22 Kasım 2024
  • İstanbul7°C
  • Diyarbakır5°C
  • Ankara10°C
  • İzmir17°C
  • Berlin2°C

DAİŞ, REFERANDUM VE 'MAKUS TALİHİ'Nİ YENEN KÜRDİSTAN GERÇEKLİĞİ...

Güney Kürdistan’daki bağımsızlık referandumu girişimi, bölge ve uluslararası açıdan ne anlam taşıyor?

DAİŞ, Referandum ve 'Makus Talihi'ni yenen Kürdistan gerçekliği...

15 Temmuz 2014 Salı 11:00

Yazının bir makale sınırlarını aşacak şekilde uzadığının farkındayım. Ama gerek içeriğinin güncelliği ve gerekse tabloya bütünlüklü bir analiz temelinde yeni bir bakış açısı geliştirmeye çalışmanın gerekliliği, uzun bir makaleye yol açtı. Bu anlamda okuyucunun sabırla okuması dileğiyle, peşinen teşekkür ediyorum.

DAİŞ’in(IŞİD-Irak ve Şam İslam Devleti) Musul’u ele geçirmesi, bütün parametreleriyle analize tabii tutulmalı ve siyasal tespit ve önermeler de bu tablonun bütünlüğü dikkate alınarak yapılmalıdır. Peki neydi olan biten? Kimler ve hangi etmenler bu sonuca yol açtı? Bundan sonrası için nasıl bir tablo oluşabilir? Güney Kürdistan’daki bağımsızlık referandumu girişimi, bölge ve uluslararası açıdan ne anlam taşıyor?

Aslında belki de ‘’alan da memnun, satan da’’ diyebileceğimiz bir durum söz konusudur. DAİŞ’in Musul’u ele geçirmesi ve Bağdat’a dayanmasının , DAİŞ’in gece düşünüp, sabah uygulamaya koyduğu bir hamle olmadığı açıktır. Kürdistan Bölge Başkanı Sayın Mesud Barzani, 6 ay öncesinden Maliki’yi , ABD ve İngiltere’yi bu konularda uyardıklarını açıkladı. Bir kaç aylık bir planlama ve hazırlık olmaksızın, böylesi bir saldırının yapılması mümkün değildir.

DAİŞ’in Suudi Arabistan, Katar, Türkiye vd. bazı devletlerle olan ilişkileri biliniyor. Böylesi bir saldırının bu devletlerle birlikte planlandığını, organize edildiğini ya da en azından planlamaya katılmasa da, bazılarının bundan haberdar olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. ABD’nin özellikle Suudi Arabistan ile olan ilişki boyutları da bilindiği için, ABD’ye rağmen böylesi bir ciddi organizasyonun geliştirilmesi epey zor. Bu anlamda, G. Kürdistan Yönetimi tarafından da bilindiği açıklanan bu hazırlık ve planlamaların CIA, ABD ve hatta İran, Esad ve Maliki Yönetimi tarafından en azından istihbarati biligi boyutunda bile olsa, bilinmediğini düşünmek, ancak ve ancak apolitik bir değerlendirme olur. ABD de İran, Esad ve Maliki Yönetimi de madem ki ‘’DAİŞ saldırısına karşı olduklarını’’ söylüyorlar, pekî DAİŞ’in bu hamlesini boşa çıkarmak için neden, önceden herhangi bir tedbir almadılar?

Maliki Yönetimi, Musul’u terk edip kaçan askeri yetkilileri suçlayarak, bunların yargılanacağını söyledi. DAİŞ’in bu hamleyi eski Baasçılarla birlikte organize ettiği açığa çıktı. Maliki’nin bugüne kadar Irak ordusunda bir çok önemli mevkiye , belki de Kürt düşmanlığı histerisinden dolayı, eski Baasçı subayları getirdiği de bilinen bir durumdur. Musul, Tikrit ve Sunni Arapların yoğun oldukları şehirlerin eskiden Baas’ın merkezi olduğu biliniyor. Baas’ın halen de bu bölgelerdeki Irak ordusu içinde önemli bir gücünün olduğu, defalarca değişik kesimlerce dile getirilmiştir. DAİŞ’in saldırısı karşısında Irak ordusunun neredeyse hiçbir direniş göstermeden şehri terk etmesi, aslında bu bölgedeki Irak ordusu içindeki eski Baasçılar ve bölgedeki Sunni Aşiretlerle daha öncesinden bir anlaşma, bir koordinasyon olduğunun işareti olarak yorumlanabilir. Belki Maliki Yönetimi, bu boyutta kolay bir çözülmeyi tahmin edememiş olabilir. Ama, bence sonuçta Maliki bunu biliyordu. Maliki’nin saldırıya herhangi bir tedbir almamasının iki nedeni olabilir. Birincisi, Maliki mevcut gücünü göz önünde bulundurarak böylesi bir saldırıya karşı koyamayacağını gördü ve tüm gücünü Bağdat ve Güney Irak’ı savunmak üzere geri çekti ve bu nedenle DAİŞ’in Musul’u ele geçirmesine göz yumdu ya da kabullenmek zorunda kaldı. İkincisi ise, aslında kontrol umudunu da yitirdiği Sunni bölgelerinin bir kaos ortamı olarak kalmasını isteyerek, buraları kaybetmeyi de göze aldığı, böylesi bir sonuca müdahale etmediği ihtimalidir. Oluşan bu tablo sadece Irak ordusu içindeki Baasçıların ‘’kaçışları’’ ile izah edilemez. Maliki’nin de bizzat kendisine bağlı komutanlara çatışmadan bu bölgeleri terk etmeleri emrini verdiği ihtimali yüksek. Üstelik Maliki’nin Musul’un düşmesiyle birlikte, Kürdistan Bölge Yönetimi dışında kalan G.Kürdistan topraklarının mümkünse çatışma alanı haline getirilmesi olasılığını da kendi çıkarına görerek bu durumumdan da kendince yararlanma siyasetini izlemiş olma ihtimali de göz ardı edilmemelidir. Peki Maliki neden böylesi bir tutuma yöneldi?

Son iki yıldır, Maliki’nin ‘’Saddam’ın Şii versiyonu’’ olmaya çalıştığı görülmekteydi. Maliki güçlendikçe, bırakalım 140. Maddeyi yürürlüğe koymayı, Kürdistan Bölgesi’nin anayasal hukukunu bile hiçe sayıp, oradaki kazanımları adım adım işlevsizleştirmeye çalıştığı görülüyordu. Aynı şekilde, Sunni bölgede de mezhep düşmanlığı temelinde, tüm hak ve özgürlüklerin reddedildiği, baskı ve zorbalıkla buradaki halkın canından bezdirildiği bir süreç yaşandı. Bu durum hem Kürtler’de, hem de Sunniler’de ciddi bir tepki ve direnişe yol açtı. Maliki baskı, tehdit ve ekonomik ablukayla her iki kesimi de esir alamayacağını gördü.

Gerek son Irak seçimlerinden önce, gerekse sonrasında , Kürtler’in de Sunniler’in de Maliki ile hiçbir şekilde Koalisyona girmeyeceklerini ilan etmeleri, bugünkü sürecin belki de en önemli tetikleyici faktörlerinden birisi oldu. Sayın Barzani, ‘’Maliki Başbakanlığı’nı bize dayatırsa, Referanduma gideriz ‘’ dedi. Sunniler de Maliki’yi kesinlikle kabul etmeyeceklerini deklere etmişlerdi. Maliki kendisinin içinde olacağı bir çözümün artık mümkün olmadığını anladı. Bunun için de, istikrarsızlık yaratacak, Kürt ve Sunnileri karşı karşıya getirecek ve gerekirse de ‘’umutsuz vakaa’’ olarak görmeye başladığı Sunni ve Kürdistan bölgelerinin ‘’belasından kendisini kurtaracak’’ bir ortama göz yumdu. Maliki açısından, Bağdat’ı ve Şii bölgelerini korumak kaydıyla, Sunni ve Kürdistan bölgeleri için ‘’bana yar olmuyorsa, batsın gitsin’’ yaklaşımının öne çıktığını söylemek mümkün. Bu nedenle de , bugünkü tablonun oluşumuna zımnen de olsa sessiz kaldı. Bu ‘’göz yumma’’ siyasetinin İran’dan bağımsız kurgulandığı düşünülemez. Ama İran ayrı bir ajandaya sahiptir.Bir yandan bölgede güçlü bir Şii gücü oluşturmaya çalışırken, diğer taraftan da, B planı olarak, bu siyasetini zarara uğratabilecek faktörlerin yenilgileri kaçınılmazsa, bunun yerine yeni bir yol haritası oluşturmaya çalıştığına dair sinyaller vermeye başladı.

İran’ın bu tutumunun ilk belirtilerinin de son dönemlerde ABD-İran arasında geliştirilmeye çalışılan yeni bir ‘’normalleşme’’ süreci olduğunu söylemek aykırı bir tahmin olmayacaktır. Hatta bu yorumu biraz daha ileriye götürürsek, ABD ve İran’ın doğrudan birlikte oluşturdukları bir senaryo olarak değil de, herkesin kendi cephesinden zeminini hazırladığı Malikisiz 3 devletli ‘’Federatif ya da Konfederatif Irak’’ ile Esadsız 3 devletli ‘’Federatif Suriye’’nin ilk provaları olarak da değerlendirilebilir. Bağımsız Kürdistan bu senaryoda görünmüyor.

Devamı için...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.