DEVLET BELGELERİYLE '33 KURŞUN' OLAYI
Van’ın Özalp ilçesinde 30 Temmuz 1943’te Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın emriyle 33 Kürt köylü kurşuna dizilmişti. Devlet belgeleriyle yaşanan katliamın izleri...
28 Temmuz 2010 Çarşamba 13:34
Van'ın Özalp ilçesinde 30 Temmuz 1943'te Orgeneral Mustafa Muğlalı'nın emriyle 33 Kürt köylü kurşuna dizildi. Yargısız infazın gerekçesi olarak köylülerin İran'dan hayvan çaldıkları, kaçakçılık yaptıkları öne sürüldü. Daha önce mahkeme köylülerin kaçakçılık yapmadıklarını tespit ederek, hepsini serbest bırakmıştı. Ancak 3. Ordu Müfettişi Orgeneral Mustafa Muğlalı, köylüleri yakalayarak kendi inisiyatifiyle kurşuna dizdirdi.
Katliamın ardından Orgeneral Mustafa Muğlalı 6 yıl askerlik görevine devam etti. 1949'da hakkında dava açılan Muğlalı, askerî mahkeme tarafından tahliye edildi. Ancak Yargıtay kararı bozdu ve Org. Mustafa Muğlalı 2 Mart 1950'de idama mahkum edildi. Cezası yaşı sebebiyle 20 yıl hapse çevrilse de Muğlalı sadece birkaç ay hapishanede kaldı. "Akli dengesi bozuk" raporu alarak tahliye olan Mustafa Muğlalı, 1 Aralık 1951'de öldü.
Van Özalp'teki askerî kışlaya 2004'te AK Parti hükümetinin Milli Savunma Bakanlığı tarafından 33 köylünün katili Org. Mustafa Muğlalı'nın ismi verildi.
Şair Ahmed Arif, olaydan yıllar sonra katliama dair bir şiir yazdı. Ahmet Arif "Otuz Üç Kurşun" şiirinde köylülerin katledilişini şu dizelerle dile getiriyordu: "Vurulmuşum / dağların kuytuluk bir boğazında / vakitlerden bir sabah namazında / yatarım / kanlı, upuzun..."
Devlet belgeleriyle "33 Kurşun" olayı
T24 haber sitesinden Doğan Akın, dün (27 Temmuz) kaleme aldığı yazısında devlet kaynaklarında yer alan belgelere dayanarak 67 yıl önceki katliamı ve sonrasında yaşanan gelişmeleri yazdı. Tüm süreci devlet belgelerine dayanarak aktaran Doğan Akın'ın yazısını yayımlıyoruz:
***
33 Köylüye Ölüm Buyruldu! Sene 1943, Aylardan Temmuz'du...
Cumhuriyet tarihinin yüz karası olaylarından biri, tam 67 yıl önce yaşandı. Van'ın Özalp ilçesinde 33 köylü iki müfreze tarafından İran sınırına götürülerek kurşuna dizildi.
Ahmed Arif'in "33 Kurşun" şiiri bu olayı anlatır.
Resmi belgeleri de içeren çok sayıda kaynakta sayıları 32 olarak kaydedilen köylülerin katliyle sonuçlanan olay, sınırın İran tarafındaki aşiretlerin Türkiye tarafına geçerek hayvan çaldıkları, çapulculuk yaptıkları haberleri üzerine gelişir. Sınır ötesi operasyonun zorluğu dikkate alınarak İran tarafıyla "gayriresmi" güçlerle mücadele edilmesi fikri gündeme gelir. Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel'in zaten hazır ettiği bir çete işleri geliştirir. İran'daki aşiretlerden bu çete marifetiyle iki bin koyunluk bir sürünün çalınması üzerine gerginlik büyür. Kaymakam Tuncel'in sürüyü iade etmemesi üzerine Mehmedi Misto adındaki aşiret reisi, adamlarıyla birlikte sınırı 1,5 kilometre kadar geçerek Özalp halkına ait 500 koyuna el koyar. Telaşa kapılan kaymakam ve çevresindeki çete, Ankara'ya "Rus askerlerinin Özalp'e kadar geldiğini" söyleyince Genelkurmay olaya el koyar. Mahkeme suçlanan köylüleri bırakır, ancak Özalp'e gönderilen 3. Ordu Müfettişi Orgeneral Mustafa Muğlalı, söz konusu çetenin yönlendirmesiyle katliam emrini verip, ilçeden ayrılır.
30 Temmuz 1943'te yapılan katliamın yaygın olarak bilinen kısa hikâyesi böyle. Ancak katliamın kendisi kadar olayın nasıl örtbas edilmeye çalışıldığı da yüz karası bir hikâye olarak tarihimize geçmiş bulunuyor. Bu süreci resmî belgeler üzerinden özetlemeye çalışalım.
'İcabına bakarsın' emri ve makineli tüfeklerle infaz
Sene 1943, aylardan Temmuz'dur. Üçüncü Ordu Müfettişi Orgeneral Mustafa Muğlalı Özalp'e gelir ve... Başbakanlığın 21 Mayıs 1951 tarih ve 5/10-1912- 6/1637 sayılı tezkeresine ekli rapordan okuyalım:
"1943 senesi Temmuz'unda Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Muğlalı, Özalp ilçesine gelmiş ve Askeri mahfelde Van Valisi Hamit Onat, Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel, Özalp Sulh Yargıcı Baki Tekin, Tabur Komutanı Şükrü Tüter ile beraber bulunurken, Van Valisi ile Özalp Yargıcı, Özalplı bazı vatandaşların hududun öbür tarafındaki şahıslarla münasebette bulunarak emniyet ve asayişi ihlal etmekte olduklarından şikâyet etmişlerdir. Bu şikâyet üzerine Ordu Müfettişi, Tabur Komutanı Şükrü Tüter'e, bu adamları sana teslim ettireceğim, icabına bakar temizlersin, diye emir vermiş ve bu emir üzerine hazırlanan listeye isimleri ithal olunan 32 vatandaş Vali Hamit Onat'ın emriyle Özalp Kaymakamı tarafından Polis Vazife ve Salahiyat Kanununun mülga 18. maddesi ne dayanılarak yakalattırılmış ve polis nezaretinde Hudut Tabur Komutanı Şükrü Tüter'e teslim ettirilmiştir. Bundan sonra, bu şahıslar Yedek Subay Nejdet Bilgez ve Bilal Bali komutalarındaki iki müfrezeye tefrik olunmuş (ayrılmış) ve Kukur deresinde elleri kolları bağlandıktan sonra üzerlerine makineli tüfekle ateş edilmek suretiyle öldürülmüşlerdir."
Başbakanlık: Tabur Komutanı'nın raporu uydurma
Başbakanlık tezkeresine ekli rapor şu ifadelerle devam eder:
"Tabur komutanı Şükrü Tüter hadisenin bu mahiyetini tamamiyle uydurma bir vaka raporu tanzim etmiş ve bu raporda mezkur 32 kişinin İran – Türk hududu üzerindeki gizli geçit ve yolları göstermek üzere hududa sevk olunduklarını ve bu sırada Çaldıran'ın Çilli gediği mıntıkasında muhafızlarına tecavüz ederek karşı tarafa kaçmaya teşebbüs ettiklerini, fakat müfrezenin uyanık davranması üzerine buna muvaffak olamadıklarını ve karşı taraftan bu kaçışı himaye etmek için açılan ateşle müfrezenin ateşi arasında taemamiyle imha edilmiş olduklarını tesbit etmiştir." (Aktaran Hikmet Özdemir – Rejim ve Asker – Afa Yayınları)
Saklanan katliam için cezaevinden ihbar
Yargısız infazın aklanması da mümkünse yargısız yapılacaktır. Zira, yine Başbakanlık tezkeresine ekli rapora göre, katliam, bu "uydurma" yazı eşliğinde kaymakamlık ve askeri makamlara bildirilir, ancak yargı mercileri "resmen" haberdar edilmez
Başbakanlık raporuna tam 8 yıl sonra girebilen olay, sonrasındaki örtbas etme süreciyle de bir hukuk katliamına dönüşür.
33 (ya da 32) köylünün 30 Temmuz 1943'te kurşuna dizilmesinden 1,5 ay sonra, Van Cezaevi'nde hükümlü olarak bulunan İsmail Özay, katledilenler arasında bulunan kardeşlerinin katilleri hakkında soruşturma açılmasını ister. Özay, 20 Aralık'ta verdiği ikinci dilekçede de, katledilen köylülerle aynı suçlamaya hedef olarak yargılanan beş kişinin Van Ağır Ceza Mahkemesi'nde beraat ettiklerini vurgular!
TBMM kovuşturma ister, bakanlıklar direnir
TBMM Dilekçe Komisyonu, Özay'ın başvurularını Adalet, İçişleri ve Milli Savunma bakanlıklarına havale eder. Komisyon, gelen yanıtlara dayanarak, tam 5 yıl sonra, 7 Aralık 1948 tarihinde Özay'ın başvurusunu sonuçlandırır. Dilekçe Komisyonu, İçişleri ve Milli Savunma bakanlıkları ile Genelkurmay Başkanlığı'nın, önlerine getirilen olaya yaklaşık 4 yıllık bir gecikmeyle el koyduklarını vurgulayarak, askeri ve idari makamların ihmali konusunda kovuşturma yapılması için TBMM Başkanlığı'na tezkere yazar.
Katliamın üzerinden 4 yıldan uzun bir süre geçtikten sonra olay TBMM gündemine gelir ve Dilekçe Komisyonu'nun tezkeresi 19 Ocak 1949'da kabul edilir.
Adalet ve Milli Savunma bakanlıklarından birer, İçişleri Bakanlığı'ndan iki, Genelkurmay Başkanlığı'ndan da bir temsilcinin katılımıyla oluşturulan komisyonun hazırladığı raporda, suçluların kovuşturulmasına 4 yıl gecikmeyle başlanmasının "ihmalden değil, olayın oluş biçiminden kaynaklandığı" savunulur.
TBMM Dilekçe Komisyonu bu rapor üzerine Başbakanlık'tan olayın incelenmesi için yeni bir komisyon kurulmasını ister. Yukarıda bir bölümünü yansıttığımız Başbakanlık raporu bu başvuru üzerine hazırlanır.
Başsavcılık da 'uydurma rapor'la yetinince...
Katliamdan 8 yıl sonra yazılan Başbakanlığın 21 Mayıs 1951 tarihli raporunda, olayın üzerinden "geçirilen" yılların hikâyesi de anlatılır. Rapora göre, katliam emrini veren Mustafa Muğlalı, olayı 13 Ağustos 1943'te, Tabur Komutanı Şükrü Tüter'in "uydurma" raporu çerçevesinde Genelkurmay'a iletilir.
Ancak Van Cezaevi'nde hükümlü İsmail Özay'ın Adalet ve İçişleri bakanlıklarına çektiği telgrafla yaptığı ihbar üzerine sivil makamlar devreye girer. Adalet Bakanlığı, olayı Van Başsavcılığı'na sorar. Başsavcılık vilayetten aldığı Şükrü Tüter'in 31 Temmuz 1943 tarihli yazı örneğini bakanlığa gönderir.
Başsavcılıktan gelen cevabı yeterli görmeyen Adalet Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı'ndan olayın soruşturulmasını ister. Adalet Bakanlığı, 31 Ocak 1944'te Genelkurmay Başkanlığı'na da bir yazı gönderir. Milli Savunma Bakanlığı, Üçüncü Ordu Müfettişliği'nden tahkikatin sonucunu bildirmesini ister. Müfettişlik, daha önce Şükrü Tüter'in "uydurma" raporuna dayanarak hazırladığı yazının bir kopyasını göndermekle yetinir.
Genelkurmay 'muamele yapmaya' lüzum görmez
Bu cevap üzerine ne olur?
Başbakanlık raporundan okuyalım:
"Milli Savunma Bakanlığı, Adalet Bakanlığına, hadiseden en büyük adli amir olan Genelkurmay Başkanlığı'nın haberdar edilmiş olduğunu fakat bu makamın bir muamele yapmaya lüzum görmediğini bildirmiştir!"
Cümlenin sonundaki ünlem işaretinin bize ait olduğunu belirterek devam edelim.
Olay TBMM Dilekçe Komisyonu'na gittikten sonra, yeni Milli Savunma Bakanı Hüsnü Çakır'ın imzasıyla yazılan 28 Haziran 1948 tarihli "emir" üzerine, Genelkurmay Başkanlığı beş yıl sonra harekete geçer.
Katliamı anlatan yazı İçişleri'nde kayboldu
Bu arada İçişleri cenahında da ilginç (belki de hiç ilginç değil!) olaylar yaşanmaktadır. Yine Başbakanlık raporuna göre; Birinci Umumi Müfettiş Avni Doğan imzasıyla 8 Eylül 1943 tarih ve 857 sayı ile geçilen şifre, İçişleri'nin katliamın gerçek mahiyetinden bu tarihte haberdar olduğunu gösterir. Ancak İçişleri, gerçeği bilmesine karşın, başvurulara Tabur Komutanı Tüter'in "uydurma" raporuyla cevap verir!
Umumi Müfettiş Doğan, aynı şifre yazısında "hadisenin bazı cephelerini izah eden hususi bir tahriratın cuma günü hareket edecek posta ile doğruca Bakan adına sunulduğunu" bildirir. Ancak hiçbir zaman işleme konulmayan bu özel yazının ne aslı, ne de kopyası İçişleri'nde bulunur!
'İhmal' suçlamasına af ve zaman aşımı
İçişleri Bakanlığı, katliamdan 8 yıl sonra, 1951 yılında eski Van Valisi Hamit Onat, eski Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel, eski Özalp Jandarma Komutanı Yüzbaşı Vasfi Bayraktar, eski Van Mektupçusu Tevfik Yener, Başgedikli Ali Sever hakkında "nezaret altına aldırdıkları vatandaşları kanuni merci olan adalete teslim etmeyerek Hudut Tabur Komutanı Şükrü Tüter'e teslim etmek suretiyle vazifelerini ihmal ettikleri" gerekçesiyle soruşturma yapar. Müfettiş, "katliamın"ın söz konusu edilmediği bu soruşturmanın sonunda olayın "af" kapsamına girdiğini rapor eder. Evrak 20 Şubat 1951'de Danıştay'a gönderilir. Danıştay İkinci Daire de, 6 Mart 1951 tarih ve 579 / 644 sayılı kararında "zaman aşımı" gerekçesiyle davanın düşmesine karar verir!
Himaye edenler parlamentoda ödüllendirilir
Katliamı yapanları himaye ettikleri görülen Milli Savunma Bakanı emekli Korgeneral Ali Rıza Artunkal ile İçişleri Bakanı Hilmi Uran, 1950 seçimlerine kadar parlamentoda görev yapar. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kazım Orbay 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Temsilciler Meclisi Başkanlığı'na getirilir. Orbay, 1960 darbesinden sonra kurulan Cumhuriyet Senatosu'nda hayatının sonuna kadar Kontenjan Senatörü olarak görev yapacaktır.
Muğlalı için ilk karar görevsizlik ve tahliye
Yıllar süren örtbas etme girişimlerinin ardından, Menemen olaylarından sonra kurulan Divan-ı Harb Başkanlığı görevinde idamına karar verdiği 28 kişiyi ibret olsun diye kent merkezinde astırdığı belirtilen Orgeneral Mustafa Muğlalı hakkında soruşturma başlatılılır.
19 Ocak 1949'da başlayan soruşturma Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nin 23 Kasım 1949'da verdiği "görevsizlik" kararı üzerine tahliye ile sonuçlanır. Askeri Yargıtay 9 Ocak 1950'de bu kararı bozar ve Orgeneral Muğlalı 2 Mart 1950'de idama mahkûm edilir. Ancak bu ceza, yaşı dikkate alınarak (o sırada 68 yaşındaydı) 20 yıl hapse çevrilir. Muğlalı ile yargılanan diğer askerlerin ise beraatine karar verilir.
Muğlalı, mahkûm edildikten sonra Gülhane Askeri Tıp Akademesi'nin "ileri derecede aklî yetersizlik" raporu üzerine tahliye edilir. Tahliyenin TBMM'de tartışmalara neden olduğu sırada, 1 Aralık 1951'de vefat eder.
Özalp'teki kışlanın adı Mustafa Muğlalı!
Edirnekapı Şehitliği'nde toprağa verilen Muğlalı'nın adı bugün Özalp'teki askeri kışlada yaşıyor. Evet Özalp'teki o kışla 2004 yılından beri "Mustafa Muğlalı"nın adını taşıyor!
"Halkı kin ve düşmanlığa tahrik"in ne demek olduğuna yargı karar versin.
Ama ne yaparsanız yapın, bir Ahmed Arif çıkar, katledilen masumların hikâyesini bir anıt gibi vicdanlara dikmekle kalmaz... Şiirini, o katliamı yapanlar ile katilleri koruyanların yakasına, zaman durmadıkça zaman aşımına uğramayacak bir hüküm gibi asar...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.