DEMİRTAŞ: BİZİM KÜRDİSTAN ARAYIŞIMIZ YOK!
BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Hayat Televizyonu'nda yayınlanan Gece Vardiyası programına konuk oldu.
20 Kasım 2011 Pazar 13:02
İstanbul ve Diyarbakır’da bu hafta sonu partisince yapılacak miting öncesi Barış ve Demokrasi Partisi Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Hayat Televizyonu Gece Vardiyası programına konuk oldu. Hükümetin kendilerine yönelik suçlamalarına net yanıtlar veren Demirtaş, KCK operasyon dalgasını püskürtmeye yönelik kampanyalarını da programda anlattı.
Dün siz, KCK tutuklamalarını protesto ederek, “Anılan faaliyetler suç olarak kabul ediliyorsa, ben de aynı suçları işledim” dediniz ve kendinizi ihbar ettiniz. Bugün de Sayın Gültan Kışanak ve diğer BDP’li vekiller aynı ihbarı yaptı. Bu ihbarların nedeni nedir?
Bugün gerek BDP’li aktif siyaset yapan arkadaşlarımız, gerekse BDP’li olmamakla birlikte demokrasi ve özgürlük mücadelesine, barış mücadelesine gönül vermiş akademisyenlerin, yazarların, gazetecilerin KCK operasyonları adı altında bir torba operasyona dahil edilerek tutuklanmaları, bizim açımızdan hiçbir yönüyle meşru değildir, hukuki değildir. Partimize, hareketimize dönük tümüyle bir soykırım operasyonudur. Bunu tabi kamuoyuna anlatabilmek kolay değil. Çünkü bu operasyonları planlayanlar, masada kurgularken, operasyonun kimlere yapılacağını, ne zaman göz altına alınacağını, kimlerin cezaevine konulacağını, gözaltı operasyonları başladığında medyaya neyin servis edileceğini, hangi kanala kimin çıkıp bu operasyonları savunacağını, hangi köşe yazarın ne yazacağını vesaire... Bütün bunları detaylı bir planlayıp bir konsept çerçevesinde harekete geçiyorlar. Bilgi kirliliği yaratarak, psikolojik savaş argümanlarını tümüyle harekete geçirerek çok yönlü bir saldırı gerçekleştiriyorlar. Şimdi buna karşı biz bu operasyonların, kamuyouna anlatıldığı gibi; hiçbir şekilde şiddete bulaşmamış, demokratik siyaset yürüten, üzerinde çakı bile olmayan insanlara yönelen bir operasyon olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Ve bu tutuklanan arkadaşlarımız her ne yapmış ise, her ne aktivite içindeyse her ne eylem yaptıysa, her söylemişse biz de aynısını söylüyoruz ve yapıyoruz. Daha doğrusu bizim talimatımızla yapılıyor bunlar. Eşbaşkanlar, parti meclisi, yürütme kurulu bütün bunları tartışıyor, kararlaştırıyor. Ve bizim talimatlarımız doğrultusunda bu çalışmalar yürütülüyor. Akademiler açılıyor, dersler veriliyor, miting yapılıyor, yürüyüş yapılıyor, imza kampanyaları yürütülüyor, kent meclisleri kuruluyor... Bütün bunlar partimizin olağan çalışmaları. Bütün bunlara dair Hükümetin talimatıyla, yargısal süreç adı altında siyasi operasyonlar yapılıyorsa buna karşı hukuki savunma yapmanın bir anlamı yoktur. Siyasi bir tutum gerekir. Kendimizi ihbar etme meselesi de hukuki bir girişimden çok siyasi bir tavırdır. Biz 3 aylık bir kampanya süresince herkesin 100 binlerle adliyelere giderek o dilekçeleri vermelerini bir kampanya şeklinde örgütlüyoruz. Ve gerçekten de arzuluyolarsa da bizi de tutuklayıp artık sulandırdıkları kadar bu operasyonu, onlara açık çek vermektir. Biz de tutuklanmaya hazırız demektir.
Tutuklananların yüzde 90’ı BDP üyeleri. Ancak KCK deniyor. KCK nedir?
Biz BDP’lileri tutukluyoruz deseler bunu kamuoyuna anlatmaları zorlaşır. Dolayısıyla buna bir kılıf bulmak zorundalar. Dikkat ederseniz Kürt hareketinin bir şekilde çeperinde, merkezinde, içerisinde olan bütün kesimleri KCK operasyonları adı altında bir torba iddianameyle sürekli gözaltına alıyorlar, tutukluyorlar. Sol-Sosyalist çevreleri özellikle Hopa’daki eylemlerden sonra oluşturdukları yeni bir konseptle yine torba bir iddianameyle tutuklayıp, yargılıyorlar. Bir taraftan da yine Ergenekon adı altında oluşturdukları bir iddianame var. İçinde derin devlet yapılanması var, faili meçhul cinayetler var, geçmişte bir sürü kirli işe bulaşmış kesimler var...Onları da dahil ediyorlar. Ama aynı zaman da bazı demokrat çevreleri de o soruşturmanın içine atıp, o torbaya dahil ediyorlar. Yani ille de bir konsept çerçevesinde, kendilerince savcıların zorlamasıyla biraz da cemaatin yönlendirmesiyle KCK örgütünü bir şekilde BDP ile ilişkilendirdiler. İkisi arasında organik bir bağ kurdular. Kurdukları bu sanal bağ çerçevesinde de ortam dinlemeleri, teknik takiplerini, kes, kopyala, yapıştırla bir delile dönüştürdüler. Gizli sanıklardan aldıkları hukuksuz ifadelerle de arkadaşlarımızı tutukladılar. İşte KCK dedikleri yapı; tümüyle BDP teşkilatı, yapılanmasıdır. KCK yok mudur? Vardır. KCK sürekli açıklama yapıyor, sözcüleri var, Başkanı var, yönetimi var, örgütü var...KCK diye bir yapı var yok değil ama BDP değildir o yapı. Bugün KCK adı altında yürütülen operasyonların yüzde doksanından fazlası BDP teşkilatlarına yöneliktir. Geriye kalan belki yüzde onu da aydınlar, akademisyenler, BDP’li olmayan ama beraber mücadele yürüttüğümü dostlarımızdan oluşturmaktadır.
KCK operasyonları, Kürt siyasetinden, halkından başlayıp, aydınlara, akademisyenlere aslında topyekün Hükümete muhalif seslere yöneldi. Özellikle Yayıncı-yazar Ragıp Zarakolu ve Prof Dr. Büşra Ersanlı gibi keza Nuray Mert ve Hasan Cemal gibi isimlerde sık sık tehdit ediliyor. kamuyounu etkileme gücü yüksek kalemlerin baskılanmasıyla kamuoyuna Hükümet nasıl bir mesaj veriyor?
Prof. Dr. Büşra Ersanlı gibi ömrünü bilim ahlakına adamış, mücadeleye adamış, özgürlükler mücadelesine adamış bir akademisyeni alıp tutukladığınızda, sadece Büşra Ersanlı’yı tutuklamış olmazsınız. Onun üzerinden, benzer durumda olan bütün akademisyenlere, bütün aydınlara ağır bir mesaj vermiş olursunuz. Tutuklu olan sadece Ersanlı değildir. Tehdit altında olan, tehdit edilen bütün aydın, ilerici kesimlerdir. Yine bir köşe yazarını tehdit ederek bütün köşe yazarlarını tehdit etmiş olursunuz. Biliyorunuz Başbakan Nuray Mert’in adını telaffuz ederek, tehdit etti. Yine her konuşmasında özellikle köşe yazarlarına, KCK operasyonlarını eleştiren, bir şekilde hükümete muhalefet eden, AKP’yi eleştiren tüm medya kuruluşlarına ayar vermek istiyor, tehdit ediyor. Ya sansür uyguluyor; topluyor hepsinin genel yayın yönetmenlerini açıkça tehdit ediyor. Anlayacakları dilden, üsluptan, tondan konuşarak, bundan sonra AKP’yi eleştirirseniz diğerlerinin başına gelen sizin de başınıza gelir mesajı vermeye çalışıyor. Bunlarda o mesajları alıyorlar, onun doğrultusunda hareket ediyorlar. Buna uymayan, Başbakan’a itiraz eden yok mu? Şüphesiz var. Örneğin; Hasan Cemal son birkaç gündür yazdığı yazılarla, bu tehditlere boyun eğmediğini eğmeyeceğini gösteriyor. Yine Nuray Mert gibi vicdanlı, onurlu yazarlar teslim olmadıklarını gösteriyorlar. Ve benzer şekilde teslim olmamış çok aydın, yazar da var. Öbür taraftaysa, daha en başından büyük bir hevesle, büyük bir heyecanla teslim olmuş, bu teslimiyeti göstererek Başbakan’a yaranmak isteyen bir kesimde var. Bunlarda sürekli bize saldırarak Başbakan’a yaranmaya çalışıyorlar.
BDP’ye yönelik baskılara cevap olması için ‘Buradayım, BDP’ye üye oluyorum temalı bir kampanya başlattısınız. Bu kampanyadaki muradınız nedir? Hangi kesimlere ulaşmayı hedefliyorsunuz? (ayndınlar, akademisyenler, kitle örgütleri, hdk bileşenlerine düşen rol) Sadece Kürtlere mi çağrı? Buradan ortak bir muhalefet örülmesi...
Kampanyamızın sloganı ‘ez li virim’ (buradayım). Aslında KCK anadavası olarak bilinen, Diyarbakır’da yürüyen davadaki bir anekdottan esinlenerek ürettik. Çünkü arkadaşlarımız orada kendi anadillerinde savunma yapmak istiyorlar ama izin verilmiyor. Sadece yoklama sırasında, duruşma başlarken her birinin tek tek ismi okunduğunda Kürtçe buradayım ‘ez li virim’ diyor. Söyleyebildikleri tek cümle bu. Biz ondan esinlenrek ‘buradayız’ dedik. Burada olduğunu göstermek isteyen herekesi de BDP’ye üye olmaya davet ettik. yani tutuklayarak, gözaltına alarak bitirmeye çalıştığınız BDP tam tersine büyüyecektir. Hem de resmi üyeliklerle. Hedefimiz 1 milyon yeni üyeye ulaşmaktır. Mart ayına kadar üç ay içerisinde. Bu hedef bizim açımızdan çok zor değil, 3 milyona yakın oy alan bir partiyiz. Dolayısı ile BDP’li olsun olmasın, bir şekilde bu mücadelenin içerisinde olan herkesi en azından, dayanışma üyeliği çerçevesinde bu dönem zarfında biz BDP’ye üye olmaya davet ediyoruz. Bitirdik dedikleri, tutukladık dedikleri, tasfiye ettik dedikleri BDP’nin aslında bu tip operasyonlarla daha da büyüdüğünü, halkın tepkisinin, refleksinin BDP’yi sahiplenmek şeklinde geliştiğini ortaya koymak istiyoruz bu kampanya ile.
Daha önce Akın Birdal ve Ahmet Türk yetkililerin açıklamalarının ardından saldırıya uğramıştı. Başbakan’ın son dönemlerdeki açıklamaları için siz de ‘herhangi bir saldırıdan bizzat sorumludurlar’ diyorsunuz. Bu açıktan hedef gösterme çizgisi AKP’ye ne kazandırır?
Şunu hesaplıyor Başbakan elindeki medya gücü, yargı gücü, bürokrasi gücü bizi durdurmaya yetmiyor. Bütün bu güçleri sonuna kadar kullanıyor, sınırsız, hukuksuz bir şekilde kullanıyor, ama yetmiyor. Bunun yetersiz olduğunu gördüğü noktalarda bir de sivil faşist çeteleri, ırkçı grupları harekete geçirmek için hedef göstermeleri özellikle böyle dönemlerde tercih ediyorlar. Çünkü şunu hesaplayabiliyorlar, Hrant Dink olayında olduğu gibi; bu şekilde hedef gösterme bir tür faili meçhul cinayettir. Türkiye’deki hukuk işleyişi içinden failini tespit etmenin zor olduğu ya da azmettiricisini tespit etmenin zor olduğu bir cinayet türüdür bunlar. İlle o kişinin öldürülmesi gerekmez, siyasi lince tabi tutulması bile onlar açısından yeterlidir. Dolayısıyla Başbakan herhangi bir kişiyi hedefe koymuşsa, geriye kaln bütün saz arkadaşları; medyada, siyasette kim varsa Başbakan’ın gösterdiği notayı çalmakta hiç tereddür etmiyorlar. Örneğin Sebahat Tuncel bugünlerde hedefte. Köşe yazıları, manşetler, televizyon programları, hedef gösteren manipülatif haberler vesaire tek merkezden yönetiliyor. Başbakan’ın talimatına bakıyor bunlar.
Bir de Hükümet’in son dönemlerde Kürt hareketini işaret ederek dillendirdiği ‘paralel devlet kurmak istiyorlar’ iddiası var. Bu iddiayı nasıl değerlendirirsiniz?
Paralel devlet kuran kendileridir. Biz gerçek devletten vazgeçtik paralelini ne yapacağız. Kürtler sonuçta, Kürdistan Ulus Devleti’nin kendisinden vazgeçtiler. Bunu bir geri adım olarak değerlendirmediler. Ulus devletin kendisi, halkı ezen, halkı yok eden, demokrasiyi, özgürlükleri yok eden bir yapıdır. İdeolojik olarak, felsefik olarak Kürtler bunu tartıştılar ve o organın, mekanizmanın kendisi zaten özgürlüklere aykırıdır. Buradan hareketle gerçek devletten vazgeçtiler. Bunun paralelini, sanalını ne yapacağız. Bizim devlet gibi bir arayışımız yok. Başbakan meseleyi çarpıtarak, toplum örgütlenmeleri dediğimiz, öz örgütlenmeler dediğimiz çalışmaların önüne geçmek istiyorlar. Bu bir paralel devlet değildir. Devlet içerisinde toplumun öz örgütlenmesidir. Devlete karşı devletin yetkilerini azaltan, toplumun özgürlüklerini çoğaltan, devletin aleyhine toplumun hak ve özgürlüklerini büyüten bir örgütlenme modelidir. Sivil bir örgütlenmedir, meşrudur, yasaldır. Bütün demokratik toplumlarda da olması gereken bir mekanizmadır. Aksi takdirde örgütsüz toplumlarda devletin kaba gücü, zoru sınırsız hale dönüşebiliyor. Toplum örgütlenmelidir. Komünler şeklinde, meclisler şeklinde, sivil toplum örgütleri olarak, parti olarak, örgütlenebileceği neresi varsa orada örgütlenmelidir. İdeolojik çerçevede de değil. Kendi sorunlarını çözebileceği bütün sahalarda, alanlarda bu yapıları kurmaldır. Demokratik Toplum örgütlenmesi diyoruz. Bizce bunların hepsinin birleştiği çatı da DTK’dır. Modelin tamamına konfederal örgütlenme sistemi diyoruz. Onlar buna KCK diyorlar. Paralel devlet yapılanması diyorlar. Paralel devlet dediğiniz şey, devletin bütün egemenlik alametlerini veya yetkilerini bir şekilde ele geçiren, kullanan, devlet gibi davranan modellerdir. Devletin içinde başka bir devlet vardır. Doğrudur. Ancak o KCK değildir Fetullah Gülen cemaat örgütlenmesidir. Örneğin; Türkiye Cumhuriyeti resmi Başbakanı Tayyip Erdoğan’dır paralel Başbakan’ı Fetullah Gülen’dir. Örneğin bir Bakan kendi müdürlerini, müsteşarını vs. atarken resmi olarak kendisi imzalar, ama paralel olarak cemaat yetkilisi imzalar. Kimin rektör, kimin kaymakam, kimin vali olacağına aşağı-yukarı cemaat karar verir. Dolayısıyla bütün iradeleri vesayet altındadır. Bütün bu suçlamaları da bize yöneltiyor. İşte, ‘Kandil’den talimat alıyorlar’, ‘İmralı’dan talimat alıyorlar’, ‘iradeleri yok’, ‘sivil siyaset yapamıyorlar’ ... Bunların hepsi kendileriyle ilgilidir aslında. Yani Fetullah Gülen ne derse onu yapıyorlar. Cemaatten icazet almadan adım atamıyorlar. Böylesi iradesiz bir siyaseti yürütürken paralel devlete boyun eğmişler. Öte taraftan çıkmışlar bizim gibi, demokrasi ve özgürlük adına büyük bedeller ödeyen bir hareketi vesayet rejimiyle suçluyorlar.
‘Yeşil Ergenekon’ diye de ifade etmiştiniz daha önce bu yapılanmayı...
Evet tam da budur işte. Ergenekon şu tarihte kurulmuş, şu tarihte bitmiş bir örgütlenme değildir. İttihat Terakki’den bu yana devam eden devlet içerisinde ayrı, paralel bir yapılanma asıl etkili güç asıl etkili iktidar yapılanmasıdır. 1950’den sonra özellikle, ABD’nin güdümünde, NATO’nun kontrolünde oluşturulmuş gladyo güçlerdir. Türkiye’de bu JİTEM çerçevesinde örgütlenmiştir, kontrgerilla olarak örgütlenmiştir, özel harekat harp dairesinde örgütlenmiştir. Devletin bütün birimlerine bunlar yerleştirilmiştir. Sızmıştır falan demiyorum. Gizli-kapaklı yapılmamıştır bu işler. Bu zihniyet bu anlayış hala tasfiye edilmemiştir. 80’li 90’lı yıllarda bu çerçevede çalışıpta, kontrol dışına çıkan güçler veya miyadını dolduran unsurlar tasfiye edilmiştir. Bunların bir kısmı Silivri’ye doldurulmuştur. Geri kalanlar sahadadır, alandadır. ‘Eski Ergenekon’ ile ‘Yeni Ergenekon’ arasında zihniyet olarak bir paralellik söz konusudur. Yenisinin rengi yeşildir sadece. Dini bir ton vermişleridr, kendi ideolojilerinin rengini vermişlerdir sadece. Yoksa bizler, ezilenler açısından eskisiyle hiçbir fark yoktur.
NEDEN ÖCALAN'LA GÖRÜŞMELER ENGELLENİYOR?
Koster arızalı biliyorsunuz. Neredeyse 3.5 aydır tamir edilemedi. Zaman zaman da rüzgar çıkıyor. Biliyorsunuz TC’nin gemileri bir türlü adaya gidemiyor. İletilen gerekçeler bunlar. Dünyanın 17. büyük ekonomisi olacaksınız, 3. büyük ordusu olacaksınız, Suriye’ye, Mısır’a, Libya’ya karşı esip gürleyeceksiniz. Herkese parmak sallayıp, donanmayı üstünüze sürerim diyeceksiniz. Ama yanı başınızdaki bir adaya 3 aydır gidemiyor olacaksınız. Bu utanç verici bir durumdur. Çıkın mertçe deyinki; ‘biz siyasi bir şantaj olarak kullanıyoruz tecriti’. Biz Kürtler üzerinde bir tehdit olarak kullanıyoruz teciriti. Ve bu tecriti bir göz göre göre yapıyoruz, hukuku açıktan çiğniyoruz, deyin. Bu çok daha ahlaki bir tutumdur. Adalet Bakanlığı ve Hükümet’in yaptığı böyle bir ucuz politikadır. Sonuçta Kürt sorunun çözümü, barış süreci Sayın Öcalan’ın katkılarıyla bu noktaya gelmişti. Sürecin ilerlemesine katkıda sunuyordu. Şimdi bu katkı yeniden alınmak isteniyorsa, bunun gereği yapılmak zorundadır. BDP’nin Kürt sorunun bütün alanlarını çözme gücü yoktur. Kiminle savaşıyorsan onunla barışırsın. BDP’nin elinde silah yok. Silah kullanma kararı alan BDP değildir, PKK’dir. Ve onun lideri de Sayın Öcalan’dır. Öcalan’la görüşeceksiniz ve barış süreci ilerleteceksiniz. Biz de bu görüşmelerin sonuç vermesi, barış sürecinin kalıcı hale gelebilmesi için, demokratik anayasal süreci destekleyeceğiz. Biz de BDP olarak Blok olarak buradaki rolümüzü muhataplığımızı oynayacağız. Oylamaya, kandırmaya değil, çözmeye dayalı bir müzakere anlayışı geliştirilmeli.
Erdoğan Suriye’de petrol yok o yüzden mi Avrupa sessiz kalıyor diyor. Peki Türkiye’nin Suriye’ye yapılacak bir müdahaleye can atmasının altında ne yatıyor?
Aslında Suriye AKP Hükümeti’ne ihale edilmiş bir süreçtir. Şimdi Başbakan bu ihalede yalnız kaldığını görüyor. Bir can havliyle ululararası güçlere sesleniyor; gelin beraber müdahale edelim diye. ‘İhaleyi bize bıraktınız çekildiniz’ diyemiyor, ‘orada petrol yok o yüzden mi girmek istemiyorsunuz’, diyor. Oysa hatırlarsınız Sarkozy Libya’ya koştuğunda, ‘sen niye koşuyorsun ben gideceğim’ diye azarlıyordu. Orada petrol vardı, bir rekabet vardı. Suriye kolay bir lokma değil. Esad rejimi de Kaddafi’ye benzemez, Mübarek’e benzemez. Suriye Bölge açısından sıradan bir ülke değil, Muz Cumhuriyeti değil. İran’dan Çin’e kadar uzanan doğu sınırında bir hat var. Bu tarafta, Filistin, Hizbullah, İsrail’e kadar uzanan bir hat var. Bütün bu hattın karşılaştığı noktadır Suriye. Bu hat üzerindeki bütün dengeleri etkiler Suriye rejimin değişmesi. Orada halkları destekleyen, onların elini güçlendiren bir politka izlenmeliydi. Esad rejimi de buradan sıkıştırılmalıydı. Yoksa AKP emperyallerin verdiği bir rolü oynamaya çalışıyor. Ama bunun altından kalkamaz.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.