DİNDARLIK VE SİLAH
Partisinin oyları son kamuoyu araştırmalarında yüzde bir civarında gözüken bir siyasi partinin liderinin cenazesinde görülebilecek olandan çok daha fazla insan Erbakan’ı uğurlamaya gelmişti.
02 Mart 2011 Çarşamba 13:10
Büyük bir kalabalık vardı Necmettin Erbakan’ın cenazesinde.
Partisinin oyları son kamuoyu araştırmalarında yüzde bir civarında gözüken bir siyasi partinin liderinin cenazesinde görülebilecek olandan çok daha fazla insan Erbakan’ı uğurlamaya gelmişti.
Bunun siyasi bir destekten öte bir anlam taşıdığı açık.
Özal’ın cenazesiyle birlikte düşünüldüğünde, bu ülkenin dindar insanlarının, Cuma namazına giden, dinî kimliğini saklamadan devletin zirvelerine ulaşabilen liderlere büyük bir sevgi ve saygı gösterdiği görülüyor.
Bizim devletin, “laikliği” uzun yıllar “dindarlığı devlet yöneticilerinden” uzak tutmak olarak anlaması, dindarlığın yöneticiler için bir “eksi” olarak görülmesi böyle bir özlem yarattı sanıyorum.
Çünkü anormal bir durumdu bu.
Ülkeyi “laik” bir düzen içinde yöneten birinin, “laikliğe olan bağlılığını” mutlaka dindarlığını inkâr ederek gösterebileceğine inanmak yanlış bir şeye inanmaktı.
Yöneticilerin uygulamalarına bakmak yerine, ahlakın, vicdanın, yasaların ve anayasanın ona verdiği “inanç özgürlüğünü” reddetmesini istemek, insanlığa da, siyasete de, gerçekliğe de aykırıydı.
Şimdi bu kırılıyor.
İktidarda, eşlerinin başları bağlı, Cuma namazlarına giden, dindarlığını saklamayan, hatta bazen gereğinden biraz fazla, neredeyse bir gösterişe dönüşebilecek biçimde gösteren insanlar var ve onların dindarlığı “laikliği” zedelemiyor, irticaı ve şeriatı getirmiyor.
“Endişeli modernlerin” alabildiğine kapıldıkları “dindarlar mutlaka şeriat ister” inancı, hayatın gerçekleriyle uyuşmuyor.
Dünyaya açılmış bir Türkiye’de yaşayan dindarlar, dünyaya kapanmanın, böyle bir istek taşımanın başta kendileri olmak üzere kimsenin çıkarına olmadığını biliyorlar.
İçlerinden ne düşünürler, neyi arzularlar bilemeyiz ama ortada laikliği zedeleyecek ciddi bir sorun yok.
Birkaç işgüzar polisin arada bir içkileri denetlemeye çıkmasının dışında “modernleri” tedirgin edecek bir baskıdan söz etmek gerçekçi gelmiyor kimseye.
Dindarlığın devlet tarafından kabulü, insan haklarına aykırı bir anlayışın artık aşıldığını, Türkiye’yi bitmeyen bir gerilime sokan bir manasızlığın sona erdiğini de gösteriyor.
“Dindarlık eşittir şeriat arzusu” denklemini yıkıyor toplum.
Tedirginlikleri geçmese de “modernler” dindarların varlığına ve iktidarına alışıyor.
Siyasal kimliklerini “dindar karşıtlığı” üzerine kurmuş, söyleyecek başka lafı olmayan, dindarlara kızmanın “ilericilik” olduğunu sanmayı sürdüren bir kesim hâlâ var ama toplumun gelişmesi, kendisiyle barışması için ortaya bir çözüm koyamamaları, sürekli olarak dindarlara “ortalıktan çekilin, görünmeyin” demekten başka laf bulamamaları, onların duruşunu da, siyasetini de marjinalleştiriyor.
Muhafazakâr dindarların, “modernlerden” daha fazla demokrasiye sahip çıktığı bir dönemde de zaten başka türlüsünün olması pek mümkün değil.
Dinden kaynaklanan gerginlikleri aşma konusunda epey mesafe kat ettik ama aynı başarıyı başka sorunlarda, özellikle de Kürt meselesinde gösteremiyoruz.
Çünkü, iktidardaki dindar muhafazakârlar, din sorununu çözebilmek için gösterdikleri çabanın çok daha azını Kürt meselesini çözmek için göstermiyorlar.
AKP, PKK’nın ilan ettiği “ateşkesi” fazlasıyla kurnaz bir biçimde suiistimal ederek, bu geçici huzuru oya tahvil etmeyi, PKK sayesinde sağlanan sükûnetten yararlanarak oylarını arttırmayı düşünüyor ama bunun karşılığında Kürt sorununda parmağını kımıldatmak istemiyor.
Hazır PKK silahları susturmuşken, MHP’lileri tatmin eden politikalar izleyip “milliyetçilerden” oy almayı hesaplıyor.
Bu kurnazlığın Kürt politikacıları öfkelendirdiği açık.
Ne yazık ki onlar bu kurnazlığa “sivil politikalarla” cevap verecek bir yaratıcılığa sahip değiller, ilk akıllarına gelen “silahları yeniden konuşturmak” tehdidini ortaya sürmek oluyor.
Bu tehdit, Kürtlerden büyük bir destek sağlamıyor çünkü Kürtlerin önemli bir kısmı artık silahla bir yere varılamayacağının farkında, onlar otuz yıldır denenen ve bir yere varmayan taktikler yerine yeni çözümler bulunmasını istiyorlar.
Kürtlerin analarının ak sütü gibi hakları olan “iki dilliliği” reddeden AKP’yi Güneydoğu’da sıkıştırmak hiç de zor değil.
Mısır’da, Tunus’ta silahsız kalabalıkların elde ettiği başarıları dünyanın izlediği bir dönemde, Güneydoğu meydanları her gün “anadilini” isteyen silahsız kalabalıklarla dolsa, milyonlar barışçı biçimde sokağa çıksa, bu hakları teslim edilmedikçe AKP’ye tek oy bile vermeyeceklerini haykırsa, bakın bakalım AKP bugünkü siyasetini sürdürebilir mi?
Bu niye olmuyor?
Niye silahsız bir çözüm yolu denemek hiç akla gelmiyor?
Silahı olanların, silahsız çözümlerden hoşlanmamasının önemli bir neden olduğunu düşünüyorum.
Bilmiyorum, Kürtler bu konuda ne düşünüyor.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.