27 Nisan 2024
  • İstanbul13°C
  • Diyarbakır14°C
  • Ankara12°C
  • İzmir12°C
  • Berlin3°C

TÜRKİYE VE KURDİSTAN: GELECEĞE DAİR (1)

"1980’lerin sonunda iki kutuplu sistem yıkıldığında, Orta Doğu’da bazı temel değişiklikler meydana geldi. Bu değişikliklerin simalarından biri 1992’de Kurdistan hükümetinin kurulmasıdır. "

Türkiye ve Kurdistan: Geleceğe Dair (1)

28 Mart 2017 Salı 19:47

Tarihe ilgi duyan, Tarihsel hafızayı sık sık yardıma çağıran biri olarak, bazen yeni bir simanın tesisi için tarihin sayfalarına dönüp bakmaya gerek olmayabilir. Tarih, bazen sorun ve engel oluşturduğu gibi nefret, kin ve husumetin kaynaklarının uyanmasına neden olur ve insan toplulukları arasındaki doğal ilişkilerin gelişmesine de engel olabilir. Tarihsel tecrübeyi her zaman göz önünde bulundurmak birlikte, insan, sadece fidandan ağaç olmaya dek olan yolu kateden bir ağaç olmayıp kimi zaman hiçten herşeye ulaşan, kimi zaman herşeyden hiçe düşen ve hayatı iniş ve çıkışlarla dolu olan bir varlıktır. sonsuz şekilde değişe bilen bir varlıktır. Tarihe takılmak bu bakımdan muhatapların bir birlerini “öldürülmüş, kalınmış, duraklatılmış” bir pozisyonda konumlanmasına neden olabilir. ( insan’nın bu mahiyeti benim açımdan başlı başına bir konferans konusudur, Filozofların, Aydın ve Alimlerin öngörülerinde başarısız oldukları nokta, İnsan’ı bir ağaç gibi fidan dan ağaç olmaya dönük statik bir pozisyonda görmeleridir)

Özellikle de Orta Doğu milletleri arasındaki kültürel, siyasi ve iktisadi ilişkilerin güçlendirilmesinden bahsedildiğinde, bu prensip siyaset için de geçerlidir. Bilindiği gibi Orta Doğu, geçmiş birkaç yüzyıl boyunca, sürekli olarak savaş, husumet, nefret, kanlı kavga ve birbirini ortadan kaldırma çabasının olduğu bir sahaydı. Devletlerin, yabancıların ve bölgesel imparatorluğun çıkarı, savaşın ve saldırının, hatta milletlerin ve bölge kültürünün de bu husumet, kaos ve bölgedeki aşırılıkta rolü olmuştur. 

Buradan hareketle, Orta Doğu milletleri arasında insani, yeni, aydınlık ve çok yararlı bir ilişkinin kurulması için çaba göstermek yada milletler arasında diyalog, ilişki köprüsü ve birbirini anlamaya yönelik ilişkilerin kurulması yönündeki her uğraşı için iyi olan, tarihin derinliklerine çok bakmamaktır. Bunun için belki modern ve yakın tarihe dönüp bakmak yeterli olabilir. Burada da, iyi olan, dar bir çerçeve ve ideolojilerin gözüyle daha az hareket etmektir. Burada da, gelişen olaylara hoşgörü ruhu ve olumlu bir söylemle yaklaşmalı ve güven dolu bir geleceğin kurulmasına daha çok yoğunlaşmalıyız.

Yani bu konuda ki başlıca amacı Kurdistan ve Türkiye ilişkileri karşısında genel bir perspektif sunmaktır, başlangıçta gözönünde bulunması için modern tarihe yada tam olarak söylemek gerekirse 1990-2008 yılları arasında Kürtler ve Türkler arasındaki yeni ilişkilere çabuk ve kısaca göz atmaya çalışacağım. Bu aşama şimdiye kadar tarih olmadı ama eğer tarih olmuşsa da yeni ve modern bir tarihtir.

Bundan da daha önemlisi, bu aşama Kürt-Türk siyasi ilişkilerinin kurulması sürecinin başlangıcı sayılıyor. Bundan dolayıdır ki bu aşamaya dönüp bakmak gerekiyor. 

Türkiye ve Kurdistan: 1.Körfez Savaşından Sonraki Aşama

1980’lerin sonunda iki kutuplu sistem yıkıldığında, Orta Doğu’da bazı temel değişiklikler meydana geldi. Bu değişikliklerin simalarından biri 1992’de Kurdistan hükümetinin kurulmasıdır. Öte yandan, Türkiye’de demokrasinin gelişmesi ve İslami arkaplana sahip bir parti olarak tanınan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin göreve gelmesi, değişikliğin bir diğer simasıdır. 

Burada, şu hakikate işaret edilmesi gerekiyor ki Orta Doğu son 20 yıllda iki değişim aşamasından ve sürecinden geçti:

Bunlardan ilki iki kutuplu sistemin yıkılması, Kuveyt savaşı ve ardından da Kuveyt’in kurtarılmasından sonra meydana gelen değişiklikler;

İkincisi ise Washington ve New York’a karşı 11 Eylül 2001’de düzenlenen terörist saldırının ardından meydana gelen değişikliklerdir.

Açık olan şu ki Türkiye ve Kurdistanı, her iki aşamada da yeni dünya düzeninden ve bölgeden çok çabuk yarar gören, Orta Doğu’daki taraf ve güçlerin öncüleriydi.

Türkiye’de Turgut Özal, ilk aşamanın başında, dünyadaki siyasi sistemin içindeki değişikliklerin önemini çabuk anlarken aynı zamanda Türkiye’nin bölgede bu yeni sistemin yayılmasında ve korunmasında öncü rolü oynayabileceğini de farketti. Bundan dolayı Kürtler, Kurdistanı’nda, 1.Körfez savaşından sonra Saddam Hüseyin’in saldırıları sonucunda genel bir göçe uğradığında Özal, çok acil olarak göç edenler için, Kurdistanı’nda olması şartıyla, huzurlu bir bölge oluşturulması önerisinde bulundu. Özal’ın bu düşüncesi daha sonra Fransa ve İngiltere tarafından fırsat olarak değerlendirildi ve Güvenlik Kurulu’nun 677. Kararında kendini buldu.  

Özal’ın bu tutumu, kendi zamanı açısından bakılacak olursa, Ankara siyasetinde çok yeniydi. Yeni olan şununla başladı: Ankara bu dönemde,1991’in martında, daha da öne çıkarak, modern tarihte ilk defa Mam Celal Talabani’nin başkanlığındaki Kurdistan Cephesi Temsilciliği’nden üst düzey bir Kürt heyetini kabul etti.

Özal’ın önerilerinden bir maksadın, göç ettirilen Kürt halkı topluluklarının Türkiye’ye yönelmemeleri olduğu doğrudur. Çünkü ülkesinin bu kadar çok sayıdaki göçmeni kaldıracak gücü yoktu. Ve yine, Ankara’da, bu göçmenler yoluyla Türkiye’ye karşı silah ve silahlıların topraklarına sokulması yönünde bir tür korkunun olduğu da doğrudur. Ama, aynı zamanda, göç felaketinin insani açıdan çok büyük ve korkunç olduğu da doğrudur. Bu dönemde bütün dünya göç dalgasıyla sallanıyordu. Bundan dolayıdır ki Türkiye de bu durumun karşısında sessiz kalamıyordu. Ancak bunlardan da daha doğru olan şuki önerinin Özal’ın görüşüyle derin bir ilişkisi vardı. Ki, o artık dünyanın değiştiğini ve Orta Doğu bölgesinin de, dünyanın zor ve etkili olan bir parçası olması hesabıyla, er yada geç değişim sürecine gireceğini ve Kürtler’e de bu değişiklikten bir pay düşeceğini biliyordu. Özal, aynı zamanda, o dönemde, yeni bir Osmanlıcılık temelinde Türkiye’nin yeniden kurulmasını düşünüyordu. Yani, müslüman milletleri Türkiye ile derin ve sıkı siyasi, iktisadi ve kültürel bir dostluk çerçevesinde toplama düşüncesine sahipti. 

Bundan dolayı Özal’ın inancına göre Kürtler’in durumunun güvenceye alınması ve bu milletle ilişkilerin güzelleştirilmesi, değil sadece Irak’ta belki Türkiye’de, Türkiye için ve bölgede emniyet, asayiş, siyasi, iktisadi ve demokratik canlanma meselesi için gerekli ve çıkarlara uygun bir işti. Burada, kurulmakta olan Kürt ve Türkiye ilişkilerinin önemli bir bölümünün Özal döneminin başlarında start aldığını söylersek abartmış olmayız herhalde.

Gerçek olan şu ki Özal, Kürt siyaseti alanındaki çabalarını başa kadar götüremedi. Çünkü bildiğimiz gibi ölüm ona bu fırsatı vermedi. Ancak, dikkat çeken husus şu ki, Özal’ın Türk siyaset sahnesinde kalmayışı belki derin ve sıkı Kürt-Türk  ilişkilerinin ortaya çıkması sürecini soğutmak için başka bazı sebepler daha vardı:

Bu alandaki ilk sebep te şu: Orta Doğu bölgesi kendi içinde siyasi, iktisadi, kültürel, devletin rolü ve tarihi aşamalar açısından çok karışık ve zor bir bölgedir. Bundan dolayı dünyanın çoğu bölgesinde kurulmakta olan yeni siyasi, kültürel ve iktisadi sistemin izleri Orta Doğu’ya daha geç ulaşmakla beraber ulaştığında da yavaş hareket ediyor ve hatta çok ta zor kabul ediliyordu. Değil sadece Orta Doğu ülkeleri, ki bu ülkelerin çoğu diktatörlük ve tekçi yönetimin örneğiydi, bölgedeki toplulukların genelinin zihniyeti bu sistemi zor kabul ediyordu. 

Bu zaman zarfında yenilenme, demokrasi ve reform sürecine karşı bölgede çok sayıda güç ortaya çıktı. Bu karşıt güçlerin dışında çok sayıda devlet, siyasi sistem, parti ve kültür organizasyonu dünyadaki bu büyük değişimle karşıt duruma düştü. Bundan dolayı da değişiklik yaşanması gereken bütün meydanlarda gözle görülür bir soğukluk ortaya çıktı. Irak’ta ve içte, Türkiye ile Kürtler arasında yeni ve sımsıcak bir ilişkinin kurulması, değil sadece Türkiye’nin büyük bir çoğunluğunun belki bölgedeki diğer ülkelerin de kabul etmediği konulardan biriydi.

İkinci sebep: Türkiye’deki ulusal partilerin gücü, büyük kapasitesi ve Kemalizm ideolojisi nedeniyle değişim daha az kabul ediliyordu. Özellikle de çok önemli ve kader belirleyici iki meselede: Bir taraftan gerek içteki “Kuzey” Kürtler, gerek Güney Kurdistan Kürtleri, gerek Doğu  gerekse de Güney Batı Kürtler’i olsun farketmez, Kürtler’in ulusal statülerinin “egemenlik” kabul edilmesi ve Kürt meselesi; bir diğer taraftan da devletin laikliği, anayasa ve toplum meselesi. Türkiye’nin son 50-60 yıllık süre içindeki gelişme ve ilerleme çerçevesi, Kürt ve laiklik alanları gibi iki önemli alan hariç, her alanda değişikliği kabul etmekti.

Üçüncü sebep: Ordu’nun Türkiye devleti içinde ve devletin siyasi kararlarındaki güç ve yetki konumu güçlüydü. Türkiye’nin sivil partiler tarafından yönetilen bir devlet olduğu doğruydu. Ancak ordu bu yakın zamana kadar da devlete hakim olmuş, devletin laik doğasını korumuş ve Kürt dosyasını elinde tutmuştur.  Bunun içindir ki ordu her zaman sorunların askeri yolla çözüleceğini düşünüyordu. Bundan dolayı da Kürt meselesinin siyasi içeriğine bakmaya önem verilmemiştir.  Türkiye’de Kürt halkının bir bölümü tarafından silaha yönelimin bir sebebinden, kısa bir süre öncesine kadar da Türkiye devletinde etkisi olan militarizmin sorumlu olduğuna şaşırmamak lazım.

Dördüncü sebep: Bunların içinde de Türkiye’deki bazı yapılanmaların ve örgütlerin, ilişkilerin karıştırılması konusunda kötü bir rolü vardı. PKK, özellikle de Suriye ve İran’dan destek aldığı bir dönemde, bu olumsuz rolü oynayan örgütlerden biriydi. Türkiye’de Kürt sorununun tam ve siyasi bir çözümü Türkiye’deki Kürtler’in silaha yönelmelerini engellemek için uygun bir zemin yaratır.

Beşinci sebep: Bu sorumluluğun bir bölümü, aynı zamanda, Güney Kurdistan Kürtleri’nin de omuzlarındadır. Kürtler de bu yıllarda hala bağımsız idari yapıyı yürütecek tam bir deneyime sahip değildi.

Altıncı sebep: Türkiye ve Kurdistan’ın ortak müttefiki olan Amerika’nın, ki şüphesiz bu ülke Türkiye ile daha stratejiktir, bu süre içinde Kürtler ile Türkiye arasındaki ilişkilerin önündeki sorunların çözümüne odaklancak öyle hiç bir fırsatı olmadı. Irak’ın özgürleştirilmesi savaşının öncesinde, bildiğimiz gibi, Washington Irak ile İran karşısında iki tarafı da içine alan bir siyasete sahipti. George W.Bush, kendi zamanında, bir taraftan Saddam Hüseyin’i yıkma savaşıyla  bir diğer taraftan da  yeni Irak’ta teröre karşı savaşla çok meşgul oldu. Bundan dolayı Kurdistan ve Türkiye arasındaki ilişkiler meselesini daha çok Kürt ve Türk taraflara bırakmıştır.

Ne olduğuna bakacak olursak, bir süre için Ankara ile Hewler (Erbil) arasındaki ilişkilerde, özellikle de Irak’ın önceki rejiminin yıkılmasının öncesinden  bir gerginlik yaşandı. Türkiye hükümeti, Kurdistan’a ve Kurdistan’ın içindeki değişikliklere gerçekçi bir gözle bakmaya hazır değildi. Kürt’ler de bir kaç yıldı iç savaşla uğraşıyordu. Etraftaki ülkelere de sadece bu savaşta ne kadar yararları olabilecekleri konusunda gerek duyuluyordu. Bundan dolayı gerginlikte uzadı.

Bu sürenin önemli bir aşaması da, yani 1990’dan sonra ve 2008’den önce, Irak’ın özgürleştirilmesi savaşı aşamasıdır. Bu süre içinde, yani tam olarak 2002’de, Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldi. Bununla birlikte Kürt meselesi konusunda hala tam bir açıklık olmadığı biraz daha ortaya çıktı. Özellikle de Güney Kürdistan konusunda. Öyle görünüyor ki, Türkiye’de, bu süre içinde, Ordu’nun baskısı ve AKP’nin iktidarda yeni olması nedeniyle, özellikle Güney Kurdistan Kürtleri başta olmak üzere, Kürtler kaşısında bir tür korku meydana gelmişti. Saddam Hüseyin rejiminin yıkılmasının sonucunda, Amerika’nın Kurdistanı’nda bağımsız bir devlet kurulması konusunda Kürtler’e yardım etmesi korkusu vardı. Ankara’nın, aynı zamanda, Saddam Hüseyin rejimin yıkılmasının bütün bölgede büyük bir kaosa sebep olması ve bu kaos sonucunda da PKK’nin bundan istifade etmesi ve yeni bir güç bulması  korkusu vardı. ( hala bu korku devam ediyor) Bu iki sebebin sonucunda da Türkiye Parlamentosu Irak’ın özgürleştirilmesi savaşına katılmama kararı verdi. 

Buna karşın Kürtler’in de kendilerine has bir konumları vardı. Kürtler de Amerika ile bir tür ittifak kurma sürecinin içine düşmüştü. Öte yandan demokratik ve yeni bir Irak’ın kurulması ümidi de çok artmıştı. Bundan dolayı da artık Türkiye’ye öyle büyük bir ihtiyacın kalmadığı yorumu yapılıyordu. Eğer Türkiye’ye ihtiyaç kalmışsa dahi Amerika (Müttefik) Ankara’nın Kürtler’i dinlemeye kani olmasının garantisiydi. Bu yüzden Kürtler Amerikan ordusunun ve müttefiklerin yanında Irak’ın özgürleştirilmesi savaşına katılmaya doğru daha sıcak bir şekilde gitti. Burada, Ankara’nın kendisini Irak savaşından uzak tutma tutumunun Kürtler için büyük bir  kazançla sonuçlandığı saklı değildir. Bu kazanç, siyasi ve hatta askeri alanda Amerika ile bir ittifakın kurulması için öne çıkan bir fırsattı. 

Bu sıralarda Türkiye ve Kurdistan’da bu iki tür tutumun sonucunda iki kollu ilişkiler de daha fazla gerginlik yaşadı. Ancak, aynı zamanda, gerek Ankara’da olsun ve gerek Hewler’de olsun her iki tarafın ilişkilerin yenilenmesini daha ciddi düşünmeleri yönünde bir umut vardı. Bu arada AKP ise, özellikle her alanda bir iyileştirme programını uygulamaya geçirme uğraşısı içinde olacağını bildirmesi bu umut için büyük bir kaynak oldu. Hewler (Erbil) bu iyileştirme programının Kürt meselesini ve Kurdistan ile ilişkiler  meselesini de içine alacağı yorumunu yapıyordu. Malum olduğu üzere, sonuç düşünüldüğü gibi çıktı. Bu, “Orta Doğu’da demokrasiye yönelik her programın başarısında Kürt meselesi için büyük bir kazanç vardır ” sözünü doğrulayan bir başka kanıttır.

Devam edecek.

Huseyin Siyabend Aytemur
Twitter: @huseynsiyabend


Türkiye ve Kurdistan: Geleceğe Dair (2)
Türkiye ve Kurdistan: Geleceğe Dair (3); MEDYA

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.