29 Mart 2024
  • İstanbul21°C
  • Diyarbakır18°C
  • Ankara20°C
  • İzmir22°C
  • Berlin12°C

İLK KIBLE VE KIBLESİZLİK İKİLEMİNDE KUDÜS! - III

Abdullah Can

22 Ocak 2018 Pazartesi 22:06

Bir taraftan ideolojisini teknolojisiyle harmanlamış bir emperyalist blok, diğer yandan mücadelesini –ısrarla– “klasik” ve “demode” yöntemlere bina eden mazlum ve mağdur coğrafyamızın insanı… Allah aşkına, mitralyöze karşı kırma tüfeğiyle mukabele edilir mi? Jetlere karşı mavzerle durulur mu? Kendimizi dev aynasında görmemeliyiz. Tembelliğimize alet ettiğimiz “Allah kadir-i mutlaktır, dilerse bütün kâfirleri hâk ile yeksan eder” temennisine de sığınmayalım. Zira yaşamda cari olan yasa, Allah’ın “Rahmaniyet” yasasıdır; herkes için “eşit” ve “adil” davranmasıdır. O, “Kişiye, ancak çalıştığını karşılığı vardır” demektedir. Gerisi, züğürt tesellisi… 

Evet, hem teknolojisine ve yaşam tarzına “teslim-i silah” edeceksin, hem de kalkıp “Kahrolsun emperyalizm!” diyeceksin! Olacak şey mi? “Teslimiyet” ile “mücadele” bir arada olur mu? Bir kuklanın kuklacıya hükmettiği duyulmuş mudur? Önce kuklalıktan kurtulmalı. Bu ise, özgür ve özgün düşünceyle gerçekleşir. Düşünceler aksiyonsuz olmaz. Aksiyonun hedefi, “bağımlılık” ve “teslimiyet”ten kurtuluş olmalıdır. Bağımlıların, “özgürlük” ve “bağımsızlık” söylemleri, sloganiktir, boş avuntulardır. İnsana verilen her yetenek, işletmek ve üretmek amaçlıdır, tüketmek ve köreltmek için değildir. Sebepler âlemindeyiz, onlara tevessül bir zorunluluktur. Emek olmadan yemek olmaz. Rüya ve hülyalara değil, gerçeklere dalmalıyız. 

İşte bir taraftan yaşamın tüm kılcallarına nüfuz eden bir emperyalizm ve onun ileri karakollarının –ki kıblesizlerdir– tasallutu, diğer yandan bu yetmiş başlı canavarla mücadele etmek zorunda olan derbeder coğrafyamızın mağdur ve mazlum insanları... Evet, denaet, ihanet ve caniliklerin sarmalında olan insanımız, direnmek, dayanmak, var olmak zorundadır. Bu bir “beka” meselesidir. İzzetle direnişin olmadığı yerde, zilletle yaşam kaçınılmazdır. Bu, sadece Kudüs’te, Gazze’de değil, coğrafyamızın her yerinde böyledir. Ölüden diriyi yaratan Allah, ölü toprağından silkinmemizi ister; kendi küllerimizden dirilmeye çağırır. Dün, bu gün, yarın... İstismar ve istikbara karşı “kararlı” olmalıyız. “Sabreden zafere erişir” şiarı, sloganda değil, pratikte anlam kazanır. Ama nasıl? 

Bir kaç maddede “genel bir çerçeve” çizelim; bu çerçeve, aynı zamanda bu 3 yazının özetidir:

1- Evvela, –ne şekilde olursa olsun– şiddetin her türlüsünden sıyrılmalı, çığırtkanlarından yüz çevirmeliyiz. Şiddet bir anafordur; her yakalananı yutar, yok eder. Mensubu olduğumuz din ve medeniyet, şiddete değil, “merhamet”, “adalet”, “hürriyet” ve “eşitliğe” çağırır. Mesajı iyi okumalı, iyi yaşamalı, iyi taşımalıyız. Şiddete tevessül, aklı körleştirir, hissi azgınlaştırır; körlerin döğüşünden hayır değil, şer çıkar. Şiddet, İslâm’ın imaj ve mesajını bitirmek isteyenlerin tuzağıdır. Ne adına olursa olsun, tedhiş ve teröre başvuranlar, bu tuzağa düşer, şuurlu düşmana (emperyalistlere, kıblesizlere) şuursuzca hizmet eder. Unutulmamalıdır ki, “İslâm adına” İslâm’a onun imaj ve mesajına suikast, “küfür adına” yapılandan daha yıkıcıdır. 

2- Her ne şekilde olursa olsun, tahriklere kapılmamalı, sağduyu ve itidal muhafaza etmeliyiz. Zira hiçbir tahrik, yerinde durmaz; nereye ve hangi düzeye ulaşacağı kestirilemez. Bir kıvılcım, bir ormanı yakabilir. Bazen bir “sızma”, en masumane bir talebi tersine çevirebilir; haklı iken haksızlığa itebilir. Tahriklere kapılmak, gözü dönmüş canilere malzeme hazırlamaktır; helaket ve felaketlere zemin hazırlamaktır. Zalimlerin laboratuvarlarına kobay olunmamalıdır; silah ve taktiklerinin etkisi, Müslümanlarda test edilmemelidir. En selametli yol, en meşru yöntem, “sivil” ve “demokratik kanallar”ın sonuna kadar kullanılmasıdır. Ama şeffaf, ama şaibesiz olarak... 

3- Müslümanlar olarak, gerek kendimizle gerekse toplumsal paydaşlarımızla sorunlarımızı minimize etmeliyiz. Ortak yanlarımızın çok, farklılıklarımızın az olduğunu unutmamalıyız. Kendiliğinden ya da kışkırtmalarla ortaya çıkan sorunlarımızı “kardeşlik” ve “birlikte yaşama hukuku” çerçevesinde çözmeliyiz. Bu bağlamda, baştaKürdlerin insanî, İslâmî ve medenî hakları olmak üzere, ayrılık ve aykırılıklara malzeme edilen ırk, mezhep, meşrep, ideoloji kaynaklı zaaf ve taassuplarınaklıselimveortak akıl esaslarına göre çözülmelidir; hem de ivedilikle. Çünkü bu yumuşak karınlar, emperyalistlerce kullanılmaya müsait yanlarımızdır. Tedavi dururken, kanamaları beklemek, akıl kârı değildir.

4- Karşımızda, hem ideolojik, hem de teknolojik boyutlarıyla devasa bir güç dururken, ortaçağın “skolastik” anlayışını andıran kimi içtihat ve fetvalarla ayakta kalmanın mümkün olmadığını –artık– görmeliyiz. Özgün ve özgür bir maarife muhtacız. Bir elimizde Kur’an, diğerinde Kâinat kitabı olmalıdır. Kur’an kâinatı, kâinat da Kur’an’ı tefsir ediyorİnkârcı bilim, taassupkâr dindarlık; ikisi de yıkıcıdır. Din ve bilim, kimliklerine kavuşturulmalıdır; o da, ikisinin barıştırılmasıdır. Müfredatlar, bu temelde inşa edilmelidir. Diriliş, böyle gerçekleşir. Evet, uydularla, çiplerle, sensörlerle adım-adım izleme yapanlara karşın, kitleleri sokaklara, direnişlere, serhildanlara yönlendiren politik-ideolojik aktörler utanmalıdır, hem de çok...  

5- İnsanî ve İslâmî hak arayışında olanlar, karşılarındakiler kadar, kendilerini de tanımaları gerektir. Hatta daha fazlasıyla... Zira iç denetim ve hâkimiyetlerini kuramayanlar, dışarıya açılamazlar; açılsalar da başarılı olamazlar. Bünyeyi sarsacak, saptıracak, dejenere edecek unsurlara dikkat edilmelidir. Yoksa –Feto’da olduğu gibi– iç mekanizmaya çöreklenen yabancı ajan ve işbirlikçiler, yön ve gidişatı değiştirir; meşru ve masumane kisveler altında, bütün çaba ve çalışmaları, ürün ve hasılatları “şer” ve “şeytanî odaklar”dan yana yönlendirir. Böylece, işe hasbî ve dindarane duygularla sarılanların emek ve enerjileri de berhava edilir. Demek kafayı hariç düşmanlarla bozmak yerine, içeriye bakılmalıdır; sağdan-soldan, önden-arkadan, alttan-üstten gelen kuşatmalar görülmelidir. Bu temelde sağlamlaştırılmamış denetim ve hâkimiyetler, hüsranla sonuçlanır.  

Ayrıca, iç denetimden yoksun yapılanmalar (devletler de dâhil), her zaman töhmetlere açıktırlar; birilerin ihanet ve cinayetleri, kendilerine mal edilebilir; hiç münasebetleri yokken, “suç ortağı” ya da “azmettirici” olabilirler. Bunun için, her yapı, bütün aza ve organlarını tanımalı, korumalı ve kontrol altında tutmalıdır ki, serseri mayınların önü alınsın; hedef ve istikametlerde sapma ve sapkınlıklar oluşmasın. Ülkemiz özelindeki uzaktan kumandalı “darbeciler” ile Âlem-i İslâm genelindeki İslâm görünümlü güdümlü “vahşet”in İslâm ve insanlığa faturası ortadadır; başka izaha ne hacet!...

6- Coğrafyamıza dayatılan gayr-ı İslâmî ve insanlık karşıtı rejimlerin cinayetlerinden, o rejimin sultasındaki halkları mesul tutmamalıyız. Rejimlere muhalefeti, halkların düşmanlığı üzerine inşa etmek, rejimlerin kârınadır. Emperyalistlerin dayatıp kıblesizlerin uygulayageldikleri rejimler, halk patentli değildirler; halka rağmen ve iradeler bypass edilerek kurulmuşlardır. Bu itibarla, rejimlerin ve icraatçılarının cinayetlerini halklara hamletmek, halkla yaka-paça olmak, kavgayı dâhile çekmektir ki, hedef ve istikametten sapmanın diğer adıdır. Bu ise, doğrudan doğruya emperyalistlerin ve işbirlikçileri olan kıblesizlerin emellerine hizmettir, tuzaklarına yuvarlanmaktır. Unutulmamalıdır ki, hiç bir meşru hedef, gayr-ı meşru yöntemlerle gerçekleşmez. Kirli bir elbiseyi, lağım suyuyla yıkamak temizlik değildir

7- “Ortak akıl”ı esas almalı, “realite”yi iyi okumalıyız. Şahıs ve karizmaların cazibesinde körleşmemeliyiz. Bahtsız ve talihsiz insanımızın en büyük handikaplarından biri de budur; şahıs eksenli düşünmek, şahısların düşünce ve dogmalarında körleşmektir. Hâlbuki mensubu olduğumuz din ve medeniyet, bize “şura” ve “şahs-ı manevi/icma”(ortak akıl) düsturlarını öğütlemektedir. Gel gör ki, saltanat dönemlerinden kalma “şahısperestlik”, bizleri şeyhlerin, mürşitlerin, üstatların, hocaların, hocaefendilerin, liderlerin, başkanların, reislerin esiri haline getirmiştir. “Kitap”, “Sünnet”, “İcma”, “Akıl/Kıyas”, “Mantık”, “Muhakeme”, “Bilim”, “Realite”, “Fıtrat” gibi temel referanslar –adeta– rafa kaldırılarak dönemin seçkin ve muktedirlerinin iki dudağının arasına mahkûm kılmıştır. “Öl” dediklerinde ölmek, “bir” dediklerine iki dememek gibi bir fetişizme... 

İşte bu hazin gerçeklik, bütün “vahdet” ve “ortak paydalarımız”a rağmen, bizi paramparça etmiş; bağlısı ve bağımlısı olduğumuz reislerimiz ve müesseselerimiz sayısınca hiziplere ayrılmışızdır. Olması gereken, birey olarak her birimizin, kendini hür ve müstakil bir kul olarak yalnızca Allah’a nispet etmesidir. Bağlılık ve bağımlılık olacaksa, O’na, örnek Peygamberine, hayat nizamı olan Kitabına ve nihayet onlardan fışkıran hidayet güneşine; yani İslâmiyet’e olsun... Yok, “Ben bunları tanımak istemiyorum!” diyenlerin bile, kullara kul olmaktansa, özlerine(fıtratlarına) dönme gibi bir mecburiyetleri vardır. Zira Allah’a kulluk ne kadar özgürlükse, kullara kulluk da bir o kadar köleliktir.    

8- Bilindiği gibi, Kur’an, “Ye’cüc” ve “Me’cüc” olarak isimlendirilen iki taifeden bahseder. Ve bunlar için “Nesil ve ekinleri yok ederler” nitelemesinde bulunur. Yani “yıkıcı” ve “yakıcı”,  “ihtilalci” ve “anarşist” yaratıklar... Kur’an, bu taife için belli bir zaman, mekân ve milliyet belirlemesinde bulunmaz. Tıpkı kâfir ve münafıklar gibi... Asıl belirleyici olan, sıfat ve icraattır. Dolayısıyla, günümüzde, bu yapının tipik örneği için, “Siyonist/Evangelist”lerdir denilse, kanaatimce asla isabetsiz olmaz. Zira dünya ölçeğindeki siyasal, ekonomik, askerî ve ideolojik ihtilallerin, darbelerin arkasında asıl ve en büyük mimarın bu düzenbazlar olduğu bir gerçektir. Bunu söylerken de, ileri karakolları hükmündeki locaları, lobileri ve kıblesizleri asla unutmamak gerektir. Bu unsurları dikkate almaksızın, atılacak adımların sonuç getirmeyeceğini ise, bilmem anlatmaya gerek var mıdır?  

Hâsılı, “genel çerçeve”siyle de olsa, söylenecek çok şey vardır; ancak “arifler için işaret kâfidir” kabilinden, bu mevzuyu da burada bağlamış olalım.


Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.