'AK PARTİ DEMOKRATİKLEŞME YERİNE, DİNDAR KEMALİZM'E GEÇTİ'
Mehmet Altan: AK Parti askeri vesayeti gerilettikten sonra demokratikleşme yerine dindar Kemalizm'e geçti.
11 Haziran 2012 Pazartesi 17:38
AK Parti'nin askeri vesayeti gerilettikten sonra demokratikleşme yerine dindar Kemalizm'e geçtiğini belirten Mehmet Altan, 'AK Parti ile kırılma liberal demokratlarla başladı. Ama Uludere ve kürtaj meselesi sonrasında vicdanlı muhafazakarların, dindarların da eleştiri dozları ve çığlıkları artıyor. Muhafazakarlar, AKP'ye oy verenler,vicdan sahibi herkes de rahatsız' diyor
Satır arası...
İkinci Cumhuriyet fikrinin ideoloğu Prof. Dr. Mehmet Altan AK Parti iktidarıyla başlayan dönüşüm sürecine oldukça destek veren isimlerden. Ancak başyazarı olduğu Star Gazetesi'nden ayrılmasıyla beraber iktidara yönelik eleştirilerinin dozu hissedilir biçimde arttı. Mehmet Altan, Yeni Şafak'ta Başbakan'ı eleştiren bir yazı kaleme almasının ardından Ali Akel'in görevine son verilmesine en çok sahip çıkan isimlerden oldu. Söyleşinin yapıldığı gün Ayşenur Aslan'ın Medya Mahallesi programının CNN Türk tarafından 'erken tatile' çıkarıldığı haberini aldık. Tüm bunları üst üste koyup, okumak önemli olduğu için Mehmet Altan ile siyaset ve medyadaki dönüşümü ve kendisinin AK Parti'ye yönelik eleştrilerinin dozunun artmasının nedenlerini konuştuk.
Prof. Dr. Mehmet Altan Türkiye'de son dönemde yaşanan siyasi gelişmelerin sanıldığından çok daha büyük bir rahatsızlık yarattığını düşünüyor. Altan'ın yaptığı çarpıcı değerlendirmeler şöyle:
- AK Parti'ye ilk dönemde destek veren entelektüel veya liberal demokratlarla kırılma yaşanıyor değil mi?
Evet, ama dindar, muhafazakar kitleyi de unutmayın. Bu liberal demokratlarla başladı ama özellikle Uludere ve kürtaj meselesi sonrasında vicdanlı muhafazakarların, dindarların da eleştiri dozları ve çığlıkları artıyor. Buradaki temel soru şu: Sen halka güveniyor musun, güvenmiyor musun? Güveniyorsan niye özgürlüklerin önünü açmak yerine, devlet baskısıyla yön ve şekil vermek istiyorsun? Benim gibi insanlar bütün ömürlerini Kemalizm'den demokrasiye geçmek için harcadı. Ama biz Kemalizm'den dindar Kemalizm'e geçtik. Kemalizm nedir? Halka ayar vermek, sürekli onun bir çobana ihtiyacı olduğunu düşünmek, onu yasaklarla şekillendirmek. Şimdi bunu bugünkü siyasal iktidar yapıyor. Dün Kemalist gençlikti, bugün içki yasağı vesaire ile beraber dindar nesil. Dün laik Kemalizm vardı, şimdi biz iktidarı ele geçirdik, tüm sistemi ele geçirdik, dindar Kemalizm'le devam edelim anlayışı var. Türkiye'nin istediği bu değil.
- Geldiğimiz noktada tekrar İslamlaşma endişesi mi oldu 10 yılın sonunda?
AK Parti ilk başta AB istikametinde çok önemli adımlar attı, hakkını yememek lazım, yaptığı birçok olumlu icraat var. Toplumda sosyolojik normalleşme sağlandı, askeri vesayet geriledi. Desteklediğim adımlara benzer adımlar atılırsa bugün de desteklerim. Ama askeri vesayetin geriletilmesinden sonra demokratikleşmede muazzam bir fren yapıldı. Sanki amaç, biraz mesafe aldıktan sonra demokratikleştirmek değil, dindar Kemalizm'e geçmekmiş gibi. Ben bu kadar büyük bir yanlış yapılacağını düşünmüyordum doğrusu. İşte bu noktada sesimi yükseltiyorum ve sonuna kadar da dindar Kemalizm'e muhalefet edeceğim. 'Dün kışla buna hakimdi, bugün de cami olsun'a muhalefetim var. Bu halk buna pek fazla tahammül etmez, dünya da etmez.
İÇİN İÇİN KAYNAMA GÖZLEMLİYORUM
- Ama kürtaj tartışması gibi, seçim programında olmayan ve beklenmeyen gelişmeler olmasına rağmen o kadar sarsıcı, büyük tepkiler yok toplumdan...
İçin için bir kaynama gözlüyorum. Mesela AKP'li vekil Nursuna Memecan alkışlanacak bir cesaret göstererek kürtaj yasağına karşı çıktı. AKP medyası pek görmedi ama Kadıköy'deki mitingde kentli, köylü, inançlı, inançsız, kadınlar ayağa kalktı. AKP bir taraftan 'oy kazanırım, taraftarımı pekiştiririm, din referanslı bir tutkalla tabanımı daha sağlamlaştırım' zannederken bir taraftan da kendi varlığını tehdit eder bir yanlış peşinde. Sen insanın kendi kutsallığı, özgürlüğünü, bireyselliğini yok sayıp, din üzerinden siyaset yapmaya başladığın zaman zaten geçmiş olsun. Cami-kışla parantezindeki itişmede ilk kurban demokrasi olur. Demokrasi kaybolursa taraflar rövanş peşine düşer, iktidar savaşına girer ve Allah korusun kan dökülmesine kadar gidebilir iş.
- Kanlı rövanş?
Devletin en önemli özelliği ele geçirilemez olmasıdır. Eğer bir devlet 'Genelkurmay Başkanı, MİT bana yakın, benim adamlarım var' diyerek ele geçiriliyorsa, o devlet çeteleşir. Siz bütün topumu kapsayacak bir sosyal organizmayı 'devleti ele geçirdim' anlayışına indirgerseniz, o artık hak ve hukuk olmadığı için bir çeteye dönüşmüş olur. O zaman bu çeteyi başkaları da ele geçirebilir, çeşitli çevrelerde devleti ele geçirme arzusu şahlanır. Biz burada gerçekten demokratik bir toplum mu istiyoruz, yoksa bir kişinin iradesine bağlı, korkudan susturulmuş, şef yönetiminde bir kabile mi istiyoruz? Soru bu.
- Bunun yanıtını sandıkta mı anlayacağız?
Sandık önemli bir gösterge ama temel hak ve özgürlüklere karşı sandık olmaz. Çünkü demokrasinin özü temel hak ve özgürlüklerdir. Din ve vicdan özgürlüğü bunlardan biri. Laiklik olmadan, demokrasinin de içi boşaltılabilir. Çoğunluk iradesi temel hak ve özgürlüklerin aleyhine kullanılamaz.
- Şehir Tiyatroları, kürtaj... Hepsini toplumu muhafazakarlaştırmaya yönelik ortak bir paket olarak mı görüyorsunuz?
'Dün laik Kemalistler bize eziyet etti, şimdi biz size edeceğiz' anlayışı söz konusu korkarım. Bunun demokrasiyle alakası yok.
- 28 Şubat'ın rövanşı mı yani?
Gibi. Demokratikleşmeye, halk, birey, insan üstünden mi bakacağız, sadece ve sadece din üzerinden mi? Herkesin hakkını mı savunacağız yoksa sadece bir kesimin hakkını mı? Eskiden devlet faşizmi vardı, şimdi millet adı kullanılarak gidilen bir faşizm görüyorum. Buradan temel hak ve özgürlükleri gözeterek düze çıkabiliriz. Mesela THY'de getirilen grev yasağı... Bunun tersi ifade ediliyordu referandumda. Kazanılmış bir hakkın geri alındığını görüyoruz. Başbakan isteyince Diyanet İşleri Başkanı Şeyhülislam rolüne soyunarak fetva veriyor. Başbuğ tutuklanırken izne gerek yok ama MİT Müsteşarı için hemen özel yasa. 4+4+4'ü CHP'lileri döverek oyluyorsun. Uludere nasıl bir vicdansızlıktır? Muhafazakarlar, AKP'ye oy verenler, vicdan sahibi herkes rahatsız.
- AK Parti'ye oy verenler neden rahatsız?
İşte bu çifte standarttan. Anadolu'yu karış karış geziyorum. AKP'ye oy vermiş insanların da gördüğü şeyler bunlar. Çünkü sonuçta muhafazakarların benzeşmesi noktasındaki bu otoriter yapının Kemalizm'den bir farkı olmadığını en fazla gerçek dindarlar görüyor. Onlar huzurlu yaşamak istiyor, buranın bir cadı kazanına dönüşmesini istemiyorlar. Ama bu fazla gitmez. Başbakan'a 'yapma kardeşim' diyoruz.İster dinler, ister dinlemez. Bugün bunu bir azınlık söylemeye cesaret ediyor, yakında toplum bağırarak söyler. Bu yapılanlar herkesin başını belaya sokar, yapan başta olmak üzere. Yanlış, bir yerden döner.
- Ama toplum da dönüşmüyor mu bir yandan?
'Benzeşmeyi devlet gücünü kullanarak sağlarım'ın muhafazakarlıkla, dindarlıkla bir ilgisi yok. AK Parti'nin Müslüman demokrat bir kimlik yaratma imkanı vardı ama dindar Kemalistliği tercih etti.
- Muhafazakar demokrasiden U dönüşü mü yaptı yani AK Parti?
Başta AB'nin kriterlerini kabul eden bir iktidar vardı, kalktı, durup dururken, toplumun ortak mutabakat sağladığı kürtaj meselesinde yasağa geriledi. Bir yandan da çifte standart; örneğin niye Başbuğ içerde de Büyükanıt yargılanmıyor? Niye hala Deniz Feneri davası başlamadı? Muhafazakar kesimdeki özel konuşmaların hararetinin arttığını görüyorum. Demokrasi, insanların bulduğu en akıllı yöntemdir. Bundan saptıkça başınız belaya gider. Neden? Çünkü baskı hayatın akışına aykırı bir şey. Ayrıca bir de dış dünya var. 57 Müslüman ülkeye model olması istenen Türkiye'nin dindar Kemalist değil, Müslüman demokrat olmasını isteyen bir yeryüzü bu.
Medyada askerin yerini siyaset aldı
- Başbakan Erdoğan birkaç hafta önce basın için 'tasmalarını çıkardık' demişti. Ne dersiniz, tasmalı mıydı Türk medyası?
Tasma lafı çok alt düzey ve çirkin... Tasma üzerinden medyaya baktığın zaman, işte o zaman Ali Akel atılır. Burada en önemli soru: Medya parasını, varlığını okuruna, halka mı borçlu yoksa medya bir nüfuz ticareti aracı mı? AK Parti o mevcut eski mekanizmayı değiştirmedi ve kendisi için medyayı kullandı, baskıyı da artırarak kulanmaya devam ediyor. Yani, 'Medyanızı benim emrime verin, ben de sizin para kazanmanıza izin vereyim' diyor. Medyayı ele geçirdiğin vakit, propaganda makinesi senin emrine geçiyor. Mesela kadınların kürtaj yasağına karşı eylem haberi hangi birinci sayfalarda var, hangilerinde yok? Meslek ilkelerine ihanet eden bir zihniyetten ne beklenebilir ki? Düne kadar medyanın arkasında asker vardı, şimdi siyaset var.
VESAYET BENDE OLSUN
- Buradan nereye gideriz peki?
Pek bir yere gidemeyiz. Türkiye derinleşmiş, gelişmiş, serpilmiş bir toplumun denetlediği bir ülke değil henüz; hala devlet eksenli bir yer. Onun için tam demokrasiye geçemiyor. Siyaset de devlet üzerinden tüm topluma ayar vermek istiyor. Aynı vesayet düzeni devam etsin ama kontrol artık benim elimde olsun.
KADINLARA HOYRATLIK
- 'Yetmez ama evet'çiler bugün hayal kırıklığı yaşıyor mu?
Adım adım gider toplum. Demokratik Cumhuriyet'e dönüşme süreci meşakketli ve zor. Referandum, toplumun bilincini yükselten bir süreçti ama dindar Kemalizm ve kişisel ihtiras nedeniyle süreç aksadı. Sandığa yansısın, yansımasın, AK Parti'lilerden de eleştiriler artıyor. Basının baskı altına alınıp dalkavuklardan oluşur hale gelmesini istemek de en başta baskıyı yapanın aleyhine. Çünkü tamamen realiteden koparsın. İleri demokrasi isteyen bir adamın dindar gençlik yerine demokrat gençlik istemesi gerekmez miydi? Tecavüz için 'Allah korusun' diyeceklerine 'Sen doğur, devlet bakar; niye çocuk ölsün, kadın ölsün' diyorlar. Çok trajik, kadına ait çok özel süreçlerde onların duygu dünyalarını hiçe sayan bir hoyratlık, özensizlik görüyoruz. Bunlar çirkin. Uludere gündemini değiştirmek için ortaya attılar ama kürtaj bu toplumu gerip, rahatsız edecek bir şey. Dünyayla ilişkileri de rahatsız eder.
Eleştirilerimin dozu arttı çünkü...
- Siz Star'da çalışırken de bu gerçeklikler vardı. Ama eleştirilerinizin dozu o zaman bu kadar yüksek değildi. Neden?
Ben durup dururken ifadelerimi sertleştirmiyorum, benim eleştiri tonum AK Parti iktidarının vaat ettiği hedeflerden uzaklaşmasıyla birlikte sertleşiyor. O günlerde AKParti'nin ilk üç yılından gelen umudumu yitirmemiştim. Bu askeri vesayetle uğraşmanın bir demokratik Cumhuriyet'e dönüştürüleceğini umit ediyordum, dindar Kemalizm'e değil. O günlerde olan bitenin referansı ileri demokrasiydi ve bundan çok fazla sapılmıyordu. Ama şimdi bundan sapılıyor ve çok vahim bir noktaya doğru savruluyoruz. O zamanlar kürtaj yaptırmış kadınlara katil denilmemiş, dindar nesil, tek din lafları ortaya çıkmamış, 4+4+4 gündeme gelmemişti. Uludere'deki ürkütücü vicdansızlık, şike yasasındaki çifte standart, artan din referansı böylesine peşi sıra sıralanmamıştı. Son zamanlarda birçok demokratın ifadelerinin sertliği, şikayetlerini daha bağırarak söylemeleri, Türkiye'deki gidişatın vahametine bağlı.
Taraf'a üç Altan çok fazla
- Star'dan ayrıldıktan sonra size gelen bir teklif yok galiba, değil mi?
Bu sorunun Türkiye'nin gittikçe azalan oksijeni içinde karşılığı yok. Türkiye'de medya maalesef öyle bir hale geldi ki en ufak bir eleştiri sorun oluyor. Ali Akel, Yeni Şafak'ta çok vicdanlı bir yazı yazdı ve attılar. Bu olay zaten Türkiye'de medyanın nereye geldiğini, yazı yazma konusunun sınırlarını, risklerini de ortaya koydu. Bu gariplikler giderilmek yerine artıyor, Ayşenur Arslan'ın da alelacele, sürpriz bir şekilde 'erken tatile' çıkarıldığını öğrendik. Mesele benim yazıp yazamam değil, bu gelişmeleri üst üste koyduğunuzda ortamın ne hale geldiği önemli.
- Bazı gazeteciler de yazdı, ben de merak ediyorum: Niye Taraf'ta yazmıyorsunuz?
Ali Akel'in atılması tüm medya açısından skandal değil mi? Uludere'nin sorumlularının ortaya çıkarılamaması, Deniz Feneri savcılarının hem işten men edilmesi hem de yargıya taşınması çok önemli bir gösterge değil mi? Başbakan'ın kendisiyle çelişen ve demokrasiyle bağını koparmaya yönelik üslubu, beyanları, hataları, ileri demokraside olmaması gereken eksiklikleri önemli değil mi? Bunlar hakkında söz söyleyemeyen bir AKP medyası bunları soranlarla ilgili laf ediyor. Kimin nerede yazacağını değil; insanların neleri yazamaz hale geldiklerini konuşmak lazım şayet dalkavukluk değil, meslek onuru söz konusu ise... Taraf bana ilk günden kapısını açtı zaten, istediğim zaman orada yazarım. Ama orası ağabeyimin yönettiği bir gazete, üç Altan orada biraz fazla oluruz. Ailemizin gazetesi gibi bir görüntü çok da tercih edilir bir görüntü değil. Çok çaresiz kalırsak, sesimizi boğmaya kalkarlarsa, Taraf'ın teklifi de sürerse orada da yazarım elbet. Ama şimdilik bir acelem yok benim, sesimi başka mecralarda da duyurabiliyorum.
ALİ AKEL OLAYI
- Ali Akel olayı neden bu kadar dikkat çekti bölünmüş medyanın her iki tarafında da?
Çünkü Ali Akel'in atılmasıyla artık net bir şekilde 'Ben Başbakan'ı eleştiren adamı atarım' zorbalığı iyice yerleşti. Ben ilk kez bir adamın bu kadar masumane bir yazıdan dolayı açıkça 'emsal olsun' diye atıldığını görüyorum. Bu olayla basının kurumsal anlamda özgürlüğü ciddi darbe aldı. Gazeteciler açısından Başbakan'ı eleştirmenin işi kaybetme riskiyle mümkün olabileceği netleşti..
Şenay Yıldız - Akşam
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.