FT: AMERİKA ÖZGÜR DÜNYAYI KAYBEDİYOR!
Financial Times gazetesinin 5 Aralık 2010 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında ve Gideon Rachman imzasıyla yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
07 Ocak 2010 Perşembe 17:24
Financial Times gazetesinin 5 Aralık 2010 tarihli sayısında, yukarıdaki başlık altında ve Gideon Rachman imzasıyla yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:
ABD 1945'ten beri kendisini "özgür dünyanın" önderi olarak görüyor. Ancak Obama yönetimi, küresel siyasette beklenmeyen ve hoş olmayan bir gelişmeyle yüz yüze. Gelişmekte olan dünyanın en büyük ve en fazla stratejik öneme sahip olan dört demokratik ülkesi; Brezilya, Hindistan, Güney Afrika ve Türkiye, ABD'nin dış politikasıyla giderek daha fazla ters düşüyor. Bu ülkelerin, önemli uluslararası meselelerde ABD'nin tarafında olmak yerine, daha çok Çin ve İran gibi otoriter güçlerle saf oluşturmaları muhtemel.
ABD bu gelişmeyi algılamakta geç kaldı. Bunun olası bir nedeni, bu gelişmenin çok şaşırtıcı ve tuhaf olması. Birçok Amerikalı, müttefik demokrasilerin uluslararası ilişkilerde kendi değerlerini ve fikirlerini paylaşacağını varsayıyor. Son Başkanlık seçimi kampanyasında Cumhuriyetçi aday John McCain, otoriter güçlere karşı koymak amacıyla bir küresel demokrasiler birliği oluşturma çağrısı yapmıştı. Başkan Barack Obama'nın üst düzey danışmanlarının bazıları da bir uluslararası demokrasiler birliği konusunda hevesle yazılar yazıyor.
Ancak dünya demokrasilerinin doğal olarak birleşecekleri varsayımının temelsiz olduğu kanıtlandı. Bu konuda en son örnek Kopenhag İklim Zirvesi sırasında görüldü. Görüşmelerin son gününde Amerikalılar, Obama için Güney Afrika, Brezilya ve Hindistan liderleriyle birebir görüşme ayarlamaya çalıştılar, ancak her seferinde başarısız kaldılar. Hatta Hintliler, Başbakanları Singh'in çoktan havalimanına doğru yola çıktığını söylediler.
Herhalde Obama, Çin Başbakanı Wen Jiabao ile bir son dakika görüşmesine gittiğinde, onu Brezilya, Güney Afrika ve Hindistan liderleriyle derinlemesine tartışırken bulduğunda, kendini biraz aptal gibi hissetmiştir. Öyle ki, liderler ABD Başkanı'na masada yer verebilmek için "yana kaymak" zorunda kaldılar.
Aslında bu sadece sembolik bir durum değildi. Kopenhag'da, Brezilya, Güney Afrika ve Hindistan, gelişen uluslar statülerinin, demokrasi statülerinden daha önemli olduğuna karar verdiler. Çinliler gibi bu ülkeler de, atmosferde zaten mevcut olan büyük karbondioksit yığılmasından sanayileşmiş Batı'nın sorumlu olduğunu esas alarak, yoksul ülkelerin sera gazı salınımlarının üst limitini ABD ya da Avrupa Birliği'nin salınımlarından daha düşük bir düzeyde sınırlamanın adil olmadığını savunuyorlar.
ABD'yi bir ziyafette iyice tıkındıktan sonra komşularını bir kahve için davet eden ve onlardan hesabı paylaşmalarını isteyen zengin bir adama benzeten Brezilyalı ve Çinli liderler, durumu açıklar bir şekilde, aynı fıkrayı anlattılar.
Eğer iklim değişikliği bu konuda tek örnek olsaydı, önemli fakat normal olmayan ve neredeyse ülkeleri zengin veya yoksul olmalarına göre ayırmaya çalışan bir mesele olarak görülüp reddedilebilirdi. Ancak aslında, Latin Amerika, Afrika, Asya ve Büyük Ortadoğu'nun en önemli dört demokrasisi olan Brezilya, Güney Afrika, Hindistan ve Türkiye'ye bakıldığında, bunların hiçbirinin ABD'nin güvenilir bir müttefiki ya da daha geniş bir "demokrasiler topluluğu"nun bir parçası sayılamayacağı açıkça görülebilir.
Geçen yıl, Brezilya Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva; Venezüela Başkanı Hugo Chavez'den övgüyle söz etti, Çin ile kazançlı bir petrol anlaşması imzaladı, Mahmut Ahmedinejat'ı İran Başkanlık seçimlerindeki "zaferi" nedeniyle kutladı ve kendisini Brezilya'ya yaptığı bir devlet ziyaretinde ağırladı.
Güney Afrikalılar, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde iki yıl süren üyelikleri sırasında, Çin ve Rusya'ya katılıp insan hakları konusundaki önergeleri baltaladılar ve Zimbabve, Özbekistan ve İran gibi otoriter rejimleri korudular.
Bir zamanlar Soğuk Savaş'ın anahtar önemi haiz bir Amerikan müttefiki olarak görülen ve daha sonra tek laik, Batı yanlısı ve Müslüman demokrasi örneği ilan edilen Türkiye ise, Batı için artık güvenilir bir ortak olmaktan çıktı. Amerika liderliğindeki Irak istilasından beri yapılan kamuoyu yoklamaları, Amerikan karşıtlığının Türkiye'de çok yüksek düzeyde seyrettiğini gösteriyor. Ilımlı İslamcı AKP hükûmeti; Hamas, Hizbullah ve İran dahil, Amerika'nın bölgesel düşmanlarıyla ilişki kurdu ve İsrail'e karşı düşmanlık dozu giderek artan bir tavır sergilediği için Amerikalıları korkutuyor.
Hindistanlı liderler, ABD ile "özel bir ilişkiye" sahip olma fikrini iyice benimsemiş görünüyorlar. Ancak Hintliler de, iklim değişikliğinden Doha ticaret görüşmeleri ile İran ve Burma'ya karşı yaptırımlara kadar birçok uluslararası meselede genelde ABD'nin karşısında yer alıyor.
Peki neler oluyor? Yanıt şu: Brezilya, Güney Afrika, Türkiye ve Hindistan gibi ülkelerin demokrasi kimlikleri dengeleniyor ve hatta, beyaz, zengin ve Batılı dünyanın bir parçası olmayan, gelişmekte olan ulus kimlikleriyle yer değiştiriyor. Bu dört ülke de, kendilerini yurtiçinde sosyal adaletin, yurtdışında da daha hakkaniyetli bir küresel düzenin timsali olarak gören iktidar partilerine sahip. Bu partilerin hepsi, yani Brezilya'da İşçi Partisi, Hindistan'da Kongre Partisi, Türkiye'de AK Parti ve Güney Afrika'da Afrika Ulusal Kongresi, küreselleşmeye uyum sağlamış durumdalar. Ancak hepsi, küresel kapitalizm ve ABD'ye ilişkin eski şüphelerin izlerini hala taşıyorlar.
George W. Bush'un ardından Obama büyük bir gelişme olarak algılanmasına karşın, sonuçta o da bir ABD Başkanı. Gelişen küresel güçler ve kalkınan ülkeler olarak Brezilya, Hindistan, Güney Afrika ve Türkiye, çoğu zaman demokratik ABD'dense yükselen Çin ile daha çok ortak yanları olduğunu düşünüyor olabilirler.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.