22 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin3°C

'BEBEĞİM ÖLDÜ SESSİZ OLUN'

Bölgede ölme olasılığı yükselirken, yapılan analizler, yorumlar, siyasi/ politik söylemler orada yaşayan insanların psikolojisini ne kadar yansıtabiliyor?

'Bebeğim öldü sessiz olun'

01 Ekim 2011 Cumartesi 11:33

“Pitikê min mir, bê deng bin”  
İtalyan yönetmen Aureliano Amedei imzalı “20 cigarette/” filminde, anti militarist Aureliano, bir filmin çekimleri için gittiği ABD işgali sonrası Irak Nasiriye’de uğradığı bombalı saldırı sonrası bindirildiği kamyonette yanındaki çocuğa sarılarak bağırıyordu: “bambino ê morto/çocuk öldü.”

İtalyan yönetmen Aureliano Amedei imzalı “20 cigarette/” filminde, anti militarist Aureliano, bir filmin çekimleri için gittiği ABD işgali sonrası Irak Nasiriye’de uğradığı bombalı saldırı sonrası bindirildiği kamyonette yanındaki çocuğa sarılarak bağırıyordu: “bambino ê morto/çocuk öldü.” Aureliano’nun kanlar içinde İtalyanca attığı çığlık dünyanın neresinde olursa olsun, hiçbir dil, din, ırk tanımadan savaşın çocukları acımasızca katletmesine isyandı. Vicdanı parçalarcasına yankılanmasıydı. İnsanlığımızdan utanmaydı. Savaşı bitiremeyen bizlerin suçlu olmasak da sorumlu oluşumuzun kanıtıydı.

Çocukluğumun geçtiği yıllarca yaşadığım bölgeden, her gün kan, ölüm, çatışma, saldırı içerikli yeni haberler düşüyor ajanslara, televizyonların son dakika ekranlarına. Bölgedeki arkadaşlarımın “Her an olası bir patlama, bir saldırı, bir çatışmanın içinde kendinizi bulabiliriz” sözleri tehlikeyi gözler önüne seriyor. Bu gerçek, son günlerde kadın ve çocukların ölümleriyle teyit edilirken, savaşın çirkefliğini gözler önüne seriyor.

Bölgede ölme olasılığı yükselirken, yapılan analizler, yorumlar, siyasi/ politik söylemler orada yaşayan insanların psikolojisini ne kadar yansıtabiliyor? Yaptığımız yorumlar, üst perdeden konuşmalarımız, başkaların da buna inanması isteğimiz ne kadar insanî? Başkalarını kendi fikri dünyamızın bir parçası haline getirme şarlatanlığından neden bir türlü kurtulamıyoruz? O çok önemsediğimiz fikir özgürlüğü, çok sesliliği savunurken ötekileştirdiğimizin düşüncesine zihnimizin kör oluşu neyin kanıtı?

Bizzat savaştan etkilenenin, kaybı olanın düşüncesini ne kadar önemsiyoruz? Dinliyor muyuz onların anlatımlarını, acılarını hissedebiliyor muyuz? Dinlediğimizde anlatımların hepsini mi yoksa bize yarayan kısımlarını, kendi siyasi görüşümüze uygun şekle mi sokuyoruz? Biliyoruz ki, savaş kirliliktir ve hakikati de öldürüyor.

Savaşın iğrençliği ve acımasızlığın kanıtı, Zeynep, Nergis, Kevser, Nurcan, anne Mizgin, kızı Sultan, isimsiz bebek ve diğer ölümler. Elbet her ölüm erken ölümdür. Ölümün “bizimkisi” “sizinkisi”, “askerisi”, “gerillası” olmaz. Lakin kimi ölümler daha acımasız daha çok yürek yakar, vicdan sızlatır. Atılan manşetler, yapılan yorumlar, analizler kimin/kimlerin yaptığı, özürler, kahrolsunlar demeler acıyı dindiremez.

Zeynep, Nergis, Kevser, Nurcan... Kaç gündür Siirt suskun, Siirt acılı, Siirt sessiz çığlıklarda... Aynı mahallede iki ayrı taziye çadırları kurulmuş. Öldüren de öldürülen de aynı mahalle çocukları hatta yaşıtlar... Bir mahallede ayrı evlerde yanan yürekler... Siyasete alet edilen anaların gözyaşları...

Ve Batman hamile Mizgin ve Sultan’ın ölümleri, isimsiz bebeğin 33 saatlik yaşam mücadelesi, Şeyman’ın halen bunu sürdürmesi... Dört kız çocuğu annesi Mizgin tek isteği hamile kaldığı erkek çocuğunu göremeden bedeni delik deşik edildi. Sultan henüz dört yaşındaydı. Ölümünden birkaç saniye önce nasıl da ürpermiştir.

Savaştır olur”, “kınıyorum” “Kahrolsunlar” diyerek rahatlatabilecek miyiz vicdanımızı? Elbet adalet duygumuz için şart, yapanlardan hesap sormak, gerçeği ortaya çıkarmak... Lakin gazeteci kimliğim değil, duygularım daha baskın... Üstelik acı, gözyaşı, kan fışkırmaya devam ediyor bölgenin her yerinden... Toprağa, soğuk toprağa, kaldırımlara soğuk kaldırımlara düşerek can veriyor insanlarımız. Annelerimiz, babalarımız, kardeşlerimiz, arkadaşlarımız, ağabeylerimiz ölüyor/öldürüyor.

Her ölümle daha fazla ürperiyor, üşüyor muyuz? Utanç duyuyor muyuz? Suçlu değiliz biliyorum lakin sorumlu da mı değiliz? Barışı getiremediğimiz için hepimiz katil olmaz mıyız? Barış için çabalamadığımız için; Zeynep, Nergis, Kevser, Nurcan, Mizgin, Sultan ve isimsiz bebeğin, savaş mağduru diğer tüm gençlerin aramızda olmayışlarından...

Siirt’ten sonra Batman da sustu. Neden sesleri yükselmiyor diye soruluyor. Suskun olsalar da aslında sessiz değil, ne Siirt ne Batman “Barış” diyor başka bir şey deme gereği duymuyor. Çünkü biliyor ki bu sözcük beş harfin birleşimi değil. Her harf bir halk, bir kültür.. Halkların bir arada yaşamının birleşimi... Tılsımlı, gizemli, serin... yeter ki bunu yaşayabilelim, yaşatabilelim.

Siirt ve Batman bize diyor ki, barış için çığırtkanlıklar değil sessizlik vakti. Anlatımlar, kahrolsunlar, kınamalar, yeter deyişler anlam kaybına uğradı. 1990’lı yılların dilinden vazgeçin. Yeni bir anlatım, yeni bir dil zamanı. Silahın değil sessizce barışçı sözün vakti. Önce silah değil söz vardı... Söz olsaydı, savaş kurbanların isimleri arasına isimsizce girmeyecekti Mizgin’in bebeği.

Jean Paul Sartre, Fransa’nın Cezayir’i işgaline karşı çıkarken dediği gibi “Hepimiz katiliz” isimsiz bebeği koruyamadığımız, O’na yaşanabilir bir hayat sunamadığımız, şiddetsiz bir ülke yaratamadığımız için. Aureliano’nun “bambino e morto” çığlığı, şimdi Batmanlı baba Talat’ın Kürtçe “pitikê min mir/bebeğim öldü” çığlığına döndü. Baba Talat’ın çığlığına kulak verin, hissedin acısını... Durdurun artık bu savaşı... (Burhan Ekinci - Taraf)

* Bebeğim öldü sessiz olun.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.