27 Kasım 2024
  • İstanbul7°C
  • Diyarbakır1°C
  • Ankara-5°C
  • İzmir4°C
  • Berlin6°C

DEMİRTAŞ: HÜKÜMETİ DEVİRMEYE DÖNÜK GİRİŞİMLERİ DESTEKLEMEYİZ

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, TBMM’de dünkü grup toplantısının ardından, bir grup gazetecinin sorularını yanıtladı.

Demirtaş: Hükümeti devirmeye dönük girişimleri desteklemeyiz

15 Ocak 2014 Çarşamba 19:10

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, TBMM’de dünkü grup toplantısının ardından, bir grup gazeteciyle yaptığı söyleşide, hükümet ve cemaat arasındaki çatışma, barış süreci, Paris’teki cinayetlerin zanlısının internete düşen konuşma kaydı, KCK Eşbaşkanı Hozat’ın açıklaması ve Öcalan’ın yazdığı mektup gibi konularda görüşlerini dile getirdi.

İşte Selahattin Demirtaş’ın yaptığı açıklamalar:

“AÇIKLAMA, YANLIŞ ANLAŞILMAYA MÜSAİT; KASTEDİLEN ULUSLARARASI LOBİLER”

-Bese Hozat’ın Türkiye’deki “paralel yapılar” içinde Ermeni ve Rum lobisinin de olduğunu iddia etmesi çok tepki çekti… Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Bu hassas bir konu tabi ki ama bir defa ifade ediliş biçimi şekliyle yanlış anlaşılmaya kesinlikle müsaitti Bese Hozat’ın açıklaması. Ben İmralı görüşmelerindeki yaklaşımları biliyorum. Bir defa orada kastedilen Türkiye’deki Ermeni ve Rum lobileri, Yahudi lobileri değil asla. Bese Hozat’ın da Öcalan’ın da daha önce Ermenilerle ilgili söylemleri tartışma konusu oldu. Kastettikleri Türkiye Ermenileri, Türkiye Ermeni lobisi falan değildi. Aslında başına Ermeni, Rum, Yahudi gibi sözcükler koyunca, biraz bu kimliklerle de daha çok mağdur olmuş, tarihte soykırıma, katliama uğramış kimliklerle birlikte anılınca yanlış anlaşılmalara yol açıyor. Aslında uluslararası lobiler kast ediliyor. Bunun Ermenisi, Yahudisi, Türkü, Kürdü yoktur. Sermayedir, paradır ve bunun de ne dini vardır, ne imanı ne de kimliği vardır. Kastedilen biraz da uluslararası sermaye güçleridir. Sermaye merkezleridir. Yoksa Ermeni halkı, Rum halkı, Yahudi halkı o kimlikle bağdaşlaştırılan bir şey değil. Ermeni halkıyla ilgili, hatta Kürt halkıyla ilgili, Alevi halkıyla ilgili konuşurken veya bir şey ifade ederken, doğrudan o halkı, doğrudan veya dolaylı o halkı hedef alabilecek veya hedefe koyabilecek her türlü söylem yanlış anlaşılmaya müsait oluyor. Keşke başka şekilde ifade edilseydi. Bugüne kadar Ermeni halklarına veya diğer halklara PKK’den veya onun yönetiminden yönelen hiçbir negatif bir şey yoktur. Buna rağmen sırf o cümleden yola çıkarak yapılan eleştirilerin haksızlık olduğunu düşünüyorum.

“ÖCALAN’IN YAZDIĞI MEKTUP 19 OCAK’TA OKUNACAK”

-Öcalan’ın 19’unda okunacak mektubunu bu çerçevede mi ele almak lazım?

-O görüşmede de bunları konuşmuşlar zaten. Meselenin nasıl yanlış anlaşıldığını, yanlış anlaşılmaya müsait olduğu belirtilmiş. Ben kendim bizzat mektup yazacağım demiş 19’undaki anmaya. Belki daha iyi anlaşılır o zaman. Kendisi ifade edecek bizzat. Yazmış daha doğrusu da okunacak orada. Yani bütün bu olup biten operasyonlar, paralel devlet tartışmaları, işte son dönemde Ermeni camiasından yapılan açıklamalar vesaire, bütün bunları birleştirerek ne demek istediklerini bu konuda daha anlaşılır hale getirmek istiyor. Ermeni halkının ve Ermeni camiasının yanlış anladığını düşünüyor.

“HSYK KONUSUNDA ANAYASAL BİR DEĞİŞİKLİĞİ BİRLİKTE YAPABİLİRİZ”

-HSYK konusunda Anayasa değişikliği gerektiği şeklinde bir açıklamanız oldu..

-Biz Cumhurbaşkanı ziyaretinde de söyledik Anayasa değişikliğine hazırız diye. Zaten bu mevcut teklif, Adalet Komisyonu’nda görüşülen teklifin elle tutulur bir yanı yok. Olacaksa Anayasal düzeyde daha iyi bir değişikliği birlikte yapabiliriz. Sıcak bakıyoruz ona.

“CUMHURBAŞKANI DA RAHATSIZ”

-Cumhurbaşkanı ile 40 dakika görüştünüz. Cumhurbaşkanı’nın HSYK ile ilgili düşüncesi ne?

-Parlamentoya hükümetin sunduğu tasarı, teklif neyse aslında bunun sağlıklı bir çalışma olmadığının bence farkında sayın Cumhurbaşkanı. Bu nedenle bir anayasa değişikliğiyle daha sağlıklı bir düzenlemenin olabileceğini düşünüyor. Muhalefet partilerinin desteğiyle bunun gerçekleşebileceğini öngörüyor doğal olarak. AKP’nin tek başına referandumsuz Anayasa yapma gücü yok. Biz de HSYK’nın yapısından rahatsızız. Hükümet de rahatsız. Madem öyle en doğrusunu birlikte bulalım. Cumhurbaşkanı ortamı yokladıktan sonra olabilirliğini görmüş ve bunun üzerine böyle bir girişim başlatmış.

“DEMOKRASİ DIŞI YÖNTEMLERLE HÜKÜMETİ DEVİRMEYE DÖNÜK HİÇBİR GİRİŞİMİ DESTEKLEMEYİZ”

-Hafta sonu yayınlanan bazı haberlerde BDP’nin “başbakana yönelik bir darbe varsa biz onu yedirmeyiz şeklinde bir yaklaşımı” olduğu iddia ediliyordu. Bu belki sizin kastınızın dışında algılandı. Ama kamuoyunda bu yaklaşım BDP’nin hükümetle paralel hareket ettiği algısına yol açtı…

İstanbul’da sohbet ettiğimiz arkadaşlar arasında farklı kesimlerden gelen kişiler vardı. Herkes doğal olarak konuşmalarıma ve mevzuya bulunduğu yerden bakıyor. Yani o masada söylediğim biz Başbakanı yedirmeyiz tavrı içinde değiliz. Niye biz başbakanı yedirmeyiz olarak çıktı bilmiyorum. Kastettiğim şuydu. Darbe dediğimiz şey sadece tankların sokağa çıkmasıyla olmuyor. Başka türlü darbe yol ve yöntemleri de var. Dolayısıyla bizim darbe olarak sezdiğimiz, yani demokrasi dışı sandık dışı, başka yöntemlerle hükümeti devirmeye dönük hiçbir girişimin yanında veya arkasında olmayız. Bugün Grupta söylediğim de buydu. Ama bir Başbakan yolsuzluk nedeniyle, hırsızlık nedeniyle istifa ediyorsa o kendi bileceği iştir. Kimse de yenilmiş olmuyor. Ya da Başbakan hırsızlık nedeniyle oy kaybetti, sandıkta devrildi bu da darbe olmuyor. Kastettiğimiz bu değil.

“YOLSUZLUK HİÇ KİMSENİN KARŞI ÇIKAMAYACAĞI BİR SÖYLEM”

Şimdi bu gibi yapılar başka uluslararası örneklerinden yola çıkarak da söylüyorum. Bu gibi mekanizmalar devreye girerken bazen böyle haklı meşru başlıklardan devreye giriyorlar. Kamuoyu nezdinde haklılıklarını meşruluklarını, kamuoyu desteğini sağladıktan sonra meşru olmayan yol ve yöntemler için bu yolu kullanıyorlar. Yani şu anda bu olur mu olmaz mı bilmiyoruz. Şu anda yolsuzluk hiç kimsenin karşı çıkamayacağı bir söylem. Buradan girdiler. Giren yapılar da öyle halkın, vatandaşın parasını koruyalım, işte biz yolsuzluk konusunda çok titiz davranalım duygusuyla hareket eden kişiler değil. Öyle olsaydı şimdiye kadar defalarca harekete geçmeleri gerekirdi. Bu saikle hareket etmedikleri kesin.

“BİR ŞEY ÇALMAMIŞSANIZ KORKMAZSINIZ!”

Fakat ele aldıkları başlık da meşru bir başlık, haklı bir başlık. Yani sırf bunların niyeti farklı diye de yolsuzluk, hırsızlık da meşru görülemez. Böyle bir açmaz var. Bu açmazdan çıkmanın yolu da daha fazla demokrasi ve şeffaflıktır. Kendini denetime açmaktır, yani bir şey çalmamışsanız korkmazsınız. Eğer bu yargı ben hırsız olmama rağmen bana komplo kuruyor, bana hırsız diyor diyorsanız, bu yargıyı da demokratikleştirecek adım atmanız gerekiyor. Şimdi HSYK düzenlemesi bu değil işte. HSYK düzenlemesi doğrudan yargıcı alıp bakana bağlamaktır.

“BAŞBAKAN YÜRÜTMENİN YETKİSİ ÇERÇEVESİNDE İSTEDİĞİ MÜDAHALEYİ YAPIYOR”

-HSYK düzenlemesine kadar geçen sürede operasyonların yapıldığı görüşü var…

-Bu dosyaları savcılar hazırlamıyor. Polisler hazırlıyor. Hangi savcı gidip dinleme yapıyor, araştırma yapıyor. Sahada çalışan polistir. Başbakan ona müdahale ediyor. Onun için HSYK düzenlemesine mi ihtiyaç var? Yapıyor zaten. Yürütmenin yetkisi çerçevesinde yürütmeye istediği müdahaleyi yapıyor. Yani 3-5 savcı için bütün yargı mekanizmasını bakana bağlamanın ne anlamı var. Yarın bir gün bu şekilde bakana bağlayarak yargı güvencesi mi oluşmuş olacak. Sadece kendilerini kurtarmış olacaklar. Geri kalan bütün yargılamalarla ilgili şaibeler devam edecek. Bu kesimler kimdir? Arkalarında hangi güçler var? İsim isim bildiğim veya tanıdığım için bu şekilde konuşmuyorum. Ama bu yöntem başka ülkelerde de denenmiştir daha önce. İran’da da denenmiştir. Avrupa’nın başka ülkelerinde de, Amerika’da da denenmiştir. Mevcut bir iktidarı, bir açığından faydalanarak, bir zaafından faydalanarak, başka bir noktada zorlayacak bir noktaya kadar taşıma girişimleri olabilir. Kastettiğimiz şu aşamaya kadar yapılanlar değil. Şu aşamaya kadar yapılanlar ortaya çıkanlar en azından soruşturulması gereken iddialardır.

“TÜRKİYE’DE KAMUOYU ÜÇE BÖLÜNDÜ”

Türkiye kamuoyu, 3’e bölündü. Biz kendimizi üçüncü taraf olarak görüyoruz. Ama aşağı yukarı ikiye bölündü. Bir taraf bu operasyonların arkasına kamuoyu desteğini yığdı. Bir tarafta Başbakanın yanında yığıldı. Bir de bizim gibi üçüncü kesimle var başka bir yerde durmaya çalışan. Şimdi bu operasyon yapan kesimleri arkasına alan gücü bundan sonra da yolsuzluk ve hırsızlık için mi kullanacaklar? Yoksa şu anda gerçekleştirdikleri ittifakı, müttefikliği başka kirli araçlar için mi kullanacaklar. Bunu bilemiyoruz. Korktuğumuz ve karşı çıktığımız kısmı budur. Bu kısmı desteklemek ahlaki değil. Bu kısmı desteklemek komployu, darbeyi varsa böyle bir ihtimali desteklemek anlamına gelir.

“ÖCALAN’IN AÇIKLAMASI PKK’Yİ YENİDEN ÇATIŞMAYA ÇEKMEYE ÇALIŞANLARA KARŞI CEVAP”

- Siz pozisyonunuzu burada net bir şekilde anlattınız. Ancak sizin bu kavgada AK Parti’ye yakın oluğunuza dair yargı oluşmasında bazı şeyler etkili oldu. Mesela Nursel hanımın Meclis konuşmasında Başbakanın güçsüz düşürmek isteyen bir operasyon olduğunu ve bunun başarıya ulaşamayacağını söyledi. Ondan sonra İmralı’dan gelen açıklamalar var. Sizle ilgili bu kanaatlerin oluşması normal değil mi?

Milletvekilleri bazen kastını aşan şeyler ifade edebiliyorlar. Bir defa buna dikkat etmek gerekir. BDP ile ilgili açıklamaları en üst düzeyde ben yapıyorum. Partiyi bağlayan bütün demeçleri ben veriyorum. Bu görüşleri de partimizin çeşitli kurullarında tartışarak oluşturuyoruz. İmralı’da Sayın Öcalan’ın söylediği şey ise bu süreçte PKK’yi yeniden çatışmaya çekip, bu ittifakın içine sokmaya çalışanlara karşı bir cevaptır. Bu süreç bozulur. PKK de silahlara sarılır, dolayısıyla hükümet iyice sıkışır. Bunu düşünen varsa ben böyle bir darbe girişiminde yokum diyen bir açıklamadır ve doğrudur. Son derece haklıdır. Takdir edersiniz ki kendisi bir partinin değil, bir halkın ve bir örgütün liderliğini yapıyor ve bir müzakere süreci yürütüyor. Partinin yönetimini biz sürdürüyoruz. Muhalefetini biz yapıyoruz. Elbette ki kendisi belirttiği pozisyonla ilgili hakim olduğu bütün güçleri bu girişime karşı dikkatli olmaya çağırdı.

“HÜKÜMET GİDECEKSE DEMOKRASİYLE GİTSİN”

Demokrasi içinde bu hükümet giderse bugün gitsin. Biz hiç karşı değiliz. Ama mümkünse yerine biz gelmek istiyoruz. Bir muhalefet partisi olarak. Öcalan da elinin altındaki bu gücü darbeci anlayışa sahip olan kesimlerin hizmetine sunmayacağını belirtiyor. Kimse de bizden böyle bir şey beklemesin. Ortada bir yangın var biliyorum diyor. Biz de bu yangına benzin dökmeyeceğiz diyor. Onun kastettiği şey biz süreci bozun silahlı mücadeleye girmeyeceğiz. Bu da son derece doğrudur. Bu yanlıştır diyenler savaş yanlısıdır. Kan istiyor, gözyaşı istiyor. Başka ne anlama gelebilir ki? BDP olarak AKP’ye karşı muhalefetimizi yapıyoruz. Yolsuzluk ve hırsızlıklar varsa onun da üstüne gidiyoruz, eleştiriyoruz. Bu AKP’yi destekliyoruz anlamına da gelmiyor. Darbeyi destekliyoruz anlamına da gelmez. Başbakanı yedirmeyiz ifadesini AKP’liler kullanıyor biz değil. Biz mümkünse yemek istiyoruz ama sandıkta. Darbeyle değil, komplolarla değil, biz muhalefet olarak kuruluş gerekçemiz zaten daha iyi bir iktidar alternatifi olabilmektir.

“MUHALEFET PARTİLERİ BARIŞ SÜRECİNE KARŞI”

-Mevcut muhalif partiler iktidara gelirse, bu barış süreci açısından sizin için ne anlama gelir?

-Bugünkü tablo gösteriyor ki sürece karşılar mevcut muhalefet partileri. İktidara gelme olasılıkları en yüksek muhalefet partileri sürece karşılar. Muhalefetteyken karşı oldukları süreci iktidara gelince yürüteceklerine dair hiçbir işaret yok.

-İmralı’da yapılan son görüşmelerle birlikte hükümet tarafından atılması beklenen adımlar neler?

-Sürecin yasal güvenceye kavuşturulması. Parlamentoda bu işin bir yasasının çıkarılması. İsmi önemli değil fakat sonuçta devlet adına, hükümet adına bir heyet Ada’ya gidip geliyor. Mevcut kanunlarında bu kurumların bu işleri yapmaya yetkisi vardır. Örneğin MİT Müsteşarının bu görüşmeleri yapma yetkisi vardır. Ama süreç ilerleyecekse herkesin yasal güvencesini sağlayacak, hem görüşme yapan kişilerin, hem Ada’ya gidip gelen bizlerin, hem yarın öbür gün işte sivil heyetler, gazetecilerin gidip geleceği ve bunun da neye hizmet ettiğini tanımlayan, ne amaçla yapıldığını tanımlayan bir yasal güvenceye ihtiyaç var.

“ÇÖZÜM SÜRECİNDE HIZLANMA: SEÇİMDEN SONRA”

Başbakan süreci devam ettireceğini söylüyor. Ama neler yapabileceğini somut olarak bilmiyoruz. Önümüze gelmiş bir teklif proje yok. Ada’ya da gitmiş bir şey yok. Ben muhtemelen seçime kadar bu seyirde gideceğini tahmin ediyorum. Bir hızlanma olacaksa da, bir hızlanma olacaksa da seçimden sonra olabilir.2,5 ay içinde benzer bir seyirde gidebilir diye düşünüyorum. Bu 2,5 ay içinde ya 2 ya da 3 görüşme olur Ada’da. Sonrasında seçimden sonra herkes durumu daha ciddi masaya yatıracaktır. Seçim arifesinde bazı şeylerin yapılma imkanı yoktur. Zorlamanın anlamı yok. Bu çok gerçekçi olmaz.

“PARİS’TEKİ CİNAYETLER: SES KAYDININ ÖMER GÜNEY’E AİT OLDUĞU KESİN”

-Bir taraftan süreç devam ediyor. Diğer taraftan Paris cinayetiyle ilgili görüşmelerin internete düşmesi olayı var. İşin içinde MİT’in olduğu iddiası var. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Paris cinayetiyle ilgili ses kayıtlarının kendi içinde bazı çelişkileri de var. Detaylı bir şekilde inceledik. Karşılaştırmalar yaptık. Ses kaydının Ömer Güney’e ait olduğu kesin. Ses ona ait ama ses kaydının öncesinde ve sonrasında yapılan yazımlarda yönlendirmeler var. Onu da tespit ettik. Sakine Cansız hiçbir yerde geçmemesine rağmen ısrarla Abram denilen kişinin Sakine Cansız olduğu belirtiliyor parantez içinde ablam demiş gibi. Oysa ablam demiyor. Abram diyor ve o Halil İbrahim diye bir gençlik çalışanı. Ömer Güney ile ilişkidedir. Orada da kendisine İbrahim yerine Abram deniyor. O da Abram diye hitap ediyor yayında ama bu ses kaydını yayınlayan kişi orada parantez içerisinde ablam diyor ve Sakine Cansız diye yazıyor. Dolayısıyla o ses kaydında ortada bir Sakine Cansız planlaması yok.

“GÖRÜŞÜLEN KİŞİLERİN MİT’Çİ OLUP OLMADIĞI BELLİ DEĞİL”

Görüşülen kişilerin MİT’çi olup olmadığı da belli değil. Ses kaydından yola çıkarak o kişilerin MİT elamanı olduğu sonucuna net olarak varamıyoruz. Cezaevinde Ömer Güney’e sahip çıkıyor bazı kişiler. Avukat tutmuşlar. Parası veriliyor. Kendisi cinayeti kabul etmemiş, yani itiraf etmemiş. Ortada Ömer Güney’in düştüğü bir zor durum yok. Oysa diyor ki zor duruma düşse bunu yayınlayacaktık. Durumu bu kadar iyiyken aleyhine olacak bir delili kim yayınlar. Bu da sorgulanması gereken bir şey. O nedenle tam olarak MİT tartışmasının, bu operasyonların gündemde olduğu bir aşamada doğrudan, işte Paris cinayetini MİT yaptı dedirtmeyi hedefleyen bir görüntünün yayınlanması biz de şüphe uyandırdı. Yine de sorgulanması gerekir, MİT ile ilişkisi var mı yok mu bakmak gerekir. Ama biz bu yönünü de dikkatten kaçırmamaya çalışıyoruz. Fransa’daki dosyanın durumunu bilmiyoruz. Dosya orda da gizli kapalı. Avukatlarımız göremiyor. Sadece otopsi raporlarını falan gördü. Türkiye de Fransa’nın bilgi vermediğini söylüyor. Burda bir soruşturma var. Ama biz şuna inanıyoruz. Ömer Güney Türkiye ile bağlantılıdır. Mümkündür ki MİT içerisinde bir kanatla da bağlantılı olabilir. Ama bu mevcut Müsteşarın bilgisi dahilinde yapıldı mı, onayıyla yapıldı mı? Bu konuda biz emin değiliz, bilmiyoruz.

“Cemaatle doğrudan ya da dolaylı hiçbir temasımız olmadı”

-Çözüm süreci başladığında Abdullah Öcalan’ın Fettullah Gülen’e bir selamı vardı. Son süreçle ilgili cemaatle resmi veya gayr-ı resmi bir temas oldu mu?

-Yok. Hiçbir yerde resmi veya gayr-ı resmi doğrudan veya dolaylı bir temasımız olmadı. Yani o dönemde de şu vardı. Barış sürecini desteklerse bundan memnun oluruz ve isteriz de. Çünkü bu toprakların bir gerçeğidir cemaat. Barışa destek verecek herkes de bizi memnun eder. Bu çerçevede bir yaklaşımı vardı. Ama bu son olanlardan sonra yeni bir şey yok. Bizim de bir temasımız yok. Bildiğimiz kadarıyla cemaat ve örgüt arasında bir şey yok. (Rusyanın Sesi)

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.