ACI TESPİT: SAVAŞ NESLİ YETİŞİYOR!
9 yaşında bir çocuğun politika konusunda fazla bir şey söyleyemeyeceğini düşünürsünüz değil mi?...
11 Mart 2012 Pazar 20:00
"9 yaşında bir çocuğun politika konusunda fazla bir şey söyleyemeyeceğini düşünürsünüz değil mi? Ama 'Savaş kimler arasında' diye sorunca 'Apo'larla Atatürkler arasında' dedi biri. Bir diğeri, 'Barış için ne yapmalıyız?' diye sorunca 'Türkler Kürtleri sevmeli' diye cevap verdi."
Hacettepe Sosyal Hizmetler bölümünde araştırma görevlisi Sedat Yağcıoğlu, yüksek lisans tezi için Diyarbakır'da yaşayan 9-19 yaşları arasında 23 çocukla konuştu. Pozantı Cezaevi'nde yaşananlarla tekrardan gündeme gelen 'taş atan çocuklar'ı anlamak için Yağcıoğlu'nun çalışması önemli ipuçları sunuyor...
Kürt çocuklar 'büyüklerin dünyasına' daha mı erken giriyor?
Ailelerinin geçimini sağlamak için erken yaşlarda çalışmaya başlıyor, 'yetişkinlik' olarak algıladığımız dünyaya benzer bir çocukluk yaşıyorlar. Anadillerini kamusal alanda kullanamadıkları için, Türkçe bilmeyen anne babalarını hastaneye onlar götürüyor, faturaları onlar ödüyor... Zorunlu göçün de bunda etkisi büyük.
Nasıl bir etki?
Çocuklar göçü yaşamamış ama ailelerinin anlattığı hikayelerle büyümüşler. Bunları sanki kendi başlarına gelmiş gibi 'di'li geçmiş zaman kullanarak anlatıyorlar: "Ailemin köyde tarlaları vardı, devlet yaktı, biz kente geldik, gittikçe fakirleştik, babam iş bulamadı, çocuklar çalışmak zorunda kaldı" diyorlar.
Ailelerin çocuklarıyla ilişkisini nasıl etkiliyor bu?
Aileleri de çoğunlukla şiddet, ayrımcılık ve baskıdan nasibini almış... O yüzden bir kısmı çocuğunun eylemlere katılmasını destekliyor. Bir kısmı da 'bari çocuğum bunları çekmesin' diye çocukları eğitime yöneltmeye, gösterilerden uzaklaştırmaya çalışıyor.
Ama aileler, çocukları üzerinde doğrudan kontrole sahip olmadıklarını söylüyor. Zaten çocuklar kendilerini ailelerinden bağımsız ve daha politik görüyor, kendi çizdikleri yolda ilerliyor.
Ama medya, çocukların kendi iradeleriyle değil, radikal grupların yönlendirmesiyle gösterilere katıldığını savunuyor.
Bu doğru değil. Konuştuğum çocuklar, gösterilere her seferinde kendi istekleriyle katıldıklarını söylediler. Batıda son derece romantize edilmiş bir çocuk algısı var. Bu modelle gösterilere katılmak, taş atmak gibi bizim bildiğimiz anlamda 'çocukluğa' yakıştırılamayan şeyler açıklanamıyor.
Bugün gösterilerde taş atan 15-16 yaşındaki çocuklar 20 yıl sonra nasıl bir nesil olacak?
Savaş nesli... Hepsi savaşın içine doğdu, çatışmaların çok yoğun olduğu 1992-95 dönemininde dünyaya geldiler. Devletle aralarında çok ciddi bir uçurum var. Cezaevine girmiş olanların önemli bir kısmı avukat, savcı olmak istiyor. 'Bizimle hiçbir avukat ilgilenmedi.
Savcılar savunmalarımızı dahi almadı, ellerinde delil olmadan bizi suçladılar' diyorlar. Hayatlarını Kürt sorununun çözülmesi için mücadeleye adamışlar, "Ancak barış ortamı oluşursa batılı Türk çocuklar gibi gelecek hayali kurabiliriz" diyorlar.
Barışı nasıl hayal ediyorlar?
Çocuklar barışı hayal etmekte oldukça zorlanıyor. Biraz düşündüklerinde ise reklamlar, diziler, çocuk programlarında gördükleri ışıl ışıl dünyayı merak ediyorlar. "Batıdaki bir Türk çocuğu atari oynar, denize girer, babasının arabasıyla gezerken bize gösterilere katılıp polise taş atmak düşer" diyorlar...
Cezaevine girmekten korkuyorlar mu?
Etraflarındaki birçok kişi cezaevine girip çıkmış, cezaevi çok normalleşmiş gözlerinde. Tabii ki hiçbiri girmek istemiyor ama caydırıcı da değil.
Cezaevinde yaşadıklarını nasıl anlatıyorlar?
Konuştuğum 23 çocuğun 8'i tutuklanmıştı. O süreci eğitim süreci olarak değerlendiriyorlar aslında. İçeride nasıl mücadele edeceklerine dair bilinçlendiklerini, çeşitli kitaplar okuduklarını anlatıyorlar.
Çocuklardan biri, bana cezaevindeki arkadaşlarıyla fotoğrafını göstererek tek tek "Bu dağa çıktı, şu evine kapandı kimseye cevap vermiyor, şunlar okulu bıraktı, bu çok işkence gördü çalışamıyor" diye tabloyu anlatmıştı... Aslında süreç çocukları sivriltiyor, onları daha fazla şiddet içeren eylemlere ve dağa yöneltiyor.
Cezaevindeki koşullardan nasıl etkileniyorlar?
Terör suçundan yargılanan çocuklar adli suçluların gözünde nefret öznesine dönüşüyor. Sadece onlar değil, infaz koruma memurlarından psikologlara, cezaevi müdürlerine kadar herkes tarafından istismar ediliyorlar. Son dönemde Pozantı Cezaevi'nde yaşananlarda bu durumu gösteriyor aslında. Cezaevinden çıktıktan sonra bu çocukları nasıl tekrar kazanacağız? Onların hayatlarını insanca sürdürebilmeleri için nasıl yanlarında olacağız? Bu soruları herkesin cevaplaması lazım.
Çocuklar cezaevinden çıkınca okula devam ediyorlar mı?
Cezaevinden çıktıktan sonra okulda fişleniyorlar. Çoğu bu yüzden okula geri dönmek istemiyor. Zaten daha önce okulda politik düşünceleri nedeniyle ayrımcılığa, fiziki ve sözlü şiddete maruz kalmışlar.
Dolayısıyla okulla ilişkileri kopuyor.
Çocukların dış dünyayla iletişim kurmayı bildiği tek yol şiddet mi?
Evet. Devlet şiddetine karşı kendilerini savunmak için şiddete yöneldiklerini söylüyorlar. Örneğin polis tarafından dövülürken yere düşerlerse daha çok dayak yiyeceklerini öğrenmişler. Çetelere girerlerse kimsenin onlara dokunmaya cesaret edemeyecğini düşünüyorlar.
Adana'daki Kürt çocuklarla konuşan bir başka araştırmacı, çocukların kollarında jilet izleri olduğunu, kibrit çöpleriyle kollarının derilerini kazıyarak 'nefret' 'öfke' 'kin' gibi kelimeler yazdıklarını anlatıyor...
Sadece jilet izlerinden ibaret değil. 2010-2011 arasında dört Kürt çocuk kendi bedenini ateşe verdi. Onların algıladığı şiddet bizimkine göre çok daha büyük.
Çocuklar çözüm olarak ne istiyor?
En çok istedikleri silahların susması. Çoğunun akrabası dağda ya da askerde. Onların başına bir şey gelmesinden korkuyorlar. Sonra, anadiliinde eğitim istiyorlar. Tarih, coğrafya derslerinde kendi kültürlerini de öğrenmek istiyorlar. Barışın inşasında söz sahibi olmak, bu süreçte aktif olarak rol almak istiyorlar. Sadece Kürt çocuklar için değil, tüm çocuklar için ulusal düzeyde katılımcı mekanizmalar oluşturulmalı. Ancak bu şekilde kendi hayatlarını şiddetten arındırmalarına yardımcı olabiliriz.
'Beni araştırmacı olarak sınadılar'
Araştırması için bir ay boyunca Diyarbakır'da kalan Yağcıoğlu, çocukların güvenini kazanmanın kolay olmadığını anlatıyor: "Beni de araştırmacı olarak sınadılar. 'Pe ka ka' mı yoksa 'Pe ke ke' mi dediğiniz çocuklar için önemli örneğin. 'Burasının adı Amed'dir, Diyarbakır değil' gibi uyarıları oldu. 'Çatışma' kelimesini kabul etmiyorlar, 'bu iki ordu arasında bir savaş' diyorlar. Kullandıkları dil son derece politik ve kendilerinden yaşçca büyük bir bilim insanını dahi zorlayıcı bir güce sahipler. Bunların yanında deşifre olmaktan çok korkuyorlar. 'İsimleriniz asla kullanılmayacak' güvencesini vermeme rağmen çoğu başta soyut anlatım dilini kullandı, sonradan 'ben' diline geçti. Pozantı'da da çocukların yaşadıklarını bir arkadaşlarının başına gelmiş gibi anlatmalarının sebebi bu. Onları sorgulayan müfettişin, devlet görevlisinin bu güveni sağlaması çok zor." (Radikal)
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.