28 Mart 2024
  • İstanbul19°C
  • Diyarbakır14°C
  • Ankara22°C
  • İzmir22°C
  • Berlin12°C

DEMİRTAŞ: SİYASETTEKİ KARŞILIĞIM KOLTUK KAYNAKLI DEĞİL

HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Türkiye’nin otoriterleşmesindeki en önemli kırılma noktasını Çözüm Süreci’ne yeterince sahip çıkılmaması olarak değerlendirdi.

Demirtaş: Siyasetteki karşılığım koltuk kaynaklı değil

13 Kasım 2018 Salı 11:49

"Türkiye’nin giderek otoriterleşmesine karşı HDP ve diğer muhalefet partileri, yapmaları gereken her şeyi yaptı mı?" sorusu üzerine özleştiri yapan Demirtaş, "Muhalefetin bu süreçteki sorumluluğu belirleyicidir bence. Kendimi de dışında tutmadan açık yüreklilikle belirtmeliyim ki, muhalefetin vahim ve tarihsel hataları bugüne geliş yolunu önemli ölçüde açmıştır" ifadesini kullandı. 

Hilal Köse'nin sorularını yanıtlayan Demirtaş'ın Cumhuriyet'te yer alan açıklamalarının bir bölümü şöyle: 

KANTARIN TOPUZU KAÇTI

-FETÖ’nün darbe girişiminin ardından yargıdaki dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz? FETÖ yargılaması/yöntemleri tarihe karıştı denebilir mi?

Yargı hiçbir dönemde tarafsız ve bağımsız olmadı. Hiçbir dönemde hukukun üstünlüğü ve evrensel hukuk ilkeleri esas alınmadı. Yargı her zaman “devletçi, güvenlikçi” bir anlayışla hukuku yorumladı. Ancak son on yılda öncellikle Fethullahçı yapı, arkasından da AKP’nin bizzat kendisi yargıya yönelik açık ve ağır müdahalelerle kantarın topuzunu iyice kaçırdılar. Şu anda sağlıklı işleyen bir yargı düzenini bir yana bırakın, ortada bir yargı düzeni kalmadı. Hangi hakim “ben baskı altında değilim, kararlarımı korkmadan, çekinmeden verebiliyorum” diyorsa ya kendini kandırıyordur ya da AKP’ye angajedir zaten.

Olağandışı siyasal dönemin olağandışı yargısı olarak ülkeye büyük ve kalıcı hasarlar verdiklerinin farkında bile değiller. Toplumda adalet duygusu bu kadar vahim düzeyde yara almışken hiçbir siyasal hareket sağlıklı, kalıcı, işleyen bir toplumsal düzen inşa edemez. Yargıçlar bu korku ve baskı atmosferine teslim olmamalılar, toplumun geleceğini karartan bu adaletsizliklerin parçası haline gelmekten kaçınmalı ve evrensel hukuku esas alan kararlara cesurca imza atmalılar. Hakim sorumluluğu, bunu gerektirir.

HAYDİ DEME VAKTİ

-HDP’nin Türkiye partisi olma iddiasını güçlü şekilde ortaya koyduğu 7 Haziran’ı, öncesini ve sonraki günleri düşünürsek, keşke dediğiniz bir şeyler var mı?

Siyasette “keşkeler” her vakadan, bir süreçten ders çıkarıp ileriye bakabilmektir. Yoksa hayıflanma anlamında keşkenin siyasette bir karşılığı yoktur. 7 Haziran'da HDP neredeyse bugün halen orada durmaktadır. Ancak HDP’nin dışındaki koşullar, etkenler, faktörler 7 Haziran gibi değil. Değişim HDP’de değil, koşullardadır. Biz de değişen koşulları öngörebilen bir siyasi analizle birlikte yeni siyasal iletişim metotları, buna uygun dil ve söylem ile yeni politik mücadele taktiklerini daha yaratıcı ve başarılı bir tarzda geliştirebilmeliydik, geliştirebilmeliyiz.

Kanımca “keşke” deminin değil “haydi” demenin zamanıdır. Yılgınlığa yer yok bizim dünyamızda. Ne yenildik ne tükendik ne de zayıfladık. Gücümüzün ve potansiyelimizin farkında olarak Türkiye'yi demokrasi ve barış rotasına sokacak etkili bir politik mücadele hattını hayata geçirme sorumluluğuyla karşı karşıyayız. 

MUHALEFET VAHİM HATALAR YAPTI

-Türkiye’nin giderek otoriterleşmesine karşı HDP ve diğer muhalefet partileri, yapmaları gereken her şeyi yaptı mı?

Muhalefetin bu süreçteki sorumluluğu belirleyicidir bence. Kendimi de dışında tutmadan açık yüreklilikle belirtmeliyim ki, muhalefetin vahim ve tarihsel hataları bugüne geliş yolunu önemli ölçüde açmıştır. Örneğin çözüm sürecine demokrasi güçleri yeterince sahip çıksaydı ve bizler şiddetten, silahtan, çatışmadan, savaştan arınmış bir siyasi atmosfere taşıyabilseydik Türkiye'yi, yeni anayasa, demokratikleşme,  birlikte yaşam, kutuplaşmanın ortadan kaldırılması konularında hep beraber ciddi bir mesafe kat edebilirdik.

Ama şimdi bakıyorum da AKP-CHP-MHP-İYİ Parti dahil bütün çevreler çözüm sürecinden bir felaketmiş gibi söz ediyor ki bu çok yanlış, yanılgılı ve vahim bir hatadır. Sorunları; kiminle yapılırsa yapılsın konuşarak, diyalog kurarak çözme yöntemi en doğru ve ahlaki olanıdır. İçerik, tarz, hedefler vs eleştirilebilir ama diyalog yöntemini ihanet olarak tanımlamak kendisine sosyal demokrat diyen bir muhalefete yakışmıyor.

Yine, dokunulmazlıkların kaldırılması sürecindeki tavır, Yenikapı mitingine angaje olma, HDP ile yan yana durmaktan korkulması, barış ve çözüm projesi açıklamayarak içerde-dışarda savaş politikalarına destek sunulması, iki yıldır yasadışı bir şekilde içerde tutuluyor olmamıza rağmen böyle bir şey yokmuş gibi davranılması otoriterleşmeye açıkça zemin sunmuştur. Toplumsal muhalefeti güçlü bir demokratik halk muhalefetine dönüştürmek yerine grup toplantılarına sıkıştırmak da aynı derecede otoriterleşmeye, korku ikliminin kök salmasına uygun fırsatları altın tepside sunmuştur adeta. Bunlardan ders çıkarmak acil ve elzemdir.

SEÇİLMİŞ OLMAYACAĞIM

-Yol haritanızı paylaşır mısınız bizimle?

Siyaset, sırf partiler aracılığıyla yürütülen bir faaliyet değildir. HDP elbette ki önemli bir siyasi aktör olarak yürüyüşüne güçlenerek devam edecektir. Ben de bir HDP’li olarak, demokrasi ve barış için partimin yanında, partimle birlikte olmaya devam edeceğim. Ama ne yakın ne de ileri bir zamanda HDP’de eşbaşkanlık dahil “seçilmişlik” pozisyonu gibi bir düşüncem yok. Zaten bu saatten sonra, yasal olarak da bunu imkansız kılmak için alelacele ağır cezalarla hem beni içeride tutmaya hem de siyasi yasaklı hale getirmeye çalışıyorlar. Fakat benim siyasetteki karşılığım, hiçbir zaman oturduğum koltuklardan kaynaklı değildi.

Halkla aramızdaki sıcak, hakiki, doğrudan yoldaşlık ilişkisiydi. Bunu hiçbir ağır ceza, hiçbir cezaeevi duvarı, hiçbir siyasi yasak engelleyemez. Halkla aramızdaki bu çok güçlü bağ olduğu müddetçe, ben siyaseten rolümü içtenlikle yerine getirmeye devam edeceğim. Bundan tek muradım güçlü bir demokrasiye ve onurlu bir barışa hizmet edebilmektir.

KAVGA DA EDERİM

-Siz de HDP yönetimi de aranızda bir sorun olmadığını söylüyorsunuz. Yine de bu yöndeki yorumların ardı arkası kesilmiyor. Bu algının nedeni nedir?

Ben açık fikirli olmaya, eleştiri ve önerilerimi en doğru yol ve yöntemlerle ve sonuç almaya odaklı olarak düşüncelerimi ortaya koymaya hep önem verdim. İki yıllık cezaevi sürecimde de böyle davranmaya özen gösterdim. Partimiz HDP’de bu yöntem, ilkesel bir tutumdur aynı zamanda. Benim her arkadaşım HDP’de kendini en özgür şekilde, en katılımcı ve yapıcı şekilde ifade edebilsin diye biz HDP’yiz. Bizi farklı kılan ve lider, kişi, otorite partisi olmaktan ayıran da bu özelliğimizdir. Dolayısıyla kendi kendimizi ifade etme eylemlerimizden yola çıkarak bunu ayrılık, bölünme, kriz gibi tanımlamak bize çok yabancı kavramlardır.

Ben de, HDP’deki her yoldaşım da kıyasıya tartışır, gerekirse “kavga” eder, sonra da ortak kararlaşmayla, birlikte, omuz omuza, coşkuyla yürümeye devam ederiz. Sorunuzda sözünü ettiğiniz algının nedeni, bizi klasik otoriter erkek egemen lider partileriyle kıyaslayarak değerlendiriyor olmaktır. Biz, Türkiye’nin özgürlükçü yegane partisiyiz ama bunu maalesef ki yine biz halka yeterince anlatamadık, göstermedik. Tabii ki iktidarın bize yönelik olumsuz algı ve linç kampanyalarının da bunda büyük etkisi var. Biz HDP olarak güzel bir siyasi partiyiz velhasıl.

GÖNLÜMDEN GEÇEN...

-Yerel seçimlere dair, HDP ve muhalefet nasıl bir kampanya yürütmeli?

Muhalefet partileri ortak bir demokrasi programı etrafında ilkesel ve uzun vadeli mücadele birliği sağlayabilseler bunun yerel seçimlere yansıması çok ciddi oranda sonuç alıcı olur. İttifak, taktik gibi konularda benim bir şey demem doğru olmaz. Buna parti yönetimleri, halkın beklentileri doğrultusunda karar verecektir. Benim gönlümden geçen açık, şeffaf ve ilkeli bir birlikteliktir. Türkiye’nin bütün ezilenleri asgari bir demokrasi programı etrafında buluşursa sadece yerel seçim değil, önümüzdeki yüzyıl bile kurtarılmış olur.

Partisel çıkarlar yerine ezilen sınıf, kimlik, cinsiyet çıkarları öncellenip cesur siyasi hamlelerle tabular yıkılır ve bütün demokrasi güçleri ortak adaylar etrafında (en azından bazı illerde) yan yana gelebilirse Türkiye’nin önü açılır, ülke nefes alır. Ama güçlü, cesur, kararlı siyasi liderlik gerektiren bir öncülükle olur ancak. Kampanya da bu motivasyonla tam bir şenlik, coşku ve heyecan atmosferine dönüşecektir.

UMUT HER YERDE

-Seçim gündeminden bıkanlara, geleceğe dair umutsuzluğa kapılanlara ne söylemek istersiniz?

Bu karanlık tablonun iç açıcı olmadığının farkındayım. Seçim ve siyasi parti curcunalarından bazen gına geldiğini de biliyorum. Size ne diyebilirim ki? “Gelsenize, cezaevi çok güzel” demek isterdim ama kıyamam size. Ketıl olayına girmediğim için link atamıyorum ama Yılmaz Güney’in Cannes’da ödül alırken yaptığı konuşmayı son ses dinleyin bir daha. Üstüne bir de, Kenan Evren’in cenaze törenindeki yalnızlığını izleyin.

Mutlaka fırsat yaratıp Mamak, Ulucanlar, Diyarbakır, Metris c.evlerinin önünden geçin. Bir zamanlar orada yaşanan zulmü hatırlayın, zulme karşı direnişleri yad edin. Deniz’in, Mazlum’un, Mahir’in, İbo’nun ve nicelerinin mezarını ziyaret edin. Kır çiçekleri bırakın ve deyin ki “haramilerin saltanatını yıkacağız, bekle zafer şarkılarıyla geçişimizi, bekle bizi İstanbul.” Demem o ki, etrafınıza bir bakın, umut o kadar çok ve her yerde ki. Hayalini kurmak size kalmış artık.

KIRGIN MI?

-Son olarak, iki yıldır tutuklusunuz. Kırgın olduğunuz birileri var mı? Meclis’te mesai harcadığınız vekiller, HDP'li olsun olmasın, tahliyeniz için yeterince çaba gösterdi mi?

Bu tür soruları bir gün sağ salim buradan çıkarsam tekrar sorun lütfen, çünkü şu anda hatırlamıyorum, belki o zaman hatırlarım :)

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.