22 Kasım 2024
  • İstanbul7°C
  • Diyarbakır6°C
  • Ankara12°C
  • İzmir17°C
  • Berlin1°C

ESKİ DIŞİŞLERİ BAKANI YAKIŞ: PKK DIŞARIDA SİLAHLANDIRILMALI

AKP hükümetlerinin ilk Dışişleri Bakanı olan Yaşar Yakış, IŞİD tehlikesinin çok büyük olduğunu ve PKK'nın yurtdışında silahlandırılması gerektiğini söyledi.

Eski Dışişleri Bakanı Yakış: PKK dışarıda silahlandırılmalı

22 Eylül 2014 Pazartesi 11:19

Türkiye’nin Ortadoğu’da en uzun süre görev yapmış diplomatı Yakış, Suriye, Mısır ve Suudi Arabistan’da toplam 12 yıl kaldı. Hâlen Oxford Üniversitesi bünyesindeki St. Antony’s College’da “kıdemli ortak üye” olan Yakış, orada konferanslar veriyor. IŞİD’e karşı koalisyon ve Türkiye’nin durumuna ilişkin Taraf gazetesinden Tuğba Tekerek'e konuşan Yakış'ın açıklamaları şöyle:

“Amerika’nın aksine Türkiye, rehinelerini kurtarmaya başardı. Ortadoğu’da gücünü gösterdi” deniyor. Bu görüşe katılıyor musunuz?

Katılıyorum. IŞİD’in bugünkü güçlü haline gelmesinde, Irak’ta Maliki yönetiminin, Sünnileri dışlayıcı politikaları etkili olmuştu. Türk konsolosluk görevlilerinin rehin alındığı Musul ilinin halkı da Maliki’ye karşı, Türkiye de... Bu, ikisi arasında bir yakınlık doğurdu. Musul etrafındaki aşiret liderlerinin Türkiye’ye evvelden beri olan sempatisi nedeniyle, onlar aracılığıyla, istihbarat birimlerimizin de gayretiyle rehinelerin kurtarılması imkânı doğdu. Bu imkânlar Amerika’nın elinde yok. Türkiye imkânları iyi değerlendirdi ve rehinelerin kurtarılması gibi başarılı bir sonuca ulaştı.

Bu, şimdi Türkiye’yi, bölgede daha güçlü hale getirdi mi? 

En azından özgüvenini artırdı. Bu özgüven, hükümeti daha cesur kararlar alacak duruma getirir ümidi içindeyim. Burada gücünü kanıtlamış bir ülkenin, başka konularda cesur adımlar atması mümkündür. Türkiye, bunu yaparsa bölgesel güç olma yolunda bir adım daha atmış olur.

Cesur adımlar derken, IŞİD’e yapılacak operasyondan mı bahsediyorsunuz? 

Tam o değil. Suriye’yle, Mısır’la, Libya’yla olan ilişkiler, Kürtler konusu gibi Ortadoğu’nun tamamına yönelik faaliyetlerde daha cesur adımlar atacağını düşünüyorum. Bazı yerlerde, daha önce aldığı kararlar nedeniyle hareket imkânı sınırlı hale gelmişti. Şimdi bu özgüvenle, hareket alanını genişletecek kararlar alabilir.

Yani bu durum, Türkiye’nin önceki hatalarını telafi etmesi için bir imkân, öyle mi? 

Ben onun yerine daha nüanslı bir ifade kullanmak istiyorum; Türkiye’nin rota düzeltmesi için bir imkân. Ayrıca, Türkiye’de şimdi yeni bir başbakan olması da Ortadoğu politikasını yeniden yapılandırması için altından fırsat. Böyle bir yeniden yapılandırmaya çok büyük ihtiyaç olduğu kanaatindeyim.

Nasıl bir yapılandırma olmalı bu? 

Suriye kısmında, “Esad’ın kısa zamanda düşeceği varsayımımız yanlış çıktı, rotamızı yeni koşullara uyduruyoruz” demek, bir erdemdir. Bunu yapmak için ortam çok elverişli. Ayrıca, Ortadoğu’nun geleceği şekilleniyor, böyle kritik bir dönemde Türkiye’nin en önemli dört Ortadoğu başkentinde, Suriye, İsrail, Mısır ve Libya’da büyükelçisi yok. Bu durum, Türkiye’nin şekillenmede etkisini sınırlıyor. Türkiye bu ülkelere yumuşama mesajı vermeli.

Peki Türkiye, rehinelerin salınmasından sonra, IŞİD’e yönelik operasyonda nasıl bir pozisyon almalı? 

Daha önce, “Türkiye’nin koalisyona katılmayışının tek nedeni rehineler” yorumu yapılıyordu. Oysa rehineler sebeplerden sadece biriydi. Türkiye Ortadoğu politikasında özellikle Suriye’de, Batı tarafından, Amerika tarafından yalnız bırakıldığı hissiyatında. Bundan dili yandığı için, şimdi yoğurdu üfleyerek yiyor. Bu koalisyonla, Amerika’nın tam olarak neyi hedeflediğini öğrenmek istiyor. Hedef IŞİD’i mefluç hale getirmek, onun kolunu kanadını kırmak mı yoksa IŞİD’i ortadan kaldırmak mı? Ayrıca, koalisyona “evet” diyen, Cidde’de bildiriye imza atan sekiz ülkenin her birinin, Suriye, Irak, IŞİD konusunda gündemleri farklı. Bu koalisyon, bu işi gerçekleştirebilir mi? Türkiye önce bunların netleşmesini istiyor, bu kadar bilinmez varken yeniden bir maceraya girmek istemiyor. Ayrıca Türkiye, Cidde’de bildirgeye imza atmasa da sınırdan geçişte kontrolleri artırmak suretiyle çok önemli bir katkıda bulunuyor.

Türkiye, operasyonun hedefinin netleşmesini istiyor, diyorsunuz ama hedef ilk etapta IŞİD’i yoketmek değil, zayıflatmak. Tablo buyken, Türkiye askeri operasyona katılmalı mı? 

Asker göndermeyi kastediyorsanız, katılmamalı.

ABD’nin İncirlik’i kullanmasına izin vermeli mi? 

Eğer ki sonuç alınabileceği izlenimi doğuyorsa vermeli. Püf nokta şu: Amerika, “Ben IŞİD’i mefluç hale getireceğim” diyor. Bu, aşağı yukarı şimdikine benzer bir durum. Operasyon orada kalacaksa, bu, IŞİD’in bulunduğu yere iyice yerleşmesi anlamına gelir. Böyle bir strateji, Türkiye’ye uzun vadede zarar da verebilir. IŞİD, şu anda hem Suriye’de hem Irak’ta yönetimden şikayetçi Sünni tabana oturmuş, halkın sempati duyduğu bir örgüt. Sünni mütedeyyin halkın beklentilerine cevap verecek bir performans da gösterirse, o zaman IŞİD’i halkın içinden koparmak, kökünden sökmek iyice zorlaşır. Dolayısıyla hava harekâtının ötesinde nasıl geçilecek bunu bilmek çok önemli.

Bu bahsettiğiniz çekincelerle Türkiye operasyonda geri planda durursa, ABD’yle gerginlik yaşar mı? 

ABD’yle gerginlik sadece IŞİD meselesinden kaynaklanmıyor, evveliyatı var. Biliyorsunuz, İsrail’in Amerika’da yaratabileceği kamuoyu oldukça geniş. İsrail’le ilişkileri yönetiş tarzımız neticesinde, Amerika’da Türkiye’nin imajı zedelenmeye çalışıldı. Bunun sonucunda ne Senato, ne Temsilciler Meclisi, ne de Amerikan kamuoyunda 2002’lerde sayın Erdoğan’ın ödüllere layık görüldüğü zamanlardaki gibi esmiyor rüzgar. Gezi olaylarının Amerika’da takdim ediliş tarzını düşünün, Türkiye’ye özellikle de hükümete karşı bir kampanya yürütülüyor. IŞİD meselesi bunların üzerine eklenmiş oldu.

Bu gerginlik nereye kadar gider, 1 mart tezkeresinin reddinin ardından yaşanana benzer bir süreç yaşanır mı?

O günkü durumla bugünkü arasında önemli farklar var. Bugün, Amerika’nın Ortadoğu’da, Türkiye’nin işbirliğine ihtiyacı var. Bu nedenle, Türkiye’yi gücendirecek gereksiz çabalar içine girmeyeceklerini umut ediyorum. 2002’de şöyle bir durum da vardı. Türkiye yıllarca, Amerika’nın her dediğini yapan ülke olarak algılanırken, Amerika’nın Irak’a girişi için topraklarını kullandırmaması şok etkisi yapmıştı. Ama bu sayede Amerika da dünya da artık başka bir Türkiye olduğunu öğrenmişti.

Yani, IŞİD operasyonunda Türkiye’nin alacağı tutum ABD’yle ilişkilerini olumsuz etkileyebilir ama ciddi kopuşa neden olmaz, diyorsunuz, öyle mi?

Evet, öyle ümit ediyorum.

Cidde’de IŞİD’e karşı oluşturulan koalisyonda ülkelerin gündemi farklı, diyorsunuz. Ama herhangi bir koalisyon IŞİD’i bitirmeyi başarabilir mi? 

Koalisyon, gündemleri birbirine yakın ülkelerden oluşsa, IŞİD yüzde 100 temizlenmeyebilir ama mefluç hâle getirmenin ötesine geçilebilir. Tekrar etkili hale gelmesinin önü kapatılabilir.

Cidde’de oluşan nasıl bir koalisyon ki, operasyonun başarı şansını azaltıyor? 

Suudi Arabistan’ın amacı, IŞİD’in kendi ülkesine ulaşmasını önlemek. Çünkü İslam’ın oradaki Vahabi yorumu, IŞİD’in yaptıklarına çok benziyor. Okullarda öğretilen, camide günde beş defa tekrarlanan şey; püriten İslam anlayışı, Peygamberimiz zamanındakine benzer bir İslam anlayışı. Dolayısıyla Suudi Arabistan toplumu, IŞİD’in kolayca yeşerebileceği bir ortam. Suudi yöneticiler bundan çok endişe ediyor. Çünkü IŞİD, Suudi yöneticilerin iyi Müslüman olmadıklarını da savunuyor, Suudi toplumuna ulaşırlarsa kraliyet yönetiminin sarsılmasına yol açabilirler. Öte yandan, Suudi Arabistan’daki bir çok zenginin IŞİD’i desteklediği yönünde şayialr var. Bunları üst üste koyduğunuzda, Suudi Arabistan öyle bir IŞİD istiyor ki, “Orada yaptıkları pek makul değil ama asıl bana dokunmasın.” Bu, Ürdün’deki çok daha liberal olan İslamiyet anlayışından farklı. Lübnan’da ise Hizbullah ve Hıristiyanların silahlı gücü Ketaib çok güçlü. Bunlar, Lübnan’ın IŞİD operasyonuna hiçbir şekilde bulaşmasını istemiyor. Koalisyondaki bir diğer ülke Katar ise, IŞİD’e müsamaha gösteriyordu. Sanıyorum, Cidde’de bildirgeyi Batılı ülkelerin zorlamasıyla imzaladı. Türkiye, bu ülkelerin eşgüdümlü bir harekâtın tarafı olmaları halinde, o harekâtın başarılı olmasının zor olacağını değerlendiriyor. Ben de öyle tahmin ediyorum.

Peki Türkiye Ortadoğu’da rota değişikliğinin ardından, nasıl bir Suriye politikası izlemeli? 

Türkiye, Suriye’deki rejimi devirme faaliyetlerine son vermeli. Bir komşu ülkenin rejimini devirmeye çalışmak, çok kötü bir örnek.

Dolayısıyla muhalifleri eğitmek için ABD’yle işbirliği yapmaması da lazım, öyle mi? 

Yapmaması lazım. Suriye’yle ilişkilerin iyi komşuluk münasebetleri çerçevesine oturtulması lazım. Bunun için yapılacak o kadar çok şey var ki... Suriye rejimine karşı üslubumuzu biraz yumuşatıp “Burası sizin ülkeniz, halkınız ne istiyorsa onu yapacağız. Suriye halkının dostu bir ülkenin hükümeti olarak yapılması gerekenler şunlardır” deyip, bunu söylemekle yetinmemiz lazım.

Öte yandan, IŞİD’e karşı mücadeleyle Esad’ı devirecek mücadele, aynı şeyler değildir. Bunlar dikkatli politikacılar tarafından gayet iyi şekilde ayrı paketlere konulabilir, ayrı politikalar yürütülebilir.

Türkiye’nin IŞİD’le mücadele bağlamında ne yapması lazım? 

IŞİD’e karşı mücadeleyi uluslararası meşruiyet zeminine oturtması lazım. Gerekirse Güvenlik Konseyi kararı çıkartması lazım. Rusya, tahminime göre, mücadele IŞİD’le sınırlandırılırsa buna karşı çıkmayacaktır. O zaman Türkiye’nin buna katılmasına bir engel yok.

“Türkiye’nin Ortadoğu’da yarattığı boşluğu Kürtler dolduracak” deniyor. Kürtler bu süreçten nasıl çıkacak? 

Taa Amerika’nın Irak’ı işgale başlamasından itibaren Kürtlerin yıldızları yükselen bir seyir izledi. Ben, “multiple blessing for Kurds”diyorum; Allah Kürtlere birkaç defa ihsanda bulundu. Şimdi de IŞİD’e karşı savaşmak için en müsait kesim Peşmerge ve diğer Kürtler. Savaş bittiğinde, ganimeti paylaşma aşamasında birbirlerine girecekler. Ama şimdi kendi aralarındaki ihtilafları bir kenara bırakabiliyorlar. Batı, “Peşmergeye yardım ediyoruz” diyor ama herkes biliyor ki Kürtlere silah verildiğinde PKK ’ya ulaşmasının önüne geçmek mümkün değil. Bu da Allah’ın bir başka ihsanı olacak onlar için.

Bu da Türkiye’deki çözüm sürecini çok daha hayat î yapıyor, değil mi? 

Evet. Hükümet burada çok güzel bir fırsat yaratabilir. Türkiye Kürtlere haklarını verme sürecini hızlandırmak suretiyle hem kendi Kürt sorununun çözümü için mesafe kaydedebilir hem de kendi aleyhine dönebilecek bir süreci durdurabilir. Kürtler, şu sıralar rağbet görüyor olmalarını kullanacaklardır. Bunu da meşru saymak mecburiyetindeyiz. Çünkü gökyüzünde yıldızlar ona göre sıralanmış, bu durumu değerlendirmezlerse, taban, Kürt hareketi yöneticilerine isyan eder. Zaman geçtikçe, Kürtlerin taleplerinin artabileceğini de düşünmek lazım. O nedenle hükümetin çok büyük isabetle ve cesaretle başlattığı süreci bir an önce mümkün olduğu kadar ileriye götürmesi lazım.

Kürtlerin talebi; anadilde eğitim, Öcalan’ın hapis koşullarında değişiklik ve özerklik... Bu taleplere, siz ne diyorsunuz?

Makedonya’da Türklerin nüfusa oranı yüzde 4.85. Türkçe’nin anayasal statüsü var, Türklerin bulunduğu bölgelerdeki okullarda eğitim Türkçe, belediyelerde işlemler Türkçe. “Bu, Makedonya’daki Türkler için doğru, Türkiye’deki Kürtler için değil” diyemeyiz. Mesela Romanya’da parlamentoda Türk kontenjanı var. Strazburg’da Fransızların oturduğu mahallede sokak isimleri Fransızca, Almanların oturduğu mahallede Almanca, ikisi de oturuyorsa hangisi çoğunluksa üstte onunki, altta diğerininki yazılıyor. Karşılıklı iyi niyet ve saygı olduktan sonra bunların çaresi var. Ev hapsi meselesine ise, bence Öcalan da zaman içinde kendiliğinden olacak diye bakıyor, “Şimdi süreç sürdürülmeli” mesajı veriyor.

Peki özerklik? 

Ben adem-i merkeziyetçiliği öteden beri savunurum. AK Parti programını kaleme alan altı kişiden biriyim. Adem-i merkeziyetçiliği yazarken, Abdülkadir Aksu valilikten geldiği için, “Hangi yetkileri yerel yönetimlere devretmek doğru olur” sorusunu ortaya attı. Dedim ki, “Abdülkadir, bir kere sorun yanlış, taşra hangi hakları Ankara’ya verecek, tartışılması gereken o...” Halka yakın olan oradaki belediyedir. Orada yapılamayacak olanları Ankara’ya verelim; para basmak, vatanı savunmak, dış politikayı yönetmek... AB’de yerelsellik ve oransallık diye bir kural var. Biz 2002’den sonra böyle bir şeye teşebbüs ettik. Ahmet Necdet Sezer reddetti. Ben, AB Komisyonu başkanlığım sırasında gelen heyetlere bunu, “Cumhurbaşkanı ‘federalizme götürür’ diye reddetti” şeklinde anlatıyordum. Yabancı muhataplarım ise, “E federalizm daha iyi ya” diyorlardı.

Irak’ta federalizm Kürt bağımsızlığına doğru gidiyor. Türkiye’de de böyle bir şey olmaz mı? 

Her ülkedeki Kürtlerin konumu, tutumu, beklentileri farklı. Buradaki Kürtler, daha geniş haklardan yararlanıyor, Mersin, İzmir, İstanbul gibi yerlerde fabrikaları olan işadamları var. Türkiye’de en büyük Kürt şehri İstanbul. Böyle bir ortamda “Kürtlerin Türkiye’den mutlaka kopmak isteyecekleri” gibi bir beklenti içinde olmak doğru değil. Güneydoğu’daki Kürt “75 milyonluk, yarın AB üyesi olabilecek ülkenin parçası olsam mı daha müreffeh yaşayacağım yoksa Cilo dağları çevresinde, denize açılışı olmayan bir ülkenin vatandaşı olsam mı” diyecektir. Ve İskoçların kararına benzer bir karar verecektir.

Şu an Kobanê’de Kürtler, IŞİD saldırısı altında, yardım istiyor. Türkiye ne yapmalı? 

Türkiye, demokratikleşme sürecini sürdürürse, Türkiye’deki PKK’yla da, Kürtler’le de, Kobani’deki Kürtlerle de sorunu çözmüş olacaktır.

Peki kısa vadede askeri olarak yapacağı bir şey var mı? Barzani’yi yardıma teşvik edebilir mi mesela? 

Ben hiçbir ülkenin komşu ülkedeki olaylara askerî olarak müdahil olmasına taraftar değilim. Ama Barzani’yi teşvik etmek olabilir. Türkiye, Kürtleri tamamen yalnız bırakıp, Kobanê’nin IŞİD’in eline geçmesine göz yumarsa, bu Kürtlerde uzun vadede yara olarak kalır. Bu insanlar, Suriye’de işler normalleştiğinde evlerine dönecek, Suriye’nin bir parçasını teşkil edecekler. Onlara, "Türkiye, bize yeterince sahip çıkmadı, IŞİD’in işine gelecek politika izledi” dedirtmemeliyiz.

Ortadoğu’da tüm bu olanlar, Kürtlerin bölgede savaşan en iyi silahlı güç olması, Türkiye’deki çözüm sürecinde PKK’nın silahsızlandırılmasını nasıl etkileyecek? 

PKK’nın yurtdışında silahlandırılmasına Türkiye’de ise silahsızlandırılmasına ihtiyaç var. Bu iki çok zıt görünen şey kombine edilebilir. “Kardeşim, ben Türkiye’de silahlı PKK görmek istemiyorum, git orada savaş ama kurallarımızı kabul et, durumu fırsata dönüştürme” diyebilirsin. Türkiye şunun farkına varmalı, “Bunlar terörist, bunlara sakın silah göndermeyin, IŞİD’e karşı bunlar savaşmasın” diye uluslararası camiayı ikna etmekte çok zorlanırız. Realiteyi kabul ettiğimizde daha gerçekçi bir teşhis koyabiliriz.

Türkiye, Suriye ve Irak’ta tampon bölge kurulmasını istiyor. Bu, mümkün mü? 

Meşhur söz vardır; bunlar ya saymasını bilmiyor ya hiç dayak yememiş. Tampon bölge, bir ülke topraklarına asker sokmak demektir. Bunun için de uluslararası meşruiyete ihtiyaç vardır, Güvenlik Konseyi kararı gerektirir. Ben bu şartlarda, Suriye’nin arkasında kapı gibi Rusya dururken böyle bir kararın Güvenlik Konseyi’nden geçmesine ihtimal vermiyorum.

Rusya da IŞİD’i bir tehdit olarak görüyor. IŞİD’le mücadele bağlamında kurulacak bir tampon bölge konusunda pozisyonunu değiştiremez mi? 

IŞİD’i tehdit olarak görmek bir iştir, “Onunla savaşalım, bu arada da Esad’ı devirelim” demek başka iştir. Rusya’nın, hiçbir zaman IŞİD’le mücadelenin genişletilerek, Suriye’de rejim değişikliğine varacak bir mücadeleye dönüşmesini isteyeceğini sanmıyorum. Tampon bölgede, insanlar örgütlenip öbür tarafa daha kolay geçecekler. Orada örgütlenecek muhalefetin, rejime karşı daha kolay kullanılması ihtimali olacak. Rusya, bunun rejimi devirme çabalarını kolaylaştıracağı şeklinde değerlendirebilir. “Bir tampon bölge kuralım, Rusya’nın sorumluluğunda olsun” denirse Rusya o zaman razı olur.

Tampon bölge olmadığında göçmenler Türkiye’ye akmaya devam edecek. Türkiye bunun altından nasıl kalkacak? 

Ürdün’de 525 bin göçmen var, nüfusun yaklaşık yüzde 10’u. Ürdün bunun altından uluslararası camiayla işbirliğiyle kalkıyor. Türkiye ise uluslararası kuruluşların kamplara girip orada gözlem yapmasından rahatsız oldu. Bu nedenle uluslararası camiayla işbirliğini Ürdün’ün yaptığı seviyelere getiremedi. Üç yılda üç milyar dolar gibi bir masrafımız olmuş. Uluslararası camiayla daha fazla işbirliği yapsaydık, Türkiye’ye bu kadar yük binmeyecekti.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.