AVNİ ÖZGÜREL: KARAYILAN'IN SAMİMİ OLDUĞUNU SANIYORUM!
Avni Özgürel: Karayılan'ın söylediklerinin samimi düşünceleri olduğunu sanıyorum.
21 Haziran 2012 Perşembe 08:20
Gizli örgütler ‘safe–house’ denilen güvenli evlere adam götürürken nasıl dolambaçlı yollardan, ara sokaklardan geçirir, insanın hafızasını tersyüz ederse beni Murat Karayılan’la buluşmaya götüren PKK ekibinin benimsediği yöntem oydu. Olmayan yollardan, köylünün biraz sebze, birkaç meyve ağacı diktiği bahçelerin çitlerle bölünmüş aralarından, pınarların yardığı irili ufaklı tepelerden geçtik. Arazi aracının tekerlekler üzerinde lunaparklardaki atlıkarınca misali sekerek ilerlediğini söylersem abartmış olmam.
Karayılan’ın çadırı
Deniz anlatıyor: “Böyle olmak zorunda. Sebep güvenlik. Zannedilenin aksine ev/kışla/koğuş yaşantısı yok burada. Özel bazı durumlarda bir araya gelişlerde ortaya çıkan kalabalığa bakan insanlar sabit yerleşim yeri, binalar vs. var sanıyorlar.” Biraz açmaya çalışıyorum: “Yönetim katındaki insanla örgüte yeni katılmış kişi aynı imkâna sahip değil herhalde. Karayılan’ın şehirde evi olduğu söyleniyor.” Gülüyor, başını sallıyor: “Yok. Doğru değil bu. Diğer sebepler bir yana, güvenlik sebebiyle olmaz dediğiniz. Irak’ın Kürt bölgesindeyiz; halkın çoğunluğu Kürt, idareciler Kürt, biz de Kürt’üz. Doğru ama denklem yanlış.”
Bir eşik, birkaç pınardan atlıyoruz. Birden sihirli bir el değmişçesine yeşilleniyor çevre. Tabiat çıplaklığını belût, meşe, ceviz, nar ağaçlarıyla örtüyor. Gökyüzü görünmez oluyor bitki örtüsünün sıklığından...
“Geldik” diyor Deniz. Öndeki arabanın durmasından belli geldiğimiz. İniyoruz. Ortalıkta bizden başka kimse yok. Dik bir yamaçtan aşağı yürüyerek inmeye başlıyoruz. Yirmi-otuz adım sonra yerden bitmişçesine silahlı PKK elemanları çıkıyor ortalığa. Aralarından ilerliyorum. Düzlük bir yerde Murat Karayılan bekliyor. Yanında uzun yıllar cezaevinde yatmış biri var. Elini uzatıp “Hoşgeldin” diyor. İşaret ettiği yerde bir tür kamp çadırı var. Önü tamamen açık. İçi çalışma odası tarzına uygun masa düzenini yansıtıyor. Karayılan’ın oturduğu sandalyenin gerisinde Öcalan’ın resmi, PKK bayrağı var. Masanın üzerinde sıradan meyve ve içecekler.
Kandil’e bir hafta gecikmeyle gidişimin sebebini anlatmamla başlıyoruz konuşmaya. Karınzarım yırtılmış, geleceğim gün ameliyat için hastaneye yattım, diyorum. Benim yaş kuşağımın sağlık konularına ilgisi bitecek gibi değil. Neden sonra geliyoruz ‘mevzu’a...
Dört saatlik konuşmada birkaç durak var. Takılı kaldığımız başlıklardan biri Oslo. Karayılan’ın süreci haddinden fazla önemsediği ve anlam yüklediğini görüyorum. “Bitmişti, tamam bu iş, çözdük, diyorduk.” Bunlar onun yaklaşımını anlatırken cümlelerinin etkisini arttırmak için seçtiği güçlü vurgular. Ve asla, ne PKK’dan, BDP’den ne de KCK’dan sızma olmadığı kanısında. “MİT idarecilerine bunu soruşturmak için gerekirse serbestçe buraya gelip soruşturma yapabileceklerini söyledim” diyor.
Silvan’ı, Dağlıca’yı nereye koyalım?
Karayılan’ı değerlendirmelerinde samimi gördüğümü çeşitli yazı ve söyleşilerimde ifade ettim. Ben Kandil’e gittiğimde elbette Hakkâri/Dağlıca hadisesi yaşanmamıştı. Böyle bir saldırının gerçekleşebileceğine dair işaret de yoktu. Hatta ben “Bu bahar geçen yıllardaki eylem kabarmalarını görmedik, bu da silahların susacağı ümidini güçlendiriyor” dediğimde Karayılan, “Haklısınız, doğru gözlemişsiniz, izleme konumundayız” demişti.
Üç hafta sonra yaşanan Hakkâri/Dağlıca saldırısı hakkında ne düşündüğüme gelince lafın özü şu:
Öcalan’ın devre dışı kaldığı ortamda PKK zannedildiğinin aksine başkanlık katına bağlı; oradan işaret alarak hareket eden bir örgüt değil, bir tür güçlüler koalisyonu! Yani üç hâkim kişi var var olmasına ama uç beyleri de var.
“Murat Karayılan samimi olmayabilir mi; seninle konuşurken farklı PKK kadroları karşısında farklı konuşuyor olamaz mı?” derseniz... O kadarını bilmem, demek zorundayım. Keza; şayet öyleyse rolünü iyi oynadığını söyleyip hakkını teslim etmem lazım. Ama ben hâlâ söylediklerinin samimi düşünceleri olduğunu düşünüyorum. Silahların tamamen bırakılmasını hedefleyen Oslo görüşmelerine izin veren, o müzakereleri kendince başarılı götüren Karayılan’ın örgüt içinde otoritesinin sınırlı olduğunu da sanmam. Ancak tıpkı “Barışa mal oldu. Kesinlikle öyle bir eylem planlamamıştık, o yönde bir kararımız yoktu” diye ifade ettiği Silvan hadisesi gibi engelleyemediği olaylar olduğunda kurguyu yaşanan hadiseyi içine alacak şekilde yeni baştan yapmayı seçtiğine şüphe yok. O bakımdan nasıl pek çok PKK’lı içten içe bu eylemin barış sürecine sekte vuracağını bilse de yüksek sesle “İyi oldu, TC bizi fazla gerilettiğini, gerillanın çözüldüğünü düşünüyordu, fazla darbe yemiş, karşılık verememiştik” değerlendirmesi çevresinde toplanıyorsa Murat Karayılan da iç bünyede tepki vermeyip olayın etkisi geçene kadar beklemeyi tercih edecektir sanırım. Öcalan’la haberleşme kanalları açık olsa onun değerlendirmeleri istikametinde hüküm vermesi, icabında eylemin sorumlularını sorgulaması mümkünken o konuda şu an için rahat hareket edebileceğini düşünmek akla ziyan.
Havanın kararmaya yüz tuttuğu saatte ben oradan ayrılırken PKK elemanları bu görüşme için kurdukları çadırı sökmeye hazırlanıyorlardı. Karayılan’ın yolu da tıpkı benim gibi uzun sayılabilirdi.
Sohbet süresince yumuşak mizacı, güleç siması, esprili konuşmasıyla tanıdığım, örgüt içinde de uzlaştırıcı karakteriyle öne çıkan Murat Karayılan, arazinin engebesi bir yana, siyaseten de hayli zor yoldaydı. “Savaşmak barış yapmaktan kolay” dediğimde sözümün üzerine öylesine “Hem de nasıl!” diyerek atlayışı vardı ki yaşadığı zorluğun boyutunu derin soluklanmasında görmek mümkündü. (Radikal)
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.