DENGİR MİR MEHMET FIRAT: ERDOĞAN EDİRNE'DE KONUŞSA 'KÜRT YOKTUR' DERDİ
AKP’nin kurucularından Dengir Mir Mehmet Fırat, Taraf gazetesinden Tunca Öğreten'e konuştu.
30 Mart 2015 Pazartesi 13:00
AKP ’nin kurucularından Dengir Mir Mehmet Fırat, 7 Haziran’daki seçimlerde HDP’den milletvekili adayı olacak. Taraf gazetesinden Tunca Öğreten'e konuşan Fırat, son günlerde AKP içerisinde yaşanan polemikler, ayrışmalar, HDP’nin seçimlerde ne yapacağı ve çözüm sürecinin akıbetine ilişkin açıklamalar yaptı:
Bülent Arınç önce Erdoğan’ın çözüm süreciyle ilgili sözlerini eleştirdi, ardında da Melih Gökçek ile tartıştı. Şu an AKP’nin içinde tam olarak ne yaşanıyor?
Burada asıl mesele; devletin içerisinde ne yaşandığı çünkü AKP ile devlet özdeşleşmiş durumda. Biz, ‘Bürokratik devletten, demokratik devlete’ söylemiyle AKP’yi kurmuştuk yani asla bir siyasi parti, devletle özdeşleşmeyecekti. Dolayısıyla bugün yaşananlar AKP’den ziyade artık devlet krizine dönüşmüş durumda. Oysa 82 Anayasa’sı bozuk da olsa parlamenter sistemi temsil ediyor, Cumhurbaşkanı’na sembolik yetkiler veriyordu.
Peki, asıl problem ne?
Problemin merkezinde Sayın Erdoğan’ın, halk tarafından seçilmiş olmasını yanlış algılaması yatıyor. ‘Beni halk seçti, o yüzden Başkan’ım’ diyor. Avrupa’da da Cumhurbaşkanları halk tarafından seçilir fakat parlamenter sistem yürürlükte olduğu için Anayasa’yı değiştirme imkânına sahip değildir.
Erdoğan’ın Anayasa’yı değiştirmeye çalıştığını mı söylüyorsunuz?
Erdoğan, emrivaki ve olmayan hukuk bilgisiyle tefsir etmeye çalışıyor. Cumhurbaşkanı bir yandan partiyi yönetmeye, milletvekili adaylarını belirlemeye çalışıyor, bir yandan da hükümetin tüm kararlarına doğrudan doğruya sorumsuzca müdahale ediyor. Aynı zamanda yargıyı da işlevsiz hale getiriyor Erdoğan.
Erdoğan’ın vurguladığı Türk tipi Başkanlık sistemi böyle bir şey mi yani?
Demokrasinin olmazsa olmazı Yasama, Yürütme ve Yargı’nın tek bir kişinin yönetimi altında olması ne Başkanlık, ne de parlamenter sistemdir. Kendisi bu yüzden Türk tipi deyip duruyor. Bunun dünyadaki örnekleri Saddam, Esad veya Kaddafi’dir. Yani Erdoğan aslında Baas usülü bir Başkanlık sistemi getirmek istiyor. Sayın Cumhurbaşkanı göreve gelirken, Anayasa’ya bağlı kalacağına ve tarafsız olacağına dair namusu ve şerefi üzerine yemin etmişti fakat sonra Türkiye ’yi diktatörlüğe götürmeye başladı. Doğal olarak bu çift başlılık, parti içerisinde de çatışmayı doğurdu ki problemin ana kaynağı da bu zaten…
Esad örneği verdiniz… Erdoğan’ın bu kadar eleştirdiği, hatta devirmek için muhaliflere yardım ettiği iddia edilen Esad’a benzemesini nasıl okumalıyız?
Herhalde rekabet… Yani, Erdoğan Ortadoğu’nun ve İslam dünyasının lideri olmak isteyen ufak bir Esadcık. Erdoğan, Esad’ın Suriye’deki yetkilerinin aynısına Türkiye’de sahip olmak istiyor.
Saddam, Esad ve Kaddafi gibi liderlerin düştüğü durum ortada. Peki, Erdoğan bunu sizce neden göremiyor?
Birincisi, 13 yıl içerisinde yapılan tüm seçimlerden başarıyla çıkması Erdoğan’ın güç zehirlenmesi yaşamasına neden oldu. İkincisi, 17- 25 Aralık yolsuzluk iddialarının Erdoğan’da yarattığı panik yani Yüce Divan’a gönderilmeyen bakanlar hakkında her zaman işlem yapılabileceği ihtimali. Ki bu ihtimal, aynı zamanda yarın öbür gün yeni delillerle Erdoğan’ın yakınlarının yargılanmasına da sebep olabileceği anlamına geliyor. Dolayısıyla Erdoğan’da hem böyle bir tehdit algısı, hem de yanlış politikalar sonucu dünyadan tecrit olma endişesi var. Biliyorsunuz, sıfır problemli komşuluk ilişkisinden, sıfır komşuluğa geldik. Erdoğan’ın Suriye’ye müdahale etmesi; Irak’tan sonra Yemen’e de sıçradı. Yemen problemi üzerinden İran’la da ilişkiler kötüye gidiyor. Bir Sünni ve Şii savaşının eşiği haline gelen Yemen sorununun müsebbibi de bana göre Erdoğan’dır. Bu kaos ortamından Türkiye’nin etkilenmemesi mümkün değil.
Ne gibi etkilerden bahsediyorsunuz?
Siyasi, kültürel ve ekonomik olarak Türkiye zarar görür. Ayrıca Türkiye’de çıkabilecek bir etnik ve/ veya mezhepsel çatışma, diğer ülkelerdekinden çok daha kanlı olur.
Erdoğan, bu tecrit ve tehditlere engel olmak için mi Başkanlık sistemini diretiyor yani?
Başkanlık sistemiyle tehdit ve tecritler artacak. Aslında bir imparatorluk artığı olan Türkiye, içinde pek çok milleti, mezhebi ve kültürü muhteva eden bir pota. Türkiye, az da olsa demokrasi, insan hakları ve hukuk gibi kavramları tatmış bir halka sahip. Dolayısıyla böyle bir potayı otoriter bir rejimle kontrol edemezsiniz.
Sizin de dahil olduğunuz kuruluş sürecinde partinin, Başkanlık sistemi gibi bir derdi yoktu ama değil mi?
AKP’nin, 2007 ve 2008’deki yeni Anayasa taslağına bakacak olursanız, Başkanlık sisteminin esas alınmadığını göreceksiniz. Bilakis, parlamenter sistemi doğru bir şekilde tahkim etmeyi amaçlıyorduk. Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini asgariye indirerek, sembolik hale getirdik ki bu, partinin temel argümanıydı. Şimdiyse Erdoğan 400 milletvekili arıyor. Maazallah, Erdoğan Başkanlık sistemini getirebilecek çoğunluğu elde ederse, 7 Haziran’dan sonra bugünleri çok arayabiliriz. Dolayısıyla da halkın aslında bunu bir milletvekili seçimi olarak değil, bir rejim değişikliği seçimi olarak algılaması lazım.
Erdoğan son konuşmalarında barış sürecini sekteye uğratacak açıklamalar yaptı. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu üslubun nedenlerinden biri, milliyetçi oyları hedeflemesi. Daha önceki seçimlerde de bunu yaptı ve başarı elde etti. Ancak insanları her defasında kandıramazsınız. Sayın Erdoğan’ın konuşmalarını nerede yaptığına da dikkat etmek gerekir. Ayağı yere mi basıyordu, yoksa uçakta mı konuştu iyi bakmak lazım. Bu da yetmez, Türkiye sınırları içinde konuşup, konuşmadığı da önemlidir. Mesela Almanya’ya gider, oradaki vatandaşlarımızın anadilinde eğitim alamamasını asimilasyon olarak değerlendirir fakat Türkiye’de konuşurken de Kürtlerin anadilde eğitim almasını ülkenin parçalanması olarak nitelendirir. Balıkesir’de söylediği ‘Kürt sorunu yoktur’ sözleri Erdoğan’ın, 2005’ten itibaren yaptıklarını inkar etmesidir. Ben buna yine de şükrettim çünkü Edirne’de ya da Akdeniz’de bu konuşmayı yapsaydı kesin ‘Kürt yoktur’ derdi. Aynı gün Kars’a gittiğinde de Kürt sorunu yoktur, Kürt kardeşlerimin sorunu vardır’ dedi, ki yanılmıyorsam Kenan Evren de aynı sözleri söylemişti bir zamanlar. Erdoğan, Roboski Katliamı’nı algılayamadığı gibi Kobani’de yaşananları da bir türlü anlayamadı.
Nasıl yani?
Hatırlarsınız Gaziantep’teki konuşmasında Kobani için ‘Düştü, düşecek’ demişti. Erdoğan’ın anlayamadığı şey, Kobani’nin, Kürtlerin Çanakkale’si olmasıydı. Erdoğan’ın Kobani’de yaptığı hatadan dolayı, AKP’ye oy veren muhafazakâr Kürtler kırgınlık yaşıyor. AKP ve Erdoğan, Kürtler nezdinde daha önceki inandırıcılığını kaybetti. Dolayısıyla Kürtler desteğini çekecek ve Erdoğan’ın 400 milletvekili hayali de gerçekleşmeyecek.
Kürtler kırgınlık yaşıyor diyorsunuz. Kürtlerin oylarını alamayan AKP, tek başına iktidar olabilir mi?
AKP’nin tek başına iktidar olabileceğini sanmıyorum ama olursa da 100 falan değil, bir iki milletvekili farkla olur bu. Erdoğan kamuoyu yoklamalarını çok iyi takip eder. Oy kaybını kendisi de çok iyi görüyor ve hükümete yükleniyor. Aslında bu düşüşün sebebi; Erdoğan’ın kendisi. 7 Nisan’da partiler milletvekili adaylarının isimlerini YSK’ya sunmak zorunda. 70’e yakın milletvekili üç dönem kuralından dolayı Meclis dışında kalacak. Tahminimce 150’ye yakın vekil de AKP’den tasfiye edilip, yerine yeni simalar getirilecek. İşte o gün AKP’de ikinci bir depremin yaşanacağını düşünüyorum. Bu iç kargaşa sonucunda da AKP’nin epey oy kaybedeceğini düşünüyorum. Tehdit altında olan demokrasi ve özgürlükler için Meclis aritmetiğinin değişmesi ve HDP’nin barajı aşması gerekiyor. Bu durum barışa da etki edecek ve HDP barışın sigortası olacak.
Nasıl olacak?
Türkiye tehlikeli bir kutuplaşma içerisinde. Erdoğan’ın sevenleri elbette var ama bu ülkenin yüzde 50’si de ondan nefret ediyor. Çoğulcu bir kitle partisi olma yolunda ilerleyen HDP, sadece Kürt etnisitesinin değil, tüm Türkiye halklarının hakları için de mücadele ediyor. 7 Haziran’dan sonra yapılacak seçimlerde -ki bu bir erken seçim de olabilir- HDP, ana muhalefet partisi olacaktır. Ben aktif siyaseti noktalamıştım. Ancak AKP’nin Erdoğan iktidarının karşısında, ideolojileri bir kenara bırakarak hareket eden HDP’nin çatısı altında olmayı bir seferberlik olarak algıladım.
Bir yandan seçmen HDP’nin barajı geçtikten sonra AKP ile çözüm süreci üzerinden ittifak yapacağından endişeli…
Çözüm süreci her şekilde devam eder, artık kimse engelleyemez. Seçimden sonra da o günkü şartlar içerisinde siyaset kendi yolunu bulur. Selahattin Demirtaş’ın dediği gibi Başkanlık sistemine ‘Evet’ demeyiz. Hele Erdoğan’ın istediği o Türk tipi başkanlık sistemi gündemimizde hiç yok. HDP, Türkiye’de demokrasinin sigortası konumunda. Demirtaş, Ankara siyasi tarihinin en çarpıcı konuşmasını yaptı o gün. İnanıyorum ki halkımızın, Demirtaş’ın kefareti karşısındaki inancı da artmıştır.
Bakın, Dolmabahçe’de yapılan toplantıda bir izleme heyetinin kurulması müşterek olarak karar altına alınmışken Cumhurbaşkanı, müdahalesiyle aslında HDP’nin, masadan kaldırılmasını ve barışı engelleyen unsur olarak algılanmasını istedi. Bunun karşısında HDP, ‘İzleme heyeti benim kırmızı çizgim değildir ve ben bu masadan kalkmayacağım’ dedi.
Ve akabinde de TSK ile PKK arasındaki çatışmalar yeniden başladı…
TSK’nın operasyonları ve katırların öldürülmesiyle barış süreci sabote edilmeye çalışılıyor. HDP olarak barışın ipine sarıldık ve bırakmaya hiç niyetimiz yok. ‘Silah bırakırsan, Başkanlık sistemine onay verirsen ya da Cumhurbaşkanım hakkında konuşmaz ve biat edersen haklarını belki veririm’ anlayışı, 21’inci yüzyılın devlet anlayışıyla bağdaşmıyor. Bu arada Ergenekon’un varlığına da inanan bir insanım…
Erdoğan’ın Ergenekon ile bir ittifak yaptığını mı düşünüyorsunuz?
Soğuk Savaş döneminden sonra bütün NATO ülkelerinde bu tür örgütler hayata geçirildi ve daha sonra devletler bu yapılarla hesaplaştı. Ancak bizim Ergenekon’umuz, İttihat ve Terakki’den itibaren var olduğu için hesaplaşamadık. Ergenekon’a yapılan operasyon çok doğru bir hareketti ancak soruşturma belli bir yerden sonra kesildi ve yeteri kadar bilgi sahibi olunamadı. Ve bence asıl paralel devlet Ergenekon’dur. Ergenekon hâlâ canlı ve hayatta; üstelik o örgütün tüm failleri şuan halkın gözünde masum ve mağdur pozisyonunda. 17 ve 25 Aralık’tan sonra Erdoğan’ın, bazı ortaklarıyla arası bozuldu ve yeni ortaklar aramaya başladı kendine. Ancak bu yeni ortaklık ne kadar uzun sürer onu da bilmiyorum çünkü o günlerde Ergenekon davasının savcılığını yapan Erdoğan, bugün kalkıp onun avukatlığını yapamaz.
TEK ADAMLA ÇÖZÜM OLMAZ
Kürtlerin çözüm için Erdoğan’a muhtaç olduğunu düşünmüyorum. Türkiye, dün öyle konuşup, bugün böyle konuşan, yarınsa nasıl konuşacağı belli olmayan bir lidere ihtiyaç duymamalı.
Biz, AKP’yi kurarken askeri vesayet vardı ve biz vesayetin her türüne karşıydık. Şimdiyse Erdoğan kendi vesayetini kurmaya çalışıyor ve ben HDP’de ona da karşı duruyorum.
Tek adam yönetimi; ne Kürt sorununu, ne de Türkiye’nin sorunlarını çözebilir.
AKP’yi kurarken, AB’ye tam üye olmayı hedeflemiştik. Bu, özgürlükler, demokrasi, hukuk devleti ve eşitlik hedefiydi. Ancak bugün geldiğimiz noktanın özeti; İç Güvenlik Yasa Paketi… Biz iktidara geldiğimizde bu yasalar zaten vardı. Yani şimdi geriye sarıyoruz.
Yeni Türkiye ile birlikte yeni de bir AKP kuruluyor. Ancak bu yeni AKP, eskisine benzer idealleri olan bir parti değil.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.