BEN ERKAN ENCÜ, KÖYÜMÜZ ROBOSKİ...
Taraf gazetesi yazarı Tuncer Köseoğlu'nun bugün yayınlanan 'Ben Erkan Encü' başlıklı yazısı...
25 Mayıs 2012 Cuma 07:37
Benim adım Erkan Encü, 13 yaşındayım hâlâ... Köyümüz Roboski, dağların arasında sınıra yakın bir yerdi. Bizim orada katırların peşinden kaçağa gitmek mahalle arasında top oynamak gibiydi. Özenirdim çocuklara. Babam izin vermezdi. Bir gözünü devlet için kaybeden babam bana gözü gibi bakardı. Üç tane daha kızkardeşim vardı ama babamın bana olan düşkünlüğü başkaydı. Neden bilemedim. Bundan 148 gün önce soğuk bir kış günü babamdan habersiz kafileyle yola çıktık. Akşamüstü hava kararmak üzereydi. Karlar altında sınıra doğru ilerlerken türküler söyleyip, şakalaşıyorduk. Sonra tepemizde bir “vınnn” sesi duyuldu. Daha önce kaçağa çıkanlar, bana “Dert etme onlar Heron. Hep burada olur” dediler. Derken hava karardı ay ışığı ile kar beyazının arasında yürüdük. İçim içime sığmıyordu, para biriktirip laptop alacaktım. Sınırın öte yanında kamyonetlerdeki kaçağı katırlara yükleyerek yola koyulduk. Bir süre sonra tam sınırda durduk. Asker kesmişti yolları. “Bekleyelim gider” dedi büyükler. Çantalarımızda yemekler vardı. Bir taşın üstünde oturduk diğer çocuklarla yemeklerimizi yemeye başladık. Önce kocaman bir gürültü, sonra her tarafı saran bir ateş. Bedenim savruldu dört bir yana. Ölmüştüm...
Yürüyerek gittiğim yerden katır sırtına yükleyerek getirdiler beni. Anam Felek’in ciğeri yandı. Hâlâ yanar durur. Kara kıştı, ağıtlar arasında diğer 33 bedenle birlikte karlarla örtülü soğuk toprağın altına gömdüler beni. O gün bugündür sönmedi anaların yüreğinde yanan yangın. Hâlâ ağıtlar yükselir dağların arasında bulunan güzel köyümün semalarında. Daha 10 gün olmuştu ki öleli köye üç gazeteci geldi. Bir akşam vaktiydi. Babamla ve diğer çocukların babalarıyla görüştüler. Geri döneceklerdi ki babam “Durun gitmeyin; misafirimiz olun” dedi, kaldılar... O akşam benim gülümseyen fotoğrafımın asılı olduğu duvarın önünde konuştular. Babam umutluydu “Devlet bu işi çözüp sorumluları adalete teslim edecek” diyordu gazetecilere. Gelenlerden kır saçlı bir amca arada sırada bana bakıyordu. Gözlerinde hüzün vardı. Oysa ben gülümsüyordum ona. O gece benim kaldığım odada, yer yatağında yattılar. Ertesi sabah kahvaltı sofrasına oturdular. Peynir, zeytin, yumurta ve bir sürü şey vardı sofrada. Kardeşlerim vardı ama ben yoktum. Anam Felek, diğer yüreği yanan analar gibi sürekli koynunda taşıdı resmimi. Mezarıma gelip gidenler oldu. Önemli insanlar, anamlar bekledi kenarda göğüslerinde resimlerimi taşıyarak. Anam diğer analarla birlikte hiç bilmediği yere, Meclis’e gitti. Hak arıyorlardı, adalet istiyorlardı. Haykırdılar adalet istediklerini, seslerini duyan olmadı. Günler günleri kovalarken öldürme isteğinde hızlı olan devlet, adalet dağıtmakta işi yavaştan alıyordu. Ben her geçen gün bir kez daha ölüyordum.
Ortasu İlköğretim Okulu’nun yedinci sınıfında okuyordum 148 gün önce. Derken bahar geldi köyüme, sular bir başka akmaya başladı. Ağaçların dalları yeşerdi, çiçekler açtı yeniden. Ve okulumun bahçesinde arkadaşlarımın neşeli haykırışlarını duyuyorum yattığım yüksek tepeden. İçimden, mezarımdan çıkıp onlara karışmak geçiyor ama ne mümkün. Amerika’da bir gazete istihbaratın ABD tarafından verildiğini yazdı. O zamana kadar suskun olan devlet yetkilileri ayağa fırladı “Hayır onlar vermedi, istihbarat bizden” diyerek. İşte ilk kez çocuk öldürmenin de “milli gurur” olduğunu öğrendim. Ben mezarımda ruhumu rahatlatacak, ailemin içini soğutacak adalet beklerken büyükler “milli gurur” peşindeymiş meğer...
Başbakan açıklama yaptı “Tazminatsa tazminat, özürse özür, daha ne istiyorlar” diye. İşte o an anladım canımın parasal bir değeri olduğunu. Elimden gelse sormak isterdim Başbakan’a. Futbolu çok severdim. Oynardım arkadaşlarımla. Yeniden okulun bahçesinde arkadaşlarımla oynarken çalımlar yapıp, gol attığım zaman duyduğum sevincin parasal değeri nedir acaba? İçişleri Bakanı ise bizim figüran birer kaçakçı olduğumuzu söyledi. Ölmeseymişiz... Hâkim karşısına çıkarıp yargılayacaklardı bizi. Ama öldük işte özür dileriz Sayın Bakan. Çıkıp hâkim karşısına yargılanmak isterdik hepimiz. Dokuz tahta altından kalkıp, mahkemeye gitmek olmuyor işte. Seni mahcup ettik çıkamadığımız için. Benim adım Erkan Encü. 148 gün önce 13 yaşındaydım. Hiçbir zaman da 14’üme basamayacağım artık. Şairin dediği gibi, “Büyümez ölü çocuklar...”
Tuncer Köseoğlu - Taraf
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.