DAVUTOĞLU: HALK PKK'YA BEKLEDİĞİ DESTEĞİ VERMEDİ
Başbakan Davutoğlu, PKK’ya karşı mücadelede en önemli adımın, bölge halkının örgüte beklediği desteği vermemesi olduğunu söyledi.
28 Eylül 2015 Pazartesi 10:09
Gazetecilerin Davutoğlu'na soruları ve Başbakan'ın yanıtları şöyle:
Almanya Başbakanı Angela Merkel ile görüşmenizde mülteciler konusu, Almanya’nın mülteci alıp almayacağı, Türkiye’ye yapılacak yardım gibi konular görüşüldü mü?
Temelde mülteciler konusunu ele aldık, Suriye konusu nasıl çözülür, bunu konuştuk, terör olaylarını konuştuk. Türkiye ve Almanya’nın mülteciler konusunda bir çalışma grubu kurması kararını aldık. Önce ikili bir yapı kuracağız daha sonra gerekirse Yunanistan’ı da içine alacağız. Çipras 3-4 gün önce beni aradı, mülteciler konusunu istişare etmek istediğini söyledi. Bugün vardığımız nokta, Türkiye ile Almanya arasında ortak çalışma grubu kurulması. Bizim daha önce Merkel ile yaptığımız telefon görüşmesinde Türkiye, ABD, AB üçlü bir yapı kuralım diyorduk. Şu an Almanya ve Türkiye bu adımı atıyor.
"Hem hava saldırıları hem DEAŞ saldırıları önlenmeli"
İyi olan taraf şu; biz yıllardır, Suriye krizinin yol açabileceği insani krizlere dikkat çekmek istiyorduk, uluslararası toplum minderden kaçıyordu, bu işi Türkiye’nin üzerine yıkmıştı. Bu gelişmelerden sonra meselenin Türkiye ile sınırlı kalmayacağı görüldü, bu külfetin paylaşılması konusu öne çıktı. Türkiye'nin yaptığı fedâkarlıkların boyutu anlaşıldı. Bunları Merkel’e söyledim. Üç ayaklı strateji olması gerekiyor.
Yeni mülteci dalgalarına nasıl engel oluruz. Bugün gelinen noktada artık daha çok lider yeni mülteci dalgalarının olmaması için Suriye’de güvenli bölge oluşturulması noktasına geldi. Hava saldırıları ve DEAŞ’ın gelmesi mülteci sorununu arttırdı. Öyle olmalı ki hem hava saldırıları hem de DEAŞ saldırıları önlenmeli.
"Bu sürecin iyi tarafı, duyarlılık oluştu"
Bir de var olan mültecileri nasıl yöneteceğiz. Geçen bir vesileyle Avrupalılarla konuştuğumuzda şunu anlattım; Bir yüzyılda bir siyasi merkez diğer çevreyi idare etmişse, bir yüz yıl sonra o çevre merkeze doğru akıyor. Roma'da bu merkeze akışı görüyoruz. Bizde Osmanlı'da da durum böyleydi. Balkanlardaki hakimiyetin sonrasında bakıyoruz, Balkanlar'dan İstanbul’a akıyor, öte yandan Arap dünyası İstanbul'a doğru akıyor. Avrupa’nın sömürge hakimiyetleri sonrasında zaten bir akış vardı, Pakistanlıların İngiltere'ye, Senegallilerin Fransa'ya akışı. Mülteciler sorunu insani dram haline dönüşünce insanlar nerede rahat bulabileceklerse oraya akıyorlar. Türkiye’ye gelen mülteciler bir müddet kalıp ülkelerine dönmeyi düşünüyorlardı. Fakat geri dönme şartları uzayınca, mülteciler Avrupa’ya giderek yeni bir hayat kurmaya yöneldiler. Bu sürecin iyi tarafı; duyarlılık oluştu, bu artık sadece Türkiye'nin meselesi değil bütün dünyanın meselesi oldu. Olumsuz tarafı ise öylesine sorunlar yumağı ile karşı karşıyayız ki, tek bir çözümü yok bu meselelerin.
"Toplama kampı olmayacağını söyledik"
Maddi taahhüt konusunda bir gelişme var mı?
AB’den gelen 1 milyar avro'luk bir yardım teklifi oldu. Katılım öncesi mali destek fonları var, o fonlardan verelim diyorlar. Bunu kabul etmek istemiyoruz, bize katılım sürecinde zaten kendisini geliştirmek için verilecek olan parayı yardım gibi sunuyorlar.
100'er bin kişilik 3 şehir önerisi
Biz Avrupa'ya Türkiye’de toplama kampı olmayacağını da söyledik. Bizde şu kapasite var; konteyner kent şeklinde, hatta daha kalıcı bir şekilde Cerablus/Azez arası boşalsa yüzer bin kişilik üç şehir kurabiliriz. Biz bunu Van depreminde kurduk. Maliyetini siz (AB) üstleneceksiniz, inşasını biz yapacağız. Türkiye’de toplama kampları gibi bir şeyi kabul etmeyiz. Bu insani de değil.
"Yaptıklarımız bir destan gibi aktarılacak"
Aslına bakarsanız, bunu gururla söyleyelim; bizim milletimiz çok büyük bir millet. İki milyon mülteciyi tek bir büyük tepki olmadan ağırlıyoruz. Avrupalılar şimdi şimdi fark ediyorlar bunun önemini, daha yeni anlıyorlar 3-5 sene geçmiş aradan. Yaptıklarımız bir destan gibi, nesilden nesile aktarılacak bir fedakârlık örneğidir. Edirne'de protesto yürüyüşü yapan Suriyelilerin temsilcileri ile görüştüm. Onlardan biri şunları söyledi, ‘Nasıl Türkiye’ye karşı olabilirim ki, 29 Mayıs hastanesine götürdük hamile eşimi, bütün bakımını yaptılar, doğumu gerçekleştirdiler, bir de taksi tutup, parasını verip bizi eve gönderdiler.’ Mülteciler krizi Türkiye’nin vazgeçilemez bir ülke olduğunu bütün dünyaya bir kez daha göstermiş oldu.
DEAŞ ve rejim tehdidinden arındırılmış güvenli bölge çok önemli. Bu konuda bazı Batılı liderlerde Srebrenitza tramvası var, bunu gündeme getiriyorlar. ‘Ya Srebrenitza gibi olursa ve biz burayı koruyamazsak’ diyorlar. Ben de bu korkuyla bu kadar insanı ölüme mi terk edeceğiz diyorum.
"Pozisyonumuz üç aşamadan geçti"
Rusya’nın Suriye’deki tutumu malumi. Türkiye'nin tutumunda bir değişiklik var mı?
Bizim Esad ile ilgili pozisyonumuz üç aşamadan geçti. Aceleci şekilde ‘Esad gitsin’ demedik. 2011 yılında Esad’lı kalıcı formül için çok çalıştık. O zaman Batılılar Esad'ı dışlarken ben gidip 7 saat bir reformlar silsilesi yapın, biz de sizi destekleriz dedik. 2011 Şubat’tan 2011 Eylül’üne kadar, Esad’ı reforma teşvik ederek Suriye krizini çözmeye çalıştık. 2011 Eylül’ünden 2012 Temmuz’una kadar, Esad geçiş sürecinde bulunsun, Esad’ın ve muhalefetin onayladıkları kişiler geçiş sürecini yönetsin formülü üzerinde durduk. Bir geçiş süreci tanımlayalım, o dönemde Esad geçiş sürecinde kalsın, geçiş süreci tamamlanınca Esad bıraksın. Bunu ilgili ülkelerle konuştuk. Böyle dedik. Ama 2012’den sonra hava saldırıları ve kimyasal silah kullanımı başlayınca, çok büyük bir göç dalgası oluşunca, Suriyelilerin Esad’ı kabullenmeyecekleri anlaşıldı. Biz Esad’lı bir çözümün yürümeyeceğini söyledik.
"Esad Suriye’nin sadece yüzde 14’ünü kontrol ediyor"
Bugün Esad Suriye’nin sadece yüzde 14’ünü kontrol ediyor. İçerdeki 7-8 milyon yerinden edilmiş ve dışardaki 5 milyon mülteci ve Suriyelilerin büyük bölümü Esad’dan nefret ediyor. Onun içerisinde olduğu bir süreci kabul etmiyor. Suriyelilerin kabul ettiği her şeyi biz kabul ederiz ama Suriyelilerin Esad’lı bir formülü kabul etmeleri mümkün değil. Biz bu aşamalardan geçerek Esad’lı bir çözümün yürümeyeceğine karar verdik ve şu anda da kanaatimizi koruyoruz. Esad'ın kalması Suriye'de krizi derinleştiriyor ve DEAŞ’a alan açıyor. DEAŞ gibi örgütler, muhalefetin girmesi gereken alanı dolduruyor. DEAŞ mevcudiyeti Esad’a Esad'ın varlığı DEAŞ'a yarıyor, birbirini takviye ediyor ve meşruiyet kazandırıyor.
"Rusya'nın desteği kaygı verici"
Rusya’nın Esad yönetimini desteklemek üzere hava gücü kurması, başka destekler vermesi gerçekten kaygı verici. Bunu Ruslarla konuşuyoruz.
Bunun artık tarafların farklı ülkelerin tarafları desteklediği bir savaş olmaktan çıkıp uluslararası sorun olarak algılanması gerekiyor, çünkü herkes bundan zarar görüyor, herkes terör ve mülteci sorunuyla muhatap oluyor. Hepimizin ortak çıkarı burada, artan terörün sona ermesinde ve mülteci sorununun çözülmesinde. Esad’ın kalışı terörü ve mülteci sorunlarını çözer mi, hayır. Peki ne çözer? Tarafların üzerinde mutabık kaldığı bir geçiş yönetimi oluşması ve ardından demokratik, çoğulcu sivil bir yönetimin iş başına gelmesi şart. Çoğulcu bir Suriye yönetiminin oluşması şart. Esad Küçük Suriye’yi kontrol edeyim diyor. İdlib ve Halep’e yapılan saldırılar sebebiyle Sünni nüfus Esad'ın kurmayı planladığı Nusayri bölgesine kaçtı yani Esad'ın kendi planı çöktü.
Şu an bir kilitlenme hali var. Geçiş yönetiminde Esad’ın işbaşında olmasının geçiş yönetimini geçiş yönetimi olmaktan çıkartacağı kanaatindeyiz. Bu durum kalıcı bir statüko oluşturur kanaatindeyiz. Bu konuda kanaatimiz değişmedi.
"Esad’ın gitmesi gerektiğini ABD’liler söylüyor"
ABD’liler ne düşünüyor? Esad'ın kalmasını istiyorlar mı?
İlginç bir şey, Esad ile reform yapalım dediğimiz günlerde ABD Esad’ı tümüyle reddediyordu, son gittiğimde iki haftalık süre istedik, Esad’ı hemen gayrimeşru ilan etmeyin diye. İki hafta çok, bir hafta bekleriz dediler. Esad’sız formülü gündeme getirdiler. DEAŞ ortaya çıktıktan sonra, ABD'de Esad’ı da bu mücadelede kullanabilir miyiz kanaatinin yaygınlaştığını gördük ama bir kötülük başka kötülükle izale edilemez. Esad’ın bir suçlu olduğunu ve gitmesi gerektiğini ABD’liler söylüyor. 2011 yılında birkaç ayda çözülecek bir sorun iken eğer Türkiye'nin çabalarına destek verilseydi, 2012 yılında bir yılda çözülebilecek bir sorun haline geldi. Şimdi ise Türkiye’nin çabalarına vaktinde destek vermemeleri yüzünden tüm boyutları ile çözülmesi çok daha uzun süreceği görülüyor. Tamamen çözülmüş bir sosyal ve siyasi dokudan bahsediyoruz.
"AK Parti hükümeti geçiciymiş gibi düşündüler"
PYD konusunda Türkiye, ABD ile farklı mı düşünüyor?
Burada da bir süreç var. Çözüm süreci devam ederken, 2013 yılında Salih Müslüm Türkiye’ye geldi. O günlerde PYD’nin belli şartlarla Suriye muhalefetine katılması için çok gayret ettik. Yani Suriye rejimiyle ilişkinizi kesin, Suriye muhalefetine katılın, Türkiye’yi rahatsız edecek işler yapmayın. İlk anda yaklaşımları olumluydu. Fakat PYD Gezi olayları başlayınca sanki AK Parti hükümeti geçiciymiş gibi düşündü. Bir de kimyasal silah kullanmasına rağmen rejimin cezalandırılmaması yüzünden Suriye rejiminin de kalıcı olduğunu düşündü, bu da Türkiye ile aralarının açılmasına yol açtı. Terör saldırılarından sonra bizim için tablo açık bir şekilde değişti. PYD nihai kertede silahlı gücünü ve insan unsurunu Kandil’den alıyor, aralarında bir irtibat var. Bu açık bir irtibat, Kürt siyasi hareketi anlamında Barzani ile rekabet halinde, bir kuşak oluşturma gayreti var.
"Algı operasyonuna son verdik"
Biz 23 Temmuz'da aldığımız operasyon kararıyla bir oyunu bozduk, AK Parti ile DEAŞ’ı aynılaştırma algı operasyonuna son verdik. Koalisyonla birlikte DEAŞ'a karşı doğrudan operasyona girdik. DEAŞ ile PKK’ya aynı anda operasyon yaparak, uluslararası alanda PKK’nın meşrulaştırılmasını engelledik. Bu noktada PYD'nin tavrı değişene kadar PYD'yi de PKK'yla aynı çizgide görürüz.
ABD’lilerin ilkesel bir tavır almasını bekleriz DEAŞ’a karşı. Nasıl El Nusra da çarpışıyor, bu durum El Nusra’yı meşru kılıyor mu, DEAŞ ile savaşmak PYD’yi meşru kılmaz. PYD'nin PKK ile ilişkisi devam ediyor. Süleymaniye’den Lazkiye’ye kadar olan hatta bütün dengeler iç içe geçmiş durumda. Öncelikle biz Türkiye'nin çıkarlarını koruyacağız. Türkiye dışında da Kürtleri PKK’nın insafına terk etmeyeceğiz. Bu kuşakta etnik ve mezhebi çatışmaları minimize edip Türkiye'nin önündeki riskleri azaltmaya çalışacağız.
"DEAŞ'ı da istemiyoruz, rejimi de"
Güvenli bölge konusunda hangi aşamadayız?
Güvenli bölge konusu önemli. Güvenli bölgenin kurulmasının tek yolu Özgür Suriye Ordusu’nun ılımlı unsurların güçlendirilmesi, takviye edilmesi. Bunun için yoğun bir çaba var. Dikkat ederseniz DEAŞ daha önce bizim sınır hattımızda saldırı kapasitelerini artırmışlardı. Şimdi onlar püskürtüldü, Marea-Hercele hattının doğusuna itildi. Şimdi Cerablus-Azez hattında DEAŞ güneye doğru da püskürtülürse ki asıl hedef odur. Biz, sınırlarımızda DEAŞ'ı da görmek istemiyoruz, Suriye rejimini de.
"Kürtlerin PKK ile irtibatlı olmasını kabul etmeyiz"
Suriyeli Kürtlerle bir problemimiz yok. Suriyeli Kürtler Iraklı Kürtler gibi Türkiye’nin gerektiğinde her türlü merhametine yardımına mazhar olan akraba topluluklardır. Bu anlamda Türkmenlerden farkları yok. Fakat Kürtlerin PKK ile irtibatlı olmasını da kabul etmeyiz. Irak anayasasında meşru bir pozisyona sahip olan Barzani ve KDP ile işbirliği yapmaya devam ederiz, Türkiye’ye müzahir Arap, Kürt, Türkmen unsurlara elimizden gelen desteği yaparız. Suriyeli veya Iraklı Kürtleri tehdit olarak görmeyiz ama bu son gelişmelerden sonra rejim bağlantılı bütün unsurlar, PKK-PYD unsurları Türkiye için tehdittir.
"PKK-PYD arasında fark yok"
PKK ve PYD ayrışabilir mi?
Bunu şimdi mümkün görmüyorum. PYD insan kaynağını PKK'dan alıyor. Eğer 2013 Mayısı’nda söz verdikleri gibi PKK unsurları sınır dışına çıkarsa ve silahı tümüyle devre dışına bırakırlarsa tablo değişir PYD ile ilgili. Yoksa şu an insan kaynağı ve mühimmat itibariyle PKK ve PYD'nin ayrıştırılabileceği bir durum yok.
"BM'nin çarkının dönmesi zorlaşıyor"
Merkeli samimi buldunuz mu?
Mülteciler konusunda son dönemki duyarlılık sebebiyle samimi buluyorum. Mülteciler konusunun nasıl çözüleceği konusunda bir arayış var. BM'de 5 daimi üyenin anlaşamaması sebebiyle bir sorun var ama BM Mülteciler Yüksek Komiserliği de çok ciddi bir çaba içinde. Antonio Guterres elinden geleni yapmaya çalışıyor. BM nihayetinde ülkelerin kurduğu bir örgüt, o 5 ülke bir pozisyon belirlemedikçe BM'nin çarkının dönmesi zorlaşıyor. Türkiye ile mülteciler konusunda dayanışma göstermeyen uluslararası toplumla alakalı sıkıntılar var ve bunu BM'deki konuşmamda dile getireceğim. Özel bir çağrıda bulunacağım.
"4 hedef vardı, ulaştık"
Bir konuşmanızda, 'Terörün belini kırdık' dediniz. Bunu biraz açar mısınız?
23 Temmuz itibarı ile teröre karşı başlattığımız huzur ve demokrasi operasyonlarında çok ciddi mesafeler alındı. Üç örgüte karşı; DHKP-C, PKK, DEAŞ’a karşı operasyona başladık. PKK’ya karşı yürütülen mücadelede dört hedef vardı: Bir kuzey Irak’taki kamplar, iki şehirde terörize edilmiş topluluklar, üç şehir çevrelerinde mezarlıkların etrafında illegal yapılar, dördüncüsü kırsal kesimdeki terörist unsurlar. Önce Kuzey Irak’taki kampları hedef aldık, uzun süre lojistik koridorlar tahrip edildi. İçeride yürütülecek mücadelenin alt yapısı hazırlandı. İçeride kritik yerlerde operasyonlar yapıldı, kendilerince şehir gerillaları olarak nitelendirdiklerinin etkisi minimuma indi. İkincisi şehir etrafında yapılan mezarlık diyor, yanına da cemevi yapmış, Varto’da o güya mezarlık için yapılan yerlerde her türlü silah yakalandı, bir de kaçırılan rehine çocuk kurtarıldı. Bu yapılanmaların hepsi teker teker yıkılacak. Kırsal operasyonlar sonunda birçok yerde örneğin Ağrı’da çok ciddi sonuçlar elde edildi. Ben Yüksekova’ya onun için gittim, askerlerle birlikte olmak için. 23 Temmuz’da bana verilen brifingde tayin edilen hedeflere ulaştık.
"Şehirle irtibatlarını koparttık"
Kandil, kırsal kesim, mezarlıklar adı altındaki yapılar vs. ile şehir arasındaki irtibatları koparttık. Diyarbakır’dan kaçırılan bir grup gencin Kandil’e ulaşması mümkün değil artık. Kandil’de eğitilip Türkiye’ye gelmesi de mümkün değil. Geçenlerde PKK’lıların artık insan kaynağı bulamıyoruz diye yakınmaları boşuna değil. Kırsal kesimde terör unsurları sivil kıyafet giyip şehre eylemlere gidiyordu, Varto'da öyle oldu mesela. Şimdi o aradaki geçişkenlikleri, irtibatları kırıldı.
"Halk harekete geçmedi, destek verdi"
Ama en önemlisi ve PKK'yı en fazla şaşırtan şey, halk harekete geçmedi. Terör örgütü bekledi ki halk kendilerine destek olacak, kitlesel destek verecek. Aksine halk bu operasyonlara hem açık bir şekilde, hem de zımni olarak susarak destek verdi. Bizim için en önemli gösterge bu. Sokağa çıkması için kitleleri tahrik ediyorlardı fakat birkaç yüz kişi dışında sokağa çıkan olmadı. Bu operasyonun sivil tarafı açısından en önemli göstergeydi.
Ben güvenlik görevlilerine şu üç talimatı veriyordum; sivil halka zarar gelmeyecek, kendinizi koruyan tedbirler alacaksınız, bir de teröristleri tasfiye edeceksiniz, yani başladığınız işi, operasyonu yarım bırakmayacaksınız. Şu ana kadar PKK’lıların saldırıları sonucu olanların dışında hiç sivil kayıp olmadı hamdolsun.
"PKK'nın beli kırıldı, entegre saldırı yok"
Diyarbakır’da Ulu Camii’de bayram namazında birkaç bin kişi geçti önümden, musâfaha ederek, onlarcası eğilip kulağıma dediler ki, ‘Allah razı olsun, Allah devlete millete zeval vermesin, devam edin, Allah yardımcınız olsun.’ Atmosfer bu. Halk PKK'nın baskısından muzdarip. Halk operasyonlara destek verdi. PKK'nın beli kırıldı bu sebepten. Bunlar tek tek fevri hamleler yapıyorlar. Entegre bir saldırı yok.
"Kısa vadeli vaatleri de öne çıkartacağız"
Seçim beyannamesinde terörle mücadele dışında gündeminiz neler? Yeni vaatler var mı?
Mesele sadece bir şeyi engellemek değil. Türkiye’yi parlak geleceğe taşımak. Seçim strateji grubu oluşturduk, yeni beyanname yazımı için gayret gösteren bir grup. 7 Haziran öncesinde en önemli beklentimiz şuydu: 4 yıl aralıksız seçimsiz bir dönem görecektik. 2019’a kadar seçim yoktu. Bu kemiksiz dört yıl. Seçim haliyle her şeyi etkiliyor. Maalesef dört yıllık dönem olmadı. Olmuş olsaydı, çok ciddi bir reform fırsatı olarak görüyorduk.
Yeni seçime giderken uzun vadeli reformlar olmakla birlikte daha kısa vadeli vaatleri de öne çıkartacağız. Halkın Türkiye’nin ekonomisine güvenini yeniden ihdas etmemiz lazım. Gençlere, kadınlara dönük, ciddi çalışmalar yaptık. Yeni seçim beyannamesini 4 Ekim’de açıklayacağız. Bir reform ayağı var, bir geniş kitlelerle ilgili vaatler var, mega projeler var. Başlamış ve yürütülen projeler ve yeni projeler...
"Sadece AK Parti'li formüller söz konusu"
Sağlıkta hastane kapasiteleri ağırlıklı olarak değil de daha çok nitelik artırımı söz konusu olacak. AR-GE çalışmaları artacak. Niteliksel bir dönüşme geçirme söz konusu olacak. Hacmi artırmaktan ziyade içini doldurmayı hedefliyoruz. Kurlardaki olumsuz yöndeki değişim, Türkiye’nin ihracatını pozitif etkiliyor ama kişi başına gelir mukayeselerinde geriye gidiş anlamına gelebilir bu. Bütün bunları tekrar bir dengeye oturtma çabası var.
Muhalefetten bizim farkımız; biz 2 Kasım’ı düşünürüz. Tıpkı 7 Haziran’da 8 Haziran’ı düşündüğümüz gibi. 7 Haziran genel seçimleri sonrasında oluşan tablo şu: Ne olursa olsun AK Parti iktidarı dışında bir denklem olmayacak. Sadece AK Parti'li formüller söz konusu. Negatif söylemlerle netice alınabilir ama bu negatif söylemler üzerinden bir hükümet oluşturulamıyor, bu görüldü.
"En önemlisi istihdam artışını sağlamak"
Emeklilerle ilgili olarak vaadiniz var mı?
Emeklilerle ilgili aslında ciddi şeyler yaptık. Bunun devamını getireceğiz. Biz gelir adaletini sağlama adına ciddi adımlar attık. OECD'ye göre gelir adaletini en fazla iyileştiren iki ülkeden birisiyiz. Zenginleştikçe standartlar ve beklentiler yükseliyor. Sosyal yardımlarda standartları o kadar yükselttik ki beklentiler de bununla doğru orantılı olarak çok yükseldi. Bizim şu an en fazla üzerinde durduğumuz konu istihdam artışını sağlamak.
Kılıçdaroğlu Türkiye’nin mülteciler konusunda doğru yaptığını söyledi.
Günaydın deriz ona.
"AK Parti'de gruplaşmalara müsaade etmem"
Kongre ve MKYK sürecinde sizinle Sayın Cumhurbaşkanı arasında bir problem varmış algısı oluştu.
Muhalefet partilerinin bütün dikkatini benimle Cumhurbaşkanımız üzerine yoğunlaştırmaları, bütün enerjilerini ihtilaf olur mu meselesine ayırmaları muhalefet açısından bir acziyet göstergesidir. Kendi işlerine bakmalı muhalefet. MKYK, MYK ve aday listelerinin belirlenmesi süreçleri doğal seyrinde gelişti. Ben AK Parti'nin tamamını bir ekip bilinci içerisinde yönetiyorum. AK Parti'de gruplaşmalara müsaade etmem. Üç dönemlik milletvekillerinin de katılmasıyla devlet adamı havuzunun daha zengin hale gelmesi sağlandı.
"Hiçbir anket % 43'ün altında değil"
7 Kasım seçim sonuçlarına göre seçmen tercihlerinde değişim var mı? Anketlerden ne gibi rakamlar geliyor?
Anketlerde AK Parti'den kayan oyların geri döndüğüne dair işaretler var. Değişik anketler var. Hiçbirisi yüzde 43’ün altında değil, yüzde 44 olan var… Yani trend değişmeye başladı. Mesele oy oranı değil de, Meclis’e 4 partinin girmiş olması. Geçmişte daha az oy oranı ile daha fazla milletvekili çıkartılıyordu. Şu anda daha olumlu bir trend var. Gelen her anket sonucu, bir öncekinden daha iyi bizim açımızdan.
"İnsanlık borcunu ödemiş olacak demiştim"
Davutoğlu ayrıca Filistin bayrağının BM'de çekilecek olmasını da hatırlattı. Başbakan'a göre, zirvede bu yılın en önemli gelişmelerinden biri bu. Davutoğlu konuyla ilgili, "Kasım 2012’de üye olmayan gözlemci devlet statüsü ile kabul edildiği zaman BM Genel Kurulu'nda iki dışişleri bakanı vardı, ben ve Kanada dışişleri bakanı söz aldık. Ben ‘Filistin Devleti tanınmalıdır’ dedim, Kanada Dışişleri Bakanı ‘Tanınmamalıdır’ dedi. Sayın Abbas, hep bunu söyler, bugün de tekrarladı; ‘Orada bir tek siz vardınız ve bize destek verdiniz’ dedi. Ben o gün yaptığım konuşmada ‘İnşallah birgün hepimiz BM önünde Filistin bayrağının dalgalandığını göreceğiz, o gün insanlık borcunu ödemiş olacak’ demiştim, İnşallah, Çarşamba günü birlikte bayrağı çekeceğiz" dedi. (Al Jazeera)
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.