DİNDARLARIN YENİ İMTİHAN ALANI...
'Soykırım var mı yok mu' itiş kakışı yerine 'Nerede yanlış yaptık' dememiz gerekiyor
17 Temmuz 2012 Salı 08:05
Türkiye’de sorunları İslami hassasiyet sahibi aydınların çözmesi gerektiğini, bunun önemli bir toplumsal sorumluluk olduğunu belirtiyoruz. 12 Eylül’ün yargılanmasında gerekenlerin yapılması anlamında imtihanı kaybettik. Zira rahat zamanlarda değil 12 Eylül faşizminin egemen olduğu yıllarda etkili bir şekilde bu muhalefeti yapamadı klasik İslami çevreler. Şimdi olan sadece gecikmiş bir iyileşme.
Kürt sorununun ortaya çıkması ve silahlı kalkışma ile kendini göstermesi karşısında da uzun süre ve şimdilerde bile klasik İslami çevreler sorunun özüne inemediler. Rejimin kuruluşundan bugüne kadar olan tavrını at gözlüklerini çıkaramadan değerlendirdiler ve çoğunlukla doğru yerde duramadılar. Demokrasi AK Parti için lazım olduğunda 12 Eylül’ün faşizmi 1990 yıllarının faili meçhulleri, 2500 civarında köy yakmalar hatırlara geldi.
28 Şubat için de çok farklı değildi. “Bu fırtına geçsin” diyerek defansa çekilen camiaların aklına 28 Şubat’ın yargılanması çok fazla gelmiyordu. 12 Eylül sonrası sol’un içi boş çıkmıştı ve güçlü bir alternatif olmaktan uzaklaşmıştı. Dindarlar için de 28 Şubat çok farklı olmadı. “İyi ki oldu da maskelerimizden kurtulduk” vb. yollu ifadeler sık duyuldu veya normal bir vatandaş olmayı tercih edenler de az değildi.
12 Eylül, Kürt sorunu, 28 Şubat aslında haksızlığa karşı zor zamanda karşı çıkışın nasıl olduğunu bize tüm iç yüzüyle gösterdi. Şimdi bir başka konuda 1915 olaylarının 100. yılına yaklaşırken aynı tedirginlik İslami kesimde yine var. Devlet zaten az kalmış Ermenilerin sorunu büyütmeyeceğini düşünüyordu fakat diasporadakilerin de gayreti ile konu dünya kamuoyunun gündemine meclis kararları ile sık sık girdi. Bizde ise ASALA militanlarının cinayetleri ile oldu. Birçok konuda olduğu gibi ilk önce “hiç bir sorun yoktur noktasından bazı olaylar olmuştur, ortak tarih komisyonu kuralım” söylemine gelindi. Tehcir konusunda adil duruşlar sergilemek için empati yapmak ve sorunu çözmeye niyetlenmek gerekiyor en başta. Dindarların yeni imtihan alanı bu şimdi. Aslında her halde tehcir öncesi ve sonrası karşılıklı mukatele yıllarından gelen bir duygusallıkla “bundan sonra olanı doğru hale getirmek için ne yapmalıyız?” sorusunu sormuyoruz. Zamanın ittihatçıları olan üçlü paşa çetesi ve turan hayali dünyasında gezen komitacı arkadaşlarının en olmayacak karar ile tehciri seçmesi ve yüz binlerce kişiyi ülkeden kovması derin bir yara oluşturmuştu. Halklar, çeteler arasındaki katliamlar ve korkunç cinayetlere hukuk devleti olma iddiasındaki devlet adil bir çözüm bulmalıydı. Köy yakmaların 97 yıl önceki versiyonu olan tehcir, soruna çözüm olamazdı. İttihatçıların elindeki devlet, çılgın çözümlere yöneldi ve Ermeni’leri ülkeden kovmakla sorunu çözdüğünü sandı. Ama dev gibi büyüyen hali ile sorun şimdi bizlerin önündedir ve halkların bu ortak acısını şimdi bir yüz yıl daha gecikmeye mahal vermeden adil İslami yaklaşımlar çözmelidir. Eğer ittihatçıların günümüz versiyonu Veli Küçük’ün yolundan gitmiş olsaydınız ülke kan gölüne dönmüştü. Zira köy yakmalar, yargısız infazlar vb. o dönemin mahsulüdür.
2000’li yıllarda yeni devlet konseptinde bu yok. Eğer 1990’lar mantığında kalınsa ve devam ettirilse ülke şimdi bir cehenneme, kan gölüne dönmüştü. Veli Küçük Giresun’da görev yaptığı sıralar ittihatçı Topal Osman’ın heykelini diktirmiş kişidir. 100 yıl önceki anlayışın mirasçısının kim olduğu bellidir. Tehcir’in sorumluları ya ülkeden kaçmıştır ya da sonrası kurulan mahkemelerden bir şekilde kurtulup Ankara hükümetinin bakanları olmuştur. Bu kişilerin kurduğu devlet tehciri neden sorgulasın ki? Failleri niye ortaya çıkarsın ki? Ama faturayı Türk halkı ödemiştir. Acısını kendilerinin de yaşamasına rağmen kötü yönetilmiş devlet sorumluluğun günahını bilemeden halkın yılları geçmiştir. Muhafazakârlar, İttihatçı katillerin, tetikçilerin marifetlerini aynı kişilerin çağdaş versiyonlarının mağdurları oldukları halde savunma ihtiyacı duymuşlardır. Bu 1915 olayları kadar bir trajedidir, katiline âşık olma aslında budur. Haksızlıklar karşısında “ne o ne bu, doğrusu acaba hangisidir?” tavrına girmeden bir çözüm bulunabilir mi? Herhangi bir tarafın iddiasının acı bir gerçek olduğunu gördüğünde maslahatçı bir yaklaşıma sığınmak İslam’a sığar mı?
Konuyu “soykırım vardır, yoktur” ikileminden, çekişmesinden, itiş kakışından çıkararak “nerede yanlış yaptık ve bundan sonrası için doğru olan nedir” sorusu çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor. Kin ve intikam duygularına yenilmek veya savunmacı reflekslere sığınmak adaletin en üstün değer olduğunu bilen dindarlar için önemli bir sorundur.
Ermeni meselesi hakkında adil bir duruşu korumak aslında korkularımızın boş birer vehim olduğunu gösterecektir. Yeter ki konuşalım ve 100 yıl önceki ve şimdiki devlet kararlarının paralelliğini görebilelim. Fakat burada kalmayıp adil çözüm için samimi bir şekilde gayret etmeyi ihmal etmeyelim, asli vazife bilelim.
Ömer Faruk Gergerlioğlu
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.