'AKP İLE CEMAAT ARASINDA 2007’DEN BERİ KAVGA VAR'
Devletin bütün kurumlarının birbirine girdiği, yaklaşan seçimlerle tansiyonun yükseldiği bu günlerde Ömer Laçiner’e neler oluyor diye sorduk.
23 Aralık 2013 Pazartesi 16:00
Biri tutuklandığında artık ilk konuştuğumuz “kimin polisi aldı, kimin savcısı sevk etti, kimin hâkimi tutuklattı” oluyorsa ülkede hiçbir şey normal gitmiyor demektir. Devletin bütün kurumlarının birbirine girdiği, yaklaşan seçimlerle tansiyonun yükseldiği günlerde Ömer Laçiner’e neler oluyor diye sorduk.
Bu süreci biraz tarif eder misin bize? Buralara nasıl geldik?
Burada bir cemaat ve hükümet tartışmasından bahsediyoruz. Hükümet derken, AK Parti çekirdeğini oluşturan, Milli Görüş hareketinden gelme bir kadro var. Başından beri AKP’nin karar merkezini tutuyorlar, parti hâlâ bu kadronun inisiyatifinde. Dolayısıyla bu kavga aynı zamanda Milli Görüş’le, şimdi kendine Hizmet adını veren Cemaat’in arasındaki bir mesele, bir kavga.
Aslında, Cemaat-AKP ittifakı, Çankaya savaşının kazanılmasına kadar kesintisiz devam etti.
Ne oldu 2007’de?
2007’de bu askerî vesayet dediğimiz rejim yıkıldı, mağlup edildi. Ondan sonra elde edilmiş olan devletin yeniden dizayn edilmesi dönemi başladı ve paylaşımlar meselesi ortaya çıktı. Siyaseti takip edenler bilirler ki 2007- 2008- 2009’dan beri Cemaat’le AKP’nin Milli Görüş’ten gelen çekirdeği arasında bir mücadele oluyordu, başlamıştı.
Bu kavga o esnada sadece devletin paylaşımı noktasında mıydı?
Başka alanlarda da yani işadamları örgütünde, Ticaret Odası seçimlerinde vs. alttan alta sürüyordu. O zamanlarda da hareketten gelme adamları punduna getirip tasfiye ediyorlardı. Maliye’de, Milli Eğitim’de tasfiyeler yaşandı .
Tasfiye, 7 Şubat MİT krizinden öncesine dayanıyor o zaman.
Çok öncesine dayanıyor.
Taraf gazetesinin yayımladığı fişlemeler meselesi buna işaret ediyor mu?
Tasfiyeyi yapacaksınız, yerlerine adam koyacaksınız, götürdüğünüz adamın da getirdiğiniz adamın da bilgileri lazım size. İktidara gerektiğinde fren yapabilecek olan veya belli bir anda onlardan karşılayamayacağı tavizler koparabilecek olan veya AKP’yi yönlendirebilecek olan bir kadrodan rahatsızlık duydular. Tasfiye için de bilgiye ihtiyacın var. Tabii bunlar el altından yapılan işlerdi. Böyle şeyler yapıldığını iki taraf da biliyordu mutlaka. Biz MİT krizi ortaya çıktığı vakit, sorun o gün çıktı diyebilir miyiz yani?
Diyemez miyiz?
Başbakan Hakan Fidan’ı oraya getirdiği vakit ondan beklediği cemaatçi kadroların teşkilatta fazla olmamasıydı. Tıpkı İdris Naim Şahin’i İçişleri Bakanlığı’na getirdiğinde Gülen’e bağlı kadroların tasfiye edilmesi emrini verdiği gibi. Bir de adliyeden bahsediyoruz. 2010’da HSYK seçimleri oldu. Burada iktidarın tahmin ettiğinin çok ötesinde cemaatçi bir ekibin kurumda yer bulduğu anlaşılıyor. Bu, iktidar açısından rahatsızlık verici bir şey. Fakat çaresi de kısa vadede çok mümkün değil.
Cemaat geçmişte hep konjonktürel davranırdı. Çok dik çıkışlar yapmazdı. İlk defa cemaatin bu kadar yüksek sesli bir kavga verdiğini görüyoruz. Niye?
Cemaat ilk defa bu kadar şiddetli bir saldırıyla karşı karşıya. 28 Şubat ile bu dönemin farkı nedir? O dönem dediler ki bu adamların dershanelerini kapatacağız. Burada genel olarak dershane kurumunu kapatmıyorlardı. Cemaat, askere karşı, ‘bunları vereyim size, yenisini açarım’ diye düşünüyordu. Şimdi ise Erdoğan dershane kurumunu kapatıyor. Yani hükümet atağı başlattı, bu birincisi. İkincisi yakın zamanda artık Gülen Hareketi’nin dili açıldı. İki taraf da açık oynuyor. Etrafta bir sürü dedikodu dolanıyor. Erdoğan’ın Gülen’in şahsıyla ilgili olarak “bunlar ülkeye gelsinler hesabını göreceğim” dediği, bu bilginin de Gülen cemaatinin karar noktalarında olduğu söyleniyor.
Gülen cemaati ne istiyor. Siyasi bir parti kurmaksızın devletin yönetimine mi talip?
Gülen cemaati ne yapıyor? Okul açıyorlar, iş dünyasında iyi işler yapıyorlar, kadro yetiştiriyorlar. Ama bunların hepsinin siyasi bir amacı var. Bu siyasi amaç genellikle dindar dünyalar içinde Hıristiyan dünyasında da var. Mesela İspanya’da olanların Opus Dei olduğunu biliyorum bu da Cizvitlerin teşkilatıdır. Cizvitleri örnek alıyorlar zaten. Dikkat edin misyonerlik faaliyetlerine, iki şey güdülür.
Güdülen iki şey nedir?
Bir, doğrudan doğruya din propagandası yapmaksızın dinin ahlaki taraflarını öne çıkartarak ve eğitime çok önem vererek bir takım kadrolar yetiştirirsiniz. Hedef, sadece devlet değil çok önemli kuruluşları da yönetecekler. Toplumun istikbali için kilit önemde olan bütün kuruluşlara kadrolarınızı yerleştirebilirseniz, aslında iktidarda kim olursa olsun sizden geçecek olan bir uygulama olacak demektir. Siz dolayısıyla gerçek iktidarı tutacaksınız. Türkiye toplumunda gayet ciddi bir algıya sahip olacaklar. Sayısı az fakat etkileme gücü son derece fazla olan, toplumun bütün işlerinin kendisinden döndüğü bir omurga ve bir beyin kuracaksınız. Hesap bu bu hesap.
Buraya kadar anlattığın meşru değil mi? Devlet kadrolarında olunca mevzuat dışında ideolojik mi davranılacak?
Dünyada mesela Fransa’da, İtalya’da polis ve savcılar da dahil sendika üyesidirler. Mesela İtalya’da temiz eller operasyonunu yürüten savcılar açıktan komünist partisinin eğiliminde olan sendikanın üyeleriydi. Fransa’da da sağcı ve solcu polis sendikaları vardır. Bu bilinir yani. Fakat o ülkelerde kamu görevlilerinin bu işe kendi özel siyasi amaçlarını katıp katmadıklarını kontrol eden çok ciddi kurallar geliştirilmiştir. Dışarıdan denetlenmektedir.
Bizde durum nasıl?
Bizde poliste, devletin içinde herhangi bir kişi ve kurumla ilgili bir yolsuzluk veya partizanlık iddiası geldiği vakit meseleyi kurumun kendisi soruşturuyor. Halbuki orada dışarıdan soruşturulur. Yani sivil toplum tarafından, barolardan, gazetecilerden vs. Türkiye’de bunu ölçme şansınız yok. Bir adamın cemaat mensubu olduğunu açıkça deklare etmesi dahi kamu görevlisi olmasına engel değildir aslında. Ama siyasi görüşü bu adamın eylemlerine yansıyor mu? Ölçemiyoruz.
Başlatılan yolsuzluk operasyonu için Başbakan tam da bu durumu işaret ediyor. Bu bürokratlar dış odaklarla bağlantılı bir “cunta” kurmuş deniliyor.
Hükümet her şeye bunu söylüyor. Ne söylerseniz dış kaynaklar, faiz lobisi vs. böyle bir paranoya içindeler. Bunun savunulur bir tarafı yok. Hükümet her zaman için kendi siyasi rakipleri tarafından meşru şekilde devrilme tehdidi altındadır. Muhalefetin hükümet aleyhine kullanabileceği herhangi bir kozu en uygun zamanda kullanmaya çalışması meşrudur. Burada bir kavga var. Hükümet, adliye ve poliste olan cemaat kadrolarının kendileri aleyhine dosyalar hazırladığı bilgisine yeni sahip olduğunu çocuklara söylesin. Ben tahmin ediyorum ki bakanların kendileri ve aileleri hakkında, hatta başbakanın kendisi ve ailesi hakkında soruşturma yapıldığını iki senedir biliyordu. Sorun şu...
Nedir, sorun?
Cesaret edemezler diyorlardı. İki şekilde düşünüyorlardı. Bir; bu adamlar böyle bir şey yaparlarsa AKP çok ağır bir yara alır. Çok ağır bir yara alması demek ortaklaşa paylaşılan iktidarın elde gitmesi demektir. Dolayısıyla cemaat, hepimizin altında kalacağı bir deprem yaratmak istemezler diye baktılar. İki; kendi güçlerine çok güveniyorlardı. Yani bizden korkarlar diye düşünüyorlardı. Ama artık yaranın kanı aktı. Şimdi başka nelerin gelebileceğinden fena halde ürküyorlar.
Hükümetin hamlesinin ne olacağını düşünüyorsun?
Şu anda cemaate çok fazla bir şey yapamazlar.
Karşılıklı olarak bilgi, belge toplanmış, birtakım manevralar öngörülmüş. Cemaati terör örgütü, veya çete ilan etmeye varacak kadar ihtimallerden bahsediliyor.
Valla yaparlar. Ama yüzlerine gözlerine bulaşır. Şimdi sen ne diyeceksin burada? Farz et bir iki tane savcı buldun, dedin ki, bunların aleyhinde soruşturma aç. O savcı davayı açsın. Nasıl yargılayacaksın çeteyi? Aklına bir şey geliyor mu? Gelmez. Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetim kapasitesiyle vasıfları ile ilgili olarak hep yazdık. Dedik ki bu adam iyi bir komutan değil. Bu güne kadar Amerika’nın veya AB’nin ağır desteği olmasaydı direnebilirler miydi acaba bilmiyorum. Askerde bir tabir vardır. İyi ordu ve iyi komutan taarruzda belli olmaz, geri çekilirken yani ordu çok güç durumdayken belli olur.
AKP şu anda ne yaşıyor?
AKP burada bir darbe aldı. Adalet ve Kalkınma Partisi’ne AKePe denmesine kızıyorsun. Biz AK’ız diyorsun. Bu yolsuzluk hikayesi AK sıfatına sürülmüş çok ağır bir leke. Üstelik boşuna sürülmüş ve iftira değil. Şimdi bunun ağırlığını kabul edeceksin. Hükümet bu işler olduğu vakit öyle dış güçler bize komplo yapıyor, bizi devirmeye çalışıyorlar falan demeden “savcılarımız çok ağır, bakanlarımızı teşhir eden bir iddiada bulundular. Biz derhal soruşturmanın selameti için bakanların istifasını istedik. Soruşturma için her şey savcıların emrindedir, yapsınlar” falan diyeceksin. Darbeyi yedin artık. Bu serinkanlılık karşı tarafı belki daha fazla ürkütürdü. Sen şimdi kalkıp orada onlarca polis müdürünü görevden alıyorsun. Bunu tabanına bile anlatamazsın. Bunun artık savunulabilecek bir tarafı yok. İki tane yeni savcı atıyorsun, savcılar arasında bir itilaf çıkarsa ikisinin dediği olacak diyorsun.
Medyanın sahiplik yapısı sorunlu
Yolsuzluk meselesi karşısında medya nasıl bir sınav veriyor?
Komplo teorileri anlatıyorlar. Dünyanın her yerinde yolsuzlukları savcılardan önce gazeteler ortaya çıkarır. Türkiye’nin medya yapısı, medyanın sahiplik yapısı son derece sorunlu. Bu medya bağımsız medya görevini yapamaz. İş ortağı çünkü, patronların başka yerlerde karları var. Medya ellerinde bir alet. Eğer hükümetle başın belaya girsin istemiyorsan dikkat edeceksin.
Bugün de olsa “Yetmez ama, Evet”
Referandumdaki “Yetmez ama, Evet” pozisyonunun bugünkü tabloda payı olduğu eleştirileri var. Nasıl değerlendiriyorsun?
Ben bugün de aynı şeyi yapardım. Hiç kimse AKP’ye kefil değildi. Türkiye’nin sivilleşmesi mucizeyle olmayacak. Sivilleşme medenileşmeye giden bir adımdır. Atılması gereken zorunlu bir adımdır. Bu adamların muhafazakar olduklarını, sağcı olduklarını, adliye ve emniyet teşkilatını kendi siyasi görüşleri yönünde dizayn edebileceklerini biliyorduk ama bunlar katlanılması gereken şeylerdir. Hiç kimse burada kalkıp AKP’nin yaptığı şeyin Türkiye’deki sorunları tamamen çözeceğini iddia etmedi. Şimdi bize şu mu söyleniyor yani? Değiştirilmeden kalsaydı, daha mı iyiydi demek isteniyor? Cevabın nedir? Hayır kesinlikle katılmıyorum. Biz burada olan eksikliği görüyoruz. Bunun mücadelesini veriyoruz. Şu anda ben AKP’nin veya cemaatin elinde olan yetkiden sorumluysam onlar da o zaman Ergenekon’un sorumluluğundan, Ergenekon’u onaylayan hâkimlerden falan sorumlu olsunlar. Hayır, biz onu da istemiyoruz diyorlar. Ne istiyorsun kardeşim? Referandum tersine neticelenseydi, senin dediğin olsaydı, anayasa değişmeseydi bu yapılar kimin elindeydi? Bunların söylediklerini aptallar söyler yani.
Hayko Bağdat – Taraf
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.