ALTAN TAN: KÜRTLERİ UYUTMA GÖREVİNİ BANA TEKLİF ETTİLER!
AltanTan, Özgür Haber Gazetesi’ne Kürtleri uyutma politikası stratejisinin başına siyasal aktör olarak getirilmek istendim dedi.
09 Temmuz 2011 Cumartesi 13:57
AltanTan, Özgür Haber Gazetesi’ne Kürtleri uyutma politikası stratejisinin başına siyasal aktör olarak getirilmek istendim dedi. Gazeteci Naci Sapan'ın röportajı...
Kürtlerin yanında olmam onları çıldırttı
Kürtleri uyutma politikası ile ilgili stratejisinin başına siyasal aktör olarak getirilmek istendim. Fakat ben inanmadığım, doğru bulmadığım vicdanımın kabul etmediği hiçbir projeye evet demediğim gibi, buna da evet demedim. Evet dememekle kalmadım. Evimde oturmadım. Kürt siyasal mücadelesinin tarafına geçtim. Kendi kimliğimi muhafaza ederek, bugünkü Kürt siyasetine olan bütün muhalefetimi de saklı tutarak. Kürtlerin meşru hak taleplerine de destek verdim. Bu, bana o teklifi yapanları çıldırttı. Onun için şu anda yaptıkları bir şekilde beni tasfiye etmektir.’’
Altan Tan, uzun yıllardır tanıdığım biri. İslami kimliğini bulunduğu alanlarda her koşulda ön planda tutan biri. Sosyalistlerin ağırlıkta olduğu blok içinde de bu kimliği ile yer aldı. Seçim propagandalarında da, sürekli mazluma, mağdura, gerçek İslam’a vurgu yaptı. İslam hukukunun mazlumun ve mağdurun yanında olmayı gerektirdiğini anlattı. Türkiye’de iktidarla yakınlaşan bazı İslami çevrelerin, onlar gibi düşünmesini eleştirdi, mağdurdan ve mazlumdan yana tavırlarının olmadığına vurgu yaptı, halende bu eleştirilerinde ısrarlı.
Yandaş saldırılar
İşte; tüm bu nedenlerden dolayı, son dönemlerde, o mahallenin eski ve yeni, iliştirilmiş gazetecileri, Tan’ın deyimiyle yandaş medyanın kalemşör ve tellallarının saldırılarına maruz kaldı. Tan’a yönelik eleştiri ve saldırıların temelinde yatan gerçek, aslında dudak uçuklattıran türden.
Karanlık proje
Altan Tan, “Devletin-iktidarın Kürtlerle ilgili tasfiye projesi hazırlanmıştı. Bu projenin başında siyasal aktör olarak görev almam istendi, kabul etmedim. Kürtlerin haklı mücadelesinin yanında yer aldım. Bu onları çıldırttı, bu saldırıların esas nedeni de budur’’ diyor ve kamuoyunu karanlık bir plandan, projeden haberdar ediyor.
Detaylarını söyleşimizin içinde aktaracağımız bu karanlık plan ve projeden kaynaklı saldırıların en başına dönüp, İslami kesimin iktidar yaklaşımının nedenlerini, İslami kimlikli biri olarak nasıl değerlendirdiğini soruyorum Altan Tan’a, yanıtını hep birlikte okuyoruz;
Devletle aynı noktaya geldiler
“Son dönemde, özellikle tırnak içinde İslamcı diyeceğim. Çünkü bunların İslamcılıkları falan kalmadı. İktidarın yandaş medyası şahsıma yönelik bir açık bulup, onun üzerinden polemik yapmak ve yüklenmek modası yarattı. Bunun tabii çok açık ve net bir sebebi var. AKP hükümeti ve onun etrafında kümelenen bazı tarikat ve cemaatler Kürt meselesinin çözümünde devletle aynı noktaya geldiler.
Özetle bunların projesi şu; Çok net olarak söyleyebilirim; Kürtlere şu ana kadar verdiklerimizin dışında vereceğimiz başka bir şey yok.
Nedir bu; birey haklarına “Evet” grup haklarına “Hayır”. Bu tabii entelektüel bir cümle gibi kuruluyor. Fakat bunun anlamı şudur; Kürtler kendi aralarında çarşıda, pazarda, sokakta ve evde Kürtçe konuşabilirler, şalvar giyebilirler, Puşi bağlayabilirler, folklor oynayabilirler, şarkı ve Türkü’de söyleyebilirler. Bununla birlikte bir iki radyo ve TV programı da izleyebilirler. Ama bunun ötesinde Kürtçe ana dilde eğitim yapamazlar. Kendi kendilerini yönetme ile ilgili demokratik özerklik, bölgesel yönetim, eyalet sistemi ve federasyona kalkışamazlar. Özetin, özeti budur.’’
Genelkurmayla ortaklaşan proje
İktidarla başlayan böyle bir anlayışın Genel Kurmay la da ortaklaştırıldığını, bunun için en iyi örneğinin, dönemin Genel Kurmay Başkanı Başbuğ’un ilk Diyarbakır gezisinde ortaya çıktığına vurgu yapan Altan Tan, o gezi ile ilgili şu hatırlatmayı yaptı;
“2008’in Ağustos ayında Genelkurmay Başkanı olan İlker Başbuğ göreve başlarken Diyarbakır’a geldi. Bazı STK temsilcileri ile bir araya geldi ve bir toplantı yaptı. Orada da aynen birey haklarına “Evet” grup haklarına “Hayır” diyerek durumu netleştirdi. O tarihte 2008 yılında Genelkurmay Başkanı’nın Diyarbakır’da yaptığı konuşmanın ardından bu bir devlet ve hükümet politikası halinde yürürlüğe girdi. Ondan sonrada bir strateji belirlendi. Yani bunu Kürtlere kabullendirmek için.’’
Tan, belirlenen stratejinin adım, adım nasıl yol aldığını, maddeler halinde, gerekçelendirerek şöyle anlatıyor;
5 bin kalifiye eleman devre dışı
“Sonra ne oldu? Adım adım gidelim;
Birincisi; önce legal Kürt siyaseti ile yani DTP ve sonrasında BDP ile PKK arasındaki bağın koparılması hedeflenmekteydi. Bunun içinde ilk etapta 3 bin, son seçim döneminde de 2 bine yakın insan gözaltına alındı ve tutuklandı. Yani şehirde bulunan sivil kadrolar, eline silah almamış ama Kürt siyaseti ile bağlantılı 5 bine yakın kalifiye eleman devre dışı bırakıldı. Bundan da anlaşılan şehirdeki Kürt siyasetçilerin ve seçimlere giren partilerin gücünün zayıflatılması birinci hedef budur.
Avrupa’da izole
İkincisi; Kürt siyasetinin yani dağ kısmı PKK, Kandil kesimi üzerine uluslar arası güçlerinde desteği ile yani Irak ve ABD’nin Avrupa’da Fransa ve Almanya’da mali kaynaklarının kesilmesinden tutun askeri olarak izole edilmesine kadar bütün tedbirler devreye sokuldu.
Din faktörü
Üçüncüsü; Din faktörü devreye sokularak tarikat ve cemaatler fasılası ile PKK’nin, Kürt siyasal hareketinin terörist, dinsiz ve Zerdüşt olması ile ilgili yoğun bir propaganda başladı. Son seçim döneminde Başbakan’ın “Kürtçe ezan istiyorlar” polemiğiyle de doruğa ulaştı. Buda dindar Kürtler nezdinde Kürt siyasi hareketinin ve partisinin itibarsız hale getirilmesi operasyonuydu.
Devlet imkânları
Dördüncüsü: Yine aynı şekilde bütün devlet imkânları valilkler, tarikat ve cemaatlerin yardım fonları, bunların tamamı devreye sokularak, ekonomik yönden güçsüz halk kesimi elde edilmek istendi.
Özel harp stratejisi
Beşincisi: Bölgede etkili olabilecek bazı liberal, sosyal demokrat veya muhafazakâr kişiler devşirilmeye çalışıldı. Yani bunlar meşru taleplere sıcak bakan kişilerdir. Bunlarda siyaseten, mevkii makam, bürokratik değerlendirme gibi yollarla Kürt siyasal hareketine destek vermekten alıkonuldu. Bu komple bir projedir. Bu komple projenin sonuç noktası Kürtlere verilenlerden başkası yoktur. Alın Allah’a şükredin. Bize de teşekkür edin. Yaşamanıza da izin veriyoruz. Ama bir Arnavutluk gibi Kosova gibi. Bir Bosna Hersek gibi. Bir Çeçenistan gibi halk olma iddiasında bulunmayın ve Ortadoğu’da kadim bir millet olarak eşit ortaklık ve statü talebinde asla bulunmayın. Özetin özeti budur. Bütün bu siyaset, Kürtlerin bir halk olma iddiasını çözme ve bir statü sahibi olmalarını engellemeye yönelik bir özel harp stratejisidir. Geldiğimiz nokta budur.
Başbakanda bu stratejik noktada
Benim değerlendirmelerine göre, Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın da durduğu nokta budur. Başbakan’ın kendi yüzüne bu yolun yanlış bir yol olduğunu Kürtleri bir halk olarak kabul etmeyen hiçbir çözüm stratejisinin tutmayacağını söyledim. Yüzüne karşı söyledim. Bu söylediklerim kameraya da alındı. Bütün olan bitenin özeti budur.
Kürtlere karşı uygulanan, uygulanmak istenen stratejiyi 5 ana başlıkta Anlatan Altan Tan’ın, asıl bundan sonra söyledikleri çok önemli. Tan, bunları ilk kez kamuoyuna açıklıyor. Tan’ın anlattıkları yenilir, yutulur cinsten olmadığı gibi, tarihe ışık olması açısından da çok önemli. Uygulanmak istenen, görünürde uygulandığını zaten hissettiğimiz projeden kaynaklı Altan Tan’a yönelik saldırıların nedenini de kendisinden dinliyoruz;
Uyutma projesinin başına geçmedim
Tan, şöyle anlatıyor; “Bana karşı tepkileri de şöyle açıklayayım. Ben yukarıda anlattığım bu Kürt siyasetini çözme stratejisinin başına getirilmek istendim. Bütün tarikat ve cemaatler AKP bağlantılı sözde STK’lar tarafından uzunca bir dönem ikna edilmek istendim. Bu Kürtleri uyutma politikasının stratejisinin başına getirilmek istendim. İçine değil bu projenin başına getirilmek istendim. Siyasal aktör olarak getirilmek istendim. Fakat ben inanmadığım doğru bulmadığım vicdanımın kabul etmediği hiçbir projeye evet demediğim gibi, buna da evet demedim. Evet dememekle kalmadım. Evimde oturmadım. Kürt siyasal mücadelesinin tarafına geçtim. Kendi kimliğimi muhafaza ederek, bugünkü Kürt siyasetine olan bütün muhalefetimi de saklı tutarak. Kürtlerin meşru hak taleplerine de destek verdim. Bu onları çıldırttı. Onun için şu anda yaptıkları ve ettikleri ne olursa olsun, bir şekilde beni tasfiye etmektir.
Haklı olduğumuz için kazandık
Ama yanlış yolda gidiyorlar. Çünkü Selahattin Demirtaş’ın son grup toplantısında bir cümlesi var. “Biz çok güçlü olduğumuz için kazanmadık, haklı olduğumuz için kazandık.” Çok önemli bir cümle bu. Biz delikanlı, aslan veya kaplan olduğumuz için kazanmadık. Biz haklı ve mazlum olduğumuz için kazandık. Onun için bunlarda bu projede başarılı olamayacaklar. Asla, Allah’ın izniyle etkili olamayacaklar. Çünkü güçlü değiliz, haklıyız, mazlumuz ve mağduruz.’’
Altan Tan, bu son anlatımlarıyla, hazırlanan ve uygulanan derin bir stratejinin ve bağlantılı olarak bir tasfiye planının birinci derecede muhatabı edilmek istenmiş, ancak kabul etmemiş. Blok’un içinde Kürtlerin yanında tavrını belirlemiş. Bundan sonraki süreç hem kendisi hem de blok milletvekilleri, aynı zamanda Kürtler içinde çok önemli. Bu nedenle bundan sonraki süreç nasıl olmalı, Kürtler ne yapmalı, nasıl bir yol izlemeli?
Tan, bu sorumuzu şöyle yanıtlıyor;
Enfeksiyonlara dikkat etmek lazım
“Şimdi bu saatten sonra enfeksiyonlara dikkat etmek lazım. Enfeksiyonlardan kastım ne. Kürtlerin bir halk ve statü sahibi olmaları gerekir. Buda mazlum ve mağdur bir halkın meşru haklı talepleridir. Buna engel olacak bütün eylemlerden ve konuşmalardan sakınmak lazım. Kürt siyasetinin içinde kavga olmasını isteyen kirli unsurlar vardır. Bu kirli unsurlar Türkiye’deki yıllardır devam eden kirli rejimin içindeki kirli unsurlarla kirli işler yapmaya devam edebilirler. En büyük tehlikelerden biriside budur. Buraya dikkat etmek lazım. Bunu nasıl önleyebiliriz. Kandil’den İmralı ya kadar feryat ediyorlar, hakikatleri araştırma komisyonu kuralım. Eğer varsa hem Kürt hem de Türk siyasetinin içinde ne kirlilikler olmuş, bunların hepsini deşifre edelim. Devlette elindeki tüm belge ve bilgileri sunsun. Devletin arşivinde, kasasında ne kadar bilgi varsa bunların hepsini göstersin. Bu kirliliği deşifre edelim ve bitirelim.
Kirli unsurlara dikkat etmek lazım
Kürt siyasetinin önünde ki en büyük tehlike, bu kirli unsurların ortaya koyacakları bazı tavırlardır. Bunlar çözümü engelleyebilir. Çözümü karartabilir. Mağdur ve mazlum bir mücadeleyi haksız bir duruma düşürebilecek eylemler sergilenebilir. Bunların hepsi oldu, geçmişte oldu. 33 askerin öldürülmesi olayı var. Bunun gibi kamuoyu vicdanını rahatsız edecek olaylar olabilir. Onun için bu çıkmazdan çıkmanın birinci yolu önce bu kirliliklerin deşifre edilmesidir. Ondan sonra bu kirli eylemlerin önünün kesilmesidir. Türkiye ve dünya kamuoyunda esas sebebin sürekli vurgulanması lazım.’’
Gelinen noktada, bundan sonra ne yapılması gerekir? Devletin, hükümetin, Kürtlerin ne yapması gerekir, bu konudaki önerilerini soruyorum Altan Tan’a, şöyle yanıtlıyor;
“Geldiğimiz bu noktada iki yol var; birincisi, devlet ve hükümet ya Kürtleri bir halk olarak kabul edecekler ve eşit ve ilkeli birliktelik yeni bir Türkiye ve Ortadoğu inşa edecekler. Bu devlete ve hükümete önerilerimizdir. Bunun da yolu çok basittir ve çok kolaydır. Evrensel kriterlere göre yeni bir Türkiye, yeni bir Ortadoğu inşa edilebilir. Bu sorun artık Suriye, İran ve Irak’ı da ilgilendiriyor. Yeni Ortadoğu derken, ilk önce çevremizdekilerle doğru dürüst bir ilişki kuracağız.
Milyonlarca kürdü ikna edemezler
İkincisi, veya devlet bu yola girmeyecek, ben bugüne kadar yaptığım yoldan başka bir yol tanımıyorum. Siz bir halk değilsiniz. Siz bir alt kimliksiniz gibi safsatalarla yoluna devam edecek. Böyle devam ederse; diyelim ki, PKK’yi ve BDP’yi ikna etse bile veya tasfiye etse bile Ortadoğu’daki milyonlarca kürdü ikna etmesi mümkün değildir. İmha etmesi hiç mümkün değil. Bu mesele artık BDP ve PKK’nın çözülmesi ve tasfiye edilmesinin de ötesine geçmiştir. Onun için buna devlet ve hükümet karar verecek. Bu bir mevsimde çözülebilecek bir meseledir. Ama hazır değilim ve bu noktada yine inat edeceğim derse, onlara da yazık bize de yazıktır. Burada bir çözümsüzlük çıkar. Seni teslim almaya çalışıyor olur. Sen teslim olsan bilse senin torunun ve çocuğun teslim olmayacak. Onun için İmralı’da yapılan görüşmeler Kandil’de yürütülen görüşmelerin gelip dayanacağı nokta budur. Tasfiyemi, yoksa eşit adil bir kabul mü? Bir ortaklık mı? Ama maalesef şu an devlette ve hükümette kalıcı bir irade gözükmüyor. Bu noktada Kürtlerde meşru zeminde demokratik mücadelelerini mecburen devam ettireceklerdir. Ben artık bu işten vazgeçiyorum demek kendi kendini inkâr etmek demektir.’’
Grup toplantısının Diyarbakır’da yapılması demokratik özerklik ile ilgili adımların atıldığı yönünde yorumlara neden oldu, gidişat bunu mu gösteriyor? Sorumuza ise şöyle yanıt veriyor Altan Tan;
Türkiye’nin önünde iki yol var
“Şartlar insanı nereye götürür bilinmez. İnsan birçok şeyi isteyebilir. Ama gücü nereye götürür bilinmez. Gücü yetmezse onu yapamaz. Burada halkı sıkıntıya sokacak yükler yüklemek yanlıştır. Şartlar var oldukça ve hazır olundukça destek verilir. Türkiye’nin önünde iki yol vardır.
Bunlardan birisi birlikte yaşama projesidir. İkincisi ise kopuş projesidir.
Biz onurlu adil ve herkesi tatmin edecek barış yapacağız. Kürtler bütün kimlik haklarını alacaklar. Herkes Müslümanların sıkıntılarını dile getirirken başörtüsünden bahsediyor. Birinci en somut şey budur. Sembol haline gelmiş mücadele budur. Kürt siyasal mücadelesinde de sembol diyebileceğimiz iki unsur var. Birincisi ana dilde eğitim, İkincisi kendi kendini yönetebilme. Türkiye Cumhuriyeti böyle bir proje ile bunları sağlayarak birlikte yaşayabilmeyi inşa etmelidir. Bunu yapamadığı anda çatışma ve kopuş süreci başlar. Çatışma ve kopuşu hiç kimse istemez. Aklı başında Kürtler ve Türklerde bunu istemez. Bütün dünya birlikte yaşamaya mecburdur. Kültürel şartlardan dolayı. Dolayısıyla Kürtler ve Türkler birlikte yaşamayı, ama onurlu bir şekilde projelendirmelidir. Ama kopuştan başka bir seçenek kalmazsa, bunun maliyeti ne kadar ağır olursa olsun, tepyekün imha olmaktan daha iyidir. Ama bunu tekrar söylüyorum; aklı başında hiç kimse arzulamıyor. Bende arzulamıyorum ve asla da arzulamam.’’
Özellikle grup toplantısından sonra, çözümsüzlüğün doğuracağı ağır sonuçlar hesaplanarak, sorunlara nasıl çözüm buluruz mantalitesi içinde olunması gerekmiyor muydu? Hem Devlet hem de iktidar açısından soruyorum.
İslam akidesi çözümden yanadır
Altan Tan sorumuzu şu sözlerle yanıtlıyor; “Kesinlikle olmaları gerekiyor. İslam akidesi kesinlikle çözümden ve birlikte yaşamaktan yanadır. Müslüman olduğum için bunu savunuyorum. Yalnız son dönemde İslami kesimin içine düştüğü bir sıkıntı vardır. 1950’de Demokrat Parti ile başladı. 1950’ye kadar İslami kesim neredeyse yüzde yüzü rejime ve Kemalistlere muhalifti. Fakat demokrat parti ile beraber İslami kesim rejimin içine çekilmek istendi. Kemalistle İslamcıların uzlaşması asla mümkün değildir. Bu taktik yakınlaşma demokrat partinin ezanı tekrar Arapça yapması, bazı İslami şahsiyetlerin serbest bırakılması, bir taktik olarak yakınlaşma getirdi. Ama kısa bir süre sonra bu yakınlaşma aynen bir balığın oltayı yutması gibi stratejik birlikteliğe dönüştü. Son dönemde ise, yine Ortadoğu’daki İslam projesi ve küresel güçler ve uyumlu iktidarlar bütün İslami grup ve cemaatler ciddi bir mevzi kazandı. Ama bu mevzi kazanma bir müddet sonra yanlışa karşı susmayı getirdi.
Avcı kekliklere ihtiyaç var
Bir başbakan çıktı dedi ki; “Kürtçe ana dilde eğitim ülkeyi böler.” İslami kesimin birkaç istinası hariç, yüzde 99’undan bir eleştiri gelmedi. İslam hukukuna göre bu yanlış bir ifadedir diyen çıkmadı. İslami kesim iktidar ile iç içe girdi. Taktik olarak devleti kullanma veya istifade etme noktasında devletin düşündüğü noktaya geldi. O noktada Altan Tan’a ihtiyaç yok. O noktada avcı kekliklere ihtiyaç vardır. Yani Kürtleri kandıracak, oyalayacak ve siyasal taleplerini boşa çıkaracak aktörlere ihtiyaç var.’’
İslami kesime çağrı
Altan Tan söyleşimizin sonunu İslami kesime çağrı yaparak bağlıyor ve şunları söylüyor; “Şimdi burada da İslami kesime çağrım şudur; Önce doğru İslam hukuku ve akidesinin olduğu noktasına gelin. Ondan sonra devlete AKP’ye, BDP’ye ve PKK’ye olan mesafenizi belirleyin. Doğrulara doğru, yanlışlara yanlış deyin. Ne AKP’li, ne BDP’li, ne PKK’li, nede devletlu olun. Kendiniz gibi olun. Bu mesafe belirlendiği zaman çözüm kendiliğinden çıkacaktır. Yani Kürtçe ana dilde eğitim bir halkın yani Kürtlerin veya Arapların veya Çeçenlerin hakkı değimlidir? Bunu yapalım yönetim şekli ortaya çıkacaktır. Şu anda gelinen nokta iktidarın ve devletin yanında durmadır. Buda çözüme değil çözümsüzlüğe hizmet eder. Bu günaha ortak olmadır. Aynı şekilde benimde mesafemi doğru ayarlamam gerek. Bu günah AKP’ninde olabilir BDP’ninde günahı olabilir. Devletinde olabilir. PKK’ninde. Günahlara ortak oluruz. Doğru olan her şeye de destek vermemiz lazımdır. Devletinde BDP’ninde, PKK’nin de, AKP’ninde. Doğru ve haklı bir talepleri varsa, bizim buna destek vermemiz lazımdır.’’
Proje çöktü, kızgınlık başladı
Altan Tan’ın son sözleri; “Benim emek, özgürlük ve demokrasi bloğunun içinde olmam ideolojik değil, bu ittifak zaten ideolojik bir ittifak da değildir. Bu bloğun talepleri haklı ve meşrudur. Mazlumdur ve mağdurdur. Benim desteğim bundandır. Bize oy verenlerin çoğu namazında niyazında olan insanlardır. Kürt siyasetini tasfiye projesini emek ve özgürlük bloğu boşa çıkardı. Bize kızgınlıkların sebebi de budur. Yukarıda anlattığım proje çöktü. AKP, Süleyman Demirel’in adalet partisi olmuştur. Aklı başında olan bir adam ben
Kaynak: www.ozgurhabergazetesi.com
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.