DİYARBAKIR’DAN ‘HUKUKA VE DEMOKRASİYE DÖNÜŞ ÇAĞRISI’
Diyarbakır Barosu, Diyarbakır Tabip Odası, Hak İnisiyatifi Diyarbakır Temsilciği, İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Diyarbakır Temsilciliği tarafından baro binasında bir basın açıklaması gerçekleştirildi.
27 Aralık 2017 Çarşamba 13:35
Açıklamada, cezaevlerinde hükümlülere tek tip elbise giydirilmek istenmesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve anayasaya aykırı olduğu belirtildi. Basın açıklaması Baro Başkanı Ahmet Özmen tarafından okundu.
Açıklamada şu ifadelere yer verildi:
Kamuoyunca malum olduğu üzere 15 Temmuz 2016 günü bir Darbe Girişimi gerçekleşmiş ve akim kalan bu girişimin ardından 20 Temmuz 2016 günü 3 ay süreyle Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edilmiştir. İlan edildiğinde 3 aydan önce kaldırılacağı açıklanan ve devlet için ilan edildiği, vatandaşın hayatını etkilemeyeceği söylenen OHAL tam 5 kez uzatılarak 17 aydır sürmekte ve milyonlarca insanın hayatını olumsuz etkilemektedir.
15 Temmuz Darbe Girişimi sebebiyle ilan edilen OHAL kapsamında yayınlanabilecek Kanun Hükmünde Kararnamelerin (KHK), OHAL’in ilan edilme gerekçeleri dışında olamayacağı Anayasa’da açıkça belirtilmiş olmasına rağmen, bugüne kadar yayınlanan KHK’ların hemen hepsinde; kış lastiğinden yüksek yargı mensuplarının sağlık harcamalarına, taşeron işçilerin kadroya alınmasından deprem tedbirlerine ilişkin düzenlemelere kadar, OHAL’in ilan edilme gerekçeleri ile alakası kurulamayacak düzenlemeler hayata geçirilmiştir. OHAL kapsamı dışındaki KHK’ları inceleme yetkisi olan ve bu yetkiyi daha önce kullanmış olan Anayasa Mahkemesi (AYM), siyasi atmosferin de etkisiyle bu yetkisinden feragat etmiş ve KHK’ları hukuki denetimin tamamen dışına çıkarmıştır.
24 Aralık Pazar günü yayımlanan 695 ve 696 sayılı iki KHK, bugüne kadar uygulanan KHK pratiğini sürdürmekle kalmamış, yargı mekanizması ile toplumsal hayatı derinden etkileyecek uygulamalara imza atmıştır. Bugüne kadar yüz binlerce insan hakkında yapıla geldiği gibi 695 sayılı KHK ile 2.766 kamu personeli herhangi bir somut suç isnadı ve idari soruşturma olmaksızın ihraç edilmiş, 696 sayılı KHK’da ise 136 düzenleyici maddeyle hukuk düzeninde yürütme erki eliyle önemli değişiklikler yapılmıştır.
Hatırlanacağı üzere geçen yıl, belediyelere kayyım atanması konusu mecliste görüşülmüş ve partilerin uzlaşısı ile geri çekilmişti. Ancak 1 Eylül 2016’da yayımlanan 674 sayılı KHK ile bu uygulama yasallaştırılmış ve yüzden fazla belediyeye kayyım atanmıştı. Son KHK’da da örneklerini gördüğümüz bu ve benzeri uygulamalar, yasama organı tarafından yapılması gereken kanun değişikliklerinin TBMM devre dışı bırakılarak yapılması, seçmen iradesinin yok sayılması anlamına gelmektedir ve kabul edilemezdir.
Yargıtay başta olmak üzere, yargısal düzene yürütme tarafından KHK eliyle yapılan müdahaleler, giderek bozulmakta olan yasama-yürütme-yargı dengesini yürütme lehine bozmaya devam etmekte, bu durum demokratik hayatı büyük tehdit altında bırakmaktadır. Ayrıca KHK’larla yapılacak düzenlemelerin OHAL dönemi ile sınırlı olması gerekirken kalıcı değişiklikler getirmek anayasaya, hukuka açıkça aykırı olup Temel Hak ve Özgürlüklere vurulan bir darbedir.
Geçtiğimiz Pazar günü yayımlanan 696 sayılı KHK’ya bakıldığında, çok çarpıcı bazı düzenlemeler öne çıkmaktadır. 96. maddesiyle getirilen düzenleme uyarınca; zorunlu müdafinin duruşmaya hiç gelmemiş olması halinde de yargılamaya devam edileceğine ilişkin düzenleme getirilmiştir.
Bu hüküm ile zorunlu müdafi olmadan duruşma yapılamayacağına ilişkin hüküm tümü ile işlevsiz kalmıştır. Bu durum Anayasa’da ve AİHS’de yer alan adil yargılanma hakkının ihlali niteliği taşımaktadır.
93. madde ile tutukluların kovuşturma aşamasında tahliye edilmesine karşı kapalı olan itiraz yolu açılmıştır. Daha önce, çoğunlukla Kürt siyasetçilerin tahliyelerinde gördüğümüz üzere tahliyelere itiraz edilmekte ve bu itirazlar kabul edilerek sanıklar yeniden tutuklanmaktaydı. Bu düzenleme ile bugüne kadar tahliyelere yapılan itirazların kanuna aykırılığı ispat edilmiş ve bu kanuna aykırı uygulamaya KHK ile dayanak oluşturulmuştur. Ancak bu düzenlemenin KHK ile yapılması hukuken mümkün olmadığı gibi olmadığı gibi getirilen uygulama kanuna aykırı olmasa bile hukuka aykırı olmaya devam edecektir.
Hiç şüphe yok ki 696 sayılı KHK’nın en çarpıcı maddeleri; mahkumlara tek tip kıyafet getiren uygulama ile bazı sivillere cezasızlık sağlayacak düzenlemelerdir;
KHK’nın 103. maddesi ile; mahpusların hastane, mahkeme gibi yerlere cezaevi tarafından verilecek elbiselerle sevk edilmeleri zorunlu kılınmakta ve bu elbiselerin rengi de tek tip olarak belirlenmektedir. Bu elbiseleri giymeyi reddeden ya da elbiselere zarar verenler, ziyaretçi görüş cezası ve benzeri cezalarla karşı karşıya kalacaklardır. Bu madde; evrensel hukuk kurallarına, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne, Anayasaya ve kanunlara ve en nihayetinde bir Evrensel Hukuk İlkesi olan 'masumiyet karinesi' ilkesine açıkça aykırıdır. Masumiyet karinesi ilkesi gereğince, suçluluğu bir yargı kararı ile kesinleşinceye kadar herkes masumdur. Bununla beraber suçlu dahi olsa hiç kimsenin kişilik haklarına halel getirilemez.
Söz konusu değişiklik ile kişiler henüz yargılanırken bu 'tulumlar' giydirilerek kişilik hakları zedelenmiş olacak, masumiyet karinesi ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı bir uygulama başlatılacaktır. Bu onur kırıcı muamele Türkiye'de daha önce uygulanmış, sakıncaları bizzat tecrübe edilmiş ve Danıştay tarafından 1989 yılında kaldırılmıştır. Mahpusları onur kırıcı muameleye tabi tutmanın referansı Guantanamo hapishanesi olamaz. Dünya kamuoyu tarafından eleştirilen, karşı çıkılan bu uygulamanın daha birkaç yıl öncesine kadar karşısında olan bir hükümet tarafından hayata geçirilmesi, hukuk ve insan hakları çıtasının nereye düştüğünü göstermesi bakımından ibret vericidir. Açıkça ifade ederiz ki gayrimeşru ve gayrihukuki olan bu onur kırıcı uygulama cezaevlerinde çok büyük hak ihlalleri ile sonuçlanacak reaksiyonlara davetiye çıkarmaktadır.
KHK’nın 121. maddesinde; “Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişilerin, bu sebeple hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.” şeklinde bir düzenleme getirilmiştir.
Her ne kadar Hükümet yetkililerince bu maddenin 15 ve 16 Temmuz günlerinde gerçekleştirilen eylemler ile sınırlı olduğunu söylemiş ise de, metnin hem hükümetin başka üyeleri tarafından hem de hukukçular ve insan hakları savunucuları tarafından böyle anlaşılmadığı açıktır. Kamuoyunda oluşan algı ile ortaya çıkan reaksiyonlar, yargının bağımsızlık ve tarafsızlığının son derece tartışmalı olduğu gerçeği ile birlikte değerlendirildiğinde, bu maddenin kamu düzenini tamamen ortadan kaldırabileceği, bazı sivillerin veya grupların diğer gruplara yönelik şiddet eylemlerini meşrulaştıracağı kuvvetle muhtemeldir. Bugün, hukukun büyük oranda keyfi bir esneklik içinde işlediği böyle bir atmosferde bu madde ile istenilen kişi suçtan muaf tutulabilir. Dün, öldürdüğü çobanın cesedinin yanına silah atanlar, onların “terörist” olduğu iddiasıyla nasıl yargıdan muaf tutulduysa, yarın herhangi bir insanı öldürülüp “terörü övdü” gibi bahanelerle yargıdan kaçabilecektir.
Bu madde ile toplantı, gösteri ve yürüyüş hakkı kapsamında yapılan bir etkinlik veya bir basın açıklaması, başkaca gruplar veya sivil vatandaşlar tarafından bu bahanelerle şiddet kullanılarak engellenebilir. Bu düzenleme, ifade özgürlüğü, toplantı, gösteri ve yürüyüş hakkı gibi temel hakların kullanımını riskli hale getirmektedir.
OHAL’in varlığının ve siyasal iktidarın uygulamalarının kişi hak ve hürriyetlerine sistematik olarak zarar verdiğini, KHK’larının Anayasaya aykırı şekilde kapsamının dışına çıkarıldığını, TBMM’nin neredeyse devre dışı bırakıldığını, demokratik siyaset kanallarının kapatıldığını, Demokratik kazanımlardan hızla uzaklaşıldığını toplum olarak hep birlikte yaşayarak tecrübe etmekteyiz.
Sonuç olarak; darbe ile ilişkili olmayanlar başta olmak üzere Anayasa ve hukuk normları ile çelişen bütün KHK’ların iptal edilmesi, OHAL’in derhal kaldırılarak hukukun üstünlüğünün egemen kılınması, siyasi faaliyetleri sebebiyle tutuklu bulunan siyasetçilerin serbest bırakılması, siyaset kurumunun kutuplaştırıcı dili terk ederek normalleşmesi çağrısında bulunuyoruz.
Darbelerle mücadele etmenin yolu baskıcı rejimler inşa etmek değildir. Unutulmamalıdır ki darbelerin panzeri daha fazla demokrasi, daha fazla hukuk, daha fazla insan hakları, daha fazla özgürlüktür.
Diyarbakır Barosu
Diyarbakır Tabip Odası
Hak İnisiyatifi Diyarbakır Temsilciği
İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Diyarbakır Temsilciliği
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.