı vergilerin de kullanmasına razı olmaz. Bunu onları kötülemek için söylemiyorum. Evliya bile olsalar, buna razı olmazlar. Bu yüzden Kürtlere en azından kendi bütçelerini kendilerinin kullanacağı şekilde bir özerklik verilmeli.
- Osman Yaşar olarak ütopyanız nedir? Bizimle paylaşır mısınız?
Benim ütopyam toplumdaki herkesin aklını daha önce anlattığım şekilde bir bilim adamı gibi çalıştırmasıdır. Öyle olduğunda, herkes sürekli bir değişim içinde olur ve geçmişten gelen ve çalışmayan -işlevsel olmayan- kavramlardan kurtulur. İnsanlar kavgayı bırakır, çünkü çözüm ve değişim odaklı olurlar. İkinci bir hayalim insanların birbirleriyle iletişimlerine telepatik metodu da eklemeleridir. Daha doğrusu Evren’deki olup bitenle beş duyusunun dışında başka tür bir bilgi alışverişi ile haberleşmesidir. Bu belki bir gün hayal olmaktan çıkar bence. Aslında bu kapasiteye sahip olduğumuza inanıyorum. Tarih boyunca ve her toplumda bunun tek tük sergilenmesine şahit olmuş insanoğlu ama bunu iradesi ile istediği zaman tekrarlamayı öğrenememiştir. Etrafımızda dolaşan telefon, radyo ve yüksek frekanslı bazı ses dalgalarını bile algılayamıyoruz bir cihazımız olmazsa. Beynimizi bu cihazların yaptığını yapmaya eğitebiliriz belki.
- Sizi büyük bir hayranlıkla takip eden genç insanlara, bilhassa Kürd gençlerine neler söylemek istersiniz?
Her şeyden önce şahsıma ve yaptıklarıma ilgi duyan herkese çok teşekkür ederim. Beni motive eden şeylerin başında milletimin çektiği acılar ve onların yüzünü ak çıkarma arzumdur. Bunlar benim için büyük ümit kaynağı olmuştur. Benim bir başarım varsa, onu önce milletime ve daha sonra da okullarında okuduğum ülkelere borçluyum. Bunun karşılığında bir şeyler geri verebilirsem sevinirim.
Kızıma sık sık söylediğim şeylerden birisi ‘‘Damlaya damlaya göl olur’’ prensibidir. O kadar tekrarlamışım ki bir seferinde bunu mezar taşıma yazdıracağını söyledi. Bu söylemden daha öğretici bir şey olamaz çünkü evrendeki değişim de böyledir ve bir konu hakkında çözüm fikriniz yoksa bile en azından ufak bir adım atmanızı tavsiye ederim. O adım başka adımlara götürür ve bir bakarsınız büyük bir çözüm bulmuşsunuz. İkincisi, kendinize yararınız yoksa başkasına hiç olamaz. Eğer toplumsal bir meseleye gönül vermişseniz ve bazı kuralları değiştirmek istiyorsanız, önce o kuralları çok iyi öğrenin. Sonra da o kuralları değiştirecek kadar güç kazanmanız lazım, bu da uzun bir zaman alabilir. Olaki böyle bir yola çıktınız ve bir dalda çok başarılı oldunuz. Bilesiniz ki rahatınız, egonuz ve hayatınızı birleştireceğiniz kişi sizin köklerinizle olan bağınızı zamanla zayıflatabilir ya da koparabilir. Ben böylelerini üzülerek gördüm. Eğer sistemin kurallarına geçici olarak uymayı yükselmeniz ve güçlenmeniz için yaptıysanız bunu hiç unutmayın ve bir gün güçlenince protestonuzu mutlaka yapın barışçıl bir yoldan. Kimsenin bilmesi gerekmez ne yaptığınızı ve söylemeniz de gerekmez ama sizi motive eden etkenleri unutmayın. Dördüncüsü, mümkünse sizinle aynı kültür, gelenek ve dilden birisi ile evlenin ve en az 2-3 çocuk yapın. Aşk ve gönül meselelerini anlıyorum, o durumda evleneceğiniz kişi (Kürd ya da başkası) ile aranızda doğabilecek kültür farklarını önceden konuşun ve birbirinizin hakkını yemeyin. Eskiden büyük şehire okumaya giden çalışkan, dürüst ve güvenilir Kürd gençlerini diğer kültürlerden başkaları kapardı ve o Kürd gençleri kabul görmek için kendi dil, kültür ve geleneklerini rafa kaldırırdı. Yazık, böylece memleketin kaymağını başkaları yerdi. Bir evlilikte çocuk olduktan sonra geri dönülmesi zor olacağı gibi, çocukların nasıl yetiştirileceği ve hatta onlara ne tür isim vereceğiniz bile büyük problemlere neden olur. Çocuklarınıza ana ve baba dillerini mutlaka öğretin. Okumalarında, iş bulmalarında ve Mor dağının dışına açılmalarında yardımcı olsun diye birde ‘yar dilini’ öğrenseler çok iyi olur. İngilizce buna iyi bir örnektir. İsterseniz şiir halinde yazdığım bazı çağrılarımı burada yayınlayabilirsiniz.
Benim babam memur bir adamdı ve ülkesini çok severdi. Düzene karşı gelenlere, “Yapmayın, etmeyin, gidin önce kendinizi kurtarın” derdi. Belki size verdiğim nasihatı çok çalışkan olan anne-babadan aldım. Ama, 1998’te Amerika’dan gelip onları ziyaret ettiğimde, babam “Oğlum, sana öğrettiklerimin bir kısmı yanlışmış, eksikmiş. Hükümetin zalimliği artık dayanılmaz hale geldi, her gün sebepsiz yere hepimizi coplarla dövüyorlar çarşı içinde. Bazen ertelemen gereken barışçıl protestoyu hemen yapmanda yarar var. Bu zulmü unutma ve fırsat bulursan Mor dağının ardındaki o insanlara da anlat. Bir de arazilerimizi elimizden zorla alan ve “kurşun attığımızda, gittiği bütün yerler bizimdir” diyen bu korucuları da şikayet et gerekli mercilere’’demişti. Amerika’ya döndüğüm günün ertesi günü babam vefat etti maalesef ama Amerika’da gerekli yerlere gidip vasiyetini en kısa sürede yerine getirdim ve somut sonuçlar aldım. Ne kadar problem çözsek bile, sorunlar hiç bitmez ve sürekli bir çözüm üretmek lazım. Umarım, burada verdiğim cevapların hepsi olmazsa bile bir kısmı okuyucunuz tarafından faydalı bulunur. Eğer farkında olmadan insanların hislerine, inançlarına ve kültürlerine karşı bir şey söylemişsem de özür dilerim.
- Son olarak sizin ilave etmek istediğiniz bir şey var mı?
Sorularınızı takdirle karşıladım zira toplumun nabzını iyi tutuyorsunuz ve bu mülakatın okuyucuya bir faydası olacaksa onda sizin sorularınızın büyük katkısının olacağından hiç şüphem olmayacaktır.
- Zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim. Mesleğinizde size başarılar dilerim.
Birinci Bölüm: Gever'den ABD'ye bir bilim adamının serüveni (1)
YAZIKTIR, HİLE YAPMAYIN
Rahmetli babam her zaman derdi
Bitmeyecek bir türlü bu milletin derdi
Baştakiler menfaat için bizi gerdi de gerdi
Tâ ki komşular birbirine sonunda küsüverdi
Yahu başlamadık mı biz buna anlaşarak?
Sonunda attınız bizi meclisten topyekûn dışlayarak
Hani kardeştik, paylaşacaktık her şeyi eşitçe
Derin bir oyuna geldik yine işte böyle faşistce
Hadi gel yeniden başlayalım, bu son şansımız
Herkes dilinde ve dininde serbest, evimiz taşınmazımız
Elinde bavul gezmekten bıktık arayarak bir vatan
Farklılıklar zenginliktir dememiş miydi Yaratan?
Devam ettikçe evdeki bu iç kavgalar
Güler halimize cümle alem ve kargalar
Dertleri çözmek varken, suçlama dış mihrakları
Onlar bölmedi bizi, kullandı mevcut çatlakları
Çatlaklar derinleşti gittikçe açılarak
Kandırdılar bizleri baştakiler, tek tek harcayarak
Gel el ele verelim saflarımız sık olsun
Her şey ayrı olsa da ortak bir paydamız olsun
Herkes öğrensin üç dil, ana, baba, yar için
Biri gelişmen, diğerleri çalışman ve dışa açılman için
Gel yeniden anlaşalım istersen, tutanaklar tutulsun
Ama sürmeyeceksek de bu, herkes bir an önce kurtulsun
Yazıktır, hile katmayın derim ben bu hayata
Ha eşini aldatmışsın ha komşunu ha vatandaşını
Sonra dinlemez kimse seni, anlatsan bir gün kandırılışını
Adalet herkese lazım, dinlemezler senin de akan gözyaşını.
(Osman Yaşar / 23.06.2018)
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.