BENİ HATIRLADIN MI KATİL GENERAL!
Mahkeme binasının dışında, idam edilen ülkücü Halil Esendağ'ın, eşinin koluna girmiş zorlukla yürüyen annesinin feryadı duyuldu.
05 Nisan 2012 Perşembe 08:17
Türkiye’nin en kanlı askerî müdahalesi olarak tarihe geçen 12 Eylül darbesi, dün, 32 yıl sonra Ankara’da sanık sandalyesine otururken, sabah erken saatlerde duruşmanın görüldüğü Adliye binasının bahçesinde toplanan mağdur yakınlarından bir annenin, “Beni hatırladın mı katil general” sözlerini duyduğumda ürperdim. Anne feryadı, feryatların en yürek burkanıdır. Bir otobüs üzerine asılı pankartta ise, 12 Eylül’de idam edilen ve ailesinin halen mezarını aradığı Veysel Güney, şu sloganla seslendiriliyordu: “Beni hatırladın mı general, ben Veysel Güney. Hesap sormaya geldim.”
Beş üyeli 12 Eylül Cunta’sının, biri lideri olmak üzere hayatta kalan iki üyesi, 94 yaşındaki Kenan Evren ve 86 yaşındaki Tahsin Şahinkaya’nın, katılmadıkları için gıyaplarında yargılanmaya başlandıkları mahkeme salonu, yargı sisteminin bildik manzaralarını yansıtıyordu. 500’e yakın mağdur yakını, tüm siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşlarının müdahillik talebinde bulunduğu bu tarihî davayı, adeta anlamsızlaştırırcasına 50-60 kişilik bir mahkeme salonunda, kanlı darbe sanık sandalyesine oturtulmuştu. Oysa ki bu mahkeme, bir stadyumda yapılmalıydı ki gencecik evlatlarını, yakınlarını, 12 Eylül işkence tezgahında kaybeden insanlar, seslerini daha fazla insana duyurabilsinlerdi.
Salon daracık olunca müdahil avukatları da içeri girmekte zorlandılar. Özel yetkili 12. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanının, iki sanık generalin, katılmadıkları için boş kalan sandalyelerine, salonda yer bulamayanları oturmaya davet ettiğinde gelen, “Yok kalsın” yanıtı ise bu acı günde gülüşmeleri önleyemedi.
12 Eylül darbe davasının dün görülmeye başlandığı 12. Ağır Ceza Mahkemesi, Ankara Sıhhiye’deki Adliye binasının arka cephesinde yer alır. Çoktan kapatılan kötü şöhretli Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) olarak kullanılırken Özel Yetkili Mahkemelere devredilen arka cephedeki bölümden, müdahiller ve avukatları alınmışlar, izdiham ise salonun darlığı nedeniyle önlenemez durumdaydı. Mahkeme binasının dışında, idam edilen ülkücü Halil Esendağ’ın, eşinin koluna girmiş zorlukla yürüyen annesinin feryadı duyuldu: “Oğlumu sorgusuz, şahitsiz, ispatsız 3 sene hücrede yatırdılar, idam ettiler. 3 yıl bir insan hücrede yatar mı? Hesap sormaya geldim.”
Adliye binasının, yaklaşık bin kişinin toplandığı ön cephe bahçe kısmına geçtiğimde, daha 16 yaşında iken yaşı büyütülerek idam edilen ve “Çıplak resim sanatçısı” Cunta lideri Kenan Evren’in, bir tarihte, “Asmayıp, besleyecek miydik” diyerek, idam edilmesini savunduğu Erdal Eren’in ağabeyi Erkan Eren, hoparlörden, “32 yıldır kardeşlerimiz için mezar arıyoruz. Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulmasını istiyoruz” diye sesleniyordu. Eren, 12 Eylül hesaplaşmasının, iki emekli general ile sınırlı kalamayacağına dikkat çekiyordu.
Doğru, 12 Eylül, iki general ile sınırlı kalmaması gerekirken, dönemin başbakanı, bakanları, infaz memurları dahil tüm sorumlularından hesap sorulması gereken bir süreç. Ancak yargının bu davada gidebileceği yer bir yere kadar. 12 Eylül Sıkıyönetim Mahkemesi üyesi olarak Diyarbakır’da görev yaparken, yaşadıklarından kaçarcasına başka bir yere tayin olan emekli askerî Hâkim Ümit Kardaş, toplumsal yüzleşmeyi sağlamak için hakikati araştırma komisyonu ve Meclis darbeleri soruşturma komisyonu kurulması gerektiğine işaret ediyor. 12 Eylül kanlı darbesiyle hesaplaşma ancak dün, yani 32 yıl sonra gelmiş olması açısından çok geç. Nitekim, tarihî duruşmanın başladığı dün Adliye binası önünde ancak 1000’e yakın kişinin toplanabilmiş olması da darbelerle hesaplaşmada toplumsal duyarlılık ve farkındalığın cılız kaldığını göstermeye yetiyordu.
Diğer yandan darbecilerinin, “Karıştır barıştır” yöntemiyle aynı cezaevine koydukları sağ ve sol kesim ideolojilerinin, 32 yıl sonra bile, anayasal düzeni silah zoruyla değiştiren, toplumun psikolojisini bozan darbelerle gerçek anlamda hesaplaşma içine girdiklerini de söylemek mümkün değil. Kardaş, toplumda var olan darbelere karşı duyarsızlığın temelinde, her darbe sonrası insanların sindirilmiş ve darbe dönemi siyasetçilerinin henüz tam olarak tasfiye edilmemiş olmalarına bağlıyor. Mevcut hükümetin ise bizatihi kendisinin, yakın tarihe kadar darbe teşebbüsleri ile devrilmek istendiği de göz önüne alınırsa darbelerle hesaplaşmada neden bu kadar gecikildiği belki anlaşılabilir.
Bir de tabii, mevcut ana muhalefet partilerinin statükocu zihniyeti göz önüne alındığında darbelerle hesaplaşma dönemi de çok geç geldi. Ana muhalefetteki CHP’nin, statükocu zihniyetinin, örneğin, 12 Eylül darbe davasına ilişkin söylemlerine yansımış olması dikkat çekilmesi gereken bir husus.
Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) davasının sanıkları, şimdi gazetemiz yazarı olan Nabi Yağcı (Haydar Kutlu) ve Nihat Sargın’ın, yaklaşık 25 yıl önce yargılandığı DGM binası, 12 Eylül’de kapatılan Ankara Çankaya, Çevre Sokak’taki CHP binasında faaliyet gösteriyordu. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, dün başlayan 12 Eylül davasına müdahillik talebinde bulunmalarına, “Partimiz kapatıldı, mallarımıza el kondu” gerekçesini göstermesi trajikomik bir durum. Müdahillik için bu kadar basit bir gerekçe olabilir mi? Türkiye’de darbelere karşı toplumsal uyanış daha yeni başlıyor. Bu uyanışı diri tutmak için toplumsal yüzleşme alanlarını açmamız gerekiyor.(Lale Kemal - Taraf)
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.