22 Kasım 2024
  • İstanbul11°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara14°C
  • İzmir18°C
  • Berlin2°C

DOĞU KÜRDİSTANLI KELEŞİ: RUHANİ SAMAN ALTINDAN SU YÜRÜTÜYOR

Türkiye’de, Doğu Kürtleri hakkında ciddi bir bilgi eksikliği var. Bu eksikliği kısmen de olsa gidermek için Doğu Kürdistanlı Kürt Siyasetçi Süleyman Keleşi ile uzun bir söyleşi yaptık.

Doğu Kürdistanlı Keleşi: Ruhani saman altından su yürütüyor

21 Ekim 2013 Pazartesi 13:57

Söyleşi: Fehim Işık
Bugünlerde, özellikle Amerika ile İran arasında gerçekleşen telefon görüşmesinden sonra, İran’la ilgili haber ve analizlerin sayısında ciddi bir artış oldu. Türkiye basınında da İran’la ilgili çeşitli analizlere rastlıyoruz. Bazı haber ve yorumlarda Ruhani’nin cumhurbaşkanı olarak seçilmesi İran’ın demokratikleşmesi için bir fırsat olarak değerlendiriliyor. Öte yandan Ruhani’nin bir Kürt açılımı başlattığını, Urmiye kentine bir Kürt vali atadığını ve önümüzdeki günlerde açılımlarını sürdüreceğini yazanlar da var. Elbet yazanların önemli bir kısmı Ruhani’nin bu adımlarını olumlu olarak değerlendiriyorlar.

Görünen o Türkiye’de, özellikle de Doğu Kürtleri hakkında ciddi bir bilgi eksikliği var. Bu eksiklik yapılan analizlerde de kendini gösteriyor. Bu eksikliğin bir kısmını da olsa gidermek için Doğu Kürdistanlı (Rojhilat) Kürt Siyasetçi Süleyman Keleşi ile uzun bir söyleşi yaptık.

Söyleşide Ruhani’nin iş başına gelmesinden, Amerika ile telefon görüşmesine, Doğu Kürtlerinin siyasal ve sosyal durumundan, Kürdistan Kongresine ve Rojava’daki gelişmelere kadar birçok sorunun cevabını aradık.

İran’da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ahmedinejad’ın yerine Hasan Ruhani geldi. Ilımlı olarak değerlendirilen Ruhani’nin seçilmesinden sonra İran ile Amerika arasında 34 yıl sonra ilk kez doğrudan görüşme de yapıldı. Peki, Ruhani sanıldığı kadar ılımlı mı?

Doğrudur, Ahmedinejad gitti, yerine Ruhani geldi. Ruhani’ye, ancak bir tek sözcüğün ardına sığınarak ılımlıdır diyebiliriz; Ruhani, Kürtlerin de tanımladığı gibi, “Saman altından su yürüten” biri. Ruhani’nin cumhurbaşkanı olması İran İslam Cumhuriyeti’nin ideolojik tandanslı siyasetinde bir değişime yol açmaz. İran devlet sisteminde cumhurbaşkanının rejimin esaslarında tek başına bir değişim yaratması, gözle görünür farklılıklar oluşturması mümkün değil. İran’da ilk ve son sözü söyleyen daima dini liderdir, Ayetullah’tır. Ayetullah, Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi gibi bilinir ve onun her söylediği kanun olarak kabul edilir. İran’daki şeriat hükümlerine göre de hiç kimse Ayetullah’ın sözlerinin üstüne söz söyleme hakkına sahip değildir. Cumhurbaşkanı ve diğer yetkililer bazı noktalarda palyatif adımlar atabilirler. Ancak hiçbiri, Ayetullah’ın kırmızı çizgilerini aşamazlar. Kırmızı çizgileri aşanların yeri Musevi ile Kerubi’nin yanında hazırlanır. Bilindiği gibi Musevi ve Kerubi, İran İslam Cumhuriyeti’nin iki önemli yöneticisiydi. Biri cumhurbaşkanlığı, diğeri parlamento başkanlığı yapıyordu. Ancak söylemleri nedeniyle şu an her ikisi de hapiste tutuluyor.

48284

Eğer Ruhani ile Ahmedinejad arasında küçük bir fark varsa onu da siyasetin yürütülme biçiminde görebiliriz. Ahmedinejad, İran rejiminin esaslarını açıktan uygulayarak yürütmeyi benimsemişti. Ruhani ise açıktan yürütme yerine alttan yürütmeyi benimseyen biridir.
Bilindiği gibi İran rejiminin esasları İslam dinine ve Şii mezhebine uygun olarak düzenlenmiştir. Bu gerici bir siyasettir ve insan haklarından, demokrasiye, teknolojik ilerlemeden, özgürlük ve birlikte yaşama kadar birçok iyi şeye karşıdır.

Elbet rejimin bağnazlıkları yalnız bunlar değil. İran, baskı ve zor yöntemleriyle, adında İslam olan terörist örgütlere destek vererek, idamlarla, atom bombası yapımıyla, İsrail’in yok edileceği üzerine kurulmuş bağnaz siyasetiyle birçok kirli politikanın da sahibidir ve kendini Ortadoğu ile dünyaya bu biçimiyle dayatıyor. Rejimin bu bağnaz siyaseti hem bölge ülkelerini ve halklarını, hem de dünyayı korkutuyor. Bu korku nedeniyle Birleşmiş Milletler ve Amerika ile diğer Batılı devletler İran’a karşı ambargo kararı aldılar. Ambargo, hem hükümeti, hem de İran halklarını zor durumda bıraktı. Halkın tepkisi, Musevi, Kerubi ve Rafsancani gibi liderlerin daha fazla öne çıkmasına vesile oldu. Rejimin içerden ve dışarıdan zorlanması onu yeni arayışlara itti. Bu nedenle rejim, özellikle de dini lider, Hasan Ruhani gibi birinin öne çıkmasına rıza gösterdi. Bu kesimler Ruhani’nin cumhurbaşkanı seçilmesini rejimin selameti açısından olumlu görüyorlar. Görünen o, Hasan Ruhani’de rejimi rahatlatacak adımlar atıyor. Yaptıklarından bu anlaşılıyor. Ayetullah ile diğer yöneticilerin söylemlerinden de anlaşılan budur.

ABD ile yapılan direkt görüşmeler İran’a dönük uygulamaların gevşemesini sağlar mı?

Amerika ile 34 yıl sonra yapılan görüşme esasen halkı kandırmaktan öte bir adım değil. Bu adımlarla İran halklarını felç eden ambargonun kaldırılmasına, en azından gevşetilmesine zemin arıyorlar. Salt bu nedenle olsa bile İran’ın ılımlı bir simaya ihtiyacı vardı. Ama gerçek hiç de öyle değil. Ruhani Amerika’da BM kürsüsünden insan hakları, barış ve adaletten söz ederken, aynı saatlerde sadece Urmiye cezaevinde 6 kişi idam sehpasında asılıyordu.

48285

İranlıların Ruhani’yi nasıl değerlendirdiklerine gelince; keşke tüm dünya İran halkları kadar Ruhani’nin ve onun yaşama geçirmeye çalıştığı düzenin farkında olsa.

Bugünlerde Türkiye basınında da İran’daki diğer halklar ve azınlıklar lehine bazı olumlu adımlar atıldığı yazılıp çiziliyor. Siz bir siyasetçi olarak bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

İran büyük bir ülke ve çok sayıda ulustan ve dini kesimlerden oluşuyor. İran’da Kürt, Azeri, Arap, Beluci, Türkmen ve Fars gibi ulusların yanı sıra Ermeni, Keldani ve Asuri gibi azınlık uluslar, Bahayi, Sünni, Şii, Hristiyan gibi farklı inanç grupları yaşıyor. Ancak İran hükümetinde bu kesimlerin hiçbiri temsil edilmiyor. Temsiliyet hakkı yalnızca Fars ve Şii olanlara aittir. Diğer uluslar ve inanç grupları tüm haklardan yoksun. Doğrudur, İran yasaları ile Türkiye yasaları arasında farklar var. İran Anayasasında diğer ulusların ve azınlıkların varlığı kabul ediliyor ve bazı kısmi haklar da tanınmış durumda. Ancak bunların pratikte hiçbir geçerliliği yok. Tüm halklar ve inançlar, İran rejiminin baskı cenderesi altında.

Bugünlerde Türk basınında çıkan analizler, başka bazı ülkelerin basınında da yer aldı. Ancak söylenenlerin tümü boş laf olmaktan öteye gitmiyor. Hatta bu boş lafları Ruhani ve arkadaşları seçim propagandası döneminde de çokça kullandı.

REJİM KÜRTLERE YASAL SİYASETİN YOLUNU KAPATTI

İran’da bazı Kürtlerin yasal parti kurma arayışında olduğu da konuşuluyor...

Bu haberler de ilginç... Kuşku yok Kürtler siyasal faaliyetlerini yasal olarak yürütmekten yanalar. Bunun için de her zaman rejimi zorlamışlardır. Ancak rejim hiçbir zaman buna yanaşmamış ve bunu engellemiştir. Daha da ötesi Kürtlere yasal siyasetin yolunu kapatmıştır.

İran Devrimi’nin hemen akabinde en güçlü Kürt partisi İ-KDP’ydi. Parti o dönem daha sonra İran rejimince katledilen Dr. Abdurahman Kasımlo’nun liderliğinde yönetiliyordu. Kasımlo, partinin görüşü olarak beyan ettiği açıklamasında siyasal faaliyetlerini açık ve aleni bir şekilde, yasalara uygun ve sivil bir anlayışla yürütmek istediğini söyledi. Ancak kısa bir müddet sonra dini lider Ayetullah Humeyni Kürtlere karşı cihat açtı ve İ-KDP’yi de yasa dışı ilan etti. İslam Cumhuriyeti halen bu anlayışa uygun yönetiliyor. Bu nedenledir ki rejimin esasları paralelinde örgütlenen ideolojik İslam dışında hiçbir kesimin yasal alana çıkmasına izin verilmemektedir. İran’da farklı düşünen hiçbir kesim yasal olarak örgütlenemez. Özellikle Kürtlerin, kendilerini Kürdistan’da yasal olarak ifade etmeleri mümkün değildir. Şunu da eklersek sorun daha rahat anlaşılır; Urmiye’de kurulan ve çalışmalarını yasal olarak sürdüren Ehmedê Xanî Enstitüsü vardı. Kürt diline ve kültürüne hizmet eden bir kuruluştu. Ruhani’nin gelişinden sonra bu kurum kapatıldı. Bir Kürt kültür kurumuna tahammül edemeyen rejim, siyasi bir partinin örgütlenmesine nasıl izin verir?

İRAN KÜRT ÇOCUKLARINI SİSTEMATİK BİÇİMDE ASİMİLE EDİYOR

İran’da Kürdistan adı ile bir eyalet var. Öte yandan İran’da üniversitelerden basın yayına ve günlük yaşama kadar Kürt dili, kültürü ve edebiyatı üzerinde bir yasak olmadığı söyleniyor. Bunun doğrusu nedir? Eğer bu konuda bir yasak söz konusu değilse İran’daki Kürt sorununu nasıl tanımlamak gerekir?

İran Kürdistanı 4 eyaletten oluşuyor. Bu eyaletlerden sadece biri Kürdistan adı ile anılıyor. Kürdistan eyaletinin merkezi ise Sinê kentidir. İran’da Kürt dili, kültürü ve edebiyatı üzerinde bir yasak olmadığını söylemek doğru değil. Ancak şunu diyebiliriz; İran Kürtleri evlerinde, kent ve kasabalarında özgürce Kürtçe konuşabilirler, stranlarını dinleyebilirler. Kürdistan eyaletindeki üniversitede Kürtçe dersler verildiğini söylemek de mümkün. Belki bir-iki dergide İran İslam Cumhuriyeti’nin esasları Kürtçeye çevrilerek de yayımlanıyor.

Ancak bunların hiçbiri dil, kültür ve edebiyatın özgür olduğu anlamına gelmiyor. İran’da Kürt çocukları sistematik bir biçimde asimile ediliyor. Her Kürt çocuğu ilköğretimde bir Fars çocuğu gibi eğitime alınır ve bu üniversiteyi bitirinceye kadar böyle devam eder. Fars dilinin, kültürünün, edebiyatının gelişimi için milyonlarca dolar para harcanırken Kürt dili, kültürü ve edebiyatı için tek kuruş harcanmaz. Üstelik bunun niçin yapılmadığının gerekçesini rejimden cesaretle soracak tek kişi yoktur. Bu çalışmaları kendi olanaklarıyla yapmak isteyen Kürtler ise tamamen rejimin esaslarına uygun bir söylemle faaliyet göstermek zorundadırlar. Rejimin hoşuna gitmeyecek tek söz edemezler. Bu nedenledir ki bugün binlerce gazeteci, yazar, sanatçı, aydın ve insan hakları savunucusu İran cezaevlerindedir.

48288

Açık demek gerekirse, İran’da Kürt halkı tüm siyasi, idari, dilsel, kültürel ve edebi haklarını özgürce yürütmekten yoksundur.

DİKTATORYAL REJİMLERİN HAKKINDAN YALNIZCA HALKLARIN DİRENİŞİ GELİR

Ruhani’nin gelişi Kürtlere, İran’daki diğer ulusal ve dinsel farklılıklara nasıl yansır?

İran rejimi dünyanın en özel ve gizemli rejimidir. Öyle ki Ruhani, İran halklarının seçilmişi bile değil. İran’da birinin cumhurbaşkanı adayı olabilmesi için Sırat Köprüsü’nü aşması lazım. İran yasaları, Şii mezhebi dışındakilerin cumhurbaşkanı adayı olmasına engeldir. Bu nedenle daha ilk aşamada nüfusun yüzde 50’sini oluşturan Sünni Müslümanlar seçilme hakkından yoksun kalıyorlar. Öte yandan İran’daki diğer inanç toplulukları da seçilme hakkından mahrumdur. Rejimin söylemlerini benimsemeyen, muhalif Şiiler de seçilme hakkını kullanamazlar. Az sayıda kişi sistemin filtrelerinden geçerek aday olabilme hakkını elde ederler. Sadece son seçimde yaklaşık 400 kişi aday adayı olarak başvurdu. Ancak bunlardan sadece 8’i rejimin filtrelerinden süzülerek aday olabilmeyi başardılar. Örneğin Rafsancani gibi iki dönem cumhurbaşkanlığı yapmış, parlamento başkanlığını yürütmüş, rejimin ikinci adamı olmuş biri bile seçimlerde ön elemeyi aşamadı. Seçim olduktan sonra da denilebilir ki İran halkları zalimler içerisinde en az zalim olanı tercih etmiştir.

Bilmemiz gerekir ki İran’a dönük uluslararası yaptırımlar kalmadığında İran kendinden menkul adımlar atarak rejimi reforme etme, halkların yararına adımlar atma yeteneğine sahip değildir. İdeolojik diktatoryal rejimlerin tümünden biliyoruz ki onlar hiçbir zaman kendi istekleriyle adımlar atmamıştır, atmazlar. Diktatoryal rejimlerin hakkından yalnızca halkların direnişi ve devrimi ile gelebiliriz.

TÜRKİYE’DE DE ONLARCA KÜRT ÜST DÜZEY YÖNETİCİLİKLERE GETİRİLDİ AMA SORUN OLDUĞU YERDE DURUYOR

Urmiye’ye Kürt bir valinin atanması da önemli bir adım olarak değerlendiriliyor...

Urmiye’ye bir Kürt valinin atanması siyasi, idari ve kültürel sorunların çözümüne çare değil. İran’daki diğer halkların, ulusların sorununu da çözmez. Urmiye’ye atanan Kürt vali sadece rejimin uygulamalarını yürütmekle mükelleftir. Bunların Kürt halkının yararına bir adım atmak gibi bir dertleri yoktur. Kürtler; siyaset, kültür, dil ve benzeri haklarını talep ediyorlar. Eğer Urmiye’ye bir Kürt vali atanmasıyla bu sorunların çözüleceğini iddia ediyorsak Kuzey Kürtlerinin durumuna bakmamız lazım. Şimdiye kadar Türkiye’de onlarca Kürt üst düzey yöneticiliklere getirildiler. Türkiye’de dışişleri ve içişleri bakanlıklarına, parlamento başkanlığına getirilen Kürtler oldu. Ama sorun olduğu yerde duruyor. Urmiye’ye Kürt valinin atanması kötüdür, demek istemiyorum. Ancak bunun çözüm gibi sunulması yanlış. Hiç kimse gönlünü bu adımlara bakarak hoş tutmasın. Tabii şunu da hatırlatmak gerekir; Feridun Himeti’nin Urmiye Valiliğine atanmasına bölgedeki Azeriler ciddi tepki gösterdiler. Bu nedenle Vali hâlâ görevine resmen başlayabilmiş de değil.

SÜLEYMAN KELEŞİ KİMDİR?

1962 yılında Urmiye’nin Enzela ilçesinde dünyaya geldi. İlköğretimini Yukarı Kura köyünde tamamlayan Keleşi, ortaöğretim için Urmiye kentine geçti. Eğitimini tamamladıktan sonra 1979 yılında Doğu Kürdistanlı siyasi parti ve örgütlerin açık alandaki çalışmalarına katıldı. İran İslam Devrimi’nden hemen sonra Kürtler bir kez daha zorunlu olarak dağlara çekilince, o da eğitimini tamamlamak yerine İran Kürdistanı Demokrat Partisinin (İ-KDP) saflarına peşmerge olarak katılmayı tercih etti. İ-KDP saflarında birçok askeri ve siyasi sorumluluk üstlenen Keleşi, 1987 yılında özel bir görevle gönderildiği Kuzey Kürdistan’da Türk askerlerince yakalandı ve 1988’in temmuz ayına kadar Hakkâri ve Diyarbakır cezaevlerinde kaldı. Keleşi, cezaevinden çıktıktan sonra tekrar İ-KDP saflarında mücadeleye devam etti.

İ-KDP’nin 2. Kongresinde Merkez Komite üyeliğine seçilen Keleşi, parti saflarındaki mücadelesini 1998 yılına kadar kâh Kürdistan dağlarında peşmerge olarak, kâh çeşitli parti faaliyetlerine katılarak sürdürdü. 1998 yılında ise Avrupa’ya yerleşti. Halen siyasi faaliyetlerini Danimarka’da sürdürüyor. Keleşi, evli ve 4 çocuk babasıdır. (Evrensel)

İkinci Bölüm: Doğu Kürdistanlı Keleşi: Kürtler arası çatışma en büyük ihanet sayılmalı

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.