FEQİYÊ TEYRAN’IN MEZARTAŞI BULUNDU
Feqiye Teyran, Kurdi edebiyatın, Kurmanci lehcesinin dört köşetaşından biri ve aynı zamanda Tasavvufi Halk Edebiyatımızın ilk temsilcisidir.
28 Ekim 2013 Pazartesi 21:07
Feqiyê Teyran, Kürt Edebiyatında Kurmanci lehçesinin dört köşe taşından biri ve aynı zamanda Tasavvufi Halk Edebiyatımızın ilk temsilcisidir. Kürt Edebiyatının diğer köşe taşları ise; Divanına henüz ulaşamadığımız, ama cok güzel kaside ve gazellerini görebildiğimiz ‘Eli Heriri (1500?-1570), Kürtçe Divan edebiyatının şaheserlerinden olan “Divan”’ıyla Melaye Ciziri (1568-1640) ve Kürt Edebiyatının en meşhur eserlerinden olan “Mem u Zin”in sahibi Ehmede Xani (1651-1707) dir.
Feqiyê Teyran klasik bir Kürt ozanıdır ve Kürtçeyle şiir yazan en eski ozanlardan bir tanesidir. Kürt Edebiyatı Tarihi’nde büyük bir şair, filozof, öykü ve destan yazarıdır. İsmi Kürtler arasında çok yaygındır. Şiirleri genel olarak lirik tarzda yazıldığı ve dilini de yalın, akıcı ve anlaşılır bir biçimde kullandığı için halk arasında ezbere bilinir. Yazmış olduğu destan ve hikaye tarzı şiirleri, dilden dile dolaşır insanlar arasında. Feqî’nin Şêx Sen’an, Zembîlfiroş, Bersîsê Abid ve Kela Dimdim gibi destan ve hikayelerini bilen insan sayısı tahmin edilenden çoktur.
Eserlerinde ve şiirlerinde aşk ve irfanı kaynaştıran, İranlı büyük aşk ve tasavvuf şairlerinden Feridudduni Attar’dan etkilenerek Vahdet-i Vücûd düşüncesini, mahalli kültür ve kavramlarla samimi ve herkesin anlayabileceği sadelikte işleyen Feqiye Teyran, yaklaşık olarak 400 yıl önce yaşamış olmasına rağmen, ona hakkettiği önem ve değer verilmemiştir. Bugune kadar Feqiye Teyran ve Kürtçe’nin diğer şairleri üzerine yapılan bütün çalışmalar; kitaplar, sempozyum ve konferanslar birer başlangıçtır. Eminim ki, ülkemizde Kürtçeye ve Kürt edebiyatına, hakkettiği değer ve önem verildiği andan itibaren, daha çok sempozyum, konferans ve kitabın yanı sıra, master ve doktora tezleri de hazırlanacaktır.
Şandis/Dayılar- Hîzan
Feqiye Teyran’ın, şiirlerinde kullandığı dilin gerek sadeliği ve edebi dil olarak değeri, bütün engellemelere rağmen günümüze kadar gelebilmiş olması da, onun ve Kürtçe’nin bir zaferi olarak değerlendirilmelidir.
Son 90 yıldır, Kürtler ve Kürtçe üzerine çok açık bir asimilasyon uygulanmıştır. Bu baskıcı uygulamalar, daha önce Kürtçe yazmış olan ulemanın da gözardı edilmesine sebep olmuştur.
Gerçi son yıllarda, Kürtçemizle ilgili mahcup bir serbestiyet de gözlenmektedir. Eminim ki bu serbestiyet ve defacto durumlar, sistemleştirilip daha yasal ve hakkettiği meşruiyet çerçevesinde yaygınlaştırılırsa, Türkiye halklarının Feqiyê Teyran ve onun gibi olan diğer ulemadan daha fazla yararlanabilme imkanı da olacaktır.
Buraya kadar Feqiyê Teyran’ın genel durumuna baktıktan sonra, mezar taşının bulunma hikayesine gelelim…
Son 15-20 yıldır, bir çok araştırmacı ve yazar, Kürt Tarihi, Kürt Dili ve Edebiyatı üzerine araştırmalar yapmakta ve derleyebildikleri bilgileri kamuoyuna sunmaktadır. Bendeniz de onlardan biri olmakla iftihar etmektedir. Biz özellikle Kürt Folkloru ve Klasik Kürt Edebiyatı üzerine çalışmalarımızı yapmaktayız. Bu konuda yayınlanmış birkaç naçizane çalışmamız da vardır. Özellikle Feqiyê Teyran üzerine daha bir dikkatle çalışmaktayım.
Feqiyê Teyran’ın, Hicri tarihle 971 de doğduğunu, “Dilo Rabe Dilo Rabe” adlı uzun manzumesine koyduğu tarihten öğrenmiştik. Ancak vefatıyla ilgili çok değişik görüşler vardı ve kesinlikle doğru bir tarih belirleyemiyorduk.
13 Eylül 2013 tarihinde, sevgili dostum Müfid Yüksel, ilk defa olarak Feqiyê Teyran’ın mezartaşını kişisel Web sitesinde yayınladı. Mezar yazılarını, daha sonra tahkik etmemiz ve başka dostlara da okutmamız üzerine, doğru okuduğunu, ancak tarih olarak verdiği 1031H. tarihin, Feqiyê Teyran’ın vefatı için en az 10 yıl kadar erken olduğunu fark ettik. Bunun üzerine mezar taşını yerinde görmek ve daha önceden Feqiyê Teyran üzerine yazdıklarımızın doğruluğunu teyid etmenin heyecanıyla 26 Eylül 2013 tarihinde Hizana gittim. Söz konusu mezar Hizan’ın Şandîs/Dayılar köyünde idi. Büyük bir heyecanla köye vardım. Ancak artık gece karanlığı basmıştı ortalığı ve o geceyi büyük bir heyecanla Şandis köyü’nün Muhtarı İhsan Demir’in evinde geçirdik.
Sabah güneş doğduktan bir süre sonra, mübarek mezara gittik. Çok heyecanlanmıştım. Fatiha’yı okurken bile, gözlerim mezarın üzerindeki tarihi okumaya çalışıyordu. Evet yanılmamıştım. Üzerindeki tarih 1041 idi. Bunu teyid için, daha mezarın yanındayken, mezar taşının fotoğraflarını dostlarım, araştırmacı - yazar Sinan Hakan ve YYÜ öğretim üyelerinden Dr. Mehmet Top’a gönderdim. İkisinin de ilk okumaları benim okumamın aksine ve Müfid Yüksel’i doğrular nitelikde olsa da, ben inadımdan (!) vazgeçmedim ve Arapça 3 e benzeyen rakamın, aslında Farsça 4 olduğunu biliyordum. Üstüne üstlük Feqiyê Teyran’ın; “Şeyxî Sen’an” ve “Dilo Rabe Dilo Rabe” adlı manzumelerini 1041 de tamamladığını da biliyordum. Şayet dostlarımın okuduğu gibi, 1031 tarihi doğru olsaydı, benim Feqiyê Teyran’la ilgil teorilerim çökecekti. Nitekim benim okumam doğru çıktı…
Daha sonra o fotğrafları Van YYÜ de öğretim üyesi ve uzmanlık alanı mezartaşları olan değerli hocamız Dr. Edip Yılmaz Beyle bir kez daha gözden geçirdik. Mezar taşının baş şahidesinin ön tarafında şöyle yazıyordu;
“Haza merqadu es-se’îd el-merhum, el-mexfûr,
El- muhtaç ila rehmetullahî te’ala
Muhemmed el-meşhûr Feqeh-İ Teyran
Fi sena 1041” (!631-1632M.)
Tercümesi; “Bu, mutlu, merhum ve meğfur, Allahu Te’ala’nın rahmetine muhtaç Feqeh-İ Teyran ismiyle meşhur Muhammedin kabridir. Yıl 1041”
Yine baş şahidenin arka yüzünde ise şöyle yazmaktadır;
“ Wesemenihim (……)*
We weqefe ‘ela merqedî
Feqeh-i Teyran
Teqebbellahu xeyrehu
We ihsanehu. Amin”
Burada bir kelimeyi okuyamadık. Edip Yılmaz hoca üzerinde çalışıyor. Ayrıca ayak şahidesi de var, lakin sanki ayak şahidesi başka bir mezarınmış gibi bir izlenim edindim. Gerçi Edip hoca onu da okumaya çalışıyor. Şifre gibi olan bu mezar taşı yazısı sökülünce, bir kez daha Feqiyê Teyran’ın sevenleriyle paylaşacağız.
Şimdi burada bir soru gündeme gelebilir ki, sorulsa çok haklı bir soru olacaktır. O da Feqiyê Teyran’a nisbet edilen iki mezarın varolmasıdır, neden?
Feqiyê Teyran üzerine araştırma yapmış olanlar, Müküs ile Hizanlılar arasındaki tarihsel; “Feqiyê Teyran’ın mezarı bizde” rekabetini bilirler. Zira, rivayete göre Feqiyê Teyran vefat etmeden birkaç yıl önce Hizana gitmiş, oradan Şandis köyüne gelip yerleşmiştir. Bir süre (birkaç yıl) sonra da vefat edince, Müküslü akrabaları naaşını almak üzere Şandise gelirler. Ancak Şandisliler, Feqiyê Teyran’ın kendi misafirleri ve köylüleri olduğunu söyleyip naaşını vermek istemezler. Bunun üzerine büyük bir gerginlik olur. Gerginliği azaltmak ve sözkonusu krizi çözmek için, bir rivayete göre, hakeme başvurulur. Hakem de iki tabut hazırlatır, bir tabuta merhumun naaşını, diğer tabuta da aynı ağırlıkta başka bir şey koyar ve oradan ayrılır. Her iki tarafın köylülerine de; “Buyrun, orada iki tabut var; her biriniz bir tabutu alıp köyünüze götürüp gömün. Naaşın hangi tabutta olduğunu kimse bilemeyecektir.”
Bir başka rivayete göre ise, hakem bizzat Feqiyê Teyrandır… Köylüler arasında çıkan gerginlik üzerine, o köyden salih bir insanın rüyasına gelir. Ve yukarıda zikretmeye çalıştığım şekilde bir çözüm önerir. Dolayısıyla, çok eski zamanlardan bu yana, Müküs’ün Werezûz köyünde bir ve Hizan’ın Şandis köyünde başka bir mezarın varlığı biliniyor. Bütün bu hikayeleri bilmekle ve mezartaşını Şandis’te bulmuş olmakla beraber, Feqiyê Teyran’ın naaşının tam olarak nerede olduğuna emin olamıyoruz. Gerçi mezartaşının Şandiste bulunmuş olmasıyla, Şandisliler bu rekabette bir miktar öne çıkacaklar. Ancak, “Atı alan üsküdar’ı geçer” misali mucibince, Müküslüler, özellikle milletvekilleri Gülşen Orhan hanımefendinin, çabaları ve son 4-5 yıldır Müküste yapılan “Feqiyê Teyran Festivali” ile Feqiyê Teyran’ı her yönüyle sahiplenmişlerdir. Zaten, esas olarak da Feqiyê Teyran Müküslü olduğu konusunda hiçbir şüphe yoktur.
M. Xalid Sadînî - Yazar
Foto: M. Xalid Sadînî
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.