16 Nisan 2024
  • İstanbul26°C
  • Diyarbakır25°C
  • Ankara26°C
  • İzmir28°C
  • Berlin9°C

SAİD-İ NURSÎ’DE “ÖZGÜRLÜK” PERSPEKTİFİ

Abdullah Can

04 Ağustos 2017 Cuma 21:58

Bilindiği gibi, İslâm’ın temel referansları “Kur’an”, “Sünnet”(Peygamberî uygulama), “İcma”(ortak akıl) ve “Kıyas”(akl-ı selim)’dir. Bunların ortak misyonu ise, “evrendeki ilahî nizam”ı insanlık âlemine taşımak; onları dünya ve ahiret mutluluğuna(saadet-i dareyn) kavuşturmaktır. Bu misyonla temayüz eden İslâm’ın, tevhid, nübüvvet, haşir, ibadet ve adalet gibi temel esaslarının yanı sıra, en seçkin özelliklerinden biri de “hürriyet”i(özgürlük) esas almasıdır. İnançta olsun, uygulamada olsun, özgürlük, İslâm’ın temel ilkelerindendir.

Kendisine yönelik saldırı, savaş ve imha gibi durumlar hariç, İslâm, bütün inanç ve insan katmanlarına karşı özgürlüğü esas almış; “Dinde zorlama yoktur; ancak irşad vardır1 ilkesini benimsemiştir. Benzer bir ayette de; “Sizin dininiz size, benim dinim de banadır2 denilmektedir. Bu iki ayet, İslâm’ın, diğer dinlere ve bağlılarına bakışına dair parlak birer ayinedir. Peygamberin şahsında, İslâm’ın temel çağrısı, “(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütlerle çağır  ve onlarla(inkârcılarla), mücadelenin en güzeliyle mücadele et!”(en-Nahl, 125) ayetidir. Bu ayet, İslâmî cihadın ilk ve ilmî adımıdır. Bu adımı yanlış atanlar, hep zarar etmişler; zarar vermişlerdir.

Evet, “özgürlük”, tıpkı “adalet” ve “eşitlik” gibi, hukukun ana umdelerinden olup, mülk(devlet) ve memleketin devam ve kıvamı için olmazsa olmaz temellerdendir.

Bu kısa girişten sonra, İslâm’ın âlim ve amil bir hizmetkârı olarak Said-i Nursî’ye, onun özgürlüğe dair değerlendirmelerine değinmek istiyorum. Zira o, bu toprakların insanıdır, insanî hassasiyetleri yüksektir, âlim ve aydın biridir, bölge ve coğrafyamızın sorunlarına vakıftır, devasa bir Külliyat bırakmıştır, kendine özgü çözümlemeleri vardır, lehinde-aleyhinde çokça konuşulan bir şahsiyettir, sağa-sola en çok çekiştirilen alimlerimizdendir, canlısı gibi, ölüsüne de tahammül edilememiştir, özgürlüğe hasret bırakılmıştır, esaret ve istibdadı iliklerine kadar yaşamıştır, halen naaşı mahkûm, mezarı naaştan halidir... Hasılı, konu özgürlükse, onu mahkûmundan, mahrumlarından sormalıyız. Zira en iyi, çekenler bilir...  

Özgürlük için, “Hayatımda en esaslı düsturum(dur)3 diyen Nursî, “Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşamam4 diyerek ona atfettiği önemi açıkça ortaya koymuştur. Kendisine günlük iaşe teklifinde bulunan Emirdağ yönetimine, “İaşeden ziyade, adalet içinde (meşru dairedeki) hürriyetime muhtacım; ona ilişmesinler!”5 diyerek, özgürlüksüzlüğe olan tahammülsüzlüğünü ifade etmiştir. Onun, “Hürriyeti lâfızdan ibaret bulunan gaddar bir hükûmetin en rahat mevkii hapishane olsa gerektir. Mazlumiyetle ölmek, zalimiyetle yaşamaktan daha hayırlıdır.6 sözü, özgürlük konusundaki kararlılığının en açık belgesidir. Hüseyinvarî, “İzzetle mevti, zilletle hayata tercih edenlerdeniz7 sözü, tek başına bir özgürlük manifestosudur. Nihayet, bir asra yaklaşan hayatı, onun, iman-özgürlük temelindeki tutarlılığına en bariz bir örnektir.

Özgürlüğü, “Ahu gözlü bir sevgili” ve “özgür bir huri”ye8 benzeten Said-i Nursî, aynı halde, ona, “Nazenin hürriyet9, “ruhun maşukası”(sevgilisi)10, “cevher-i insaniyetin küfvü”(dengi)11 demiş, övgülerde bulunmuştur. Bununla birlikte, Nursî, peşinden gittiği özgürlüğün, “adab-ı şeriatla müteeddibe”12, “marifet ve fazilet hulleriyle mütezeyyine13 olduğunu söyler; sürüme sokulan 1908 hürriyetinin de öyle olması gerektiğini savunur. Ve Meşrutiyeti, “meşruiyet14 hürriyeti ise, “hürriyet-i şer’i15 unvanlarıyla kabul eder.  

Evet, “özgürlük”, Said-i Nursî’nin temel vazgeçmezlerindendir. Özgürlüğe olan aşkını(35 yaşında iken), “Yirmi seneden beri, onu(hürriyeti) –hattâ rü’yalarda– takip eden ve o sevda ile her şeyi terk eden birisi16 ifadeleriyle dillendirir; özgürlüğün ne denli bir takipçisi olduğunu adeta ilan eder. Kendisine reva görülen haksız ve yersiz cezalara mukabil, ya kanun dairesinde “yüz bir sene haps”ini ve “idam”ını gerektiren bir suçunun tespitini, ya da tam bir serbestiyetle “özgür” bırakılmasını ister; “Adi bir beygir hırsızına, bir kız kaçırıcısına, bir yankesiciye17 biçilen cezalar gibi “haysiyet cellatlığı”nı şiddetle reddeder. Eserlerinin bir çok yerinde, İttihadçıların ve Cumhuriyet elitlerinin özgürlük uygulamalarını, “aynı istibdat bir hürriyet18 olarak niteler.

Said-i Nursî, özgürlüğü, alışılagelen tanımlamalardan farklı olarak, “Kanun-u adalet ve tedipten başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin, herkesin hukuku mahfuz kalsın; herkes harekât-ı meşruasında şahane serbest olsun; “Allah’tan gayrı, bazılarınız bazılarınızı rabler edinmesin!19 nehyinin sırrına mazhar olsun!20 diye tarif eder. Gereğini ise, “Hürriyetin şe’ni odur ki, ne nefsine, ne gayrıya zararı dokunmasın21 şeklinde özetler. Dolayısıyla, “Başkasına zarar vermemek şartıyla, her istediğini yapabilmek” şeklindeki özgürlük tanımını reddeder; bu tarz bir özgürlük anlayışına, “İbahe mezhebi22(Madeizm ya da Bolşevizm) der.

Jön Türkler’in bozuk ve istismarcı özgürlük anlayışını, “Hürriyet, ateşte tutuşup yanmaktır; çünkü o, sadece kâfirlere has bir şeydir23 diye eleştiren Molla Selim-i Hizanî’ye mukabil, Nursî, özgürlüğü, “Rahman’ın bir hediyesi” ve “imanın bir hassası(özelliği)24 olarak vasfeder. Bu iman-özgürlük ilişkisinden yola çıkarak, özgürlüğü, “Allah’a kul olan kullara kul olmaz25 sözüyle formüle eder. Ona göre, “iman”ın gereği, “Tahakküm ve istibdat ile başkasını tezlil etmemek, zillete düşürmemek ve zalimlere tezellül etmemek”tir.26 Benzer –Arapça– bir ibaresinde de, “Kusursuz hürriyet”i, “Firavunlaşmayan ve başkasının hürriyetini hafife almayan hürriyettir.”27 şeklinde niteler.

Nursî, başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüze, “şefkat-i imaniye”nin, başkasının tahakküm ve istibdadı altına girip tezellüle tenezzüle ise “şehamet-i imaniye”nin engel olduğunu vurgular.28 Son noktayı ise, “Demek iman ne kadar mükemmel olursa, o derecede hürriyet parlar29 tespitiyle koyar. Başka bir ifadesinde, özgürlüğün “tahakkuk” ve “neşvünema” bulması için, “Müraat-ı ahkâm, âdab-ı şeriat ve ahlâk-ı hasene” şartını ileri sürer; bunlarsız, sahih hürriyetin olamayacağını söyler.30 Bu anlamda, özgürlüğü, “Sefahet, lezaiz-i nâmeşrua, israfat, tecavüzat ve hevâ-i nefse ittibada serbestiyet31 şeklinde tefsir eden Jön Türkleri, “Bir padişahın(Sultan Abdülhamid’in) esaretinden çıkmakla nefsin esaret-i rezilesinin altına girmek”le32 suçlar, bu tarz bir metodun akıbetini ise, “Bataklık ve müteaffin sulardan zehirlenmiş çiçek ve meyvelere33 benzetir.

Said-i Nursî, özgürlüğü, “hürriyet-i mutlaka”(sınırsız özgürlük) ve “mukayyed hürriyet”(sınırlandırılmış özgürlük) diye ikiye ayırır. Birinci şekli için, yani “Şeriat dairesinden hariç” dediği özgürlük için, “Sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir; belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır, nefs-i emmareye esir olmaktır.”34 tespitinde bulunur. O, her şeyde mümkün olabilen aşırılığın, özgürlük için de sözkonusu olduğunu söyler. Bu çerçevede, “Her şeyin bir rafızisi(aşırısı) var; hürriyetin rafızisi de süfehâdır”35 der; kendisinin inandığı inanç ve kültür dünyasında, “sınırsız özgürlüğe” yer olmadığını ortaya koyar. Zira ona göre, “Cahil efrad ve avam, kayıtsız hür olsa, sefih ve itaatsiz olur.”36 Özetle, o, her zaman ve zeminde özgürlüğün “mukayyed”(sınırlı) tutulmasından yanadır; hep bunun müdafisi olmuştur.     

Said-i Nursî, adına ne derse densin, “özgürlük perdesi” altında “istibdadı” uygulayan bütün rejimleri “mutlakıyet” olarak kabul eder, icraatlarına, “keyfî”, “küfrî” ve “cebrî” nitelemesinde bulunur. Bu anlamda, “Hilafet” ve “Meşrutiyet” gibi, “Cumhuriyet”i de istismar eden kadrolara karşı durmuş, her zaman ve zeminde “Hürriyet-i Şer’iye”, “ahkâm-ı Kur’aniye” ve “hakikat-ı adaleti”n savunucusu olmuştur. Bu çerçevede, sudan bahanelerle kendisini, davasını mahkûm etmeye çalışanlara, fıtrî ve evrensel hukukun vazgeçilmezlerinden olan “fikir”, “inanç” ve “vicdan” özgürlüğünün yön ve istikametini göstermiştir.

Bu bağlamda; Meşrutiyetçilerin(İttihadçılar), “özgürlük”, “adalet” ve “eşitlik” gibi şiarları hiçe sayıp yönetimi oligarşik diktatörlüğe tahvil etmeleriyle birlikte, Nursî, “Saadet-saray-ı medeniyet tesmiye olunan (ancak) akrep ve yılanların yuvaları olan böyle mahall-i ağraza, Kürdistan’ın, hürriyet-i mutlakanın meydanı olan yüksek dağlarındaki bedeviyet ve vahşet haymelerini tercih ediyorum. Zira burada görmediğim hürriyet-i fikir, serbestî-i kelâm, hüsnü niyet ve selâmet-i kalp, Kürdistan’ın dağlarında tam manasıyla hükümfermadır.”37 diyerek restini çekmesi çok anlamlıdır. Keza, 1922’de, Meclis’te, M. Kemal’in sunduğu cazip tekliflere rağmen, Ankara’yı terkedip Van’a gitmesi de buna benzer restlerindendir...

Sözün özü: Said-i Nursî, özgürlüğü, insanla birlikte yaratılan bir “ikiz”(tev’em)38 olarak görmekte; Yaratıcıya olan iman ile özgürlüğün ayrılmaz bir bütün olduğuna inanmaktadır. O, bu sıkı ilişkiyi, “İnsan(lar)a karşı hürriyet, Allah’a karşı ubudiyeti intac eder39 sözüyle özetleyerek, özgürlük-kulluk arasındaki münasebete de ışık tutmaktadır.

Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir


1 (el-Bakara, 256)
2 (el-Kâfirun, 6)
3 (Emirdağ Lahikası, s. 235; Müdafaalar, s. 212)
4 (Emirdağ Lahikası, s. 236; Müdafaalar, s. 213)
5 (Bkz. Emirdağ Lahikası, s. 235, 236)
6 (İçtimaî Dersler, s. 158; Müdafaalar, s. 13; Şualar, s. 328; Lem’alar, s. 357)
7 (Mektubat, s. 68)
8 (İçtimaî Dersler, s. 85)
9 (İçtimaî Dersler, s. 101)
10 (İçtimaî reçeteler, s. 102)
11 (İçtimaî Dersler, s. 102)
12 (İçtimaî Dersler, s. 101)
13 (İçtimaî Dersler, s. 102)
14 (Müdafaalar, s. 15; İçtimaî Dersler, s. 68, 160)
15 (İçtimaî Dersler, s. 58, 61, vs.)
16 (İçtimaî Dersler, s. 101; ayrıca bkz. 181)
17 (Müdafaalar, s. 104)
18 (Müdafaalar, s. 486, 490; Şualar, s. 592)
19 (Âl-i İmrân, ayet 64’ten iktibas)
20 (İçtimaî Dersler, s. 102)
21 (İçtimaî Dersler, s. 101)
22 (İçtimaî Dersler, s. 103)
23 (İçtimaî Reçeteler, s. 103)
24 (İçtimaî Dersler, s. 103)
25 (İçtimaî Dersler, s. 60)
26 (İçtimaî Dersler, s. 61)
27 (İçtimaî Dersler, s. 101)
28 (Bkz. İçtimaî Dersler, s. 103, 565)
29 (İçtimaî Dersler, s. 103)
30 (Bkz. İçtimaî Dersler, s. 15)
31 (İçtimaî Dersler, s. 15)
32 (İçtimaî dersler, s. 15)
33 (İçtimaî dersler, s. 518)
34 (İçtimaî Dersler, s. 101, 551, 566)
35 (İçtimaî Dersler, s. 102)
36 (İçtimaî Dersler, s. 15)
37 (İçtimaî Dersler, s. 177)
38 (İçtimaî Dersler, s. 102)
39 (İçtimaî Dersler, s. 103)

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.