BARCELONA DEĞİL, AMA OLABİLİR!
BDP lideri Demirtaş’ın Diyarbakırspor’u Barcelona’ya benzetmesi düne değil yarına ilişkin bir yorum.
27 Ağustos 2010 Cuma 16:10
Getirilen, götürülür. Gaffar Okkan’ın katlinden sonra, bir tür devlet projesi olarak, esnasında olup biten akılalmaz olayların üzerine kalın bir şal örtülen bir Altay maçı sonrası (Mayıs 2001) Diyarbakırspor Süper Lig’e çıkartılmıştı. Evet, çıkartılmıştı. Bir haber kanalı için muhabirlik yaparken gittiğim Diyarbakır’da (Şubat 2006) ayaküstü sohbet ettiğim sokak satıcısı delikanlının, haklı veya haksız, “Abi Diyarbakırspor’u birinci lige devlet çıkardı, şimdi devlet düşmesini istiyor” savı toplumsal hafızaya nakşolan işte bu hakikate dayanıyordu. O sezonun sonunda “Diyar” küme düştü.
Özgürlükler faslında hep sıkıntılı olagelmiş, otoriter devletin hep “derin” olageldiği ülkelerde; yüzleşilmesinde, doğru teşhisin konulmasında, hele hele çözüm bulunmasında çok ama çok zorlanılan siyasi/toplumsal meseleler üzerinde “top tepme” çözümleri denenebiliyor. Bu konudaki vaka incelemesi literatüründe esaslı bir yer işgal edecek bir örnek olan Diyar’a dair Ragıp Duran’ın “Diyarbakırspor sorunu en az Kürt sorunu kadar çetrefildir” cümlesi her zaman kulaklarda küpe olmalı.
Geçen Mart ayında önce Diyar-Bursaspor maçının başında, ardından kırmızı-yeşillilerin İstanbul’da oynadığı İBB maçının bitimine 3 dakika kala meydana gelen olayların ardından (her iki maç da yarım kalmıştı) Bağış Erten şu satırları kaleme almıştı: “Herkes şunu biliyor artık, Diyarbakırspor bölgede çözümün değil, sorunun bir parçasıdır. Çünkü hiçbir zaman kelimenin tam anlamıyla halkla bütünleşememiş, belli bir oranda bir devlet projesi olarak kalmıştır Kırmızı-Yeşilliler. O bölge insanının sempatisini olduğu kadar öfkesini de üzerine çekmiştir”.
Doğru sözler. Ama şehrinin ismini taşıyan kulübe anlaşılabilir sebeplerden ötürü mesafeli olagelmiş (ama son tahlilde desteklemeyi de ihmal etmemiş) Diyarbakır halkı, Diyarbakırspor’la bir bakıma bütünleşti geçen sene. Artık hangi muktedirlerin hangi hesaplarının neticesiyse, Batı illerinde göçmen Kürt nüfusa yönelik, toplumdaki “kışkırmaya” teşne potansiyel üzerine kurgulanan ve uygulamaya sokulan kitlesel olayların çok sayıdaki örneğinden yalnızca biriydi geçen sezonun ilk yarısında Bursa deplasmanında Diyar’a yapılanlar.
Diyar taraftarının hemen her deplasmanda duymaya alıştığı “PKK dışarı” tezahüratlarının ötesine geçildi o maçta. Diyarbakırspor bayrağı indirildi, milliyetçi sloganlar havayı kapladı, sahaya ve “misafir” tribününe maddeler yağdı, her yanı Türk bayrakları ve “Ne mutlu Türküm diyene” pankartları sardı. Ya dar görüşlülükten, ya yüzleşme cesaretsizliğinden, ya da (bu en kötüsü) sorunun aktif bir parçası olmaktan ötürü; kamu kudretini elinde bulunduranlar o maçın hesabını kesmedi ev sahibi camiaya. En basitinden, Futbol Disiplin Talimatnamesi’nin ırkçı tezahüratla ilgili maddesinin gereği yapılmadı. Hadi diyelim ki yapılan şovenist tezahüratlar ırkçı değil siyasiydi, ‘ayrımcılık’la ilgili madde de işletilmedi. Olayların yaşandığı saha kapatılmadı.
MİNİK “İNTİFADALAR”
Bu olanlar, sezonun ikinci yarısında yaşanacakların ateşleyicisiydi. İçerdeki Bursaspor maçı intikam hisleriyle beklendi. Zaten hem kulüp tepetaklak gitmekte, hem de “Açılım” denen şeyin çok fena sarpa sarması sonucu gerilen bölge siyasetinin, bölgedeki toplumsal hareketliliğin bir yansıması olarak Diyarbakırspor maçları minik intifadaların vesilesi olmaktaydı.
Muktedirlerin planları sonucu muydu yoksa olayların akışı bir anda öyle bir noktaya mı vardı bilinmez, ama Diyarbakırspor enikonu Diyarbakırlılaştı geçen sezon sonu itibariyle. Adını koyalım, daha bir Kürtleşti. Tıpkı Kürt siyasi hareketinin, Türkiye’nin mevcut idari yapısı çerçevesinde katiyen düşünülemeyecek bir talep olan ‘demokratik özerkliği’ seslendirmeye başlamasıyla kimliksel bir “billurlaşma”, “ayrıksılaşma” yaşaması gibi. Diyar adeta Süper Lig’den düşerek üzerindeki ve içindeki “devlet etkisi”nden arındı, temizlendi. Şimdi artık sahip çıkılabilir ona. Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanları bunun üzerine kulübü ziyaret etti.
İDARİ SİSTEMDE VE FUTBOLDA İSPANYOL MODELİ
BDP lideri Selahattin Demirtaş, “Diyarbakırspor aslında biraz da Barcelona’dır” diyor. Değil tabii ki. Ama önümüzdeki dönemi düşünürsek, bu sözlerin belki zamanla doğruluk payı artacak. BDP’nin, mevcut modeller içinde en çok İspanya’daki özerk idari bölgeler sistemine benzeyen ‘demokratik özerklik’ talebine koşut olarak, İspanya liginin esaslı bir parçası olan ama İspanyol olmayan Barcelona gibi bir Diyar murad ettiği anlaşılıyor. Şöyle diyor Demirtaş; “Biz bölgede veya Türkiye’de demokratik özerklik sistemine geçtiğimizde, Diyarbakırspor Türkiye liglerinden kopacak değil. Benim gönlümden geçen ve arzuladığım, Diyarbakırspor’un Barcelona gibi bir takım olabilmesidir”.
Şu ana kadar değildi, halen de değil. Diyar’ın devlet destekli bir takım olduğunu (bu bir –di’li geçmiş zaman cümlesidir) devletin üst düzey yöneticileri kabul ediyor zaten. Kısa süre öncesine kadar Diyarbakır Valisi olan H.Avni Mutlu, geçen Mayıs’ta bir TV programında Süper Lig’e çıktığı sezon Diyarbakırspor’un tüm masraflarının yüzde 75’ini devletin karşıladığını söyledi. Kulübün Süper Lig’e çıktığı dönemde başkan olan Abdurrahman Yakut da bunu açık bir şekilde doğruladı. Kulübün yönetimleri hiçbir zaman tutarlı bir çizgide yürüyemedi, Bursa’daki olaylar üzerine ligden çekileceğiz deyip sonra yan çizdiler, hem devlete hem de şehir halkına yaranmaya çalışarak sürekli yalpaladılar. Takım devlet eliyle Süper Lig’de tutulmaya çalışılıyordu, hâlbuki İbrahim Altınsay’ın da belirttiği gibi, “halkın sahipleneceği bir takımın hangi kümede oynuyor olduğunun” bir önemi var mıydı ki?
“BİR KULÜPTEN DAHA FAZLASI”
Barcelona’ya baktığımızda ise bambaşka bir tarih, bambaşka bir toplumsal doku görüyoruz. Sınıfsal açıdan baktığınızda Katalunya’nın varsıl, Güneydoğu’nun ise yoksul olduğu gerçeğini, bu yazıyı bambaşka bir yöne doğru dallandıracağı için bir kenara bırakalım. Barcelona kuruluşundan beri, kaydadeğer bir siyasi boyut da içeren Katalan kültürünün sembolü olmuş, “més que un club” (bir kulüpten daha fazlası) olarak anılagelmiştir. İspanyolca dışındaki dillerin yasaklandığı Franco döneminde (1939-75) Katalan halkının kendi kimliğini ifade etmesinin en makul yolu kulübe üye olmaktı (yasadışı bir anti-Franco örgütüne katılmak elbette ki çok riskliydi).
Barcelona’nın ulusal düzlemde, baskıcı İspanyol merkeziyetçiliğinin sembolü olarak gördüğü Real Madrid’le, yerel düzlemde ise işbirlikçiliğin simgesi addettiği Espanyol ile rekabeti de Katalan ulusal kimliğinin taşıyıcısı olmasından kaynaklanıyordu. Kulübü 7 yıl yönettikten sonra daha yeni görevinden ayrılan eski başkan Joan Laporta, Katalan bağımsızlığının açık bir savunucusu olageldi. Laporta şimdilerde Bağımsızlık İçin Katalan Dayanışması adlı yeni siyasi oluşumun başını çekiyor.
DİYARBAKIRSPOR BARCELONALAŞIRSA…
Bir röportajımızda yazar Ümit Kıvanç “Türkiye’nin en büyük sorunu riyakârlıktır” demişti. Bu görüşe katılır mısınız bilmem. Adil Gür’ün araştırmasında Barcelona’nın Türkiye’deki en popüler yabancı kulüp olduğunun ortaya çıkmasını, DTK’nın Diyarbakırspor ziyareti ve Demirtaş’ın son sözleriyle birleştirince şu iki sorunun cevabını çok merak eder oldum: Türk halkı Diyarbakırspor’a şu anda nasıl bakmaktadır ve “Barcelonalaşması” hâlinde nasıl bakar?
Burak Cop / NTV
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.