22 Kasım 2024
  • İstanbul15°C
  • Diyarbakır14°C
  • Ankara13°C
  • İzmir20°C
  • Berlin3°C

BURKAY: SİLAHLAR ÖZGÜRLEŞMEYE ENGELDİR

31 yıl sonra Türkiye'ye dönüş yolundaki Kemal Burkay "Silahlar var oldukça Kürt toplumunun demokratikleşmesi güçtür" diye konuşuyor.

Burkay: Silahlar özgürleşmeye engeldir

30 Temmuz 2011 Cumartesi 19:32

31 yıl sonra Türkiye'ye dönüş yolundaki Kemal Burkay "Silahlar var oldukça Kürt toplumunun demokratikleşmesi güçtür" diye konuşuyor.

Kemal Burkay siz bu söyleşiyi okuduğunuzda Stockholm-İstanbul uçağına binmiş olacak. 40 yıllık dostumla Stockholm’deki evinde buluştuk. Daha doğrusu kızının evinde... bir süredir doktor kızı Helin’in evinin bir odasına taşınmıştı. Orada kalıyor… Buluşma yerimiz de orası oldu.

Burkay’ın iki evliliğinden dört kızı, bir oğlu var. İki kızı İstanbul’da. İkisi de kimyacı. Doktor kızı Helin Bulgaristan’da tıp fakültesini bitirmiş, Stockholm’de aile hekimliği yapıyor. Babasıyla aynı uçakta o da geliyor. Beni gördüğünde işyerinden izni yeni almıştı. Çok sevinçliydi. Burkay ailesi geniş bir aile. O gece hepsi bir aradaydı. Birlikte sohbet edip fotoğraflar çektirdik. Torun Rojda Stockholm’de gazetecilik okuyor. Fotoğrafları o çekti… 

Burkay, Çalışlar ve kızı Helin (sağda) ile bugün Türkiye’ye geliyor. Burkay’ın torunu Rojda da heyecanlı.

30476

Burkay henüz Türkiye’de nerede kalacağına karar vermemiş. Başlangıçta bir Türkiye turu atacak. Dersim’e, doğduğu köye gidecek…Parti yöneticiliği yapmayacağını söylüyor. Kendisine yakın gördüğü HAK-PAR’la birlikte hareket edeceği anlaşılıyor.

Onunla önce çalışma ofisinin olduğu KOMKAR Stockholm örgütünün bürosunda buluştuk. Sarılarak hasret giderdik. Birlikte Stockholm’ü dolaştık. Bu kenti sevdiğini söylüyor.

31 yıldır yaşadığı bir ülkeyi terk etmesinin kolay olmadığını anlıyoruz…

Ancak yine de buranın yabancısı olduğunu itiraf ediyor: “Bu kentte bir yabancıyım/ öfke, isyan, acıyım”

Onunla sohbeti kızının evinde yaptık.Türkiye’nin, Kürt hareketinin geleceğini, kaygılarını ve umutlarını konuştuk.

O.Ç: 1980 Türkiye’den ayrıldıktan sonra bugünlerin Türkiye’sine geliyorsun. O zamanlar Kürtçe kelimesini, Kürt kelimesini bile kullanmak yasaktı. Şimdi Kürtler özerkliği, federasyonu tartışır hale geldiler. Sorunlar da çok tabii… Nasıl yorumluyorsun?

Olumlu değişimi görüyorum ama…

KB: Bir yerden bir yere gelindi.Alınan mesafeyi küçük görmüyorum. Öte yandan dünyadaki değişimi hesapladığımız zaman, bu uzun süreyi hesapladığımız zaman. Kürtlerin bütün bu süreç içinde elde edebildikleri hakları hesapladığımız zaman bu çok büyük bir değişimi ifade etmiyor. Yani olumlu bir gelişme var.

Şiddet şiddet doğurdu

Biz Roja Welat gazetesini ilk çıkardığımız zaman 1977 yılında yarı yarıya Kürtçe ve Türkçeydi. Polis o zaman “Kafanızı keseceğiz” demişti. “Bunu çıkaramazsınız, hangi dilde çıkarırsanız çıkarın” demişlerdi ama “Kürtçe olmaz.” Gazeteyi çıkardık ama hemen ilk sayısı toplandı. Sorumlu yazıişleri müdürü tutuklandı.

O zaman Roja Welat gazetesinde yazdığım bir yazıyı hatırlıyorum. “Baylar bugün Roja Welat’ı susturabilirsiniz, başkalarını da susturabilirsiniz ama bu sonsuza kadar mümkün değildir. Şiddet şiddeti getirir” demiştim. Nitekim çok geçmedi, devlet karşısında silah kullanan, gerilla yöntemleriyle direnen güçler oluştu. Bu izlenen yanlış politikanın ürünüydü. Yani yasal biçimde gelişmesi böylesine sert yöntemlerle engellenmeseydi Kürt hareketi de şiddete yönelmeyebilirdi.

Şimdi gelinen aşamada elbet olumlu değişimi görüyoruz. Uzun bir zamandan beri Kürt diliyle gazeteler çıkıyor, dergiler çıkıyor. Bir devlet kanalı Kürtçe yayın yapıyor. Kürt sorunu hemen hemen özgürce diyebileceğimiz şekilde tartışılıyor. Her şey mükemmel olmasa bile.

Geçmiş dönemde halka bütün o kötülükleri reva gören Ergenekon unsurları hesap veriyorlar. Bu işte günahı olmayan insanlar da olabilir o ayrı konu. Programında federasyonu savunan bir parti var. Anayasa Mahkemesi bu partiyi (HAK-PAR) kapatmadı. Bence demokrasi bu bakımndan kazandı.

Silahlar susmalı

OÇ: Çatışma ortamı tedirginlik yaratıyor. Bu konuda ne yapılabilir.

KB: Kürt hareketi bildiğiniz gibi tek renk değil. (Kızları ve torunları söyleşimizin bu aşamasında toplu fotoğraf çektirmek için geldiler. Babalarının ve dedelerinin ülkesine dönmesinden çok mutluydular.) Kürt hareketi medyada genellikle bir PKK olayı gibi gösteriliyor. “Kürt siyasi hareketi” diyerek son zamanda pek çok yorum yapan insan o terimi kullanıyor.

PKK’nın ve legal planda ona yandaş olan siyasetlerin gücü elbet fazla. Damgasını vurabilecek kadar fazla. Buna rağmen Kürt siyasi hareketini sadece o kesimden ibaret saymak yanlış olur. Dengelerin zaman içinde değiştiğini de unutmamak lazım. Örneğin 12 Eylül öncesinde PKK kendisinden söz edilen bir grup değildi, çok marjinal bir gruptu. Ama koşullar onu ön plana getirdi. İlerde bu dengeler yeniden değişebilir. Elbet PKK de Kürt sahnesinde kalabilir. Hatta savaşın durması halinde legal planda tümüyle bir siyasi harekete de dönüşebilir. Ama Kürt hareketinin çok renkli olduğunu unutmamak lazım. Nasıl Türk siyasal hareketi çok renkliyse, solun ve sağın çeşitli renklerini barındırıyorsa Kürt hareketi de bence öyle olacaktır. Hatta daha şimdiden öyledir.

Kürtlerin bir bütün olarak bu değişim sürecine destek olmaları gerekir. Tabii sorunun çözümü konusunda devletle, hükümetle veya politika sahnesindeki çeşitli partilerle Kürtlerin görüşleri aynı değil. Kürtler içerisinde bağımsızlık isteyenler var, federasyon isteyenler var bizim gibi, özerklik isteyenler var. Bunların tümü değişim sürecinde olumlu bir rol oynayabilirler. Bu aşamada da en önemlisi silahların susturulmasına yardımcı olmak.

OÇ: Silahlar nasıl susturulabilir?

KB: Kürt sorununun çözümünü bir süreç olarak düşünüyorum. Kürt siyasetinin ve Türk siyasetinin normalleşmesi için silahların susması gerekiyor. Kürt hareketinde bir kesim (PKK ve çevresi) silahları güvence olarak görüyorlar. Hem kazanımların nedeni, hem yeni kazanımların sigortası gibi görüyorlar.

Ben buna katılmıyorum. Geçmişte de silahlı mücadeleye bakışım hep farklı oldu. Rejim bizi bir bakıma silahlı mücadele minderine çekmeye çalıştı. Hem sol hareketi, hem Kürt hareketini. Buna gelmeyebilirdik bence. Silahlı olmayan mücadele biçimleriyle daha da başarılı olabilirdik.

1960’lı-70’li yılları hatırlıyorum

O zaman silahlı eylem yoktu ama Kürt hareketi barışçı biçimlerde ve oldukça önemli düzeyde gelişme ivmesi kazanmıştı.

Silahları güvence olarak görmek yanlış

Ben bu aşamadan sonra silahların güvence olarak, sigorta olarak görülmesini yanlış buluyorum. Aksine çözümün önünde bir engel olduğunu düşünüyorum. Kürt sorununda adım atmak istemeyenler, suyu yokuşa sürmek isteyenler hep bu “terör” gerekçesini kullanıyorlar. Şiddet gerekçesini kullanıyorlar. Dağda silahlı adam varken ordu operasyon yapmak zorunda diyorlar. Siyasetin normalleşmesi için hem Kürtler, hem Türkler bakımından silahların karşılıklı susturulması lazım.

Hatta ben şunu da söylüyorum: Bu aşamada gücümüz karşılıklı olarak silah susturmaya yetmiyorsa PKK tek başına bile silah bıraksa bu Kürt halkının mücadelesine hizmet eder. Çünkü karşı tarafın elindeki silahı düşürür. Onu gayrımeşru hale getirir. Türkiye’nin iç dinamikleri bu bakımdan daha olgun, Kürtlerin mücadelelerini barışçı yöntemlerle sürdürmeleri için. 1960’lı -70’li yıllar gibi değil. O dönemde bir gazete bile çıkaramıyorduk. En ufak bir adımımızda şiddetle karşılaşıyorduk. Şimdi Türk kesiminde de bir hayli dostları var. Bir kamuoyu var. Silahların susması halinde bunun çok daha büyüyeceği kanısındayım. Ayrıca Kürt toplumu oldukça organize oldu, bilinçlendi. Geçmişe dönmek artık mümkün değil. Yüze yakın belediye var, Parlamentoda her şeye rağmen, yüzde 10 engeline rağmen bir grup var, bu daha da büyüyebilir. Dolayısıyla hem uluslararası koşullar, değişen dünya ve Türkiye’deki durumun barışçı yöntemler için çok daha uygun olduğu, olgunlaştığı kanaatindeyim. Kürtler mücadelelerini barışçı ve kitlesel yöntemlerle sürdürürlerse daha başarılı olurlar. Siyaset normalleşir. Yalnız Kürt siyaseti değil, Türk siyaseti de normalleşir. Silahlar var oldukça, Kürt toplumunun demokratikleşmesigüçtür. Silahın hegemonyası çok sesliliğe engeldir.

OÇ: Çocuklarınız, torunlarınız gidişinizi nasıl karşılıyorlar? Bir kısmı burada, bir kısmı da Türkiye’de yaşıyor…

KB: Seviniyorlar. Dedemiz, babamız vatanına kovuşuyor, özlemlerini giderecek diye. Belli bazı ufak ve büyük kaygıları olanlar da var. Mesela kızlarım çok seviniyor dönüyorum diye. Buradaki oğlumun belli kaygıları var. Nasıl orada karşılanırsın diye. Genel olarak hepsi seviniyor. döneceğim için. Onlar da anlıyorlar bir insanın 30 yıl ülkesinden uzakta olmasının ne anlama geldiğini. Gerçi İsveç demokratik bir ülke, refah seviyesi yüksek. Bu ülkeyi sevdim. Bize verdiği emek için bir teşekkür gerekli olduğunu düşünüyorum. Buna rağmen İsveç’te zaman zaman kendimi yabancı hissettiğim de oldu. Bu şiirlerime de yansıdı.

Mesela bir şiirimde söylüyorum: “Bu kentte bir yabancıyım/ Öfke, isyan, acıyım” diyorum. Bu ülkeyi çok sevdiğim halde, bizi bağrına bastığı halde zaman zaman kendimi yabancı hissettiğim oldu tabii…

Sezen Aksu’yla konuştuk

OÇ: Sezen Aksu “Bir kedim bile yok” şiirini besteledi. Hiç konuştun mu kendisiyle?

KB: Sezen Aksu ile hiç karşılaşmadık. Bana telefon etti bir ara. Hani o spekülasyonların yapıldığı bir dönemdi. Hürriyet gazetesinde bir haber çıkmıştı. “Haydi Gülümse” şiirini habersiz şarkı yapmıştı diye. Doğrusu Ömer Polat (yazar) bana zamanında söylemiş, Almanya’ya ilk geldiğimiz dönemlerde. Sezen senin şiirini bestelemek istiyor diye ben de olur demişim. Sonra da unutmuşum. Sezen’in bestesini duyduğumda memnun oldum. Onu hatırlamadım doğrudur. Telaşlarım arasında. Sonradan Ömer Polat arayıp bana hatırlattı. Ömercim benim için bir sorun yok ki dedim. Ben Sezen Hanımı suçlamak için “haberim yoktu” demedim. “Haberim yoktu ama çok memnun oldum” dedim. Kendisinden bir talebim de olmadı. Bunun Sezen’in aleyhine kullanılmasını da istemedim. Kendisi de aradı. “Sezen Hanım ben unutmuş olabilirim. Ömer hatırlattı. Doğrudur” dedim. “Siz o konuda en ufak bir kaygı duymayın” dedim. O da “İnşallah yakında gelirsin, görüşürüz” dedi. Umarım mümkün olur.

OÇ: Sezen Aksu ile de umarız bir güzel buluşma olur.

KB: Umarım olur… Dönüşümü abartmıyorum. Sağolsunlar dostlarım buna önem veriyorlar. Belki de geçmişten beri barışçı yöntemleri savunmanın bugün de bir barış ihtiyacının bir etkisi var sanıyorum. Umarım ki benim de bir katkım olur. Sağ olun…

OÇ: Diyarbakır’a da gidecek misiniz? Belediyeyi de sanırım ziyaret edeceksiniz?

KB: Onu düşünüyorum evet. Koşullar uygun olursa… Diyarbakır Kürtler için önemli bir kent. Sembolik bir kent. Umarım oraya da gidebilirim… Orada da dostları görürüm.

Öcalan’ın ordusu var benim kedim bile yok

Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla konuşmaları dün kamuoyuna yansıdı. Öcalan “Bazı Kürt aydını geçinenler de hâlâ sırtımdan geçiniyorlar. Bazıları burada iken her şeylerini biz karşılıyorduk. Bunlar Avrupa’da da bizim sırtımızdan geçindiler. Şimdi de 13 yıldır benim sırtımdan yaşatıyorlar kendilerini. Hiçbir şey yapmıyorlar ama yine de bana saldırıyorlar!” dedi. Kemal Burkay bu sözleri şöyle değerlendirdi: “Benim bir kedim bile yok ama Öcalan’ın ordusu var, Mecliste kendisine yakın bir grup var, yüzün üzerinde belediye var, ben onu da kimseyi de korkutabilecek bir güce sahip değilim.”

Kemal Burkay kimdir?

Kemal Burkay, 1937’de Tunceli’de doğdu. 1960’ta Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Osmaniye’de bir süre kaymakamlık yaptı. Merkeze alınınca meslekten ayrıldı ve serbest avukatlığa başladı. 1965’te Türkiye İşçi Partisi’ne üye oldu. Partide Genel Yönetim Kurulu ve Merkez Yürütme Kurulu üyeliği yaptı. 1972’de yurtdışına çıktı. 1974’te çıkan af yasasıyla döndü. Ankara’da yine serbest avukatlığa başladı. Aynı yılın sonunda Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi’ni (Partiya Sosyalista Kurdistan, PSK) kurdu ve genel sekreterliğe seçildi. PSK, bağımsız aday göstererek 1977’de Diyarbakır, 1979’da Ağrı belediye başkanlıklarını kazandı. Burkay, Mart 1980’de yurtdışına çıktı. İsveç’ten politik iltica hakkı aldı. 2009’da PSK’nın genel sekreterlik görevinden ayrıldı. Silahlı mücadeleyi reddeden görüşleriyle Kürt siyasi hareketinde farklı bir yere sahip olan Burkay’ın edebi ve siyasi çok sayıda kitabı var.

Siyasi içerikli eserlerinin yanı sıra Sezen Aksu’nun “Gülümse” şarkısının şairi olarak bilinse de aslında Burkay’ın çok sayıda edebi eseri var. 1964’te ilk romanı “Yaşamanın Ötesinde”yi, 1967’de ise ilk şiir kitabı Prangalar’ı yayımladı. Yeni Türkü’nün bestelediği Mamak Türküsü’nü 1971’de askeri cezaevinde yazmıştı.

Oral Çalışlar -Radikal

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.